Home , Haberler , Yeni Kadın : „ÖZ SAVUNMA“

Yeni Kadın : „ÖZ SAVUNMA“

Yeni Kadın|08.02.2018|Kadın Mücadelesinin ivme kazanması ile belirginleşen Öz savunma üzerinden Yeni Kadın MYK`sının hazırladığı yazıyı aynen paylaşıyoruz.

„ÖZ SAVUNMA“

Öz savunma, öz örgütlülük anlamına gelir ve siyasi bir duruştur,. Özsavunma tek başına ne askeri ne de siyasi örgütlenme alanlarıdır, aksine bunların hepsidir.

Başta ezilen sınıfın kadınları olmak üzere, ezilen halklar egemenlerin örgütlü şiddetine karşı, mücadeleyi geliştirerek, çeşitli örgütlenme biçimleri ile kendi öz savunma alanlarınılarını yaratırlar..

Bu bazen Gezi Direnişi veya T. Kürdistanı örneklerinde olduğu gibi barikatlarda, bazen hak gasplarına veya tecavüze karşı yürütülen mücadele örneklerinde olduğu gibi sokaklarda, bazen okuduğumuz okulda, bazen bugün işçi sınıfının verdiği sendikal mücadelede olduğu gibi çalıştığımız iş yerlerinde, bazen; erkek şiddetine veya gelenek, örf ve adetlere karşı, sistemin en küçük örgütlü birimi olan aile içinde yani evde, bazen siyasal düşüncelerimizden dolayı düşman eline esir düştüğümüz hapishanelerde, bazen de Rojova’da, İspanya’da, Sovyetler de ve daha birçok tarihsel süreçlerde yaşanan örneklerde olduğu gibi cephelerde olmaktadır.. Veya; T. Kürdistanı ve Ortadoğu’da gerici faşist güçlerin kadınlara uyguladığı zulüm karşısında, kadınların bireysel tepkilerinden, örgütlü eylemlerine kadar yaptıkları tüm eylemler özsavunmadır.

Erkek egemen sistemin ulaştığı boyut bugün kadın için öylesine yok edici, köleleştirici bir boyut almıştır ki, kadın kendisini bu sistem karşısında zorunlu olarak savunmak durumundadır. Çünkü mevcut sistem, kadına kendi yaşam ortamını yaratabileceği hiçbir mekân ve koşul bırakmamıştır. Kadına ait ne kadar değer varsa hepsi ayaklar altına alınıp, yıkılıp yok edilerek, kadın iradesiz, güçsüz bırakılmıştır. Tamamen edilgenleştirilen, erkeğe bağımlı kılınan, biat etme kültürü ile terbiye edilen kadın, kendisi olmaktan çok, sisteme ait bir nesne konumuna getirilmiştir. Kadına ait hiçbir şey bırakılmadığı gibi, kadın da kendisine ait olmaktan uzaklaştırılmış, kendine yabancılaştırılarak benliğini yitirmiştir.

Özel mülkiyetin ortaya çıkışıyla bağımlı kılınmaya, ötekileştirilmeye başlanan kadının köleleştirilmesi, kimliksizleştirilmesi, kendine yabancılaştırılması, sınıfların ortya çıkışıyla daha fazla boyutlandı, hız kazndı. Özel mülkiyetle eş zamanlı ortaya çıkan patriarka, bütün tarihsel süreçlerde egemen sisteme taze kan taşıyan en önemli can damarı oldu. Egemenler kendileri için yaşamsal öneme sahip olan ataerkiyi, her tarihsel süreçte kendilerine en iyi şekilde hizmet edebilecek tarzda yenilediler. Her dönemde kadına biçilen toplumsal misyon ise; zayıf, edilgen, erkeğe bağımlı, kendi değerlerinden uzak düşmüş, tamamen sisteme endeksli kadın modeli oldu. Konuşmasından, oturmasına, gülmesinden, bakışına kadar her şeyine, her mimik hareketine bir rol biçildi, kadının bu şekilde hareket etmesi kadına kodlandı. Böylece kadın artık tarihinden bihaber, kölece, kimliksiz bir yaşamın içersine sürüklendi. Bu durum, yazılı – yazısız yasalarla, toplumsal kültürel şekillenişle, dinsel inançlarla da beslenerek güçlendirildi.

Kadın ve erkeğe biçilen bu toplumsal rol, erkeğe toplumda üstünlük sağladı ve erkek kendisinde kadını yönetme, yönlendirme hakkını buldu. Böylece kadınının erkeğe yanlış gelen en küçük bir hareketi, erkek tarafından şiddete maruz kalmasına neden oldu. Dünya genelinde en yaygın insan hakkı ihlali olarak görülen kadına yönelik şiddet rakamları günümüzde ürkütücü boyutlara ulaşmış durumda.

Kendisine biçilen bu toplumsal role itiraz eden, çizilen sınırları aşmaya çalışan kadınlar ise devletlerin militarist şiddetine maruz kaldılar.

Kadınlar olarak bizler, nereden gelirse gelsin kadına yönelik her türden şiddete karşı ortak mücadele alanlarımızı örmeyi, birbirimize dokunabilmeyi, dinlemeyi, empati yapmayı, güvenmeyi ve birbirimizle ortak dili yakalayarak konuşabilmeyi öğreneceğiz. Çünkü bunları yapamadığımız sürece, yaşadıklarımızın esas sorumlusu olan patriarkanın beslediği kapitalist sisteme oklarımızı çevirmek yerine, sistemin bize biçtiği rollerin sürdürücüleri oluruz ve sistemin biz kadınlara layık gördüğü yaşamı değiştirebilme şansını yakalayamayız.

Oysa başka bir dünya mümkün ve bunu yaratmak bizim ellerimizde. Önce patriarkal militarist sistemin bize yüzyıllarca zorla kabul ettirdiği rolü ret etmekle başlamalıyız işe. Önce “HAYIR” demeyi öğrenmeliyiz… Sonra toplumsal yaşamdaki yeni rollerimizi inşa etmeye çalışmalıyız. Birbirimizden aldığımız güç ve enerji ile emeklerimize sahip çıkmayı, birilerinin koruyuculuğu/ himayesi altında yaşamak yerine kendi ayaklarımızın üstünde durmayı, kendi kararlarımızı vermeyi, kendi düşüncelerimizi üretmeyi öğrenmeliyiz. Yüzyıllardır süren bu düzeni alt etmek kolay değil şüphesiz.. Ancak bir güç olmayı başardığımızda şiddete dur diyebiliriz.

Kadınlar toplumsal yapının bütün alanlarında yok sayılmakta, ucuz ve yedek işgücü, cinsel obje, meta olarak görülmekte… Dolayısıyla egemenler yüzlerce yıldır biz kadınları çok boyutlu bir cendere içine aldıklarından, savunma yöntemlerimiz de çok boyutlu olmak zorundadır.. Askeri, siyasi, sosyal, kültürel ve ideolojik her alanda kadınlar olarak örgütlülüklerimizi yaratmak zorundayız. Kadının esaretinden gerçek anlamda kurtulabilmesi için, her yerde ve her türlü mücadelenin tam merkezinde olması gerekmektedir. Kadının tarihsel yenilgisini ters yüz etmek için yarattığı her mücadele alanı, kadının ÖZSAVUNMA alanlarıdır.

Yani ÖZ SAVUNMA, kadının kendisine biçilen toplumsal misyon başta olmak üzere, toplumsal haksızlığa, zorbalığa, sömürüye itiraz etmek, toplumsal farkındalılık ve bilincin yükselmesi için yaşamın her alanında yaratılan her türlü mücadele alanıdır. Kimi zaman bilinç sıçraması, farkındalılık yaratacak siyasal, sosyal, kültürel, ideolojik çalışmalar/örgütlenmeler olurken, kimi zaman fiziksel saldırılar karşısında fiziksel savunma yöntemlerini içeren askeri alanları kapsar …

Sınıflı toplumlar var olduğu sürece, yaşamın her alanında ezen/ sömüren/ katleden sisteme karşı, ezilenlerin mücadelesi her zaman sürecektir. Bizler toplumsal yaşamda yok sayılmak istenen, sindirilmiş bir şekilde egemenlerin ötekileştirdiği insanlar olarak yaşamlarımızı sürdürmek istemiyorsak, gelecek kuşaklara daha

yaşanası bir dünya bırakmak istiyorsak, örgütlü güçlerimizi yaşamlarımızın bütün alanlarında oluşturarak özsavunma alanlarımızı genişletip, güçlendirmeliyiz.

Patriarkal kapitalizmin örgütlü şiddetine karşı, ezilen halkların direnişi olan mücadele yöntemleri ÖZ SAVUNMA kabul edilir ve MEŞRU dur!…