Home , Haberler , UPOTUDAK:15 NİSAN 2015 TARİHİNDE TUTUKLANAN 10 DEVRİMCİ DERHAL SERBEST BIRAKILSIN!

UPOTUDAK:15 NİSAN 2015 TARİHİNDE TUTUKLANAN 10 DEVRİMCİ DERHAL SERBEST BIRAKILSIN!

Ohne Titel15 NİSAN 2015 TARİHİNDE TUTUKLANAN 10 DEVRİMCİ DERHAL SERBEST BIRAKILSIN!

ALMAN CEZA HUKUKUNUN 129/a-b MADDESİ İPTAL EDİLSİN!

 

Almanya Adalet Bakanlığının 2012 tarihinde verdiği talimatla başlatılan soruşturma 15 Nisan 2015 tarihinde yapılan bir operasyonla ilk aşaması tamamlamış ve bu operasyon sonucu Avrupa çapında içlerinde ATİK yöneticileri ve TKP/ML yöneticisi oldukları iddiasıyla 10 devrimci tutuklanmıştır. Almanya bu uluslararası operasyonu; Yunanistan, İsviçre ve Fransa devletleriyle ortak bir şekilde   gerçekleştirdi. Tutuklanan 10 devrimci Almanya’nın Bavyera eyaletinin çeşitli cezaevlerinde tutulmaktadırlar.

3 Haziran tarihinde Münih eyalet yüksek mahkemesinde başlayacak olan davanın ilk duruşmasıyla tutuklananların hukuksuz bir şekilde cezalandırmalarının ilk adımı da böylece atılmış olacaktır.

ALMANYA FEDERAL BAŞSAVCILIĞININ DAYANAĞI 129/a-b CEZA MADDESİ NEYİ İÇERİYOR?

1870 yılından bu yana yürürlükte olan 129 maddesine 1970 yılanda a bendi (“terörist örgüt”) eklenmiş,   2012 yılından bu yana eklenen 129-b maddesiyle (“yabanca terör örgütü”) Almanya’da faaliyet yürüten “yabancı örgütlerin“ taraftar ve aktvistlerinin politik faaliyetlerinin takip edilmesi, üye ve sempatizanlarının tutuklanması, yargılanması, ceza verilmesi ve dava açılan örgütün yasaklanmasının yasal dayanağı olan 129/a-b maddesi Alman hukukunu uluslararası alanda tartışılır duruma gelmiştir. Bu maddeye dayanılarak Almanya’da açılan 400’e yakın davada yüzlerce politik mülteci hukuksuz bir şekilde yargılanmış ve ağır cezalara çarpıtılmışlardır. PKK’nin 1993 yılında Almanya’da yasaklanmasından bu yana yargılanan onlarca Kürt siyasetçi ağır cezalar almış ve bir çoğuna Almanya’da siyaset yapma yasağı konmuştur. Hala 9 Kürt siyasetçinin tutuklu bulunduğu Almanya’da bu hukuksuzluk devam etmektedir. Keza Almanya’da yasal ve açık faaliyet yürüten Anadolu Federasyonu üyesi anlarca kişi yargılanmış ve ağır cezalara çarpıltılmışlardır. Buna Nisan 2015 tarihinde 10 devrimcinin tutuklanması eklenerek süreç devam etmektedir. Polisi ve savcıları özel yetkiyle donatan 129-a-b ceza maddesi, aynı zamanda yerli devrimci örgüt ve kişilere de uygulanmakta ve böylece toplumsal iç muhalefetin yükseldiği dönemlerde bu maddeler hemen yürürlüğe konmaktadır. Toplumun üzerinde sürekli bir tehdit, korkutma ve sindirme aracı olarak kullanılan Alman ceza hukukunun 129/a-b ceza maddesi, Almanya Anayasasının örgütlenme ve fikir özgürlüğünü rafa kaldıran, ancak totaliter ülkelerin başvurdukları bir ceza yasası olarak iptal edilmeli, bu yasadan tutuklanan tüm politik tutsaklar serbest bırakılmalıdır.

15 NİSAN 2015 TARİHİNDE YAPILAN OPERASYON VE TUTUKLAMALARIN PERDE ARKASI

15 Nisan 2015 tarihinde yapılan operasyon tam bir hukuk skandalıdır. Almanya Federal Başsavcılığının tutuklamaya konu ettiği hiçbir suçlamanın bir karşılığı yoktur. Federal Başsavcılığın dayanak konusu yaptığı tutuklananların “TKP/ML terör örgütü aktvistleri oldukları“ suçlaması da, sadece Federal Başsavcının kendi subjektif görüşüdür. Avrupa Birliği sınırları içinde faaliyetleri yasak olmayan TKP/ML bir terör örgütü değildir. TKP/ML politik bir yapılanma olarak 1972 yılında kurulmuş, o tarihten bugüne Türkiye’de aktif politik faaliyet yürüten bir partidir.

Faşizmin hüküm sürdüğü Türkiye’de, açık faaliyetlerine müsaade edilmediği için halkın illegal olarak örgütlendiği, faaliyetlerini illegal yapmak zorunda kaldığı şartlarda, sadece illegal bir faaliyet yürüttüğü için bir parti “terör örgütü“ olarak görülemez. ‚Terör kavramı‘ ve bunun üzerinden şekillendirilen ‚terör örgüt‘ leri tüm dünyada emperyalist sistemin bilinçli olarak ürettiği bir saldırı konsepti olarak uzun yıllardır kullanılmaktadır. Terör, kör bir şiddettir. Politik içeriğinden koparılarak kullanılan terör hedefsizdir. Terör kavramına yüklenen anlam her zaman değişmiştir. Emperyalist devletler ve onların güdümündeki Türkiye gibi devletlerin kendi düzenlerini devam ettirmek, halkı terörle korkutmak için sürekli başvurdukları bir silah olmuştur. Dünya’da terörizm ve ‚terör örgütleri‘ tespitine her ülke kendi çıkarlarına göre bir yaklaşım göstermektedir. IŞİD Suriye’de birçok devlet tarafından bir terör örgütü olarak görülürken, Türkiye IŞİD, El-Nusra gibi örgütleri terör örgütleri olarak görmemekte ve onları her anlamda desteklemektedir.

Daha yakın zamana kadar Kolombiya devletinin ‚terör‘ örgütü gördüğü Kolombiya Devrimci Güçleri (FARC) ile Küba’da masaya oturarak anlaşması, terör örgütü kavramının nasıl değiştiğini göstermesi bakımından önemli bir örnektir. Keza, İngiltere uzun yıllar IRA’yı bir terör örgütü olarak görmüş, ancak sonuçta İngiliz devleti IRA ile masaya oturarak İrlanda’nın bağımsızlığını tanımak zorunda kalmıştır. Benzer bir durumu İspanya içinde söyleyebiliriz. İspanya devleti bir ‚terör örgütü‘ gördüğü ETA ile sonunda masaya oturarak birçok konuda antlaşmaya varmıştır.

Hiçbir Komünist partisi, devrimci örgüt ve ulusal hareket emperyalistlerin ve onların güdümündeki devletlerin anlamdırmaya çalışarak, politik hedeflerinden koparıp lanse etmeye çalıştıkları gibi ‚terör örgütü‘ değillerdir. Kendi ülkesinde örgütlenmesine müsaade edilmeyen, faaliyetleri yasaklanan, gazete dahi çıkartılmasına izin verilmeyen Komünistler ve devrimci partilerin illegal olarak örgütlenmek zorunda kalmaları, ulusal hakları ellerinden alınan ulusların meşru direniş haklarını kullandıkları için ‚terör örgütleri‘ olarak gösterilmelerinin günümüz açısından artık fazlaca bir anlamı kalmamıştır.

Türkiye’de Kürt ulusu 90 yıldır baskı görmekte, ezilmekte ve tüm hakları ellerinden alınarak sürekli bir katliama uğramıştır. 1923 yılında Lozan’da Kürdistan toprakları dört ayrı devlet arasında paylaşılmış, Türkiye’ye bırakılan Kürdistan parçasında yaşayan Kürlerin varlığı hiçbir zaman resmi olarak tanınmamıştır. Bu inkar, asimilasyon ve katliamlara karşı başlayan Kürt isyanları bugüne kadar aralıksız devam etmiştir. 1984 yılında PKK’nin başlattığı yeni başkaldırı ile Kürtler örgütlenmiş, kendi hakları için silahlı bir direnişe geçmiş ve 30 yıllık bir mücadele sonucu Türk devleti Kürtlerin varlığını kabul etmek zorunda kalmıştır. Kürtlerin varlığını tanımakla kalmayan Türk devleti, savaşı kaybedeceğini anladığı dönemlerde bir manevra aracı olarak PKK ile masaya dahi oturmuştur. Bu dahi ‚terörizm‘ ve ‚terör örgütü‘ kavramının içeriğinin, çıkarlara göre nasıl değiştiğini göstermesi bakımından önemli bir yerde durmaktadır.

TKP/ML’nin de Türk devleti tarafından ‚terör örgütü‘ olarak görülmesi, halkın TKP/ML saflarında örgütlenerek Türk devletine karşı yürütmüş olduğu direnişten ileri gelmektedir. Hiçbir haklı ve meşru direniş ‚terör‘ kavramı ile eşleştirilemez. Halkın kendi meşru direniş hakkı vardır, halk bu hakkını nasıl kullanacağına kendisi karar verir. İkinci dünya savaşından sonra, uluslararası alanda halkın kendisini savunması, ezilen ulusların, kendilerini ezen devletlere karşı silahlı başkaldırıları meşru bir hak olarak görülmüştür. Hiçbir devlet bu direniş hakkını kimsenin elinden alamaz. Yasal dayanaklar oluşturularak politik parti ve örgütlerin yasaklanması, bu meşru direniş hakkını rafa kaldırmaya yetmez. Açık olarak belirtmek gerekir ki; tüm devletlerin ‚terör örgütü‘, ‚teröristler‘ söyleminin politik içeriği esas olarak kendilerine muhalif olan güçlere karşı kullanılmasıdır. Muhalif güçleri; küçük düşürmek, politik hedeflerinden koparmak, halkın politik örgütlerde örgütlenmesinin önüne geçmek ve devletlerin ‚yasal bir zemin‘ hazırlayarak bu örgütlere saldırması, üye ve taraftarlarını tutuklaması, imha edilmesini kolaylaştırmak için ‚terör‘ söyleminin arkasına sığınmaktadırlar.

ALMAN POLİSİNİN VE FEDERAL BAŞSAVCILIĞIN DAYANAK NOKTALARI ÇÜRÜKTÜR

Almanya Adalet Bakanlığının 2012 yılında verdiği soruşturma izniyle başlayan bu operasyonun temel dayanağı, Türk devletinin Alman polisine verdiği sahte belgeler ve iddialardan oluşmaktadır. Almanya’da faaliyetleri yasak olmadığı halde TP/ML birden bire ‚terör‘ örgütü ilan edilmek istenmesi, Almanya’nın Türk devletiyle çıkar ilişkisine dayanmaktadır. Bu operasyonun tüm delilleri Türk polisinin düzenlediği sahte belgelere dayanmaktadır. Alman polisinin yazışmalarına konu olan belge isteme talebine karşılık, bu belgeleri düzenleyen ve Alman polisine gönderen polislerin bir çoğu Türkiye’de Ergenekon ve Balyoz davası olarak bilinen yargılamalarda sahte belge düzenlemekten, CD’ler üzerinde manipülasyon yaparak söz konusu CD’lere sahte belgeler yükledikleri için bazıları hakkında davalar açılmıştır.

Almanya Federal Başsavcılığının bir diğer suçlaması ise TKP/ML’nin IŞİD’e karşı Ortadoğu’da mücadele etmesi gösterilmektedir. Tüm dünya’nın lanetlediği, yok edilmesi için büyük çabalar verdiği IŞİD’e karşı mücadele etmek bir suç değil, bir insanlık görevidir. Barbar bir şekilde insanları acımasızca katleden, kendisi dışında hiçbir ulus ve milliyetin, dini inancın yaşamasına tahammülü olmayan, Şii, Ezidi ve Hristiyan oldukları için kafaları kesilerek katledilen yüzlerce insan ortadayken, IŞİD’e karşı mücadele neden suç olsun? Almanya YPG’ye IŞİD’e karşı mücadele ettiği için Barzani üzerinden milyonlarca Euro değerinde silah vermiş, her fırsatta IŞİD ve benzeri örgütlerin yok edilmesi için uluslararası alanda çağrı yaptığı ortadayken, TKP/ML militanlarının IŞİD’e karşı mücadele etmelerinin bir suç gibi gösterilmesi büyük bir çelişkidir.

Uluslararası direniş ve ulusal (sosyal) kurtuluş mücadelesi hakkı çerçevesinde değerlendirildiğinde, Federal Başsavcılığın ve Federal Kırminal Dairesinin suçlamalarının meşru ve haklı dayanakları yoktur. 129/a-b’yi Kendilerine yasal dayanak yapan Federal Başsavcılığın tutumu tamamen politiktir.

ALMANYA VE TÜRKİYE ARASINDAKİ ÇIKAR İLİŞKİLERİ

Almanya ve Türkiye arasındaki ilişikler çok eski tarihlere dayanmaktadır. Osmanlı İmparatorluğu döneminden bu yana süreklilik kazanan bu ilişkilerin temeli ekonomik çıkarlara dayanmaktadır. Birinci paylaşım savaşında Osmanlı ordusunda görev verilen Alman generaller bir gecede paşa yapılarak Osmanlı ordusunun başına getirilmiştir. 1915 Ermeni soykırımında Osmanlı İmparatorluğuna yardımcı olan, soykırımda bizzat görev alan Alman subaylarını tarih sayfaları yazmayı unutmamıştır. Bu ilişikler 2. paylaşım savaşında da devam ederek günümüze kadar devam etmiştir.

Türkiye’de 6 bin civarında şirketi olan Almanya’nın Türkiye’yle olan bu ilişkileri düşünüldüğünde, yapılan pazarlıkların perde arkasını anlamak daha da kolaylaşmaktadır. Şimdilerde Suriye’de devam eden savaş sonucu yüz binlerce göçmenin Türkiye’ye sığınmasıyla, bunların Avrupa’ya gelmemesi için Almanya başta olmak üzere Türkiye’ye verilen tavizler düşünüldüğünde, Türkiyeli örgütlere karşı Almanya’nın neden bu kadar saldırdığı daha iyi anlaşılmaktadır. Almanya Başbakanı Merkel’in 1 Kasım genel seçimleri öncesi Türkiye’yi ziyareti ve Avrupa Birliği ilerleme raporunun açıklanmasının seçim sonrasına bırakılmasıyla AKP’nin yeniden tek başına iktidara gelmesinde Almanya’nın rolü büyük olmuştur. En çarpıcı gerçeklerden biri de Almanya İçişleri Bakanı Thomas de Maiziere’in 4 Şubat 2016 tarihinde katıldığı Monitor adlı televizyon programında tüm kamuoyu önünde söylediği şu sözlerdir; „Bizden, sabah akşam Türkiye’yi eleştirmemizi bekleyenlere, bundan vazgeçmelerini öneririm. Bizim çıkarlarımız var. Türkiye’nin çıkarları var. Tabi ki Türkiye’yi eleştireceğimiz konular var. Ancak Türkiye’den yönelen mülteci akışını önlemek istiyorsak, bunun karşılıklı çıkarlar temelinde bir de karşılığı var“ diyerek Türkiye’ye nasıl göz yumduklarını açık olarak itiraf etmiştir.

GÖZ YUMULAN TÜRKİYE, ÇIKARLARA KURBAN EDİLEN İNSANLIK

Türkiye’yi izleyen herkesin yakından göreceği gibi, Türkiye’de demokrasiden ve uluslararası kabul edilen insan hak ve özgürlüklerinden söz edilemez. 1984 yılında Kürt ulusunun ulusal hakları için başlattığı mücadelede Türk devleti elindeki tüm imkanları kullanarak bu direnişi bastırmak için Kürtlere topyekun bir savaş açtı. 1990’ların ortalarına gelindiğinde Türk devletinin katliamcı yüzü şu gerçeklerle ortaya dökülmüştür; 3500 Kürt köyü yakılarak, boşaltılarak haritadan silinmiştir. 5 milyon Kürt köylüsü zorla göç ettirilmiş, T. Kürdistan’ında ekonomi çökmüş, tarım sıfırlanmış, en az 50 bin Kürt devlet tarafından katledilmiştir. 17 bin “faali meçhu” cinayet işlenmiş, 2000 üzerinde muhalif insan göz altında kaybedilerek, yargısız infaz edilmiş, cezaevlerinde binlerce insan hayatını kaybetmiş, devrimciler sokak ortalarında, evlerde infaz edilmiş, gazeteler yasaklanmış, Kürt milletvekilleri mecliste Kürtçe yemin ettikleri için yargılanmış ve 10 yıl hapis cezasına çaptırılmışlardır.

7 Haziran 2015 tarihinden buyana ise AKP (Adalet ve Kalkınma Partisi) hükumetinin yaptıkları, gerçekleri görmek isteyenler için yeterli verileri fazlasıyla vermektedir.

7 Haziran genel seçimlerinde HDP (Halkların Demokrasi Partisi) seçim barajını aşıp parlamentoya girmemesi için her türlü baskı ve şantaja baş vuran AKP hükumetinin emri ve talimatıyla HDP mitinglerine IŞİD’in intihar timleri gönderilmiştir. Bunlardan 5 Haziran 2015 tarihinde Diyarbakır’daki intihar saldırısında 10 kişi, 20 Temmuz 2015 tarihindeki Suruç katliamı izlemiştir. IŞİD eliyle Suruç’ta gerçekleştirilen intihar saldırısında ise 34 genç hayatını kaybetmiştir.

7 Haziran genel seçimlerinde tek başına iktidara gelemeyen AKP, 1 Kasım 2015 tarihinde yapılmak üzere erken genel seçim kararı almış ve tek başına iktidara gelmek için her şeyi mubah görmüştür. 10 Ekim 2015 tarihinde Ankara’daki çeşitli sendikaların ve kitle örgütlerinin çağrısıyla gerçekleştirilen yürüyüşe IŞİD çetelerine yaptırılan intihar saldırısı sonucu 104 kişi hayatını kaybederken, yüzlerce insan ise yaralanmıştır.

AKP, 8 Haziran 2015 tarihinden buyana Türkiye Kürdistan’ın da Kürtlere karşı topyekun bir savaş açmış bulunuyor. Sur, Cizre, Nüsaybin, İdil, Silopi başta olmak üzere birçok ilçede sokağa çıkma yasağı uygulanarak, ilçe ve şehirler askeri abluka altına alınarak saldırlar gerçekleştirmiştir. Halkın kendisini savunmak için kazdığı hendekleri bahane eden, öz yönetim ilanını bölücülük olarak gören Türk devleti, Kürtlere karşı bir imha ve yok etme savaşı başlatmıştır. Abluka altına aldığı ilçelerde hiç kimsenin evlerinden çıkmasına müsaade edilmeyerek; insanların su, ekmek gibi temel ihtiyaçlarının karşılanmasını engelleyen, yaralı insanların evlerinden çıkarak hastahanelere gitmesine izin vermeyen Türk devleti görülmemiş bir vahşet uygulayarak bir dizi katliam gerçekleştirmiştir. Şubat 2016 tarihi itibariyle evlerinin bodrum katlarında mahsur kalarak katledilenlerin sayısı 200 dür. Bunlardan 101 kişi, yakıldıkları ve vücutları parçalandığı için aileleri tarafından teşhis edilememiş ve birçoğu kimsesizler mezarlığına gömülmüştür. Haziran 2015 tarihinden bu yana saldırlarda öldürülenlerin toplam 1000 kişi olduğunu devletin kendisi açıklamıştır. Katledilen 1000 kişiden 50’si çocuktur.

Türkiye açık bir cezaevi gibidir. İnsan hakları AKP hükümetince tamamen rafa kaldırılmıştır. İfade özgürlüğü, sadece AKP’yi översen vardır. Gazetecilerin haber yapması Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın iznine bağlıdır. Erdoğan’ı eleştirmek tutuklanmak için yeterlidir. Cezaevleri dolup taşmıştır. Şubat 2016 tarihi itibariyle kapasitesini aşan cezaevlerinde 5000 kişilik bir kapasite fazlası olduğu için insanlar yatacak yer dahi bulamamaktadır. Politik tutsaklardan 450 kişi ölüm sınırında olduğu halde tahliyeleri engellenerek ölümleri beklenmektedir. İş cinayetleri olağan ölümler gibi karşılanmaktadır. Ayrıca kadın cinayetleriyle Türkiye uluslararası sıralamada oldukça üst sıralarda yerini almaktadır.

Örgütlenme, fikirlerini söyleme tutuklanarak cezaevine girmek demektir. Yürüyüş ve gösterilere karşı polisin acımasız tutumu her gün haber konusu yapılmakta, çevre ve doğa katliamına karşı gösterilen direnişler zorla dağıtılmaktadır.

BU DAVA BİR ‚TERÖR ÖRGÜTÜ DAVASI‘ DEĞİL, POLİTIK BİR DAVADIR

Almanya Federal Başsavcılığı 129/a-b ceza maddesine dayanarak TKP/ML’yi bir ‚terör örgütü‘ gösterip, davanında bir ‚terör örgütü‘ davası olarak lanse edilmesi asla kabul edilemez. Federal Başsavcılık açılan davanın politik yönünü gizlemek için ‚terör‘ argümanını bilinçli olarak kullanmaktadır. Böylece davanın politik yönünü gizleyerek kamuoyunu maniple etmek istemektedir.

TKP/ML bir ‚terör örgütü‘ değildir. TKP/ML her şeyden önce kendisini Demokratik Halk Devrimi ve sosyalizm iddiası olan, insanlığın kurtuluşunun sosyalist bir düzende olduğunu savunan politik bir parti olarak görmektedir. TKP/ML, 1920 yılında Bakü’de Mustafa Suphi ve yoldaşları tarafından kurulan TKP (Türkiye Komünist Partisi)’nin devamıdır. Mustafa Suphi ve 14 yoldaşı Türkiye’ye giriş yaparken, Ocak 1921 tarihinde Mustafa Kemal’in emriyle Karadeniz’de katledildiler. 1972 yılında TKP’nin mirasının devamcısı olduğunu söyleyerek, İbrahim Kaypakkaya tarafından kurulan TKP/ML, kurulduğundan günümüze aralıksız olarak mücadelesini sürdürmektedir. Türk devleti devrimcilere ve komünistlere karşı her zaman baskıcı ve katliamcı davranmıştır. TKP/ML’nin kurucusu İbrahim Kaypakkaya’da Ocak 1973 yılında yakalanmış ve 18 Mayıs 1973 yılında Diyarbakır cezaevinde işkence ile katledilmiştir.

TKP/ML, örgütlenmesi yasaklanan, üye ve taraftarlarının sürekli takip altında olduğu, cezaevlerine konduğu için illegal örgütlenmek zorunda kalan bir parti olarak, tüm mücadelesi devlete karşı olmuştur. Adaletsiz, baskıcı ve faşist bir devlet olan Türk devletine karşı mücadelesi meşru olan TKP/ML saflarında örgütlenen işçi sınıfı ve halkın, aynı zamanda kendi direniş hakkını kullandığı görülmelidir.

KAMUOYUNU BU DAVAYI SAHİPLENMEYE ÇAĞIRIYORUZ

Mayıs ayında başlayacak olan bu davada Federal Başsavcının iddialarının boşa çıkartılması, politik bir davanın ‚terör‘ kisvesi adı altında sıradanlaştırılmasına karşı çıkılmalıdır. Bu dava açık olarak politik bir yargılamadır. Almanya, Türk devletiyle kapalı kapılar arkasında yaptığı pazarlığı mahkemede de göstermek istiyor. Dava tamamen göstermelik bir yargılamadan ibaret olacaktır. Kime ne ceza verileceği dahi önceden bir pazarlık konusu yapıldığını kamuoyu görecektir. Tutuklananların hala bir tecrit altında tutulduğu, savunma için şartların hala kısıtlı olduğu, Avukatların kendi müvekkilleriyle camların arkasında görüştüğü şartlarda adil bir yargılanmadan söz edilemez.

Almanya kamuoyunu bu anti-demokratik uygulamalara, hukuk dışı delillere dayandırılarak oluşturulan yargılamaya karşı çıkmaya çağırıyoruz. Her fırsatta hukukun üstünlüğünden söz eden parlamentodaki partileri, bu skandal davaya karşı tavır almaya çağırıyoruz!

Hukukçuları, Türk devletinin sahte belgelere dayanarak Alman polisine verdiği belgelerin geçersizliğine karşı hukuksal tepkilerini ortaya koymaya çağırıyoruz!

Tüm devrimci, demokrat, ilericileri, göçmen ve yerli kuruluşları, düzenlenen etkinliklerde yerlerini alarak politik tutsaklara sahip çıkmaya çağırıyoruz!

Nisan 2016

UPOTUDAK

Uluslararası Politik Tutsaklarla Dayanışma Komitesi