Anasayfa , Köşe Yazıları , Sadaka kültürünün Almanca’sı

Sadaka kültürünün Almanca’sı

muratcakirYıllar önce, 1993 başında Berlin’de yapılan ve konusu »Başkentin yoksulları« olan bir toplantıya katılanlar, ABD’de yaygın olan ve zamanı geçtiğinden veya başka nedenlerden dolayı satılamayan gıda maddelerini toplayıp, yoksullara bedava dağıtma fikrini bayağı tutmuşlardı. Katılımcılardan bazıları düşünceyi pratiğe geçirerek, 1993’Şubat’ında Berlin’de Türkçe’ye »sofra« olarak çevrilebilecek Almanya’nın ilk »Tafel«ini kurmuşlardı.

Geçen Perşembe günü yapılan bir basın toplantısında, Alman Sofraları Federal Birliği başkanı Gerd Haeuser, artık Almanya çapında toplam 847 yerde »sofra« kurulduğunu ve yaklaşık 40 bin gönüllünün hergün 1 milyondan fazla insana gıda maddeleri ve günlük gereksinimlerini karşılayacak eşyalar dağıttığını açıkladı. »Sofra«ları en çok destekleyenler de ALDI ve Lidl gibi alışveriş mağazası zincirleri. Kuşkusuz onbinlerce gönüllünün yılın her günü kaliteli, ama satılamadığından çöpe gidecek olan gıda maddelerini toplamaları ve bolluk içinde yokluk çekenlere dağıtmaları, insanî duygular, vicdan ve dayanışma değerleri açısından son derece onurlu bir iş. Onursuzluk, şüphesiz bu durumu yaratan sistemde.

Söz konusu olan ülke, dünyanın en zengin ülkelerinden biri. Sayılarla örnek vermek gerekirse: Federal İstatistik Dairesi’nin verilerine göre, özel kişilerin sahip olduğu para miktarı 4,56 Bilyon Avro (sayı ile: 4.560.000.000.000!). Yetmedi: özel mülkiyette bulunan mal varlığı ise brüt 8 Bilyon Avro. Toplam 1,4 Bilyon tutan özel borçları çıkardığınızda, net miktar 6,6 Bilyon Avro.

Matematiksel olarak hesaplandığında, Almanya’da yaşayan her yetişkinin bu durumda 88 bin Avro’ya sahip olması gerekir. Ama, matematiksel olarak! Reel durum ise apayrı. 2007 verilerine göre, toplumun yüzde onluk bir kesimi, toplam zenginliğin yüzde 61,1’ine (2002: yüzde 57,9) sahip. Bunların arasındaki en zengin kesim ise (yüzde 1), toplam zenginliğin yaklaşık yüzde 25’ini elinde tutuyor. Yetişkin Almanların yaklaşık yüzde 9’u ise beş Cent’e bile sahip değiller. Yaklaşık yüzde 70’lik bir kesim, toplam zenginliğin yüzde 9’una sahip. Buna karşın yetişkin Almanların başına ortalama 38 bin Avro özel borç düşmekte (devlet borçları bu miktarın içinde değil).

»Manager-Magazin« adlı derginin bildirdiğine göre, Almanya’da 122 kişi en az 1 milyar Avro veya daha fazlasına sahip – en zengin aile ise 36 milyar Avro’luk servete. İşin ilginci, en zengin beş aileden, dördü alışveriş mağazası zincirine sahip. Bu branş, en düşük ücretli ve en kötü çalışma koşullarının olduğu bir alan. En zengin iki aile de, ALDI mağazaları sahibi iki kardeş ile Lidl mağazaları sahibi Schwarz ailesi. Her yıl miras yoluyla aktarılan para ise ortalama 130 milyar Avro.

Sayılarla örnek vermeye devam edelim: Almanya nüfusunun yüzde 13’ten fazlası yoksulluk sınırında yaşıyor. Resmî yoksulluk sınırı, ortalama gelirin yüzde 60’ı. Buna göre dört kişilik bir aile için yoksulluk sınırı 1.798 Avro. 1 milyonu aşkın çalışan, tam gün çalışmalarına rağmen Hartz IV olarak anılan sosyal yardım almak zorunda. Bu özellikle çocuklar için tam anlamı ile bir felaket anlamına geliyor. Yetişkinlere ayda 347 Avro verilirken, 14 yaşın altındaki çocuklara 208 Avro, 15 yaşın üstündekilere de 278 Avro yeterli görülüyor.

Bu durumda Hartz IV yardımı alan bir ailenin on yaşındaki çocuğuna kahvaltı, öğle yemeği ve akşam yemeği için günde 2,55 Avro; ayakkabı alabilmek için ayda 3,65 Avro; kitap, okul malzemeleri, kırtasiye için ayda 12,77 Avro ve boş zamanlarında bol bol harcayabilmesi için ayda 1,36 Avro düşüyor.

Hemen ertesi gün, 11 Haziran’da Nürnberg’deki Federal İş Ajansı’nın yaptığı bir açıklamada, (traşlanmış istatistik verilere dayanarak) 2010 yılında işsiz sayısının en az 800 bin artarak, 4,5 milyona çıkacağı belirtiliyordu. İşsiz kalacak olanların önemli bir kesimi henüz 12 ayı doldurmadıklarından, ortalama gelirlerinin yüzde 65’ini tutan işsizlik parası yerine, aylık 347 Avro’luk Hartz IV yardımına muhtaç olacaklar.

Bu nedenle Sofralar Birliği başkanı Haeuser, boşuna durumun vehametine dikkat çekerek, devletin gerekli adımları atmasını istemiyor. Öyle ya, adam günde 130 bin ton yardım dağıtan kuruluşların başında. Ve deneyimlerinden hareketle, devletin ancak sosyal patlamalar tehlikesi olduğunda harekete geçeceğini de biliyor.

20.Yüzyıl’ın başında »Barınakta« başlıklı makalesini kaleme alan Rosa Luxemburg, bir Noel bayramı öncesinde gıda maddelerinden zehirlenerek ölen evsiz-barksızların hikâyesini anlatırken, kent doktorlarının o zavallıların bağırsaklarında hangi bakteri kültürü nedeniyle öldüklerini araştırdıklarını alaya alıyor ve şöyle diyordu: »Hiç boşuna aramayın. Fail belli. Virüs, saf kültürde kapitalizmdir!«. Bu gerçek 21.Yüzyıl’ın başında da hâlâ geçerli.

Murat Çakır 13 Haziran 2009

| 20 – 06 – 2009 |