Home , Haberler , Tutsak Gazeteci Özgür Gelecek Muhabiri Togay Okay’dan Mektup

Tutsak Gazeteci Özgür Gelecek Muhabiri Togay Okay’dan Mektup

togayİSTANBUL |24.11.2016| 27 Ekim günü gözaltına alınan ve 12 gün boyunca İstanbul Emniyet Müdürlüğü’nde gözaltında tutulmasının ardından tutuklanan gazetemizin muhabiri yaşadıklarını anlattı.

Gözaltında bulunduğu 12 gün boyunca açlık grevinde olan ve ilk 5 gün avukatları ile ailesine gözaltında olduğuna dair bilgi verilmeyen muhabirimiz Togay Okay, tutsak olduğu Silivri Kapalı Hapishanesi’nden mektup göndererek gözaltına alındığı anları, gözaltı sürecini anlattı. Aynı gün gözaltına alınarak tutuklanan ve Bakırköy Kadın Kapalı Hapishanesi’ne gönderilen Yeni Demokrat Kadın aktivisti Elif Kaya ile neden tutuklandıkları sorusunu yanıtlayan mektup şu şekilde:

İyi ki dışarıda değiliz(!)

27 Ekim akşamı Kadıköy’de, gazetemiz okuru Metin Özken ile birlikte üzerimize çullanan polislerce yerlerde sürüklenerek gözaltına alındık. Bizi gözaltına alanların kim olduğunu, neden alındığımızı öğrenemeden araca atıldık. Sorduğumuz bu soruların ve ismimizi yüksek sesle bağırmış olmamızın polislerde yarattığı rahatsızlığın karşılığı olarak ters kelepçe ile Vatan Siyasi Şube’ye getirildik.

Halbuki bize savcılığın hakkımızda gözaltı kararı olduğu söylenseydi zaten gidip ifade verecektik. Ne var ki “Arka Sokaklar” dizisinden ilham alan polis, adrenalin dozunu iyice yükselterek yaptı görevini. Daha heyecanlı olanı Elif Kaya ve Sinem Özkan’ın gözaltına alınmasıydı. Türk dizileri kesmemiş olacak ki Hollywood’a taş çıkartacak bir kolajla, metrobüsün önünü kesip, “büyük” operasyona imza atmış olmasıydı! İki “azılı” suçlu, “terörist” böylece kıskıvrak gözaltına alındı. Oysa ertesi günü bekleselerdi, adreslerine gitselerdi böyle atraksiyonlara gerek kalmadan ikisi de gidip ifadelerini verebilirlerdi. Ama böyle olsaydı icraat sönük kalacak, emniyetin büyük(!) başarısı kaynayıp gidecekti. Açık adresleri ve kimlikleri bilinen, nerede oldukları belli olan bu dört kişi öyle alınmalıydı ki sonrasında başlarına gelenleri duyanlar, “az bile yapmışlar” desindi… Evet yaklaşım tam da buydu! Gözaltına alındığımız andan itibaren bize yönelik tutum buydu!

Söz konusu gözaltıdan büyük bir “şey” çıkarmak! Bundandır ki şubeye getirildiğimizde ilk anda sorguya çekildik, itirafçılık ve işbirliği tekliflerine tanık olduk. Oysa daha neden alındığımızı bile bilmiyorduk. Alındığımıza göre “suçlu” olmalıydık, suçlu olduğumuza göre ortada bir “suç” olmalıydı! Suç varsa bunu bulmak da polisin işiydi. Yani önce gözaltına al, sonra “suç”u bul (yada yarat). Böylece delil ortaya çıksın! Nitekim gözaltına alındığımızdan günler sonra Metin Özken’in kaldığı ev basılarak “suç” delili arandı. Öyle ya suçlular yakalanmıştı ama suç ortada yoktu! Onun bulunması gerekiyordu.

OHAL’in tüm nimetlerinden faydalanmak tabiî ki işin doğasında vardı. Sanki ailemiz ve avukatlarımız aranacakmış ve “demokratik hukuk devleti”nde yaşıyormuşuz gibi bize teminat verildi ve telefon numaraları alındı. Metin ile gözaltında olduğumuz ise ancak beşinci günde avukatlar tarafından tesadüfen öğrenilebildi. Tabii ki hiç kimse aranmamıştı… Hukuk devleti formalite kağıtlardan ibaretti aslında.

Mahkemeye çıkarıldığımız 8 Kasım gününe kadar geçen sürede gözaltında karşı karşıya kaldığımız keyfi, hukuksuz uygulamalar bu gerçeğe işaret ediyordu. Girişte bize gösterilen haklarımızı talep ettiğimiz, bunlar için mücadele ettiğimiz için “ayrıcalıklı”ydık; ters kelepçe takıldı, tehdit edildik, hakarete maruz kaldık vb… Bir yandan susma hakkının yasal bir hak olduğu söylenirken diğer yandan bu tutumun örgüt tavrı olduğu, kendileri tarafından savcılığa iletileceği, bunun da kararda etkili olacağı, açlık grevi de paranteze alınarak ifade edildi.

Nihayetinde savcılığa çıkarıldığımız karşımıza gözaltında olduğumuz sürede yapılan görseller ve haber sitesinde bizimle ilgili çıkan haberlerin yer aldığı bir dosya çıktı. Bu kadar gürültünün sonunda bize sorulan cenaze törenleri ve zaten yayınlanmış yazılar oldu. Gazeteci/muhabir olarak katıldığım Şirin Öter ve Yeliz Erbay ile Cengiz İçli’nin cenaze törenleri dosyanın ana gövdesini oluşturuyordu. Tabii bir de Şirin Öter ve Yeliz Erbay’ın cenazesine Yeni Demokrat Kadın’ın yaptığı çağrıya uyarak katılma suçlamasını da unutmamalı… (!) Benzer şekilde Elif Kaya’ya da Cengiz İçli’yi neden, nereden tanıdığı ve cenazesine neden katıldığı, her cenaze törenine katılıp katılmadığı soruldu…

Sonuç olarak; OHAL’in Sulh Ceza Hakimlerine verdiği son derece geniş hukuki yetkilerle tutuklandık.

Türkiye hiç bu kadar özgür olmamıştı!

Peki biz neden tutuklandık? Ya da bu tavrın nedeni neydi?

Bu soruların yanıtı 15 Temmuz’dan sonra çıkarılan OHAL ile temel hak ve özgürlükleri kaldıran ve ülkeyi KHK’larla yöneten siyasal iktidarda gizli. OHAL’in estirdiği soğuk fırtınayla yelkenlerini şişiren siyasal iktidar; bugüne kadar diz çöktüremediği, teslim alamadığı tüm toplumsal kesimlere, güçlere, direniş odaklarına yöneldi. Bu taarruzdan en başında kuşkusuz halkın haber alma hakkını savunan özgür basın yer alıyordu. Özgür Gündem’den DİHA’ya; Özgür Radyo’dan İMC TV’ye siyasal iktidara biat etmeyen ne kadar basın-yayın kuruluşu varsa kapatıldı, tüm mal varlıklarına el konuldu. Bu depremin sarsıntıları geçmeden 6 milyon insanın oylarını alan bir siyasal partinin eşbaşkanları, milletvekilleri tutuklandı!

Tüm bunlar “biz neden tutuklandık” sorusunun yanıtını da veriyor. Bir grup azınlığın değil emekçi yığınların çıkarlarını gözetmek, gerçeği aramak, peşine düşmek, onu yorumlamak; istenilenden farklı düşünmek, yazmak ve mücadele etmek…!  Ezilen yığınların yüreğinde taşıdığı ses kulak vermek… Erkek egemen devletin tacizine, tecavüzüne, vaksı, şiddet ve yok saymasına dur demek… İşte bizim suçumuz bu! Daha ne olsun. Ancak şu da bilinsin ki biz bu “suçu” işlemeye devam edeceğiz!

Tüm bunlar yaşanırken zamanın ruhunu anlatan ifadeler ise R.T.Erdoğan’a aittir: “Türkiye hiç bu kadar özgür olmamıştı.” Haklıydı! Bu ülkede zindanda volta atmak serbest, kapı mazgalından her türlü ideolojik, politik ve hatta bilisel tartışma yürütmek serbest… Karışan yok… Daha ne olsun? İnsanın iyi ki dışarıda değiliz diyesi gelmeli(!) İçinde bulunduğumuz iklim Nazım Hikmet’in on yıllar önce anlattığına ne kadar da benziyor değil mi?

“Öyle günler yaşıyoruz ki

Ben bir iş yaptım diyebilmek için

Hep alnının ortasında duyacaksın ölümü.” Sevgilerle…

Tutsak Özgür Gelecek muhabiri Togay Okay