Anasayfa , Köşe Yazıları , Soykırım Kararı Ve HDP’de ‘Sol Tehlike’ Uyarısı Üzerine- METİN AYÇİÇEK

Soykırım Kararı Ve HDP’de ‘Sol Tehlike’ Uyarısı Üzerine- METİN AYÇİÇEK

th-1Almanya Soykırım Yasası’nı tartışma gündemine aldığında, sömürgeci Türkiye’nin milliyetçi-ulusalcı cenahının yarattığı tantana anlaşılabilir bir şeydir. Ama sosyalistliği antiemperyalistlik düzeyinde daraltan bir kısım sosyalistin geldiği noktayı diğerlerinden ayırmak da artık anlamsız. İçinde yaşadıkları sömürgeci devletin varlığına yönelik çok da sözü olmayan bu tür sosyalistler, toplum içinde “itibarı” daha yüksek olan emperyalizm karşıtlığına dört elle sarıldılar.
Soykırım demekten ısrarla geri duran milliyetçi ulusalcı ya da resmî ideolojiden beslenen içsel dürtülerinin üzerini örtmeye çalışan bu tür solun emperyalizm yaygarası, düzey düşüklüğünün de açık teşhiriydi.
Ermeni halkına yönelik Osmanlı (+Türkiye) devletinin gerçekleştirdiği soykırımı 101 yıl gecikmiş olarak kabul eden Almanya’nın, gerçekte olayın iki aslî failinden biri olduğu, bilinen bir gerçektir. Ama emperyalist Almanya’nın hangi gerekçeyle olursa olsun tarihsel gerçekliği olan bir soykırımdaki sorumluluğunu üstlenmesinin reddedilmesi anlaşılamaz bir şeydir. Bozuk bir saatin de günde iki kez doğruyu gösterdiğini biliyoruz. Almanya’nın hangi saikle böyle bir karar aldığını araştırmadan önce, böyle bir kararın bizim doğrularımız içerisinde de yer alıp almadığını üste yazmak gerekir.
Biliyoruz ki Emperyalizm tek parça bir olgu değildir. “Emperyalist dünya” olarak tanımlanan olgu, çıkar çatışmalarını da içinde barındıran ve hatta zaman zaman bu çelişkilerin çözümünü kendi aralarında savaş yöntemleriyle çözmeye yönelen bir bileşimdir. Birinci ve İkinci Emperyalistler arası yeniden paylaşım savaşları bunun örnekleridir.
Almanya’nın kararı üzerine söylenecek ilk söz, bu kararın Almanya’nın keyfiyle değil, halkların mücadelesinin kazanımlarıyla gündeme gelmiş olması gerçeğidir. Bu konuda atılan her adım, başta Ermeni halkı olmak üzere dünya demokratik ve sosyalist güçlerinin 100 yıllık mücadelesiyle kazanılmıştır.
Elbette bu karar “gecikmiş” bir karardır. Ve “gecikmiş adalet, adalet değildir.” Almanya, emperyalist bir devlet olarak kendisinin de doğrudan rolü olan bu tarihsel gerçeği kabul etmemek için uzun süre direnmiştir. Bugün bu gerçeğin kabulünde zamanlamanın, Almanya’nın çıkarlarının da gözetilerek düzenlendiği bir gerçektir. Ama bu gerçeğe rağmen sosyalistlerin bu karar karşısındaki tutumu, Almanya’nın rolünün altını kalın çizgilerle çizerek kararı desteklemektir.
“Almanya Federal Meclisi, yüzyıl önce Osmanlı İmparatorluğu’nda başlayan, Ermenilere ve diğer Hıristiyan azınlıklara yönelik tehcir ve katliamların kurbanlarının anısı önünde saygıyla eğilir” diye başlayan karar bu haliyle eksiktir. “Diğer Hıristiyan azınlıklar” sözüyle üstleri örtülen başta Asuri/Keldani ve Rumlar olmak üzere diğer halklar, kendilerine de yönelen soykırımın tanınması için bir 100 yıl daha beklemeye bırakılmadan, açıkça belirtilmeliydi.
Karar eksiktir. Çünkü özeleştiri yapıyor gibi görünmek özeleştiri değildir. Bu soykırımda rol üstlenmiş her ülke gibi Almanya’nın da, Ermeni soykırımının mağduru olan Ermeni halkının zararları için tazminat borcunun varlığını açıkça üstlenmesi zorunluluktur.
Parlamentodan çıkan karar yetersiz olabilir. Ama bu haliyle bile Türk sömürgeciliğine verdiği korku açıkça izlenebilmektedir. Örneğin karara yönelik ilk açıklamayı yapan Burhan Kuzu “Alman Gavuru yine gavurluğunu yaptı” diyerek, paniğini dışa vurmuştur.
Hele de bu kararı “Ermeni lobilerinin işi” gibi karatma sözlerle tanımlamak ciddi tehlike içermektedir. Her halkın değişik lobileri vardır ve biliyoruz ki korkulacak olan şey lobilerin kendileri değil, üstlenmiş oldukları misyonlar ve kendi ilkelerimizde dik durma kararlılığıdır. Örneğin yanında çalıştığım Kürt Özgürlük Hareketi’nin yıllardır süren “Avrupa’da bir lobi oluşturma” sevdası sistemlere destek verme anlayışından değil, Kürt halkının yaşamakta olduğu sorunlarının çözümü için diasporada etkili baskı unsuru olabilme isteminden kaynaklanmaktadır. Mağdur Ermeni halkının şu veya bu politik ya da sınıfsal grubunun “soykırım karşıtı” çabaları desteklemeleri bir suç değil bir hak, bir görevdir.
***
Altan Tan, alışkanlığı üzere HDP içindeki sol çizgi sıkıntılarını “yol ayrımı” tehdidiyle donatarak yinelemiş. Bu bana eski yazılarımdan birinin başlığını hatırlattı. 2001 yılında HADEP Genel Başkan Yardımcısı Mehmet Metiner için yazdığım eleştiri yazısında “İslamcıdan demokrat çıkmaz!” diye başlık atmıştım. Altan Tan örneği bu düşünceyi bir kez daha kanıtlayarak konuyu hatırlattı.
İslamcıdan demokrat çıkmaz!
Çıkmaz, çünkü birincisi “İslam kendini sonuncu din olarak görür ve bu nedenle değişimi reddeder. Değişimin reddi 1200 yıl önceki sistemin kabulüdür.
Çıkmaz, çünkü ikincisi, “İslam hukuku şeriata dayanır!” Şeriat çağdışıdır ve eşitlenme ve özgürlükle tanımlanan demokrasiyle asla uzlaşamaz.
Çıkmaz, çünkü İslam Müslüman olmayan halklara yönelik Darü’l-harp ile mükelleftir. Yani cihat onun temel eylemidir.
Çıkmaz, çünkü İslam katı bir hiyerarşik sistemi egemen kılmış, tanrı ile kul arasına birçok hiyerarşik kademe yerleştirmiştir.
Çıkmaz, çünkü İslam (diğerleri gibi) erkek sistemidir. Kadını aşağılaması, kadın üzerinde sahiplik hakkını savunması bundandır ve bu nedenle toplumun en azından yarısını köle olarak kabul eder.
Ve nihayet, demokrasi açık toplum sistemidir. Oysa İslam yalan söyleme hakkını hukuklaştıran (takiyye), içi dışı bir toplum (açık) modeline hileyi katan bir sisteme inanıştır.
İslamcının kalıbı içerisine girmek istemeyen sıradan mütedeyyinler, kendi yorumlarını ekleyerek güncel yaşamda kendi gereksinimlerine yanıt olabilecek bir İslam reformunu pratik olarak yaşama sokabilmişlerdi. AKP dönemi, yaşama uyarlanmış Halk İslâm’ının yeniden mollalar sisteminin resmi İslam’ına dönüştürülme çabasıdır. Bu çok eski bir mücadeledir. Toplumdaki bütün din ve inançlara ve benim gibi inançsızlara saygılı bir mütedeyyin olan ilkokul mezunu babamın medrese eğitimli Altan Tan’ları ciddiye almamasının nedeni, sanırım bu saygının sınırlarıyla ilgili bir anlayış çatışmasıdır.