Rusya geçtiğimiz şubat ayında BM Güvenlik Konseyi’ne, Türkiye’nin cihatçı çetelere verdiği desteğe ilişkin bir istihbarat raporu verdi. Rapora göre Türk devletinin gerici çetelere askeri mühimmatı nasıl sağladığından, MİT’in çetecileri Türkiye üzerinden Suriye’ye sevkiyatındaki rolüne, Tayyip Erdoğan’ın El Kaide’nin para kasası Yasin el-Kadı ile ilişkisine ve Tayyip Erdoğan’ın oğlu Bilal’in DAİŞ ile petrol ticaretindeki ilişkilerine değin bir dizi iddia belgeleniyor…
Suriye, krizin patlamasıyla birlikte, cihatçı çetelerden ılımlısına, rejim yanlısından muhaliflere, Kürt güçlerine yüzlerce silahlı örgütlenmenin savaş alanına döndü. Emperyalist güçlerde bölgede daha fazla söz hakkına sahip olmak için aktif ama dolaylı olarak bir vekalet savaşı yürütmeye başladı. Suriye, iç dinamikleri ve dışarıdan müdahalelerle herkesin herkesle savaştığı ama aynı zamanda herkesin herkesle iş yapabileceği bir savaş arenasına döndü. Tüm güç dengelerinin birbiriyle olan ilişkileri ve karşıtlıklarıyla Suriye’de küçük bir dünya savaşı yaşandı/yaşanıyor.
Türk devletinin ise 2011 Mart’ından bu yana Suriye politikalarına yön veren iki temel meseledeki gelişmeler TC’nin saldırganlaştıkça saldırganlaşmasına, çetecilerle gizli işbirliğinin açık hale gelmesine vesile oldu.
Türk devleti Suriye politikalarını şekillendirirken, birincil olarak ulus devlet anlayışı ile yeniden yapılanmaya başlamasından bu yana uygulamaya soktuğu Kürt düşmanlığı çerçevesinde hareket etti. Bu “içgüdü” sonucu en uzun sınırında bir Kürt bölgesinin oluşmasını engellemeye çalıştı. Tayyip Erdoğan’ından çokça dillendirdiği gibi bu onun için bir beka meselesiydi.
İkincil olarak da Suriye’ye fiili bir işgale yeltenmeden ancak Esad’ın güçsüzleşerek dağılmasının ardından bölgede hak sahibi olması muhtemel olan faşist-gerici çetelerle işbirliğini sıkı tutarak Suriye’ye açılma arzusu oldu. Türk devletinin Suriye meselesindeki bu iki temel çıkışı birbirine kilitlenmiş vaziyette sürekli olarak ilerledi. Yani Suriye’nin kuzey sınırında Kürt birliğinin sağlanması durumunda, Türk devletinin gerici çetelerle bağlantıları kopacak ve böylelikle Türkiye ne gerici çeteler üzerinden Kürt kazanımlarını engelleyebilecek ne de Suriye rejimi yenildikten sonra bölgede imtiyaz sahibi olabilecekti. Bundan kaynaklı Rojava’daki Kürt kantonlarının birbirine attığı her köprüde TC daha bir saldırganlaştı. Saldırılarını gerici çeteler eliyle yürütebildiği sürece onları destekledi. Gerici çetelerin yetmediği durumlarda ise doğrudan müdahale etmekten de çekinmedi.
Düşman ilan edilen gerici çetelere operasyon bahanesiyle her fırsatta Suriye’nin emperyalist güçler tarafından bombalanmasına karşın, başta ABD olmak üzere emperyalist güçlerin kendi çıkarları doğrultusunda bölgedeki gerici çeteleri desteklediği herkesin malumudur. Ancak bu devletler çetelere sunduğu hizmeti ya uşak devletleri aracılığıyla yaptı ya da daha profesyonelce, gizli gerçekleştirdi. Ancak TC’nin kirliliği diğer devletlere göre çok daha açıktan sergilenmektedir.
Rus istihbarat belgelerinde raporlaştırılan Türk devletinin gerici çeteler ile işbirliğine birlikte bakalım.
Türk Devleti daha fazla yalnızlaşacak!
Mehdi El-Herati, Mart 2014’te Türkiye’ye denizyoluyla ulaşan yeni bir Libyalı cihatçı gruba eşlik eder. Bu grup ve başındaki Mehdi El-Herati, MİT müsteşarı Hakan Fidan tarafından karşılanır ve Barsai sınır kapısından DAİŞ bölgesine ulaştırılır. Mehdi- El Herati Suriye’deki cihatçı gruplarının örgütlenmesinden sorumlu kişilerdendir. Eylül 2012’de Libya’ya dönmeden önce Suriye’de yeni bir cihatçı grup olan Liva el-Umma’yı (Ümmet Tugayı) kurmuştu.
Rus istihbarat bilgilerine göre cihatçı çetelerin sevkiyatındaki MİT’in doğrudan rolü sürekli olarak devam etti. Cihatçı sevkiyatındaki MİT rolü, Suriye Arap Ordusunun basın sözcüsü General Ali Mayhub tarafından 27 Ekim 2015’te dile getirilmişti. Generale göre, DAİŞ üyesi en az 500 cihatçı Yemen’e gitmeleri için Türk MİT’inden yardım aldılar. Nakilde Türk Hava Yolları’na ait iki, Katar Hava Yollarına ve Birleşik Arap Emirliklerine ait birer yolcu uçağı kullanıldı.
Kasım 2015’te, Suriye sınırında Rus savaş uçağının düşürülmesi ve sonraki gelişmeler de Türk devletinin Suriye’deki gerici çetelerin örgütlenmesinde sorumlu olduğunu gösteriyor. Suriyeli Türkmen çetecilerden Türk Alparslan Çelik –Ülkü Ocakları üyesi ve Sultan Abdülhamit Tugayı komutanlarından- düşürülen uçaktaki iki pilotunun infaz edilmesi emrini veren kişidir. Raporda MİT’in, başlıca Türkmen milislerini bir araya getiren Sultan Abdülhamit Tugayı’nı kurduğunu ve üyelerini Türk Ordusunun özel kuvvetlerine bağlı eğitimciler ve MİT ajanları yönetiminde Bayır-Bucak üssünde eğittiğini ortaya koyuyor. Türkiye basınında da özellikle Adana’da yakalanan MİT tırlarının ardından Suriye’deki Türkmen çetecilerin El Kaide ile işbirliği içerisinde olduğu açığa çıkarılmıştı.
Ayrıca raporda İHH’nın Eylül 2012’de kiraladığı bir yük gemisi ile Suriye’ye Müslüman Kardeşler adına askeri mühimmat taşıdığı belirtiliyor. Raporun aynı bölümünde İHH, İmkander ve Öncü Nesil derneklerinin Suriye’deki cihatçı örgütlenmelere doğrudan askeri lojistik sağlanmasında ve siyasi yardım amaçlı kullanıldığı belirtiliyor.
Rus istihbarat raporunda Türk devletinin MİT ve çeşitli dernekler aracılığı ile cihatçı örgütlenmelere verdiği destek daha geniş bir şekilde belgelere dayandırılarak anlatılıyor. Bu belgelerin dışında da Türk devletinin cihatçı örgütlenmelere desteğini açığa çıkaran onlarca gelişme mevcut.
Bir DAİŞ komutanı 12 Ağustos 2012’de Washington Post’a, “Bize savaşın başında katılan savaşçıların çoğunun yanı sıra teçhizatımız ve tedarikimiz Türkiye üzerinden geldi” diyordu.
19 Ocak 2014 tarihinde silah taşıdığı ihbarıyla Adana’da durdurulan MİT TIR’ların içinde ilaç kutularının altına gizlenmiş, Tayyip Erdoğan’ın yok dediği silahlar çıkmıştı. Daha sonra bu silahların Bayır Bucak Türkmenlerine gönderildiği söylenmişti.
Öldürülen DAİŞ’çilerin üzerinden ve DAİŞ’e ait birçok mühimmat deposundan Makine Kimya Endüstrisi (MKE) damgalı çok sayıda silah bulunmuştu. Bu silahlar ilk olarak Eylül 2014’te ABD’nin DAİŞ’e yaptığı operasyonlar sonrası açığa çıktı.
26 Şubat 2015 tarihinde açığa çıkan bir belge de TC’nin DAİŞ ile işbirliğini gözler önüne seriyor. Belgeye göre Gaziantep sınır karakollarında görevli karakol komutanlarının DAİŞ’çiler ile askeri lojistik ve savaşçı sevkiyatı gözler önüne seriliyor. Karakol komutanlarının telefon görüşmeleri incelemesinde hala Suriye’de DAİŞ yöneticisi olarak bulunan Mustafa Demir ve İlhamı Balı ile çok defa görüştüğü belirtiliyor. Savcılık bu işbirliğini kaçakçılık faaliyeti olarak değerlendirmişti.
Girê Spî ve Silûk’ta YPG tarafından esir alınan DAİŞ çetecilerinden Ebu Eyub Ensar kod isimli Ahmet Hacı Layih’in de itirafları Türk devletinin DAİŞ ile işbirliğinin somut örneklerinden. Layih’in 1 Mart 2016’daki itiraflarına göre Girê Spî ve Silûk’a saldırının Türkiye’de planlandığı, saldıracak grupların Türkiye’den Suriye’ye gönderildiği ve Girê Spî’ye Suriye’ye sokulan grupların doğu, güney ve batıdan Türk askerlerinin ise kuzeyden saldıracağının amaçlandığı anlaşılıyor. Layih ifadesinde geçişleri MİT’te çalışan istihbaratçı Ömer Timsah’ın organize ettiğini belirtiyor.
Gerek Rus istihbaratının gerekse de farklı araştırmacıların ve YPG’nin açığa çıkarttığı bu belgeler Türk devletinin ilerleyen süreçlerde oldukça fazla ayağına dolanacağa benziyor. Bugün Türk devletinin Kürt düşmanlığı çerçevesinde cihatçı çetelere verdiği destek yarın Suriye’de suların durulmaya başlamasıyla birlikte daha da fazla gün yüzüne çıkacaktır.
Suriye’de Esad rejiminin kendini koruyarak savaştan çıkmasının ardından -ki en azından şu an için öyle görünüyor- dengeler daha fazla değişecektir. ABD mevcut durumda Suriye pazarına bir şekilde girmiş ve belli askeri üs bölgeleri elde etmiş, ticari anlaşmalarda bulunmuştur. Bugünden sonra Suriye’de ABD’nin tamamen etkisizleştirilmesi küçük bir ihtimaldir.
Suriye’de yaşanan gelişmelere bakıldığında yalnız kalacak olanın Türk devleti olacağı açık. ABD, Rusya ve Suriye’nin pazarlıkları sonrasında anlaşmaya varılması durumunda, Suriye savaşının büyük faturasının Türk devletine kesilecek olması muhtemeldir. Türk devleti, Suriye’nin ABD ile anlaşması sonrası Suriye’nin iteklemesi ile NATO’nun dahi dışında kalabilecek duruma gelebilir. TC’nin gerici çetelere verdiği destek buna fazlasıyla yetecektir/bahane edilecektir.
2011 sonrası Türk devletinin hayata geçirdiği politikalarla bölgede giderek yalnızlaşması ve gerilen Rus ilişkilerinde uçak krizi ile birlikte sona gelinmesi Türk devletinin uluslararası arenada uşaklık rolünün dahi kalmayacağı anlamını taşımaktadır.