Anasayfa , Köşe Yazıları , Sosyal Emperyalizmden Bugüne Rus Emperyalizmi

Sosyal Emperyalizmden Bugüne Rus Emperyalizmi

Suriye’deki paylaşım savaşı Rusya’yı dünya siyasi arenasına geri döndürmekle kalmadı, yetmiş yılı aşkın bir süredir hegomonik güç olan ABD emperyalizminin karşısına emperyalist bir güç olarak çıkmasını da kanıtlamış oldu. Ezilenler cephesi yok sayılarak ilan edilen tek kutuplu dünyanın çeyrek asırlık bir zaman diliminde sosyal emperyalizminin doğrulmasının-çökmesinin yarattığı enkazdan Rusya’nın emperyalist güç olarak gelişme sürecine tarihi geriye sardığımızda Kruşçev’in “barış içinde bir arada yaşama, barışçıl geçiş” teorisinden Garbaçov’un “karşılıklı bağımlılık ve uluslararası işbirliğine” uzanan kapitalist dönüşüm süreci karşımıza çıkacaktır.

Sosyal emperyalizmin yıkımına doğru giden süreci, esasında Rusya’nın kapitalist sistemle tam anlamıyla bütünleşme sancısını yaşadığı süreçtir. Rus sermayesinin “sosyalist” isminden kurtularak uluslararası piyasaya sınırsız girme çabasıdır da. “Neo-liberalizm” adı verilen dünya üzerinde sermayenin kuralsızlaştırıldığı, sömürü ve talanın azgınlaştırıldığı dönemde sosyalizmin adı dahi Rus sermayesine engel teşkil ediyordu. Bu süreç hem ekonomik hem de ideolojik yeniden yapılandırılmayı zorunlu kılıyor, ekonomik alanda yaşanan kapitalist dönüşüme rağmen ideolojik alanda var olan sosyalizm düşüncesi önemli bir engel oluşturuyordu. Ekonomik alanda “neo-liberal” sürece yedeklenerek uluslararası piyasaya açılmak ve kapitalist dönüşümü “başarıyla” sonlandırmak için perestroyka (yeniden yapılanma) politikası izlenirken, ideolojik alanda dönüşümün sağlanması ve sosyalist düşüncenin tamamıyla silinmesi amacıyla glasnost (açıklık) politikası uygulandı. “Tek ülkede sosyalizm tıkandı” söylemine sarılan ve sosyalizmi bir kez daha kapitalist dönüşüme alet eden Garbaçov, sosyal emperyalizmin çöküşünü, başka bir ifadeyle, yüzlerindeki sosyalizm maskesini çıkararak, malumun ilanını açıkladı. Büyük bir hınçla Berlin Duvarı’na balyozla vuranlar, sosyalizme indirdiklerini sandıkları darbelerle kapitalist sömürünün önündeki engelleri kaldırıyorlardı.

SSCB’nin dağılması hem Rusya’da hem de uluslararası alanda kapitalizm için sosyalizmin bir tehdit olmaktan çıkması anlamına geliyordu. Rusya, dağılmanın etkisiyle yüzde 40 oranında düşen GSYH’sına rağmen 90’lı yılların sonuna gelmeden hızla toparlandı. Bu toparlanmanın gelişmeye-güçlenmeye evrilmesinde en önemli unsur kuşkusuz ki yeraltı ve yerüstü kaynaklarının dağılımıdır. 15 devlete ayrılan SSCB’de petrolün yüzde 90’ı, doğalgazın yüzde 80’i, altının yüzde 70’i elektrik üretiminin yüzde 62’si Rusya’ya kaldı. Bu enerji kaynakları Sovyet döneminde uygulanan yabancı yatırımlarda yüzde 51 payın Sovyet’e ait olması kuralının terk edilerek emperyalist sermayenin ülkeye çekilerek üretimin artırılmasında, dolayısıyla ekonomik gelişmenin sağlanmasında sınırsızca kullanıldı. Özelleştirmelerle, neo-liberal sürece dâhil olan Rusya’da devletin ekonomideki eli kırılarak tekelleşmenin önü açıldı. Gazprom, Lukoil, Rosvoonujeniye gibi tekeller oluştu.

Ekonomik olarak gerçekleşen toparlanma doğrudan siyasete de yansıdı. Rusya, ’90’ların ortasına kadar ABD ve AB ile uyumlu ve bağımlı politika izlenirken, 1994’ten sonra bu politikada değişiklik yapıp “Yakın Çevre” adı verilen bir siyaset izleyerek, SSCB’den ayrılan devletlerle Bağımsız Devletler Topluluğu altında güvenlik ve ekonomik anlaşmalar yaptı. Aynı politika doğrultusunda Orta Asya ülkeleriyle de esasını güvenlik ve ekonomik konuların oluşturduğu anlaşmalar imzalandı. Böylece hem sınır güvenliğini sağladı hem sorunlu bölgelerde rahatlama gerçekleştirdi hem de ABD’nin NATO üzerinden kendisini kuzeye sıkıştırma çabasını boşa çıkardı. Bunun en önemli adımlarından biri 1996’da kurulan Şanghay Beşlisioldu.

1998’de yaşanan finans krizi Batıcılar ile Avrasyacılar arasında siyasi krizini açığa çıkardı. B. Yeltsin’in istifasıyla Batıcılar ile Avrasyacılar arasındaki klik dalaşını Avrasyacılar kazanarak V. Putin’i iktidara taşıdı. Rusya’nın geleceğinin, ekonomik ve siyasi nüfuz elde edebilmesinin, eski gücüne ulaşabilmesinin yolunun Avrasya’da olduğunu savunan Avrasyacılar, Putin başkanlığında yüzünü Avrasya’ya döndü. Putin’in “2020’ye Doğru Gelişme Stratejisi” kapsamında hem iç hem de dış politikası bu anlayışa göre şekillendirildi.

Klik dalaşını Avrasyacıların kazanmasıyla “çözüme” kavuşan siyasi krizin ardından ekonomik alanda ’98 krizinin etkileri, esasta dış etkenden kaynaklı, daha erken atlatıldı. 2000’lerin ilk yıllarında artan petrol fiyatları Rusya’nın toparlanmasını kolaylaştırdı. Bunu takiben emperyalist sermaye akışı ve iç tüketimin canlanması politikasıyla ekonomik bunalımı 2005 sonrası dönem için büyümeye çevirdi. Gelirin yüzde 60’ı gibi önemli bir kısmını enerji kaynaklarından sağlayan Rusya, petrol fiyatlarındaki artışın devam etmesine bağlı olarak ekonomisini de güçlendirdi.

Ukrayna ve Suriye savaşında Rusya’nın gücünü kırmak ve köşeye sıkıştırmak amaçlı ABD’nin petrol fiyatlarını düşürmesi, AB’nin ekonomik yaptırımlar uygulaması öncelikli olarak 2012 itibariyle ekonomik büyümeyi yavaşlattı. 2015 ve 2016’da yaşanan durgunlukta Rus ekonomisinin Gayri Safi Yurt İçi Hâsılası yüzde 4 oranında düştü. Rus emperyalizmi, bu yıpratma politikalarına karşı kemer sıkma politikası izledi. Önümüzdeki üç yıl boyunca bütçe harcamalarından yüzde 10 kesinti yapılarak kemer sıkmaya devam edilecek.

Bütçe açığının kapatılması için 2014 yılında GSYH’nın yüzde 8’ine denk gelen miktarda devlet fonu kullanıldı. Yaşanan ekonomik krize rağmen Rus halkının Putin’e olan desteğinin yüzde 80 gibi yüksek bir oranda olması, Rus milliyetçi ve şovenizmine dayanan “jeo-politik statü” propagandasıyla Rusya’nın geleceğinin esas mesele olduğu konusunda ezilen emekçi Rus halkının baskı altına alınmasının bir sonucudur.

2000’li yıllar aynı zamanda ABD’nin NATO ve AB üzerinden Rusya’yı kuzeye hapsetme ve Rusya’nın bunu kırma çabasının yaşandığı dönemdir. 2000’lerin başında renkli devrimlerle Rusya’ya sınır ülkelerde ABD’ci yönetimleri iktidara getirme çabası, Orta Asya’da ABD üslerinin kapatılmasıyla karşılık bulup boşa düştü. Gürcistan’da ABD yanlısı yönetimin Rusya ile Osefya krizi yaşaması, ABD’nin Rusya’yı Kafkaslar’dan sıkıştırma çabası Osefya işgaliyle sonuçlandı. Ukrayna’da yaratılan kriz ve Rusya’yı Güney’den çevreleme hamlesi ise Kırım’ın ilhakıyla karşı hamleye dönüştü. Rus emperyalizmi kendisini kuşatma hamlelerine karşı askeri olarak da etkili cevap vererek, ekonomik alanda sıkıntıları olsa da siyasi ve askeri olarak güçlü olduğunu göstermiş oldu. Suriye savaşı bunun dünya genelinde tescillendiği bir savaş oldu. Bunun yanında, Rus emperyalizminin, bu süreçte Çin emperyalizmiyle ortak hareket etmesi, ABD’ye aleyhe olan hiçbir kararı BM’den geçirtmemeleri, Rusya’nın elini güçlendiren bir etken oldu. Bundan dolayıdır ki Putin bir konuşmasında ABD’ye atfen “Tek kutuplu dünya kurma girişimleri sonuçsuz kaldı” diyerek, hegomonik güç olan ABD’nin karşısında emperyalist bir güç olduğunu da ilan etmekten geri durmadı. Bu aynı zamanda yetmiş yıllık ABD’nin hâkim güç konumunun tartışılmaktan öte tedrici olarak el değiştirme sürecinin hızlandığının da işaretidir.

Emperyalistler arası çelişkide sermayesi güçlü olan emperyalistlerin hâkim güç olması, belli bir süre bunu sürdürmesi,  daha sonra geriden gelerek güçlenen emperyalistlerin hâkim güç olan emperyalistlerin yerini alması kapitalist ekonomi yaslarına aykırı değildir. Aksine Kapitalist sistemin devamlılığının sağlanmasıdır. Zayıflayan ABD’nin yerine Çin veya Rusya’nın hâkim güç olması dünya ezilen halkları için daha güçlü ve örgütlü anti-emperyalist mücadele edilmesi anlamına geliyor. Zira emperyalistlerin adının ABD ve Rusya olmasının bir anlamı yoktur. Emperyalizm işgalcidir, saldırgandır, sömürücüdür. Bugüne dek atılan “Kahrolsun ABD emperyalizmi!” sloganı aynı sınıf bilinci ve kiniyle “Kahrolsun Rusya emperyalizmi!” şeklinde daha güçlü atılmalı, atılacaktır da. (Özgür Gelecek)