Home , Haberler , Y. Özgür Politika:Karar en üst mercilerde alınıyor

Y. Özgür Politika:Karar en üst mercilerde alınıyor

yoep_atik

Karar en üst mercilerde alınıyor

Diğer mahkumlarla herhangi bir temas da engellenmişti…. Bu sonrasında değiştirildi; Yine de koşullar tutsaklar için ağır bir yük. Bu nedenle insan hakları örgütleri de tecrit olduğunu, işkence yapıldığını söylüyor.

SÜRGÜNDE DE TUTSAK Almanya’da 129a-b yargılamaları 4. bölüm

22252

BASINDAN| 04-04-2016 |Yazı dizimizin dördüncü ve son bölümünde, yine Almanya’daki terör yargılamaları hakkında uzman bir ismin, avuk

at Frank Jasenski’nin görüşlerine yer veriyoruz. Yıllardan bu yana PKK yargılamalarına müdahil olan Avukat Jasenski, şu anda da tutukluluğu devam eden Bedrettin Kavak’ın ve ATİK’li tutsakların avukatlığını sürdürüyor.

Sol Parti’nin Federal Parlamento’da verdiği soru önergesinin yanıtından “hangi örgütlerin soruşturulacağı“ kararının Almanya’nın en üst politik mercilerinde alındığının ortaya çıktığını kaydeden Jasenski, devam ediyor: “129. maddenin a ve b bentleri, Kürt Özgürlük Hareketi’ni ve devrimci, sol muhalefeti kriminalize etmek için bir araç haline getiriliyor. DAİŞ gibi İslamofaşist çetelere karşı en ön saflarda mücadele eden PKK gibi örgütler izleniyor ve soruşturma açılıyor. Alman Federal Hükümeti, binlerce Êzîdî’nin HPG savaşçıları tarafından Şengal Dağı’nda açılan koridor ile kurtarıldığını çok iyi biliyor. Kürt sorununda çözüm sürecinin Erdoğan hükümeti tarafından bitirildiğinin, Diyarbakır gibi kentlerde ağır silah ve panzerlerle Kürt yerleşim yerlerinde ilerlendiğinin Alman hükümeti tarafından bilinmemesi mümkün değil. Bence Alman hükümetinin PKK’yi “uluslararası terör örgütü” olarak takip etme/soruşturma konusunu yeniden düşünmesi gerekir.”

Avukat Frank Jasenski’yle 129a-b soruşturmalarını konuştuk.

129a-b soruşturmaları, bugüne kadar nasıl bir seyir izledi? Biraz durumu özetleyebilir misiniz?

7 Kürt tutuklu var. Celle Başsavcılığı, bu kişilerin “uluslararası terör örgütü üyesi” olduğunu ve PKK adına Almanya’daki bölge ve alan sorumluları olduklarını iddia ediyor, 129b maddesinden yargılıyor. 2015 yılının Nisan ayında da sözde 10 TKP/ML’li aktivist, Almanya, Fransa, Yunanistan ve İsviçre’de tutuklandı. Onların da “uluslararası terör örgütü üyesi” oldukları iddia edildi. Yıllarca aynı iddiayla sözde PKK’li ya da DHKP-C’li olan insanlar uzun yıllar hüküm yedi.

Sol Parti’nin Federal Parlamento’ya verdiği soru önergesine göre 129 a ve b maddeleri uyarınca “Devrimci Karargah” örgütüyle ilgili de Alman Federal Adalet Bakanlığı tarafından soruşturma yetkisi verildi. Yine MLKP ve MKP örgütleri içinde uzun süredir soruşturma yetkisi verildiği, bu örgütlerin araştırıldığı, soru önergesinin cevabından ortaya çıktı.

Aynı soru önergesinin yanıtında, soruşturma kararlarının Federal Başbakanlık, İçişleri Bakanlığı ve Dışişleri Bakanlığı’nın ortaklaşa kararıyla verildiği de yazılıyor. Dolayısıyla bu politik kararların Almanya’nın en üst düzeyinden alındığını abartısız söyleyebiliriz.

129. maddenin a ve b bentleri, Kürt Özgürlük Hareketi’ni ve devrimci, sol muhalefeti kriminalize etmek için bir araç haline getiriliyor. DAİŞ gibi İslamofaşist çetelere karşı en ön saflarda mücadele eden PKK gibi örgütler izleniyor ve soruşturma açılıyor. Alman Federal Hükümeti, binlerce Êzîdî’nin HPG savaşçıları tarafından Şengal Dağı’nda açılan koridor ile kurtarıldığını çok iyi biliyor. Kürt sorununda çözüm sürecinin Erdoğan hükümeti tarafından bitirildiğinin, Diyarbakır gibi kentlerde ağır silah ve panzerlerle Kürt yerleşim yerlerinde ilerlendiğinin Alman hükümeti tarafından bilinmemesi mümkün değil.

Bence Alman hükümetinin PKK’yi “uluslararası terör örgütü” olarak takip etme/soruşturma konusunu yeniden düşünmesi gerekir. Benim şu anda en önemli talep olarak gördüğüm şey, PKK için verilen takip/soruşturma yetkisinin geri alınmasıdır. Yoksa Kürt hareketinin her aktivisti, bu iddia ile tutuklanabilir. Pek çok kişi hakkında da şu anda böyle soruşturmalar yürütüldüğü söylenebilir. En azından 2015 yılının Temmuz ayından 2016 yılının Şubat ayına kadar 5 Kürt aktivist tutuklandı ki, geçen yıllara göre çok daha büyük bir oran bu.

Alman mahkemesi neleri delil olarak kabul ediyor?

Temmuz ve Ağustos aylarında tutuklanan Kürt siyasetçilerin iddianamelerini okuyunca, Almanya’da suç sayılabilecek hiçbir eylem ve faaliyetlerinin olmadığı anlaşılıyor. Bildirilen faaliyetler, toplantı organize etme, yürüyüş düzenleme, bağış toplama ve haber yazmaktan tutun, eylem ve etkinliklerde döner standı organize etmeye veya güvenlik organizasyonu yapmaya kadar gidebiliyor. Federal Başsavcılığın diğer delilleri ise yüzlerce telefon görüşmesi ve mesajlar… Bunlar da tutuklanmadan yıllar önce biriktirilmeye başlanıyor. Bu güya deliller, diğer Eyalet Yüksek Mahkemeleri’nde yıllarca edinilen tespitlerle ve daha önce soruşturulan eski sözde PKK üyelerinin davalarıyla birleştiriliyor. Eski sözde PKK üyelerinin itiraflarından ortaya çıkan sonuç: PKK uluslararası terör örgütüdür!

Bu noktada Türk devleti de mahkemeleri etkilemiyor mu?

Alman devletinin PKK’ye ilişkin yaptığı değerlendirmeler, Türk Emniyeti ve Savcılığı’na bağlı. Bu, sözde DHKP-C ve TKP/ML üyelerinin davalarında da büyük bir rol oynuyor. Sizin gazeteniz de haberlerini yapıyor: Türkiye’de bu örgütler hakkında haber yapanlar bile tutuklanıyor. Ama yine de Türk medyası ve Emniyeti, Almanya’daki davalarda delil oluyor.

Bu tür davalarda savunma yapan avukatların görevi, açık duruşmalarda bunları konu etmek ve bu tür raporların ve Türkiye’den alınan bilgilerin gerçeklik payını ciddi olarak sorgulamaktır. Ama bunu yapmamıza rağmen, yine de Alman mahkemeleri, bu tür belge ve bilgilere bağlı kalıyor. Alman adaleti bu belgeleri, “hukuki dayanışma/yardımlaşma” olarak görüyor. Dolayısıyla bu tür belgeler sorgulanmıyor. Halbuki Türkiye tarafından PKK’nin ve tüm devrimci muhalif örgütlerin soruşturulmasında, Türkiye’nin çıkarı olduğu açıktır. Fakat Sol Parti’nin önergesine verilen cevaptan da anlaşılıyor ki, Alman ve Türk kolluk kuvvetleri ve istihbaratları düzenli olarak buluşuyor ve “teröre karşı birlik” için çalışıyorlar.

Peki bu madde uyarınca tutuklananlar, nasıl koşullarda hapis yatıyor? Hukuki mi?

Almanya’da yürürlükte olan yasalara göre mahkemeden önce 6 aydan fazla süre geçmemesi gerekiyor. Fakat buna rağmen 129a-b maddesi uyarınca görülen davalarda Federal Anayasa Mahkemesi’nin kararıyla bu süre uzatılabiliyor. Gerekçe olarak da bu davaların geniş ve zor olduğunu belirtiyorlar. Ahmet C., Temmuz 2015’te tutuklandı, duruşmaları 2016’nın Mayıs ayında başlayacak. Bedrettin K., Ağustos 2015’te tutuklandı ve aynı şekilde bu yıl Mayıs ayında duruşmaları başlayacak. TKP/ML üyesi oldukları iddiasıyla tutuklanan 10 kişi Nisan ayının ortasından, yani yaklaşık bir yılan beri tutuklu bulunuyor; duruşmalarının Haziran ayında başlayacağı öngörülüyor. Hepsi de tecrit altında. Onları ziyaret edenler, arada cam olan görüş kabinine alınıyor ve postaları da kontrol ediliyor. En başta diğer mahkumlarla herhangi bir temas da engellenmişti. Bu sonrasında değiştirildi; en azından diğer mahkumlarla iletişim kurabilmeleri sağlandı. Yine de koşullar tutsaklar için ağır bir yük. Bu nedenle insan hakları örgütleri de tecrit olduğunu, işkence yapıldığını söylüyor.


Politik hukuka iki örnek: ‘Türk ajanlar’ davası ve 129b soruşturmaları

Almanya’da PKK ile Türkiye ve Kürdistanlı diğer örgütlere, muhaliflere yönelik soruşturmalar, bugünün meselesi değil. 70’lerden bu yana Türkiye ve Kürdistanlı devrimciler Almanya’da soruşturuluyor; demokratik kurumlar farklı yöntemlerle baskı altına alınmaya çalışılıyor. Fakat bugün, baskının mahiyetinde ve niteliğinde niteliksel gelişmeler olduğunu söylemek mümkün.

Hukukun “uluslararası hukuk normları” ile değerlendirilebilecek bir süreç olduğunu düşünecek kadar saf değiliz. Hukuk da en nihayetinde bir siyasal mekanizma, egemen çıkarlara göre biçim alan bir aygıt. Almanya’nın bu konudaki karnesi de oldukça kabarık. Özellikle devrimcilere yönelik soruşturmalarda mahkemeler, tabir yerindeyse, bir “antikomünist derneğin” yönetim kuruluna dönüşmüş. Almanya Komünist Partisi (DKP) üyesi binlerce kişinin aynı anda soruşturulması da, RAF tutsaklarının Stammheim Cezaevi’ndeki koşulları ve katledilme biçimleri de, hukukun politik amaçlara dahil olmakla edindiği motivasyondan ayrı düşünülemez.

Komplocu ajanlar serbest!

Türkiye müdahalesi ise uzun süredir Almanya hukukunda daha görünür bir belirleyen… Bunun karakteristik örneklerinden birini, yakın zaman önce “Türk ajanlar davası” olarak anılan davada görmüştük. Erdoğan’ın başbakanlığı dönemindeki danışmanlarından olan Muhammed Taha Gergerlioğlu ile iki ortağı, 17 Aralık 2014 tarihinde tutuklanmış, “Almanya’da Şubat 2013’ten tutuklandıkları tarihe kadar Türkiye’deki bir istihbarat servisi adına ajanlık faaliyeti yapmakla” suçlanmıştı.

Türk ajanlar davasında deliller farazi değil, oldukça netti. İstihbarat raporları, telefon ve ortam dinleme kayıtları ve yakın takipten edinilen deliller, sanıkların “Kürtler, Êzîdîler, Erdoğan muhalifleri ve Gülen Cemaati mensuplarıyla ilgili bilgi toplamakla” uğraştığını ortaya koyuyordu. Federal Başsavcı Bernd Steudl ise, sanıkların komplocu kaynaklarla buluştuğunu söylüyordu.

Fiilin örnekleri, operasyanal amacın mahiyetini de ortaya koydu. Mesela sanıklar, Êzîdîlerin Bielefeld’de yaptığı mitinge, Kürtlerin farklı kentlerdeki eylemlerine ilişkin bilgi ve fotoğrafları derliyor; hatta SPD’nin Erdoğan karşıtı pankartını asan Türkiyeli kişiyle ilgilli, “Türkiye’ye gidince onu bitireceğiz” gibi sözler ediyordu.

Türk ajanlar davasının 24 Aralık 2015’e kadar 25 duruşma sürmesi bekleniyordu. Basına yansıyanlar ve iddianamenin içeriği, sanıkların cezalandırılacağını da net olarak ortaya koyuyordu. Fakat dava, Erdoğan-Merkel görüşmesinden bir hafta sonra, henüz duruşmalar tamamlanmadan kapatıldı. Sanıklar, komik kefaletlerle serbest bırakıldı. Oysa soruşturulsaydı, Paris’te Sakine Cansız, Fidan Doğan ve Leyla Şaylemez’i katleden istihbarat ağı da dahil olmak üzere, Türk devletinin Avrupa’daki operasyonel faaliyetleri büyük oranda aydınlatılabilecekti. Buna, Türk-Alman politik ortaklığı cevaz vermedi.

Politik sorun, politik mücadele

129b maddesinden açılan terör soruşturmalarında ise bunun tam tersi bir durum işliyor; Türk hukukunun hiçbir norma uymayan yöntemlerle bir araya getirdiği raporlar “bilirkişi raporlarında” yer alıyor; tutuklamaya ve cezalandırmaya dayanak yapılıyor.

Bu veriler, önümüzde hukuki bir sorun olmadığını bir kez daha gözler önüne seriyor. Dolayısıyla sorunla mücadele de, niteliğine damga vuran özelliğine göre gerçekleştirilmek durumunda… Politik bir sorunla, ancak politik mücadelenin araç ve yöntemleriyle karşı konulabilir. Almanya’daki hukuk skandallarının, 129b mağduriyetlerinin avukatların mahkeme savunmalarıyla aşılamayacağını, avukatların kendisi de söylüyor. Fakat sorunun politik alandaki, mücadeledeki görünürlüğü de henüz “caydırıcı” boyuta ulaşabilmiş değil.

Müslüm Elma: 22 yıl yattı ama zulüm doymadı

Müslüm Elma, 12 Eylül 1980’in hemen ardından Amed’te yakalandı, tutsak edildi. Türkiye Komünist Partisi / Marksist-Leninist’in (TKP/ML) neferlerinden biriydi. Önce işkence tezgahları bekliyordu onu. Tam 6 ay boyunca Antep, Adana, Elazığ ve Amed’te en ağır işkencelerle gerçekleştirilen sorgulara muhatap oldu; ama direndi. Partisinin kurucusu İbrahim Kaypakkaya’nın izinden gidip, “ser verdi, sır vermedi”.

Sorgular ardından Müslüm Elma, Esat Oktay Yıldıran’ın öncülüğündeki vahşi işkencelerle meşhur Diyarbakır 5 Nolu Zindanı’na götürüldü. Zindanda işkencecilerin vahşetiyle birlikte teslim olanların acınası düşkünlüğü egemendi. Ama Müslüm Elma, PKK’li tutsaklarla birlikte, vahşete teslim olmayanlardandı. Akıl almaz işkencelere direndi, ayakta kaldı. 1984 yılında ise iki aya yakın süre ölüm orucu direnişine girdi. Bu sırada sağlığı geri dönülmez biçimde bozuldu. Yine de hapishanelerde 22 yılını tamamlayana kadar salmadılar. 22 yılın sonunda, artık hapishane koşullarında bir başına kalamayacağını kanıtlayan Adli Tıp Kurumu raporuyla tahliye edildi.

Elma, tahliyesi ardından hem tedavisi için hem de devam eden baskılardan dolayı Almanya’ya geldi, iltica talebinde bulundu. Tedavisi, düzenli doktor kontrolleriyle devam ediyordu ki, zulüm dönüp dolaşıp onu yine buldu. 2015’in Nisan ayında, bu kez Alman polisleri, evinin camlarını kırarak gözaltına alıp tutukladı onu. Türk hukukunun “bile” Adli Tıp raporuyla serbest bıraktığı devrimciyi, aylar boyunca tek bir kişiyle bile görüştürmemek suretiyle yeni bir ağırlaştırılmış tecrite tabi tuttular. Halen de açık görüş yapamadığı, diğer tutsaklarla çok sınırlı iletişim kurabildiği ve asla siyaset konuşmasına izin verilmeyen koşullarda hapis yatıyor.

Sonuçta Esat Oktay Yıldıran’ın en vahşi yöntemlerle bile başaramadığı teslim alma amacında, Alman devleti de başarılı olamadı. Müslüm Elma, yeni yılda ulaşan mektubunda, hepimize şöyle sesleniyordu: “Yeni bir yıla acılarımızla, öfkemizle giriyoruz. Yeni bir yıla umutla giriyoruz. Çünkü dağ başlarında, sokaklarda zulme karşı direniş türkülerinin yükseldiği ve ölümün çaresiz kılındığı bir coğrafyada yürüyoruz, yeni bir yıla.”

DİLAN BİÇER / OSMAN OĞUZ / Yeniozgurpolitika.org