Home , Haberler , Alevilik bir din değil, bir felsefedir! (III)- Rıza Algül

Alevilik bir din değil, bir felsefedir! (III)- Rıza Algül

rizaAleviler ve Alevilik (III)

 

Alevi kurumlarında, üye olan ve olmayandan yöneticilere kadar binlerce kişi çaba sarf ederek ve maddi katkı sunarak büyük fedakârlıklarla çalışıyor. Bu bakımdan, Aleviler’in gösterdiği fedakârlığı görmemek büyük bir hata olur. Bu çaba ve fedakârlık yüzlerce yıldan beri de vardı. Bir farkla ki, otuz yıl öncesine kadar devletin ve İslamcı toplum baskısından dolayı Aleviler dışa kapalıydı. Dışa kapalıyken, dışarıdan Alevilere ve Aleviler’den Aleviler’e soru sorulmuyordu.

Son otuz yıldan bu yana Aleviler kendi varlıklarını dile getirerek örgütlendiler. Yani dışa açıldılar. Dışa açıldıktan sonra durum tamamen değişti: Hem dışarıdan Aleviler’e soruldu, hem de Aleviler kendilerine sordular. Eskiden Aleviler, içeriden ve dışarıdan gelen sorular karşısında “sessiz kalmayı” tercih edebilirlerdi. Fakat şimdi, içeriden ve dışarıdan gelen soruları cevaplamak zorundadırlar.

Mevlana, “şimdi yeni şeyler söylemek gerekir”, demişti. Mevlana’ya bu tümceyi söyleten tarihsel koşullar, araya yüzlerce yıl girmiş olsa da Aleviler’in de içinde bulunduğu bugünkü koşullara çok benziyor. Çünkü o dönem de, İbrahimci her üç din kitaplarında (Tevrat, İncil ve Kuran) yer alan buyrukların ve din kurumlarının her bakımdan çöktüğünü Mevlana çok iyi görmüştü. Bundan dolayı o, din kitaplarından uç vererek toplumun bilinç-altına ve geleneklerine yerleşmiş dinsel emirleri, kişilikleri, kavramları, sözcükleri ve alışkanlıkları terk etmenin “zamanının geldiğini” söylemişti. O zaman da, Mevlana’nın söylediklerini anlayanlar olduğu gibi anlamayanlar, anlamak istemeyenler ve şiddetle karşı çıkanlar vardı.

Mevlana’nın çağdaşı, fakat düşüncelerini Mevlana’dan daha açık, daha ileri boyutta ve daha net ortaya koyan “Ser çeşme” Hace Bektaş Veli de “yeni şeyler söyledi.” Sadece söylemekle kalmadı, kurumlarını da oluşturarak söylediklerini teorileştirdi ve toplumsallaştırdı. Bu nedenledir ki, onun felsefi izini sürdüren sonraki Alevi ozanlar ve önderler “Ser Çeşme”yi takip ederek, onun söylediği “yeni şeyleri” zenginleştirdiler.

Ser Çeşme’nin söylediği “yeni şeyler”deki felsefi tezler nelerdir, neyi anlatmaktadır?

 

Alevilik bir din değil, bir felsefedir!

Dini yaratan insandır. Felsefeyi yaratan da insandır. İnsan, doğa olaylarının nedenlerini anlamadığı durumda dini, anlamaya başladığı durumda felsefeyi yaratmıştır. Bu demektir ki insan, dini, tanrıları, tanrıçaları ve felsefeyi önceden düşünerek, planlayarak ve isteyerek değil, zorunluluktan dolayı yaratmıştır. Harabi’nin uzun şiirindeki özü kısaltarak verelim:

Daha Allah ile cihan yok iken

Biz onu var edip ilan eyledik

Şekil verip tıpkı insan eyledik

Din ile felsefenin gelişim farkı şöyledir: Gün gelmiş, insan kendi yarattığı doğaüstü dinsel imgelerin ve simgelerin işe yaramadığını anlamaya başlayınca, eskilerin yerine yenilerini koymuştur.

Dine alternatif olarak var olan ve doğayı yorumlamaya dayanan “pratik felsefe”, eski Yunanlılar’dan Thales tarafında Milattan önce 7. Yüzyıl’da ilkeler biçiminde teorileştirilmiştir.

Tarihte ve bugün, din ile insan pratiği arasında her zaman temel bir uyuşmazlık vardır. Fakat dinler ve tanrılar tekleşmeye, felsefe ise ilkeler bazında zenginleşmeye başladıktan sonra, ikisi arasındaki uyuşmazlık varlık-yokluk biçiminde çatışarak derinleşmeye başladı. Çünkü:

Din soru sormaz, felsefe soru sorar.

Din kapalı kalmasını ister, felsefe açmak ister.

Din düşündürmez, felsefe düşündürür.

Din aklı, bilimi ve metodu ret eder, felsefe aklı, bilimi ve metodu önerir.

Din geriletir, felsefe ilerletir.

Din korkutur, felsefe aydınlatır.

Bu bakımdan din ile felsefeyi “birleştirmek” olanaksız olduğu kadar anlamsızdır. 13. Yüzyıl Alevi kaynakları, başta “Ser Çeşme” Hace Bektaş Veli olmak üzere Yunus Emre, Said Emre ve bunları takip eden Kaygusuz, Harabi gibi felsefi ozanlar, felsefeyi dinden ayırarak Tanrı’yı-Allah’’ ve dini ret ettiler. Ser Çeşme başta olmak üzere bu felsefi akım, Hallac’ı Mansur’un “Tanrı insandır” ilkesini çok boyutlu zenginleştirerek 13. Yüzyıl Anadolu’sunda sürdürendir. Yunus, nasıl Mansur’un takipçisi olduğunu şöyle ifade eder:

Ben bir zaman Mansur oldum

O demden buraya geldim

Külümü göğe savurup

Şimdi tanrıyla bir oldum

 

Alevilik felsefesi Bâtınilik ve evrenin yaratılışı

Alevi felsefesi, Mezopotamya’ya uzanmış eski İran’ın Mazdeizm felsefesinin Anadolu’da geliştirilmiş versiyonudur. Mazdeizmin doğa felsefesini, Alevilik’teki (= Batınilik’teki) felsefede ve sosyal-eşitlikçi dünya görüşünde görebiliriz. Hallac-ı Mansur, bu felsefenin çok önemli taşıyıcı direğidir.

“Batınilik” Arapça bir kavramdır. İran’ın kuzeyine kadar yayılan İslam, bu coğrafyaya Arapça’yı da taşımış ve bu nedenle Fars edebiyatında Arapça kavram ve sözcükler yer almaya başlamıştır. “Bâtınilik” de, bu şekilde Farsça’da yer alarak Mazdeizm’e verilmiş yeni isimdir.

Batınılik, “batın = iç” sözcüğünün “düşünceler sistemi” anlamını almış bir kavramdır. “Bâtınilik”, içi esas alma, olgu ve olayları devindiren nedenleri inceleme metodudur; “zahir = dış”ın karşıtıdır. Kısaca: “Alevi felsefesi” dediğimiz Bâtınilik veya “Bâtınilik” dediğimiz Alevi felsefesi budur.

Alevi felsefesi kendini insan ve toplumla sınırlamaz, insanın ve toplumun bir parçası olduğu evreni de açıklar. Bu, Alevi felsefesini bütünleyen ve sistemleştiren muazzam bir zenginliktir. Aleviliğin evrenin oluşumunu yorumlayan tezleri şunlardır:

Sabık: Her şeyden önce var olan, varlığına bir sebep bulunmayıp                 kendiliğinden mevcut bulunan cevher veya bir çeşit tanrı. Bu güç

veya cevher bir yaratıcı değil, ama bir oluşun başlangıcı ve ilkesi.

Oluşma onunla başlıyor, ama onun istemiyle değil.

Tali: İlk varlıktan sonraki varlık, ilk varlıktan sonra gelen ikinci

güç, eril ilke.

Cedd: Maddenin, bütün biçimleri kabul etme yeteneği, dişil

           ilke.

Feth: Oluşmanın içinde gerçekleşeceği uzay, mekân.

Hayal: Oluşmanın onunla gerçekleşeceği zaman.

Görüyoruz ki burada evren, madde içinde kendiliğinden ve hareket halinde var olan eril ve dişil güçlerin birliği – zıtların birliği – nedeniyle vardır, öncesiz ve sonsuzdur. İlginç olan şey şudur: Çin’in Bilgelik Felsefesi (“Yang” ve “Yin”), evrenin varlığını açıklarken aynı nedenlerle ve aynı sonuçlara Aleviliğin-Bâtıniliğin ilkeleriyle birebir örtüşüyor.

Görüldüğü gibi burada, din kitaplarında yer aldığı gibi, “Tanrı, Yehva, Allah, evreni 6 günde yarattı…” sözlerinden iz yoktur.

 

Not: Gelecek sayıda “Alevi felsefesi”yle devam edecek.

 

Rıza Algül