Home , Köşe Yazıları , Suriye Ateşkesi, Türkiye’nin Yönelimi : Politik Şizofrenin Halleri!-Sidar Meral

Suriye Ateşkesi, Türkiye’nin Yönelimi : Politik Şizofrenin Halleri!-Sidar Meral

SURİYE ATEŞKESİ, TÜRKİYE’NİN YÖNELİMİ : POLİTİK ŞİZOFRENİN HALLERİ!- SİDAR MERALsuriye

Suriye üzerinden bölgesel çatışmalar ve çelişkiler şekillenmeye devam ediyor. Emperyalist güçlerinde bir birini askeri, diplomatik, siyasal anlamda tartıya çıkardığı bir süreç yaşanıyor. Bölgenin siyasal yapısından öte, siyasal sınırlarının artık nasıl şekilleneceğine dair çatışma, ayrışma, hesaplaşma ve mümkün olursa dengeyle yürütülmeye çalışılan bir dönem yaşanıyor. Suriye meselesi emperyalist güçlerin 1991’den bu yana karşı karşıya gelmesini sağlayan en ciddi mesele olma karakterine sahiptir. İkinci körfez savaşında güç dengelerinden kaynaklı ABD eksenine oturan ve o eksende pastadan pay kapma hesabı yapan diğer emperyalist odaklar şimdi Suriye’de kendi hesaplarına yarayacak şekilde bir süreç örgütlemeye çalışıyor. Özellikle BM’nin 5+1 li gerici çetesi artık ABD’nin esas belirleyen olduğunu kabul eden bir politik konumlanış içersinde değil. En son olarak Libya’da ABD’nin politikasına boyun eğen ve ciddi düzeyde kazık yiyen Rusya Suriye’de bu deneyimden ciddi ders çıkarmış görünmektedir. Esat Rejiminin selameti için Suriye’deki belirsizlikten ve özellikle umaca olarak gösterilen (hiç kuşkusuz bu karakterleri vardır) Cihadist gruplardan faydalanarak doğrudan hava gücü ve çeşitli askeri kapasiteleriyle Suriye savaşına doğrudan müdahil olmuştur. Şuan Suriye’de askeri kapasitesini ve siyasal gücünü dolaysız gösteren emperyalist bir odak durumundadır. Türkiye’nin Rus uçağını düşürmesiyle birlikte bu siyasal ve askeri etkinliğini daha fazla genişleterek kullanması söz konusudur. Ki bu etki savaş meydanında kendini göstermektedir. Esat güçleri Rus desteği ile muhalif denen kesimlere karşı ciddi ilerlemeler kaydederken, kendi cephesini kuvvetlendirmiş görünmektedir.

Ateşkesle Daha Büyük Savaşa Giden Yolların Taşlarının Örülmesi!

Bu koşullarda Ocak ayı içerisinde Suriye’de barışı sağlama iddiasıyla Cenevre-3 görüşmeleri örgütlenmeye çalışıldı. Ancak muhalif denen kuvvetler zayıflamanın etkisiyle hızla “su kaynatıp” bu görüşmelerin başlamasını engelledi. Rusya ve ABD’nin bölgesel güçleri  de by-pass ederek baş başa yürüttükleri görüşmeler sonucunda 27 Şubatta başlaması ön görülen bir ateşkes ve devamında Cenevre-3 görüşmelerinin başlayacağı bir anlaşma sağlandığı ilan edildi. Ahrar Şam, El nusra ve İŞİD’le mücadelenin kapsam dışı bırakıldığı bir ateşkes anlaşmasında hem fikir olundu. Aslında bu genel güç dengelerine bakıldığında Suriye savaşının devam edeceği anlamına gelmektedir. Zira bu gruplar dışında muhalif denebilecek yegane etkili güç Suudilerin desteklediği İslam Ordusudur. Tabi birde kendi özgücünü esas alarak demokratik-devrimci niteliğe sahip YPG vardır.

Bu bağlamda ateşkes anlaşması emperyalist güçlerin esasta belirledikleri alanda mümkün mertebe bir birlerinden uzak durarak, daha büyük kapışmaya zemin hazırladıkları bir sözleşme niteliği taşımaktadır. Rusya ve Esat kesintisiz şekilde aralarındaki fark flulaşmış olan tüm cihadist örgütleri hedef almaya devam edecektir. ABD emperyalizmi ve onun yardakçısı bölgesel güçlerin desteklediği muhalefeti İŞİD ile mücadele adı altında zayıflatmaya devam edecektir. İŞİD-El Nusra ve Ahrarı Şam ile Esat’ı baş başa bırakacak her türlü askeri ve siyasi hamleyi sürdürecektir.

ABD ise İŞİD ve diğer kontrol dışı örgütleri zayıflatarak kendine siyasal olarak biat etmekte beis görmeyen muhalefeti güçlendirecek hamleler yapacaktır. Bunun tercümesi ise Esat ve Rusya Halep’te dahil Türkiye sınırına kadar ilerleme ve alan genişletme sürecini devam ettirecek, ABD ise özellikle büyük çöl bölgesini de içine katan Rakka’da İŞİD’i etkisiz kılarak bu bölgenin toplumsal yapısına da uyumlu olacak ama kontrolü mümkün Suudi-Türkiye-Katar-Birleşik Arap Emirliklerinin etkisini göstereceği “muhalifleri” egemen kılma peşinde koşacaktır. Kürt nüfusunun etkin olduğu Rojava’da ise el mahkum şekilde YPG kontrolüne razı gelme şeklinde bir uzlaşma söz konusudur. Bu fiilen Suriye’nin üç parçaya bölündüğü koşullar demektir. Kuşkusuz bunun ilk etapta görünen kısmı tıpkı Irak gibi federatif bir yapıdır. Ancak bu masa başı planın verili koşullarda ne savaşı durdurması mümkündür, nede bir siyasi çözüm üretmesi.

Ama aslolan bu yaklaşımın nasıl örgütleneceği ve devamında ne tür sonuçlar üreteceğidir. Uzun süredir ABD öncülüğünde Suudiler önderliğinde Türkiye-Katar ve Birleşik Arap Emirlikleri üzerinden Suriye’ye yönelik Sünni ittifak şeklinde bir operasyon planı yapılmaktadır. Bu planın henüz ne olup olmadığı ana hatlarıyla belirginleşmiş değildir. İŞİD’le mücadele adı altında odaklanan bu plan açık şekilde Suriye’ye yönelik bir askeri müdahaleyi içermektedir. Bu müdahale, öncelikle Cihadist temelde radikalleşen Arap-sünni toplumsal kesimin temsiliyetini İŞİD vs’den almak ve kontrol edilebilir bir cihadist temele oturtmaktır. Ancak bu işe görevli kılınan, misyon yüklenen muhalif kesimin pekte becerikli ve etkin olamaması asıl sorundur. Şimdi Suudilerin önderliğinde İŞİD’le mücadele hikayesi bu gerçekliğe dayanmaktadır. Ya İŞİD bu kontrol ve denetime zorun dayatmasıyla sokulmaya çalışılacaktır ya da İŞİD yerine bölgesel Sünni ittifakın müdahalesiyle başka bir gücün (“ılımlı muhalefet” deniyor ama istenilen ideolojisi değişmeyen uşak ruhlu bir politik organizasyondur) ikame edilmesi sağlanacaktır. ABD ve Suudiler önderliğindeki gücün Rusya’ya karşı İŞİD bahanesiyle karadan askeri müdahale seçeneğine daha hevesli ve iştahlı olduğu açıktır. Şimdi buna zemin hazırlayacak siyasal propaganda, diplomatik hamleler ve güç hesapları yapılmaktadır. Bu bağlamda özellikle Suudiler önderliğindeki Sünni ittifakın askeri müdahalesine meşruiyet İŞİD’le mücadele adı altında Rakka’da aranmaktadır. ABD öncülüğündeki Sünni ittifakın Suriye’ye müdahale üzerindeki arayışı bu eksene oturmaktadır. Ancak bunun ne tür yeni bir çatışma ve gerginlik doğuracağı kestirilememektedir.

Ateşkes ve müzakerelerle sürecin tüketilmesi ve yeni yapılacak hamleye koşul yaratılması planlanmaktadır. Suudilerin İncirliğe askeri uçaklar kaydırması, Türkiye ile İŞİD’le mücadele adı altında bir anlaşma sağlandığı propagandası bu sürecin örgütlenme aşamalarıdır. Ki Suudi diş işleri bakanı “ya bir anlaşma sağlanacak ya da Esat’ın zor yolu kullanılarak gönderilmesi mücadelesi devam edecek” demiştir. Bu da ABD planının derinlemesine ve vadeli olduğunu göstermektedir.

Türk Hakim Sınıflarının Tedavisi Mümkün Olmayan Politik Şizofrenikliği!

Bu noktada var olan planı zora sokan bir faktör söz konusudur. O da Türk hakim sınıfları. Türk hakim sınıfları tıpkı Esat’ta uzun süre rehabilitasyon, terbiye etme, ikna etme yöntemini nasıl uyguladı ve başarısız olduysa aynısını Cihadist örgütlerle kurduğu ilişkilerde de kullandı. Cihadist örgütleri ABD öncülüğündeki Sünni bloğun çizgisine çekme adına siyasi, askeri ve lojistik desteği Suriye savaşı süresince esirgemedi. Ancak ortaya çıkan sonuç tam bir fiyasko oldu. Daha sonrasında İŞİD’le mücadele adı altında örgütlenen planlamaya, sınırında büyütüp beslediği ve serseri mayın haline getirdiği bu kesimlerim vereceği tepkiyi ön göremediği için ürkek ve mesafeli yaklaşmayı yeğledi. Ancak son kertede bu plana dahil olmaktan başka şansı olmadığı açığa çıktı.

Ancak asıl sorun TC’nin bir planlamaya dahil olurken bir taşla birkaç kuş vurma hesabı yapmasıdır. Artık Suriye’de statü kazanması engellenemeyecek olan Kürtleri, kendi çizgisine uyduramadığı için bu mücadelenin hedefi haline getirmek isteyen bir yönelim oluşturdu. Önce PKK ile bir savaş başlatarak gerginliği tırmandırma ve Kürtleri hata yapmaya zorlayarak kendi koşullarında barış masasına oturtmaya çalıştı. Bunun olmaması durumunda ise PKK=YPG denklemiyle PKK ile mücadelesini kullanarak YPG’yi de “terörle mücadele” kapsamına alıp top yekün bir savaşla aradan onları da çıkarmayı hesapladı. Buna Körfez ülkeleri ve ABD’yi de mahkum ve mecbur bırakarak yapma kurnazlığı içinde oldu. Yine Suudi diplomatın İndependent’a “Türk hükümeti düşünme biçiminde ilerleme kaydetti. İŞİD’in tehlike olduğunu anladılar. Fakat aynı zamanda bunu Kürt grupları yok etmek için de kullanıyorlar” diyerek Türk devletinin nasıl hesaplar içinde olduğunu deşifre etmiş oldu.

Türk hakim sınıflarının bu bağlamda belli yönleriyle gerek ABD emperyalizminin gerekse de bölgesel müttefiklerinin hareket alanını kısıtladığını, tıkanma ve açmazlara neden olduğunu belirtmek gerekir. Son Ankara saldırısını YPG’ye mal etme gayretkeşliği YPG’yi Suriye politikasında yalnızlaştırma amacı taşımaktadır. Suriye’ye askeri müdahale seçeneğini diri tutumanın yanında aynı zamanda YPG’yi yalnızlaştırmaktır. Unutulmasın ki Suriye’ye askeri müdahale Esat ve Rusya ile savaşı göze almayı içerir. Ki Hakan Fidan’ın sızdırılan kasette dediği gibi “savaşa girmeye karar vermek önemli onun gerekçesi üretilir. Diğer taraftan üç beş füze attırılıp müdahale gerekçesi yaratılır.” TC için hala belirsiz olan Suriye’ye yapacağı müdahalede ABD’yi arkasında görüp görmeyeceği, olası Rusya ile karşı karşıya gelmede neyle karşılaşacağının belirsiz olmasıdır. Ankara eylemini sadece Suriye’ye, Rojava’ya müdahale bahanesi yaratmak için kullanmak şeklinde okumamak gerekir. Bu tavır esas olarak YPG’yi bir türlü yalnızlaştıramamanın getirdiği politik bir çaresizliktir. Ankara eylemini bu eksende mal bulmuş mağribi gibi kullanması bu sebeptendir. Ama en nihayetinde özellikle Kürt meselesinde bölgesel gelişmelerin genel eğilimine direnç gösteren yapısının daha büyük kaybetmeye onu mahkum bıraktığını tespit etmek gerekir. Kürt meselesindeki köklü ve ideolojik saplantı ve korku temelindeki tutumu bölgesel politikalarını tam bir çıkmaza sürüklemektedir.

Bir bütün olarak baktığımızda bölgesel savaşın koşullarının daha fazla geliştiği, büyüdüğü bir trend söz konusudur. Emperyalist güçlerin ayrı ayrı planları ve hesapları vardır, yer yer ortak planlar çıkarabilmeleri ayrışma ve keskinleşmenin yeni zemini olabilmektedir. Bölgesel güç düzeyindeki devletlerin ise özellikle siyasi haritanın yeniden şekillenmesinde alanını koruma ve hamiliğini genişletme ekseninde atraksiyonları söz konusudur. Statükoyu koruma ile etki ve nüfuz alanını genişletme arasındaki gel gitleri politik tutumlarında ciddi bir karmaşa, belirsizlik ve iniş çıkış yaratmaktadır. Bu durumdan kurtulmaları ise kolay olmayacaktır. Savaş koşullarına hazırlanma, olası savaşta neyi kaybedeceğini neyi kazanacağını kestiremeyen bir politik belirsizlik hali söz konusudur. Bu noktada en ciddi sorunu ise Türk hakim sınıfları yaşamaktadır. Kürt meselesinde inişli çıkışlı, savaş ve barış hali arasında salınan yaklaşımını bu genel tablo içinde okumak gerekmektedir.  Bunalım ve açmazlarının temel nedeni de budur. Kendi iç sorunu olan Kürt meselesinden dolayı statükokuyu korumaya çalışan, ama bölgesel nüfuzu genişletme açısından statükonun bozulmasını isteyen bir duruşu vardır. Bu politik şizofrenidir, tedavisi ise mümkün değildir.