Anasayfa , Haberler , Akademinin Hal-i Pürmelali ve Gültekin'in Derdi

Akademinin Hal-i Pürmelali ve Gültekin'in Derdi

ahmetTÜRKiYE | 07-01-2013 |Gün geçtikçe olağanüstü günler geçirdiğimize daha fazla sayıda insan ikna oluyor. Bir yanda muktedirin biber gazıyla simgeleşmiş açık zoru varken, diğer yanda belgelerde sahtecilik, delillerde sahtecilik, dijital sahtecilik, hukukta sahtecilik ve demokrasinin suretinin sureti var ve en sonunda karşımıza çıkan şey demokrasinin bariz bir müsvedde hali.
En azından bizim kuşağımız, yani 1980 sonrası kuşak, hiçbir zaman demokrasinin var olduğuna ikna olmamışsa da, içinde yaşadığı günlerin, kitapların yakıldığı askeri darbe günlerinden farklı olduğuna ikna olmuştu. Öyle ya, artık bir nebze de olsun ilerlemiştik ve en azından kitapların yakıldığı günler geride kalmıştı. Bir bakıma, muktedir de kitaplarla barışmıştı, zoraki ya da zorlama bile olsa. Fakat hiç beklemediğimiz veyahut hiç beklenmemesi gereken bir zamanda, bilgi çağı, bilgisayar çağı, ileri demokrasi ya da iktidar hangi olumlu söylemle kendini var ediyorsa, bu zamanlarda bambaşka bir süreçle yüzleşmeye başladık. Kitapların yakılmadığı ama delete’lendiği, geleneksel materyallerden çok cd/dvd’lerin, harddisk’lerin, laptop’ların potansiyel suç aleti muamelesi gördüğü, soruşturmaya konu edildiği, dolayısıyla cezalara mazhar olduğu zamanlar.
Muhalif bilim insanlarının “Bilgisayarımı bir yerlerden gönderilmesi muhtemel ‘demir parmaklıklı’ virüslerden nasıl korurum” kaygısını açıkça öğrencilerine açtığı zamanlar. Hardcopy kitaptan, sayısal teknolojiye geçtik, bu da bir ilerlemedir sonuçta!
Bu anlamda, işi gereği sorgulamaya, görünenin altındakini aramaya ve her şeyi düzleyen söylemleri didik didik etmeye adanmış ya da öyle olduğu mitiyle harmanlanmış akademik dünyanın hal-i pürmelali memleketteki “demokrasi iklimi” hakkında çok şey söyler, hatta bütünün bir parçası olarak, aynı zamanda azını söyler.
Derdimiz çoktur, hangisine yanalım

Derdimiz çok ama alt alta yazınca, sayılı gün çabuk geçer misali, gözümüze daha az görünür mü? Bir yerden başlamak lazım. Akademinin bugün iki temel sorunu var: Demokrasi ve gelecekte çok daha büyük bir sorun olacağı anlaşılan güvencesiz çalışma. Altını deşmedikçe az gibi görünüyorlar. Demokrasinin olmadığı yerde bilim olabilir mi? Bilim gerçeğin izini sürer ve gerçekler de her zaman devrimcidir. Klişe ve oldukça sakat ve iktidarın demokrasi kavrayışının temelini oluşturduğu hissedilen anlayıştan devam edersek, bilimsel özgürlüğün bittiği yerde iktidarın özgürlüğü mü başlar?
Mesela, ODTÜ’de iktidar açısından kopan “küçük kıyamet”ten sonra, baskı ikliminin “mert” neferlerinden olan Yeni Akit’te ve onların internetteki mecrası olan Habervaktim.com’da ve daha namert örneklerde, “gizli Ergenekon’cuları ve demokrasiyi içine sindiremeyenleri deşifre etme” görevini üstlenmiş medya kuruluşlarında (Yeni Şafak, Zaman, Taraf, Sabah vb.) yeni bir saldırı dalgası başlatıldı. Değerli bilim insanlarının “ne Marksistliği ne de muhalifliği” kaldı.
Aslında suçun bir nevi itirafıdır bu aynı zamanda, akademinin muhalif ve Marksist olması suçtur, çünkü iktidarın kafasına göre çizdiği özgürlük alanına müdahale eder. Bu suçun delilleri de en fazla, panel konuşmaları, yasal üyelikler, sosyal medya iletileri, e-mail’ler ve hocaların öğrencileriyle yaptığı konuşmalar olabiliyor haliyle. Tartışmaları artık geçmişte kaldığı sanılan, basbayağı “düşünce suçları” yani.
Bunun yanında bir de çığ gibi büyüyen tutuklu öğrenciler sorunu var. Tutuklu Öğrencilerle Dayanışma İnisiyatifi (TÖDİ) tutuklu öğrencilerin sayısını 771 olarak veriyor.
Ahmet Kerim Gültekin’in derdi daha büyük

Ahmet Kerim Gültekin, 13 Kasım 2012’de akademik bir projede çalışmak için gittiği Diyarbakır’da gözaltına alındı. Ardından Ankara’ya getirildi ve tutuklandı. Kendisi kısa bir süre önce Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Etnoloji Anabilim Dalı’nda doktorasını tamamladı ve aynı okulda derslere girmeye başladı. Ayrıca Kırmızı Kedi Yayınevi’nde editörlük çalışmalarına henüz başlamıştı. Bunun dışında akademik çalışmalarını yıllardır, sempozyumlar, alan araştırmaları, bilimsel yayınlar ve yaptığı hakemli dergi editörlükleriyle sürdürüyordu. Görece kısa akademik hayatına onlarca bilimsel makale ve iki kitap sığdırdı. Babası Mehmet Bedri Gültekin ise bir buçuk yıldır Ergenekon tutuklusu. Yani Gültekin’ler tutukluluğu aile boyu yaşıyorlar!
Tutuklanmasına gösterilen gerekçe “yasadışı bir örgüte yazılı üyelik başvurusunda bulunmak”. Bu üyelik başvurusu, bir bilgisayar çıktısından ibaret. Ahmet Kerim Gültekin’in, bazıları yanlış kimlik bilgileri sıralandıktan sonra yasadışı örgüte üye olmak istediği örgütün merkez komitesinin bilgilerine arz edilmiş! Tabii Gültekin’in ne el yazısı ne de ıslak imzası bulunuyor. Gültekin’le beraber, ODTÜ Fizik bölümü öğrencisi Ertan Sinan Şahin, Ankara Üniversitesi İletişim Fakültesi öğrencisi Cem Kaan Gürbüz ve Hacettepe Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi öğrencisi Sinem Mut da aynı gerekçeyle tutuklandı.
Ahmet Kerim Gültekin’in polis sorgusu incelendiğinde, “illegal örgüte yazılı üyelik başvurusu” dışında şunlar göze çarpıyor:
Gültekin’e 110 sayfayı bulan polis sorgusunda, tamamı yasal faaliyetlerle ilgili ve bir kısmı oldukça ilgisiz sorular yöneltilmiş. En başında, yasal bir kuruluş olan ve Gültekin’in de üyesi olduğu Demokratik Haklar Federasyonu’nuna (DHF) illegal örgüt muamelesi yapılmış durumda. Dolayısıyla polisin sorduğu soruların tamamı hiçbir olayın yaşanmadığı, kamu malı ya da görevlilerine zarar verilmediği, 1 Mayıs veya “Eşit yurttaşlık mitingi” gibi etkinliklere neden katıldığı yönünde.
Akademik kuruluşların, sendikaların ve belediyelerin ortaklaşa düzenlediği Devrimci Halkçı Yerel Yönetimler Sempozyumu’na neden katıldığı, neden konuştuğu ve neden organize ettiği konusunda sorularla da karşılaşmış.
AŞTİ’de arkadaşıyla vedalaşırken ya da Mersin’de teyzesinin evinden çıkarken polisin gizlice çektiği fotoğraflar ve memleketi olan Tunceli’ye neden gittiği de illegal faaliyetlere kanıt olarak gösterilmiş.
Polis, bir yıldan fazla bir süre dinlediği telefon görüşmelerinde, Travian isimli gerçek zamanlı online oyundaki “askeri meseleler” dışında soracak pek bir şey bulamamış. “Merkez köydeki tahılları harcayalım, saldırı gelmeden önce askerleri köyden çıkart” gibi cümlelerin hangi askeri talimatlar çerçevesinde söylendiği de sorulmuş!
Atılı “suçun” niteliği fikri olunca, deliller de bilimsel faaliyetler, yetmediği zaman da imal edildiği belli olan kâğıt parçaları ve günlük sohbetler olabiliyor. Her biri hukuk açısından skandal olan bu gibi gelişmeleri o kadar çok duyuyoruz ki durum başlı başına trajikomik bir hal alıyor ve gülüp geçiyoruz.
Ahmet Kerim Gültekin ve arkadaşları, tutuklu yargılamanın cezaya dönüştürüldüğü bu günlerde, iddianamesinin hazırlanması için gerekli olan o belirsiz zaman diliminin yaklaşık iki ayını Sincan F Tipi Hapishanesi’nde geçirdi bile. Hukuki delillere dayanmayan tutukluluklarının bir ceza verme biçimi olduğunun şüphesiz farkındalar. Dostları da kurdukları bir blogla onun sesi olmaya çalışıyorlar.
İşin özcesi, akademinin ve bilimsel özgürlüğün sorunları gerçekten büyük, dört duvar arasına hapsedilen bilim insanlarının ve öğrencilerin sorunları daha da büyük. (EC/HK) BIANET
* Emre Canpolat, Hacettepe Üniversitesi, İletişim Fakültesi.