Anasayfa , Dünya , Romain-Stalin söyleşisi…..

Romain-Stalin söyleşisi…..

Romain Rolland’ın 150. doğum günü anısına: Romain-Stalin söyleşisi

Komsomolskaya Pravda gazetesi, Nobel Edebiyat Ödüllü Fransız yazar Romain Rolland’ın 150. doğum günü anısına Stalin ile Rolland arasında 28 Haziran 1935 yılında geçen bir konuşmayı yayınladı. Söyleşide Batı’nın Sovyetler Birliği’ne bakış açısı, Fransız toplumunun Sovyet sistemine dair görüşleri, Stalin’in faşizm, burjuva demokrasisi ve sosyalizm üzerine yaptığı değerlendirmeler yer alıyor…

Romain-Stalin söyleşisi

Romain-Stalin söyleşisi

 

Stalin: Dünyanın en büyük yazarıyla sohbet etttiğim için çok mutluyum.

Romain Rolland: Herkesin gurur duyduğu ve bizim umutlarımızı bağladığımız bu büyük yeni dünyayı daha önceden gezmeye sağlığım izin vermediği için çok üzgünüm. Eğer müsaade buyurursanız, sizinle Sovyetler Birliği’nin eski bir dostu ve yoldaşı olarak, Batı’dan gelen bir tanık, gözlemci; gençliğin ve Fransa’daki duygudaşlarınızın güvendiği bir kişi olarak konuşacağım.

Sovyetler Birliği’nin Batı’da bin kişinin gözünde nasıl bir şey uyandırdığını biliyor olmanız lazım. Batılılar, Sovyetler Birliği hakkında oldukça muğlâk bir bilgi sahibiler. Ancak kendi ümitlerinin, çoğunlukla farklı ve bazen çelişkili ideallerinin Sovyetler içinde gerçekleştiğini görebiliyorlar. Batılılar, şimdiki ağır ekonomik ve ahlaki kriz şartlarında Sovyetler Birliği’nden bir öncülük, slogan ve sahip oldukları şüphelerin izahını bekliyorlar.

Tabii ki Batılıları memnun etmek kolay değil. Sovyetler Birliği’nin kendisine ait büyük bir misyonu, inşa ve savunmaya dayalı bir çalışması var. Dolayısıyla kendisini tamamen bu çalışmaya vermek zorunda. Bu durum, birliğin tevdi edebileceği en iyi slogan için bir örnek teşkil etmektedir. Birlik, bir yol belirliyor ve bu yolda ilerleyip söz konusu çalışmayı kökleştiriyor.

Yine de Sovyetler Birliği, bugünkü dünya konjonktürünün ona atfettiği büyük sorumluluğu bir yana itmemelidir. Söz konusu sorumluluk bazı durumlarda, başka ülkelerden kendisine itimat eden kitlelere ilgi göstermek şeklinde “yüce” bir sorumluluk olabilmektedir. Bu bağlamda Beethoven’ın o ünlü sözünü tekrarlamak yetersiz kalır: “Hey insanoğlu kendine yardım et.”Kitlelere yardım etmek ve öğütlerde bulunmak lazım.

Fakat bunu faydalı bir şekilde yapmak için her ülkenin ideolojisini ve özgül mizacını hesaba katmak gerekir. Bu noktada sadece Fransa ile ilgili konuşacağım. Fıtri ideolojinin bilinmemesi ciddi anlaşmazlıklar uyandırabilir ve fiilen uyandırmaktadır da.

Sovyetler Birliği’nde ikinci bir meşrep haline gelen diyalektik düşünceyi Fransız halkından hatta Sovyet halkıyla ortak duyguları paylaşan kesiminden dahi asla beklememek lazım. Fransız mizacı soyut, mantıksal, rasyonel ve anlaşılır düşünceye; en temelinde tümdengelimli düşünceye oranla daha deneysel bir düşünceye alışkındır. Bu mantığı ortadan kaldırmak için onu iyi idrak etmek lazım. Halk veya kamuoyu birlikte salınmaya alışmış. Sürekli olarak, atılan her eylemin gerekçelerine ulaşma ihtiyacı duymaktadır.

Kanımca Sovyetler Birliği, yabancı dostlarına kendi eylem gerekçelerinin birkaçını aktarma konusuna yeterli bir ilgi göstermiyor. Ne var ki Sovyetler Birliği’nin kâfi derecede doyurucu, inandırıcı ve adil gerekçeleri bulunmaktadır. Ancak bu konuya sanki çok az ilgi gösteriyor. Bana göre bu ciddi bir hatadır. Bu durum, olguların kasıtlı olarak yalan ve yanlış yorumlanmasına(Sovyet halkının duygudaşları arasında endişe uyandıran) mahal vermektedir. Nitekim son zamanlarda, Fransa’da yaşayan dürüst insanlar arasında bu endişenin var olduğunu gözlemledim. Bu konuda sizi uyarmak zorundayım.

Diyeceksiniz ki biz entelektüellerin ve yoldaşların rolü bu konuyu çözüme kavuşturmaktır. Biz bu mesele ile çok başa çıkamıyoruz. Zira her şeyden önce iyi bilgilendirilmiyoruz. Sorunu izah etmek için bizi gerekli belgelerle besleyemiyorlar. Bana sorarsanız Batı’da entelektüel istişare için VOKS[1] tarzı bir kurumun var olması gerektiğini düşünüyorum. Ama bu kurum daha politik bir karakterde olmalı. Batı’da buna benzer kurumlar olmadığı için yanlış anlamalar birikmektedir ve hiçbir Sovyet resmi kurumu bu yanlış anlamaları düzeltmeye çalışmamaktadır. Görünüşe bakılırsa yanlış anlamalar, zaman içinde tebahhur etmeye bırakılmış. Fakat tebahhur etmek yerine aksine pıhtılaşmaktadırlar. Daha en başından müdahale etmek, ilk çıktıkları gibi onları püskürtmek lazım.

İşte size onlardan birkaç örnek:

Sovyetler Birliği’nin yüce aygıtı konumundaki Sovyet hükümeti, ya mahkeme kararı ya da kanun hükmünde birtakım kararlar almaktadır. Bu yargı kararları, alışagelmiş bazı cezalandırma önlemlerini değiştirebilmektedir. Bazı durumlarda bununla ilintili sorun ve kişiler, mevcut durumu temsil ederler veya genel bir ilgi ve önem taşırlar. Dış kamuoyu ise şu veya bu sebepten dolayı tahrik olur. Hâlbuki yanlış anlaşılmalardan kolay bir şekilde kaçınılabilinirdi. Bunu neden yapmıyorsunuz?

Kirov’un[2] kurban verildiği komploya suç ortaklığı yapanları bastırmakta kesinlikle haklıydınız. Fakat komplocuları cezalandırırken mahkûmların işledikleri suç konusunda Avrupa halkını ve Batı dünyasını bilgilendirmeliydiniz. Victor Serge’yi[3] 3 yıllığına Orenburg’a sürgüne gönderdiniz. Bu oldukça ciddi bir olaydı. Bu olayın 2 yıl boyunca Avrupa kamuoyunda geniş bir yer tutmasına neden müsaade ettiniz! Fransızca yazan bu yazarı ben şahsen tanımıyorum. Fakat onun arkadaşlarından birkaçıyla dostluğum var. Bu arkadaşlar Victor Serge’nin Orenburg’taki sürgün hayatı ve ona nasıl davrandığınızla ilgili çok sayıda soru soruyorlar. Ben şundan eminim ki siz ciddi gerekçelere dayanarak bu sürgün kararını verdiniz. Fakat bu gerekçeleri, Serge’nin suçsuz olduğunu üsteleyen Fransız halkının önünde okumak fena olmaz mıydı? Alfred Dreyfus ve Calas davalarını[4] yaşamış bir ülkede mahkumun, eylemin merkezinde olmasına müsaade etmek genel anlamda çok tehlikelidir.

Tamamen farklı özellikteki bir başka olay ise 12 yaşını doldurmuş genç yaştaki suçluların cezalandırılmasına dair kısa süre önce yürürlüğe giren bir yasayla ilgilidir. Yasanın içeriği yeterince bilinmiyor. Eğer bilinirse, bu insanlarda ciddi şüpheler uyandırır. Bu yasayla birlikte, çocuklar üzerinde ölüm cezasının uygulanacağı izlenimi doğmaktadır. Ben tabii ki sorumsuzluktan nemalananlara ve sorumsuzca davrananlara korku salmayı lüzumlu hale getiren gerekçelerinizi anlıyorum. Ancak halk bundan anlamaz. Halkın bilincinde yer edinen düşünceye göre, ölüm cezası uygulanabilir veya hakimler kendi takdir halklarını kullanarak bu cezayı uygulayabilirler. Bu büyük bir protestoya bile kaynaklık edebilir. Bu durumu bir an önce halletmek lazım.

Yoldaşlar, affedersiniz sanırım biraz fazla konuştum. Galiba sormamam gereken bazı sorular da sordum.

Stalin: Hayır, hayır rica ederim. Sizi dinlemekten çok memnunum. Tamamen sizin emrinizdeyim.

Romain Rolland: Nihayet savaşla ilgili soru işareti uyandıran oldukça güncel bir başka yanlış anlama mevzusuna geçebilirim. Savaş sorunu Fransa’da uzun süredir tartışılmaktadır. Birkaç yıl önce Henri Barbusse ve diğer komünist arkadaşlarla savaş karşıtı koşulsuz kampanyayı konuşmuştuk. Bana göre, savaşın gerçekleşmesi olası farklı hallerini incelemeli ve her durumla ilgili alınabilecek farklı pozisyonlar geliştirmeliyiz. Eğer doğru anlıyorsam Sovyetler Birliği barışa ihtiyaç duymakta, barışı istemektedir ve birliğin aldığı pozisyon, büsbütün bir pasifizme de uygun düşmemektedir. Pasifizm, belirli durumlarda faşizm lehine savaştan feragat edebilir, sırası geldiğinde ise savaş çıkartabilir. Bu bağlamda Amsterdam Kongresi’nin 1932 yılında faşizm ve savaşa karşı aldığı bazı kararlardan memnun değilim. Çünkü bu kararlar, savaş karşıtı taktik sorununa dair biraz şüphe uyandırmaktadır.

Bugünlerde yalnız pasifistlerin değil, aynı zamanda Sovyetler Birliği’ndeki birçok arkadaşın da fikirleri yoldan çıkmış vaziyette. Sosyalist ve komünist bilinç, Sovyetler Birliği’nin emperyalist Fransa hükümetiyle kurduğu askeri ittifaktan dolayı allak bullak oldu. Bu durum zihinlerde kaygı uyandırıyor. Burada devrimci diyalektiğe dair cevaplanmayı gerektiren çok ciddi sorular ortaya çıkmaktadır. Bunu, mümkün olduğunca maksimum samimiyet ve açıklıkla yapmak gerekir.

Sanırım, söylemek istediklerim bu kadardı.

Stalin: Eğer cevap sırası bendeyse, müsaade ederseniz bütün noktalara açıklık getirmeye çalışayım. Öncelikle savaşla ilgili konuşalım. Karşılıklı yardım konusunda Fransa ile hangi şartlar altında antlaşma yaptık? Avrupa’da ve dünyada iki ayrı devlet sisteminin meydana geldiği şartlarda. Birincisi her türlü canlı varlığın, işçi sınıfı ve düşüncesinin mekanik araçlarla baskı altına alındığı, emekçilere nefes alma şansının verilmediği faşist devlet sistemi. Diğeri ise eski zamanlardan kalma burjuva-demokratik devlet sistemidir. Bu sonuncu devlet sistemi de işçi sınıfını baskı altına alabilir. Fakat bu devlet sistemi başka aygıtlarla işlev görmektedir. Bu sistemde parlamento, özgür denilebilecek bir basın, yasal parti v.b. şeyler mevcuttur. Bu sistemde öncekine oranla fark vardır. Evet, bu sistemde de kısıtlamalar vardır fakat belli bir özgürlük söz konusudur. Az çok nefes alma imkanı vardır. Bu iki devlet sistemi arasında uluslar arası ölçekte bir mücadele yaşanmaktadır. Gördüğümüz kadarıyla bu mücadele, her geçen zaman daha gerilimli bir hal almaktadır. Şu soru sorulabilir: İşçi sınıfının hükümeti, bu şartlarda tarafsız kalmalı ve müdahale etmemeli mi? Hayır müdahale etmelidir. Çünkü tarafsız kalmak demek, faşistlerin zafer kazanmasını kolaylaştırmak demektir. Faşistlerin zaferi barış davası için, Sovyetler Birliği için ve dünyadaki işçi sınıfı için bir tehdit olacaktır.

Eğer Sovyet hükümeti iki devlet tipi arasındaki mücadeleye karışırsa hangisinin safında yer alır? Tabii ki barışı ihlal etmemiş burjuva-demokratik hükümetlerin safında yer alır. Bu bakımdan Sovyetler Birliği, faşist devletlerin ve saldırganların muhtemel saldırılarına karşı Fransa’nın iyice silahlanmasıyla ilgilenmektedir. İki sistem arasına girmekle aslında faşizm ve anti-faşizm, saldırı ve saldırmazlık arasındaki mücadelenin terazisine anti-faşizm ve saldırmazlık kefesini daha ağır çeken ek bir kantar taşçığı atmış oluyoruz. İşte Fransa ile yaptığımız antlaşmanın dayandığı temel de budur.

Dediğim gibi bu Sovyetler Birliği’nin bir devlet olarak takındığı tutumdur. Peki, Fransa’daki Komünist Parti savaş sorunuyla ilgili böyle bir pozisyon mu almalı? Bana göre hayır. Komünist Parti, Fransa’da iktidarda değil, iktidarda olanlar kapitalistler, emperyalistler. Fransa Komünist Partisi, küçük bir muhalefet grubudur. Fransız burjuvazisinin, Fransız işçi sınıfına karşı orduyu kullanmadığına dair garanti var mı? Tabii ki hayır. Sovyetler Birliği’nin dışarıdan gelen saldırılara ve saldırganlara karşı Fransa ile yaptığı karşılıklı yardım antlaşması var. Fakat Fransa’nın kendi ordusunu Fransız işçi sınıfına karşı kullanmayacağına dair herhangi bir antlaşması yoktur ve olamaz da. Bildiğiniz gibi Komünist Partisi’nin SSCB’deki konumu, Fransa’daki Komünist Partisi’nin konumundan farklı. Tabii ki Komünist Partisi’nin Fransa’daki pozisyonu, Sovyetler Birliği’nde iktidarda bulunan Komünist Partisi’nin pozisyonuyla da karşılaştırılamaz. Bu bakımdan Fransa Komünist Partisi’nin SSCB ve Fransa arasında yapılan antlaşma öncesindeki konumunda kalması gerektiğini söyleyen Fransız yoldaşları çok iyi anlıyorum.

Bütün bunlardan sonra, eğer komünistlerin çabalarına rağmen bir savaş dayatılırsa o zaman komünistler bu savaşı boykot etmeli, fabrikalardaki işi sabote etmeli vs. Biz Bolşevikler, savaşa karşı olmamıza ve çarlık hükümetinin hezimetinden yana olmamıza rağmen, hiçbir zaman silahtan feragat etmedik. Biz hiçbir zaman fabrikadaki işi sabote etme veya savaşı boykot etmenin tarafları olmadık. Biz tam tersine savaş kaçınılmaz olduğunda askere gittik, silah kullanmayı, ateş etmeyi öğrendik ve sonra bu silahı sınıf düşmanlarına doğru yönelttik.

Diğer burjuva devletlere karşı bazı burjuva devletlerle siyasi antlaşma imzalamanın SSCB için kabul edilebilirliğine bakıldığında bu sorun, henüz Lenin döneminde onun inisiyatifiyle olumlu bir manada çözüme kavuşturulmuştu. Trotskiy de sorunun bu şekilde çözülmesinden yanaydı. Fakat şimdi göründüğü kadarıyla her şeyi unutmuş gibi.

Batı Avrupa’daki dostlarımıza öncülük etmemiz gerektiğini söylediniz. Şunu söylemeliyim ki böyle bir görevi üstlenmekten sakınıyoruz. Dostlarımıza öncülük etme gibi bir niyetimiz yok. Zira tamamen farklı bir ortamda ve havada yaşayan insanlara yön vermek zor bir iştir. Her ülkenin kendine özgü belli bir havası, şartları var ve bu insanları bizim taraftan, Moskova’dan yönetmek oldukça cesurca bir hareket olurdu. Bu yüzden sadece bazı genel tavsiyeler vermekle yetiniyoruz. Aksi durumda altından kalkamayacağımız bir sorumluluk almış olurduk. Yabancıların bizi uzaktan yönettikleri dönemden de geçtik. Savaşa kadar, daha doğrusu 1900’lü yılların başına kadar Alman Sosyal-Demokrat Partisi, Sosyal-demokrat Enternasyonal’in özünü oluşturuyordu. Biz Ruslar ise onların talebeleriydik. Alman Sosyal-Demokrat Partisi, bizi yönetmeye yeltenmişti. Eğer ona, bizi yönlendirme olanağı tanımış olsaydık büyük ihtimalle Bolşevik Parti olmazdı; ne 1905 devrimi ne de 1917 devrimi vuku bulurdu. Her ülkenin işçi sınıfı için kendi komünist yöneticilerine sahip olmak elzemdir. Bu olmazsa yönetim de olmaz.

Eğer Batı’daki dostlarımız, Sovyet hükümetinin attığı adımların gerekçeleri konusunda yeterince bilgi sahibi değilse ve düşmanlarımız onları köşeye sıkıştırıyorsa, bu dostlarımızın sadece iyi tedarik olmadıklarını göstermekle kalmaz, aynı zamanda onları yeterince bilgilendirmediğimizi ve donatmadığımızı gösterir. Bu eksikliği gidermeye çalışacağız.

Sovyet halkına yönelik düşmanlarımız tarafından çok sayıda masal uydurulduğunu ve iftira atıldığını, bizim bunları pek yalanlamadığımızı söylediniz. Bu doğrudur. Olmadı ki düşmanlarımız, SSCB hakkında olmadık fantezi düşünmesinler ve iftira atmamış olsunlar. Bazen iftiraları yalanlamak bile bizi sıkıyor. Zira bu iftiralar çok fantastik ve tamamen saçma. Mesela yazıyorlar, güya ben orduyla Voroşilov’un üstüne yürümüşüm, onu öldürmüşüm, 6 ay sonra ise yine aynı gazete ne söylediğini unutup Voroşilov’un orduyla beraber benim üstüme yürüdüğünü ve beni öldürdüğünü yazıyor, yani kendi ölümünden sonra beni öldürüyor. Sonra güya Voroşilov ile anlaştığımızı falan da ekliyorlar. Bunun neresini yalanlayalım ki?

Romain Rolland: Fakat yine de yalanlama veya herhangi bir açıklamanın olmaması iftirayı besliyor.

Stalin: Olabilir. Haklısınız. Tabii ki bu tür saçma söylentilere daha enerjik şekilde tepki vermek gerekirdi.

Şimdi müsaadenizle 12 yaş çocukların cezalandırılması hakkındaki yasaya ilişkin sarf ettiğiniz düşüncelere bazı yanıtlar vereyim. Bu kanun, tamamen pedagojik bir anlam ihtiva etmektedir. Biz bu yasayla holiganlık yapan çocuklar kadar, onlar arasında holiganizmi organize edenleri de korkutmak istedik. Unutmamak gerekir ki okullarımızda en iyi, öncü erkek ve kız öğrencilerin ahlakını bozmayı veya onları öldürmeyi amaç edinmiş holigan erkek ve kızlardan oluşan 10-15 kişilik farklı grupların olduğu tespit edilmiştir. Bu holigan grupların küçük kızları yetişkin erkeklere pazarladıkları durumlar olmuştur. Sonrasında bu küçücük kızlara içki içirtilerek fahişeleştirilmişlerdi. Yine bu holigan grupların, okulda başarıyla okuyan öncü erkek çocuklarını kuyularda boğduğu, onları yaraladığı ve her şekilde korkuttuğu durumlar da yaşanmıştır. Bununla birlikte bu tür holigan çocuk çetelerinin, yetişkinlerden oluşan haydut elementlerce organize edildiği ve yönlendirildiği tespit edilmiştir. Açıkçası Sovyet hükümeti bu tür kepazeliklere pek dikkat etmedi. Söz konusu yasa, yetişkin haydutları dağıtmak ve korkutmak, çocuklarımızı holiganlardan korumak amacıyla çıkarıldı.

Dikkatinizi çekmek istiyorum ki bu yasayla eş zamanlı olarak Fin bıçakları ve hançerlerinin alış-satışını, onları evde bulundurmayı yasaklayan bir de kanun hükmünde kararname çıkardık.

Romain Rolland: Peki neden bu saydıklarınızı yayınlamak olmasın ki? O zaman bu yasanın neden çıktığı daha iyi anlaşılabilir.

Stalin: Bu kolay bir iş değil. SSCB’de hâlâ eski insanların izinden giden çok sayıda asker, polis memuru, çarlık memuru ve onların çocukları, akrabaları var. Bu insanlar emeğe alışamadılar, öfkeliler ve suça hazır bir zemin oluşturuyorlar. Holigan maceralar ve suçlar hakkında yapacağımız yayının, yukarıda saydığımız benzer elementleri bulaşıcı bir şekilde etkileyeceğinden ve onları suça sürükleyeceğinden endişe ediyoruz.

Romain Rolland: Bu doğru, çok doğru.

Stalin: Peki bu yasayı pedagojik amaçlarla, suçları önlemek ve suç işleyecek elementleri korkutmak için çıkardığımız anlamında bir izahatta bulunabilir miydik? Tabii ki bulunamazdık, çünkü bu durumda yasa suçluların gözünde tüm gücünü kaybedebilirdi.

Romain Rolland: Tabii ki hayır, bunu yapamazdınız.

Stalin: Bu konuda şunu söylemeliyim ki şu ana kadar çocuk suçlulara karşı bu yasanın en ağır maddesinin kullanıldığı bir durum henüz yaşanmadı. Yaşanmayacağını umut ediyoruz.

Siz diyorsunuz ki neden suçlulara veya teröristlere karşı kamu davası açmıyoruz. Mesela Kirov suikasti olayına bir bakalım. Doğru, belki bu olayda teröristlere veya suçlulara karşı içimizde parlayan bir nefret hissiyle hareket ettik. Kirov, mükemmel bir insandı. Onun katilleri en ağır suçu işlemişlerdi. Bu bizi etkiledi. Kurşuna dizdiğimiz 100 kişinin, hukuksal olarak Kirov’un katilleriyle doğrudan bir bağlantısı vardı. Bu kişiler Polonya, Almanya ve Finlandiya’dan düşmanlarımız tarafından gönderilmişti ve hepsi de silahlıydı. Bu kişilere, Sovyet yöneticilerine -Yoldaş Kirov da dâhil olmak üzere- karşı terörist eylemlerde bulunma görevi verilmişti. Bu 100 Beyaz muhafız, askeri mahkemede terörist niyetlerini hiç de inkâr etmemişlerdi. Şunu söylemişlerdi: “Evet, Sovyet liderlerini öldürmek istedik ve onları ortadan kaldırmak istiyoruz. Sizinle konuşacak hiçbir şeyimiz yok. Eğer sizi ortadan kaldırmamızı istemiyorsanız buyurun bizi kurşuna dizin.” Bize göre, bu beyefendilerin işlediği suçları, müdafilerin iştirak ettiği açık bir duruşmada görüşmek dahi aşırı dürüstlük olurdu. Aldığımız duyuma göre, bu mücrimler-teröristler Kirov’a yapılan canice suikasttan sonra diğer Sovyet liderlerine yönelik canice planlarını hayata geçirme peşindeydiler. Caniliği önlemek için, bu bayları kurşuna dizmek gibi hoş olmayan bir görevi üstlenmek zorunda kaldık. İktidarın mantığı budur. İktidar bu tür koşullarda güçlü, sert ve korkusuz olmalıdır. Aksi durumda iktidar olamaz ve iktidar olarak kabul görmez. Mesela Paris Komünü üyeleri, bu mevzuyu pek kavrayamamışlardı. Onlar oldukça yumuşak ve kararsız hareket etmişlerdi. İşte Karl Marks, bu yüzden onlara sitem etmişti. Paris Komünü üyeleri bu yüzden kaybetmişlerdi ve burjuvazi onlara hiç acımamıştı. Bu bizim için bir ders olsun.

Yoldaş Kirov’un suikastı ile ilgili başvurduğumuz en yüksek cezalandırma ölçüsüne dönersek ilerde suçlulara karşı böylesi bir cezalandırma yöntemine başvurmak istemeyiz. Fakat ne yazık ki burada her şey bize bağlı değil. Bunun yanı sıra şunu söylemeliyim ki bizim sadece Batı Avrupa’da dostlarımız yok, Sovyetler Birliği’nde de var. Ne kadar Batı Avrupa’daki dostlarımız düşmanlara karşı maksimum yufkalık göstermemizi tavsiye ediyorlarsa, SSCB’deki dostlarımız da bir o kadar sert olmamızı istiyorlar. Mesela Yoldaş Kirov suikaistinin azmettiricileri olan Zinovyev ve Kamenev’in kurşuna dizilmesini talep ediyorlar. Bu da göz ardı edilemez.

Şu hususa dikkat etmenizi rica ediyorum. Batı’da işçiler bir günde 8, 10 ve 12 saat çalışıyorlar. Bu işçilerin ailesi, eşleri, çocukları var. Onlara ilgi göstermek zorundalar. Bu yüzden kitap okumaya ve buradan kendilerine rehberlik edecek kuralları çekip almaya vakitleri yok. Evet, işçiler, kitaplara çok inanmıyorlar, çünkü burjuva yazar bozuntularının kendi yazılarında onları aldattığını biliyorlar. Bu yüzden sadece gözleriyle gördükleri ve parmaklarıyla dokundukları gerçeklere inanıyorlar. Yine bu işçiler, Avrupa’nın doğusunda kapitalistler ve toprak ağaları için yerin olmadığı, emeğin muktedir olduğu ve emekçilerin benzeri görülmemiş şekilde şeref duyduğu yeni bir işçi-köylü devletinin zuhur ettiğini görüyorlar. Burada işçiler şu sonucu çıkarıyorlar: demek ki sömürücüler olmadan yaşanabiliyormuş, demek ki sosyalizmin mutlak zaferi mümkünmüş. Bu gerçek, yani SSCB’nin varlığı, bütün dünyadaki işçileri devrime götürmek için büyük bir öneme sahiptir. Bütün ülkelerin burjuvaları bunu biliyor ve SSCB’ye hayvani bir nefretle kin besliyorlar.  Özellikle bu yüzden Batı burjuvazisi, biz Sovyet liderlerinin olabildiğinde hızlı şekilde gebermesini arzu ediyor. İşte parayı ve diğer kaynakları esirgemeden teröristleri organize etmeleri ve onları Almanya, Polonya, Finlandiya üzerinden SSCB’ye göndermelerinin altında bu sebep yatmaktadır. Mesela geçenlerde Kremlin’de bu tür terörist elementlerin olduğunu ifşa ettik. Bizim bir hükümet kütüphanesi var. Burada kadın kütüphaneciler çalışıyor. Bu kadınlar, genellikle Kremlin’de görevli yoldaşlarımızın evlerine gidiyorlar ve onların kütüphanelerini düzenliyorlar. Düşmanlarımızın bu kadınlardan birkaçını, terör eyleminde bulunması için tuttukları anlaşılmıştır. Şunu söylemek gerekir ki bu kadın kütüphanecilerin büyük çoğunluğu, eskiden egemen şimdi ise mağlup edilmiş burjuva ve toprak ağalığı gibi sınıfların artıklarıdır. Peki, ne oldu? Bu kadınların zehirle dolaştıklarını ve birkaç görevli yoldaşımızı zehirleme niyetinde olduklarını tespit ettik. Tabii ki kadınları tutukladık, onları kurşuna dizme niyetinde değiliz ama toplumdan izole edeceğiz. Alın size düşmanların vahşetini gösteren ve Sovyet liderlerinin uyanık olması gerektiğini anlatan bir olay daha.

Gördüğünüz gibi burjuvazi, Sovyetlerle çok vahşice savaşıyor ve sonra kendi basın organlarında Sovyet liderlerinin zalimliğinden dem vuruyor. Bir elden bize teröristleri, katilleri, holiganları ve insan zehirleyenleri gönderiyorlar, diğer elden Bolşeviklerin zalimliğine dair yazılar yazıyorlar.

Victor Serge’ye gelirsek, onu tanımıyorum ve bu konuda size bilgi verecek durumda değilim.

Romain Rolland: Ben de onu şahsen tanımıyorum, sadece kendisinin Troçkizm’den dolayı takip edildiğini duymuştum.

Stalin: Evet, hatırladım. Bu adam sadece Troçkist değil aynı zamanda bir düzenbaz. Bu sahtekâr adam, Sovyet iktidarının altında bazı sıçanyolları inşa etti. Sovyet hükümetini aldatmaya çalıştı fakat amacına ulaşamadı. Onunla ilgili Troçkistler, Paris’teki Kültür Koruma Kongresi’nde bazı sorular yöneltmişlerdi. Şair Tihonov ve yazar İlya Ehrenburg bu sorulara gerekli cevabı vermişlerdi. Victor Serge, şimdi Orenburg’ta özgürce yaşıyor ve sanırım orada çalışıyor. Herhangi bir eziyete, işkenceye v.b. şeye uğramadı. Bunların hepsi saçmalık. Bu adam bize lazım değil ve istediği an Avrupa’ya gitmesine izin verebiliriz.

Romain Rolland(Gülümsüyor): Bana dediler ki Orenburg, bir nevi çöl gibidir.

Stalin: Çöl değil, iyi bir şehirdir. Mesela ben Turuhansk bölgesinde, 4 yıl gerçekten tam bir çöl sürgünü yaşadım. Orası buz kesiyor, hava sıcaklığı eksi 50 ve 60’a kadar düşüyor. Ne yapalım, bir şekilde yaşadım.

Romain Rolland: Sizin(Stalin yoldaş) bir süre önce yaptığınız “Dünyada var olan değerlerin en kıymetli ve en önemli kapitali insandır” şeklindeki mükemmel konuşmayla habercisi olduğunuz, benim için ve Batı Avrupa entelektüelleri için özel bir öneme sahip olan yeni hümanizm konusunu da konuşmak istiyorum. Yeni insan ve ondan türeyen yeni kültür. Proleter hümanizmin yeni büyük yolları önermesi, bütün dünyayı devrimin hedeflerine yöneltme kabiliyetindedir. Bundan daha kabiliyetlisi yoktur. Bu insanlık ruhunu taşıyan güçlerin bir sentezidir. Marks ve Engels’in mirası, entelektüel bir parti, yaratma ve keşif ruhunun zenginliği gibi unsurlar, belki de Batı’da en az bilinen bir alandır. Yine de bu alanın kaderinde bizim gibi yüksek kültürlü halkları daha fazla etki altına alma durumu söz konusudur. Son dönemde genç aydınlarımızın ciddi şekilde Marksizme nail olmaya başladıklarını görmek beni mutlu ediyor. Profesörler ve tarihçiler, bu son zamana kadar Marks ve Engels’in öğretilerini geri planda tutmaya ve onları kötülemeye çalışmışlardı. Fakat şimdi yüksek öğretim alanlarında dahi bu yeni akım tebarüz etmektedir. Sorbonne Üniversitesi’nden Profesör Vallon tarafından redakte edilen, Marks’ın raporları ve konuşmalarından oluşan “Marksizmin Işığında” adlı oldukça ilginç bir kitap(derleme) çıktı. Kitabın ana teması, günümüz bilimsel düşüncesinde Marksizmin rolü. Eğer bu hareket gelişirse -ki ben öyle umut ediyorum-, eğer Marks ve Engels’in fikirlerini geliştirip yaygınlaştırabilirsek o zaman bu bizim entelijensiyamızın ideolojisinde derin bir ses uyandıracaktır.

Stalin: Biz Marksistlerin nihai amacı, insanları sömürü ve baskıdan kurtarmak ve bu şekilde kişiyi özgürleştirmektir. Bireyi sömürünün tuzağına düşüren kapitalizm, kişiyi özgürlükten yoksun bırakır. Kapitalizmde yalnızca daha zengin bazı kişiler, özgür olabilmektedir. Kapitalizmde yaşayan insanların büyük çoğunluğu kişisel özgürlükten yoksundurlar.

Romain Rolland: Evet, doğru.

Stalin: Biz sömürüye giden yolları kesmekle birlikte aslında kişiyi de özgürleştirmiş oluyoruz. Bu konuda, Engels’in “Anti-Dühring” kitabında yeterince bahsedilmektedir.

Romain Rolland: Kanımca bu kitap, Fransızcaya çevrilmemiş.

Stalin: Çevrilmiş olmalı. Kitapta Engels’a ait muhteşem bir ifade var. Orada şöyle yazıyor:Komünistler, sömürünün zincirlerini kırıp zorunluluğun krallığından özgürlüğün krallığına doğru bir sıçrama yapmalıdırlar.”

Bizim görevimiz, bireyi özgürleştirmek, yeteneğini geliştirmek ve onda emeğe karşı bir sevgi ve saygı uyandırmaktır. Bizde şu dönemde tamamen yeni bir hava oluştu. Büsbütün yeni bir tür insan; emeğe saygı duyan ve sevgi besleyen bir insan türü ortaya çıkmaktadır. Bizde tembelleri ve avare gezenleri sevmezler, fabrikalarda onları paspasa sarıp öylece tahliye ederler. Emeğe saygı, iş aşkı, yaratıcı çalışma, öncülük; işte bizim temel hayat tarzımız budur. Üretimdeki öncü kadın ve erkekler, herkesin sevdiği ve saygı duyduğu kişilerdir. Şimdilerde yeni hayatımız ve kültürümüz, bu öncü kadın ve erkekler etrafında kümeleşmektedir.

Romain Rolland: Doğru, çok iyi. Sizi bu kadar süre alıkoyduğum ve zamanınızı aldığım için lütfen kusuruma bakmayın.

Stalin: Ne diyorsunuz! Rica ederim.

Romain Rolland: Bana, sizinle konuşma fırsatı verdiğiniz için çok teşekkür ediyorum.

Stalin: Bu teşekkürünüz beni biraz mahcup ediyor. Genellikle kendisinden iyi şeyler beklenmeyen kişilere teşekkür edilir. Acaba, sizi yeterince iyi karşılayacak biri olmadığımı mı düşündünüz.

Romain Rolland(sandalyesinden kalkıyor): Doğrusu size şunu söyleyeyim. Benim için bu görüşme çok sıra dışı bir şey. Hiçbir zaman hiçbir yerde bu kadar iyi karşılanmamıştım.

Stalin: Yarın(29 Haziran) Gorkiy’nin evine gitmeyi düşünüyor musunuz?

Romain Rolland: Sanırım, Gorkiy yarın Moskova’ya geliyorKendisiyle birlikte onun yazlığına gideceğiz. Belki, sonrasında sizin yazlığınızda buluşma teklifinize uyabilirim.

Stalin(gülüyor): Benim kendime ait bir yazlığım yok. Biz Sovyet liderlerinin kendisine ait yazlığı olmaz. Bu, devlet mülkiyetindeki yazlık rezervlerinden biridir sadece. Bunu ben size ikram etmiyorum, bunu Sovyet hükümeti ikram ediyor. Bunu Molotov, Voroşilov, Kaganoviç ve ben ikram ediyoruz.

Orada çok rahat edersiniz. Ne tramvay var, ne de demiryolu. Orada daha iyi dinlenirsiniz. Bu yazlık daima sizin hizmetinizde. Eğer arzu ederseniz, kimseyi rahatsız etme endişesi taşımadan yazlığı istediğiniz gibi kullanabilirsiniz.

30 Haziran’daki sporcu törenine katılacak mısınız?

Romain Rolland: Evet, evet çok istiyorum. Ben de tam, bu imkanı bana sağlamanızı rica edecektim.

Belki, müsaade ederseniz, Gorkiy’in yazlığında veya sizin nezaketle bana tahsis ettiğiniz yazlıkta sizi bir kez daha görmeyi ve sizinle sohbet etmeyi umut ediyorum.

Stalin: Rica ederim, ne zaman isterseniz. Ben tamamen sizin emrinizdeyim ve memnuniyetle yazlıkta sizi görmeye gelirim. Sporcu törenine gelme imkânı ise sağlanacaktır.

[1] VOKS(Всесоюзное Общество Культурной Связи-ВОКС), Sovyetler Birliği Kültürel İlişkiler Cemiyeti olarak bilinmektedir. Cemiyetin amacı dış dünyayla münasebetlere girmek ve dış ilişkileri geliştirmekti. (Çev. Not.).

[2] Stalin’in yakın dostu, destekçisi ve sadık bir Bolşevik olan Sergey Mironoviç Kirov, 1 Aralık 1934’te Leningrad Smolniy Enstitüsü’nde bir suikaste kurban gitti. Kirov’u tabancayla öldüren Leonid Nikolayev’in Trotskiy cenahından olduğu bilinmektedir. (Çev. Not.).

[3] 1890’da dünyaya gelen Fransız asıllı devrimci yazar, editör ve çevirmen Victor Serge, önceleri anarşizme ilgi duymuş, 1919 yılında ise Bolşeviklere katılmıştı. Bir süre sonra Komintern’de önemli görevleri ifa eden Serge, giderek Stalin muhalifi bir yazar karakterine büründü. Muhalif çizgisini Troçkist “Sol Muhalefet” adlı fraksiyon içinde yürüten Victor Serge, 1928 yılında Komünist Parti’den ihraç edildi. Daha sonra Troçkiy’in öncülük ettiği bir komploda adı geçen yazar, 1933 yılında Orenburg’a sürgüne gönderildi. (Çev. Not.).

[4] Calas ve Dreyfus Davaları özellikle Fransız hukuk tarihi içinde önem arz eden iki davadır. Sıkı bir Protestan olan Jean Calas’ın Katolikliği seçen oğlunu öldürdüğünü iddia eden Fransız mahkemesi, onu 1762 yılında tekerlekli ölüme mahkûm etti. Aynı mahkeme, ölümünden 2 yıl sonra Calas’ın suçsuz olduğu kanısına vardı. Alfred Dreyfus ise Yahudi kökenli bir Fransız subaydı. 1894 yılında Alman elçiliğinde çöp kutusunda bulunan bir mektubun ona ait olduğunu iddia eden Fransız mahkemesi, Dreyfus’un Almanlara casusluk yaptığına kanaat getirmişti. Bu olay Fransa’da büyük bir ses uyandırmıştı. Ancak 1906 yılına kadar yapılan incelemeler sonrası Dreyfus’un suçsuz olduğu ortaya çıktı. (Çev. Not.).

[Komsomolskaya Pravda’daki Rusça orijinalinden İsmet Konak tarafından Sendika.Org için çevrilmiştir.]