KÖŞE YAZISI | 08.05.2020 | Pencere Önü Çiçekleri | Özden Çiçek
Neredeyse tüm dünya ülkelerine yayılan Koronavirüs(Covid-19) salgını nedeniyle son bir kaç aydır, hemen hemen her şeyi yeniden gözden geçirme, düşünme ve alternatifler de üretme yönünde yaşamaya başladık. İlk önce günlük yaşamımızda gösterdiğimiz alışkanlık ve davranışları gözden geçirmeye koyulduk. En çok da ellerimizle mücadele yürüttük, nereye koyacağımızı bir türlü bilemediğimiz ellerimizden, kendimizi sakınır olduk!.. Diğer yandan; varlığı, olguyu ve düşünme süreçlerini inceleme ve düşünmenin yöntemi olan çelişki, bütünsellik, tarihsellik, ilişkisellik, değişim, nedensellik ve hareket gibi bir çok kategoriyi barındıran diyalektik düşünce yaklaşımıyla Friedrich Engels` in ünlü değinisi aklımıza geliverdi. F. Engels “Doğanın Diyalektiği”nde; “Doğa en küçüğünden en büyüğüne dek, küçük bir kum tanesinden güneşe, canlı en ufak hücreden insana dek, sürekli bir varoluş ve yokoluş, sürekli bir akış, sonsuz hareket ve değişim içindedir.’ yaklaşımı ile, özellikle de her şeyin birbiri ile olan ilişkisini kavramak açısından çok önemlidir. Salgın(pandemi) sebebiyle de olsa herkesin herkese daha çok ihtiyacı olduğuna kanaat getirdik. Bu düşünceler bizleri meşgul ederken sağlığımızla ilgili duyduğumuz kaygı nedeniyle, hiç bu kadar kendimizi, çevremizi ve hatta dünyamızı korumak güdüsünde bulunmamıştık. Herkesin birbirine ‘kendine iyi bak ve sağlıklı kal!’ sözü en iyi ve önemli temenni halini aldı.
Yaşamda herhangi bir olayı ve olguyu görünür kılma çabası yürüten sanat; yine toplumsal gerçeklikle kurduğu ilişki bağlamında, bugünden yarına neler söyleyecek, şu an bilemiyoruz. Elbette bu olan bitenlerin karşısında sanatın söyleyecekleri olacak, ancak biraz zaman gerekli ve öncelikle sağlıklı kalabilmek şimdilik tek hakikatimiz.
Bugüne değin sanatın farklı alanlarında daha önce yaşanmış salgın hastalıklar süreçlerini anlatan eserler nelerdi sorusuna kendimce cevaplar bulmaya çalıştım. Edebiyat, müzik, resim ve film gibi alanlarda, kimler bizlere neleri söyledi ve hangi mesajları vermek istedi?
İlkin içeriği farklı olsa da Bülent Ortaçgil` in Pencere Önü Çiçeği şarkısı dilime dolandı, hani sokağa çıkma yasağı ya da zorunlu izolasyon günlerimizde hiç olmadığı kadar hayatı evlerimizin pencere ve balkonlarından izleyerek takip etmek olarak göründü bana.
‘Pencere önü çiçeğine
Arkadaştan ayrı
Porselen saksıda
Bir süs çiçeği…’
Lev Nikolayeviç Tolstoy` un ‘Sanat Nedir?’(Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları/2007) adlı kitabında sanatla ilgili önemli belirlemelerde bulunmanın yanında, yaşadığı döneme ilişkin eleştirilerden biri de sağlık sistemi ve bilimin ne yönde ilerlediği konusunda endişelerini şöyle dile getiriyor. ‘….Sıradan meraklarımızı gidermek ve bunları pratiğe uygulamak için harcadığımız gücün onda birini insan hayatının temelini oluşturan gerçek bilim uğruna harcamış olsaydık, bugün hasta olan ve ancak çok küçük bir bölümü hastanede şifa bulabilen insanların çoğunda bu hastalıklar olmazdı….’ (S.224)
Bilindiği gibi edebiyat alanında romanlara salgın hastalıklar konu edilmiş. En öne çıkanlardan bazıları: Edgar Allan Poe` nin 1842`de yazdığı Kızıl Ölümün Maskesi, 1912 yıllarını tasvir eden Venedik` te Ölüm adlı eseriyle Thomas Mann, ünlü Veba romanı ile Albert Camus ve Kolera Günlerinde Aşk romanı ile Gabriel García Márquez karşımıza çıkıyor. Türkiye edebiyatında ise Reşat Nuri Güntekin, Salgın ve Madalyonun Ters Tarafı adlı pek bilinmeyen romanında da Cumhuriyet` in ilk yıllarında Anadolu`nun bir köyünde, bir salgın hastalıkla yürütülen mücadeleyle birlikte bürokratlar arasındaki çekişmeler anlatılır.
Ressamların dünyasında da salgın hastalılar yer almış. En bilinenler arasında sırasıyla, 1463 yılında Ölüm Dansı(Totentanz) adlı toblosu ile bilinen Bernt Notke, Ölüm Dansıyla Ölümün Zaferi(The Triumph of Death with The Dance of Death) adlı eser İtalyan ressam Giacomo Borlone de Burchis tarafından 15. yüzyılda yapılmış ve Kara Ölüm olarak adlandırılan veba hastalığını tasvir eder. Yine eserde yaşayanlar ve ölüler arasındaki karşılaşma anlatılır.
Ölümün Zaferi (Triumph of Death), Pieter Bruegel’ in 1562’de yaptığı tablosu Kara Ölüm(Veba)’ün bir Avrupa şehrinde nasıl yaşandığını gösteriyor.
Self-Portrait After Spanish Influenza adlı tablo ile Edward Munch, İspanyol gribine yakalandığı dönemde birçok resim ve eskiz yaptı. 1919’da yaptığı bu otoportrede ressamın yüzü solgun ve bir sabahlıkla koltuğuna oturmuş bir şekilde kendini tasvir ediyor.
Diğer yandan adı sayılan kimi romanların sinemaya uyarlanmasının dışında başka örneklere de rastlıyoruz. Veba hastalığının yer aldığı Yedinci Mühür(1957) adlı film Ingmar Bergmann imzası taşıyor, virüs taşıyan bir mahkumun da içlerinde olduğu tren yolculuğunu anlatan Cassandra Geçidi (1977) ise yönetmen George P. Cosmates` e ait. Bulaşıcı hastalıkları inceleyen Sam Daniels (Dustin Hoffman)`in serüveninin anlatıldığı Tehdit(1995) filmini Wolfgang Petersen yönetmiş. Yine, ‘Hiç Bir Şey Korku Kadar Hızlı Yayılmaz’ afişi ile son dönemlerin en çok konuşulan Steven Soderbergh` in Salgın filmi(2011) sayılabilinir.
Sanatın temel uğraşısında olduğu gibi, doğası gereği tıbbın da temel uğraşısı/konusu insandır. Ancak müzikle tıp bilimi arasındaki ilişkinin, yüzyıllar öncesine dayandığını biliyoruz. Bu nedenle kimi hastalıkların tedavisi için müzikten yararlanıldığını, bu anlamıyla müzikle tıp bilimi arasındaki ilişkinin daha da geliştiğini de söylemek gerekiyor. Psikolojik hastalıkların tedavisinde olduğu gibi çeşitli ses hastalıkları, ses eğitimi(şan) dersleri ile tedavi edildiği bilinen bir yöntemdir. Müzik tarihi kaynaklarında salgın hastalıklar ve müzik ilişkisi bağlamında özel bir değini olmasa da, bestecilerin bir kısmının hastalıklarla geçen zor hayatlarını kimi eserlerinden de biliyoruz. Direkt salgın hastalıkları tema olarak seçmeseler de ölüm konusunda yazılmış eserler mevcuttur. Bernt Notke`nin Ölüm Dansı(Totentanz) adlı tablosundan esinlenerek Hugo Distler(1908-1942)`in aynı adla oluşturduğu müzik eserinin yanı sıra, ölüm fikri üzerinden Ölüm Dansı/Ürpertici Dans(Dance Macabre) adıyla Franz Liszt(1811-1886) ve Camille Saint-Saens(1835-1921) adları geçen bestecilerdir. Diğer yandan sözlü halk müziği eserlerinde insan sağlığını içeren ya da salgın hastalıkları anlatan eserlere rastlamak da mümkün. Türkiye`de ise geleneksel halk müziğinde konularına göre dağılımda, ölüm teması önde geldiği belirtilir. Ölüm teması içinde hikayelerinden de anladığımız kadarıyla, özellikle ince hastalık olarak tanımlanan verem hastalığından sıkça söz edilir. Buna bir kaç örnek ise Hastane Önünde İncir Ağacı(YozgatYöresi),
Ankara`da Yedik Taze Meyveyi(OrtaAnadolu Yöresi)… sayılabilinir.
Kısacası yaşadığımız yüzyıl itibariyle hızına yetişemediğimiz ilerlemenin yanında, sağlık sorunları, güven altında yaşayabileceğimiz(yemek, soluduğumuz hava, doğa vs.) bir dünya düşüncesi/özlemi bizleri bu süreçte daha fazla meşgul etmeye başladı. Öne çıkan en yaygın görüşlerden biri de ekolojik dengenin bozulması, pek çok sorunun kaynağı olarak gösteriliyor. Yine bu süreçte yapılan en önemli muhasebelerden biri de, bunca hızlı ilerleyişin ya da insanı merkeze almayan sosyo-ekonomik sistemler içersinde yaşamak zorunda mıyız? Başka bir dünya mümkün, düşünce/sözünün peşine düşme vakti çoktan gelmedi mi? Lev Nikolayeviç Tolstoy` un belirlemesiyle sanatın, zoru ve şiddeti hayatımızdan uzaklaştırması yönünde temennisine ek olarak; sağlıklı, keyifle ve güvenle yaşayacağımız umutlu günlerin hepimize doğması dileğiyle, son sözü Can Yücel` e bırakalım.
ANAYASASI INSANIN
Kan yasası bu insanın:
Üzümden şarap yapacaksın
Çakmak taşından ateş
Ve öpücüklerden insan
Can yasası bu insanın:
Savaşlara yoksulluklara
Ve binbir belaya karşın
İlle de yaşayacaksın!
Us yasası bu insanın:
Suyu şavka döndürüp
Düşü gerçeğe çevirip
Düşmanı dost kılacaksın!
Anayasası bu insanın
Emekleyen çocuktan
Uzayda koşana dek
Yürürlükte her zaman
*Yazının başlığı Bülent Ortaçgil` in ‘Pencere Önü Çiçeği’ adlı şarkısından esinlenilmiştir.
Özden Çiçek
02.05.2020 / Hannover