Home , Köşe Yazıları , Savaş ve işçi sınıfı

Savaş ve işçi sınıfı

umar-karatepe-150x150-64x64UMAR KARATEPE-İktidarın kendi varlığını “savaş” kartı ile uzatmaya yönelmesi, “savaşa ve şovenizme karşı mücadeleyi” işçi sınıfı hareketinin asli bir unsuru olarak tartışmayı daha acil biçimde gündeme getirdi.

AKP’nin Ortadoğu’da ve Türkiye’de izlediği “savaş” siyaseti, basitçe teritoryal bir egemenlik mücadelesi olmanın ötesinde “rejim inşasının kriz evresi”ne iktidar müdahalesi olarak gündeme geliyor.  Bu açıdan bakıldığında savaş siyaseti, iktidar karşıtlarını kontrgerilla cihazının tüm imkanlarını kullanarak etkisizleştirmeyi hedeflemekte ve bu operasyona etnik ve mezhepsel gerilimler ekseninde destek sağlamayı amaçlamaktadır.

Rejim inşasının krizine iktidar müdahalesi olarak yürütülen savaşın, Kürt düşmanlığı, Alevi düşmanlığı, sol düşmanlığı ile örülen “ideolojik örtüsü” bu kez oldukça şeffaftır. Örtünün ardındaki iktidar mücadelesi ve sınıfsal çelişkiler, belki hiç olmadığı kadar görünür durumdadır. “Başkanın kürsüsü” haline getirilmeye çalışılan “şehit cenazeleri”nin, “sarayın değil yoksulların çocuklarının ölmesine” karşı protestolara sahne olması, “vatan sağ olsun” söyleminin dahi işlevsizleşmesi bu ideolojik örtünün inceldiğinin alametleridir. Bu örtüyü tamamen kaldırıp atmak, sosyalistlerin en temel görevlerindendir.

Sosyalist mücadelenin tarihsel birikimi, savaşa karşı berrak, belirgin çizgiler oluşturmuştur.  Lenin’in “Devrimci yenilgicilik” kavramı bunlardan en bilinenidir. Tartışmanın o dönemdeki güncelliği nedeniyle emperyalistler arasındaki savaşlarda sosyalistlerin tutumunu yansıtan ve her sosyalistin kendi hükümetinin yenilgisi için mücadele etmesi gerektiğini ifade eden “Devrimci yenilgicilik” tutumunu tarif ederken kilit kavram “gericilik”tir.

“Gerici bir savaşta, devrimci bir sınıf, hükümetinin yenilmesini istemekten başka bir şey yapamayacağı gibi, hükümetin askeri başarısızlıkları ile onu devirme olanaklarının arttığını görmemezlik de edemez.”(Lenin, Sosyalizm ve Savaş) 

Savaşın niteliğini belirleyen ise bu savaşın hangi sınıfın hangi siyasetinin bir yöntemi olarak gündeme geldiğidir. AKP’nin Suriye’de vekaleten yürüttüğü emperyalistler arası savaşlar kadar, Türkiye’de Kürtlere karşı yürüttüğü kirli savaş da gericidir. Bu savaşta da sosyalistler hükümetin yenilgisini isteyeceklerdir çünkü “Hükümet ordusunun yenilgisi söz konusu hükümeti zayıflatır, köleleştirdiği halkların kurtuluşuna yardımcı olur ve egemen sınıflara karşı iç savaşı kolaylaştırır.” (Lenin, Yenilgicilik ve Enternasyonalizm)

Ancak yenilgiyi istemek yetmez, Lenin’e göre yapılması gereken “bu yenilgiye katkıda bulunmaktır.” Bu yenilgiye katkıda bulunmanın yöntemleri tartışılabilir, geliştirilebilir. Somut durumda, Haziran isyanını yaşamış bir ülkede, AKP fiili rejim değişikliğini yaşama geçirirken AKP’nin yenilgisi için kitlesel-militan bir direniş çizgisini yükseltmek kaçınılmaz bir görevdir.

AKP’nin savaşı karşısında AKP’nin yenilgisini hedefleyen bir emekçi seferberliği mümkün ve gereklidir.  Savaşın maliyetini sınıfsal olarak kimlerin ödediği açıktır. 18 bin lira bulamadığı için ölen gençler, işçi sınıfı için daima “kıt” olan ülke kaynaklarının -zaferi olmadığı defalarca denenen bir sefere- harcanması, hangi sınıfların savaşın mağduru olacağını göstermekte ve bu çelişkiler halkın yaygın, gündelik algısında yerini sağlamlaştırmaktadır.

Öte yandan giderek derinleşen ekonomik kriz savaş ortamında karşılanınca kamu emekçilerinin toplu görüşmelerinin hemen öncesinde sendikalar basılmakta, grev çadırları “İç Güvenliğe” tehdit denilerek saldırıya uğramaktadır.  Tek adamın fiili başkomutanlığı hedefine uygun olarak meclisin fiilen işletilmemesi sonucunda asgari ücret, emekli ikramiyeleri ve taşeron düzeni ile ilgili seçim öncesi verilen vaatler hayata geçirilmemektedir. 2015’in ilk 8 ayında yaklaşık 1000 işçinin çalışırken öldüğü bir ülkede, tabut başındaki savaş kürsülerinden güç almaya çalışan “fiili” hükümet, madenlerde işçi ölümlerini 5 yıl serbest bırakmaktadır.

Dolar ve Euro hızla artarken AKP’nin rejim inşası krizini derinleştiren ekonomik kriz etkisini daha fazla hissettirmekte; kriz koşullarında işçi sınıfının etnik ve mezhepse temelde bölünmesi kuşkusuz ki egemen sınıfların işine gelmektedir.  Etnik ve mezhepsel ayrımların körüklendiği gerici savaş, bu yönüyle işçi sınıfı oluşumuna egemen sınıf müdahalesidir.

AKP’nin savaş politikalarına karşı mücadele “sınıf dışı” bir gündem değil aksine,  proletaryayı ve proleterleştirilen geniş kitleleri güvencesizleştirirken farklı statülerde parçalayıp ilerleyen neoliberal stratejinin, sınıf içi rekabeti derinleştirecek başka bir parçalama eksenidir. “İşçi sınıfının birliği”ni esas alan herhangi bir çizgi, bu parçalanmayı derinleştirecek ırkçı-mezhepçi-cinsiyetçi-şovenist eğilimlerle mücadeleyi yeni bir işçi sınıfı hareketinin asli bir unsuru olarak görmek durumundadır.  Daha açık bir ifadeyle, işçi sınıfının önemli bir kesiminin Kürt olmaktan, kadın olmaktan, Alevi olmaktan vb. doğan “katmerli sömürü” koşullarına karşı mücadele ihtiyacına yanıt vermeden de sınıfın birliği sağlanamaz.

Evet, şovenizm işçi sınıfı içerisinde oldukça kökleştirilmiştir ve bu zehirli kökü söküp atmak her zaman zorlu bir iştir. Öte yandan bugün Erdoğan diktasına karşı mücadeleyle savaş karşıtı mücadele birbirine yakınsarken, bu mücadeleleri sınıf mücadelesinin bir parçası olarak örgütlemek de daha önce hiç olmadığı kadar olanaklıdır. Sermaye düzeni, savaş ve Erdoğan diktası dışında bir seçenek üretemezken bu ölüm düzeninin “fıtrat” olmadığını haykırmanın tam zamanı…