Anasayfa , Köşe Yazıları , Ortadoğu’da kaybeden devlet, hendekler karşısında neyi kazanacak ?

Ortadoğu’da kaybeden devlet, hendekler karşısında neyi kazanacak ?

sirnak_21aralik_manset1Dr. Mustafa Peköz– Devletin şehirleri işgal düzeyinde başlattığı savaş esasen Kürt coğrafyasının kopuşunun en son halkası olarak şekilleniyor. Kürt bölgelerinde devlet adına bulunan AKP’nin 2011yılında yapılan seçimlere denk gelecek düzeyde oylarına kavuşmuş olmasından, Kürt coğrafyasında AKP’nin toplumsal tabanını güçlendirdiği sonucu çıkmaz. Devlet adına bölgede bulunan AKP’nin toplumsal bir güç olarak dengeleri etkileyecek düzeyde olmadığı, devletin resmi kurumları dışında etkili olabilen bir gücü olmadığı ve halktan kopuk olduğu herkesin bildiği, gördüğü bir realiteyi oluşturuyor. İl ve ilçeleri kapsayan ve doğrudan ordu güçlerinin dâhil olduğu tasfiye merkezli savaş, izlediği Kürt politikasının başarısızlığının en somutlaşmış halidir.

PKK’nin devletleşmemiş ama bir devlet kadar bölgesel ilişkileri etkileyen bir düzeyde olduğu artık herkesin kabul ettiği bir realite. Rusya uçağının düşürülmesinden sonra Rusya, İran ve hatta Irak’ın PKK politikasında belirgin bir değişimin olacağı dikkate alındığında, askeri bakımdan daha güçlü bir konuma gelmesinin, politik manevra alanının daha avantajlı bir şekilde genişlemesinin sonuçlarını önümüzdeki birkaç ay içerisinde görmek mümkündür.  PKK’nin demokratik barışçıl çözümü esas alan stratejisinde aşamalı olarak hissedilen bir değişikliğe gittiği anlaşılıyor. Bu bakımdan bölgesel dengelerde ortaya çıkan avantajları askeri ve politik olarak değerlendirmesi de sürpriz sayılmamalıdır.

Devletsiz bir ideolojik hatta ilerleyen PKK’deki strateji değişikliğinin arka planına bakıldığında, bölgesel gelişmeleri dikkate alarak devlet merkezli bir Kürdistan’ın kurulmasına dönüşün ilk adımını oluşturmaya başladığı görülüyor. PKK stratejisi bakımından doğrudan ‘geleneksel çizgiye’ dönüş olarak adlandırılamasa dahi, bunu dönüşümün yeni bir süreci olarak okumak gerekir. Bu dönüşüm stratejisi Öcalan’a rağmen değil, tersine Öcalan’ın bölgesel dengelere göre strateji değiştirme ilkesinin bir sonucu olarak ön plana çıkıyor. Bu bakımdan Irak ve Suriye’deki gelişmeleri dikkate alarak benimsenen bu politik stratejinin yaşama geçirilmesinin nesnel zemininin çok daha güçlü olduğunun görülmesi, politik ve örgütsel yapının buna uygun olarak yeniden örgütlendirilmesi, Öcalan’ın bakış açısıyla uyumludur.

Yeni askeri savaş stratejisi, devlet merkezli bir Kürdistan’ın kurulması esası üzerinde şekillenecek gibi görünüyor. Türkiye’nin bölgesel güç kaybına uğraması, özellikle komşu iki devlete yönelik izlediği politikaların ciddi bir başarısızlıkla karşı karşıya kalması strateji değişikliğinde önemli bir faktör olarak ön plana çıktı.

Bölgesel dengelerin hızla değişmesi Türkiye’nin PKK politikasını kaçınılmaz olarak etkileyecektir. Bölgesel konum kaybına uğrayan Türkiye’nin, içteki etkisini kırmak için PKK’ye yönelik başlattığı savaşın, iç politikadaki etkisinin kısa süreli olacağı ve bugün sağladığı toplumsal dinamiği kaybedeceği de görülmelidir. Uluslararası ve bölgesel denklemin çok ciddi oranda değişmesi nedeniyle Türkiye sanıldığı gibi 1990’lara dönme koşullarına sahip değildir. Türkiye artık güçlü değil, zayıf halkadır. Şehirleri kuşatarak bir savaş stratejisi benimsemeye başlayan devletin bu yönelimi güçlülüğünü değil, tersine panik içinde olduğunu gösteriyor.

Öncelikle şu tespitin yapılması gerekir: Kürt coğrafyasında devlet bütün toplumsal dinamiklerini yitirmiş bulunuyor. Toplumsal dinamikleri çökmüş bir sistem, bölgede artık ‘yabancı’ ve istenmeyen bir güç olarak kabul görülür.

Devletin binlerce askerin katıldığı, savaş uçaklarını ve helikopterlerini, tank ve topları kullanarak şehirleri kuşatarak başlattığı operasyonun hendeklerle ilgisi olmadığı çok açıktır. Mesele Türkiye’nin bölgesel güç dengelerinin dışına düşmesi ve PKK’nin giderek artan askeri ve politik etkinliğinin Kürt bölgesine yansımasıdır. Rusya, İran ve Irak’ın PKK politikalarının çok belirgin olarak değişeceği ve PKK ile yeni bir ittifak sürecinin oluşacağı görülüyor. ABD’nin de önümüzdeki süreçte PKK ile doğrudan temas kurmasının politik zemini hazırlanıyor.

PKK’nin geliştirmeye çalıştığı yeni savaş stratejisinden bağımsız olarak Türkiye’nin önceden hamle yaparak olası bir halk ayaklanmasını bastırma çabası, Suriye ve Irak’ta bütünüyle kaybettiği konumunu içte sağlam tutmak isteğinin gereğidir.

Rusya’nın Suriye’de PYD’ye verdiği destek Suriye’nin geleceğinde Kürtlerin politik temsilcilerinin çok daha aktif bir şekilde söz sahibi olacağını gösteriyor. Bütünüyle izole olan ve güç dengelerinin dışında kalan Türkiye’nin korkusu özellikle Rusya’nın vereceği aktif destekle Kürt illerinde çok daha aktif bir sürecin yaşanmasıdır. Bunu engellemek ve daha çok Kürtlerin iradesini kırmak için fiilen bir savaş başlattı. Yani Suriye’de ve Irak’ta kaybeden Türkiye, içte PKK’ye karşı kazanmak istiyor. Bu şansı var mı? Binlerce askerin katıldığı ve generaller tarafından yönetilen savaşla, bugüne kadar kendi içinde tutmaya özen gösterdiği Kürt sorunun bölgesel bir düzeye taşıyarak daha ilk adımda kaybettiğini ilan etmiş oldu.  Mesele birkaç ilçenin katliamdan geçirilmesi, askeri olarak işgal etmesi değildir. Bunun politik sonuçlarının ne olduğu çok daha önemlidir.

Askeri birliklerin şehirleri kuşatarak yürütmeye başladığı savaş, Türkiye’nin iç politikasının bölgesel düzeye çıkması ve küresel güçlerin Türkiye’ye yönelik baskılarının çok daha fazla artmasına yol açacaktır.

NATO Genel Sekreteri Stoltenberg “her ülkenin kendini savunma hakkı vardır. Türkiye’nin de terörist saldırılara karşı savunma hakkı vardır. Ama bu savunma ölçüler içinde kalmalı ve gereksiz yere sorun daha da büyütülmemelidir” uyarısı, PKK’ye yönelik operasyonlara sıcak bakılmadığını gösterdiği gibi gelecekte de Türkiye’ye askeri bir desteğin söz konusu olmadığı anlamına gelir. “Türkiye kendini NATO olmadan da savunabilir” değerlendirmesi, NATO’nun, Türkiye’yi giderek yalnızlaştırma politikasının bir parçasını ortaya koyuyor.

Güney Kürdistan Yönetimi ile Türkiye arasındaki ilişkilerin bu süreci nasıl etkileyeceği de  önemli bir noktayı oluşturuyor. Türkiye’nin Kürdistan Bölge Yönetimi eksenli oluşturduğu politikanın stratejik olmadığı biliniyor. Öncelikli olarak PKK’nin baskı altına alınması, ikincisi bölgedeki ekonomik ve politik ilişkilerde yedek bir güç olarak görülmesidir. Barzani’nin önce MİT’e götürülmüş olması, soruna halen ‘güvenlik’ penceresinden bakıldığını gösteren önemli bir ayrıntıdır. MİT ile Barzani arasında ne konuşulduğu hiç şüphesiz ki önemlidir.  PKK adı altında Kürtlere karşı başlatılan savaştan Barzani’nin haberi var mı? Bu konuda bilgilendirildi mi? Geçmişte olduğu gibi PKK’nin tasfiyesiyle Barzani’nin yeniden bütün Kürtlerin ‘ulusal lideri’ olma vaadi mi verildi? Bilinmiyor. Ancak bir siyasi lider olarak Barzani’nin de öncelik olarak MİT’e gitmesi doğru bir davranış değildir. Bugüne kadar hiçbir siyasi liderin yolu istihbarat dairelerinden geçmemiştir. Bu durum sanırım sadece Barzani için geçerli oluyor.  Bütün bu olumsuzluğa rağmen, Türkiye’nin Güney Kürdistan Yönetimi’nden beklediği sonucu alması pek mümkün görünmüyor.

Rusya ait bir uçağın düşürülmesiyle ilgili ortaya çıkan politik tablo nedeniyle,  Türkiye’nin Güney Kürdistan ile ilişkilerine çok daha fazla sarılması yine dönemsel dengelere dayanmaktadır.  Güney Kürdistan iktidar güçleri, Türkiye’nin karşı karşıya olduğu sorunları görerek, ilişkileri kendi politik çıkarları bakımından değerlendirmeye çalışıyorlar. Örneğin Barzani’nin fiilen bir devlet başkanı gibi karşılanması, diplomatik ilişkilerin geçmişten farklı bir yöne evirilmesi olarak gösteriliyor. Bu bakımdan Güney Kürdistan yönetimi de, Türk devletiyle PKK arasındaki ilişkilerde ikili bir politika izlemeye çalıştığı ve kendi stratejik çıkarları için bir denge kurduğu söylenebilir. Kısa vadeli oluşan bu durum orta ve uzun hedefler bakımından Türkiye’nin bölgesel ilişkilerde eski gücüne sahip olmayacağının görülmesi,  PKK ve PYD ile olan ilişkilerin ön plana çıkartılması bir bakıma zorunlu ve kaçınılmazdır. Bu sadece Güney Kürdistan Hükümeti’nin istemine bağlı olmayıp, daha çok bölgesel ilişkilerle belirlenecektir.

Rusya’ya  ait uçağın düşürülmesiyle PKK bölgesel alandaki hareketliliğinin ciddi bir artış yaşayacağı dikkate alındığında Güney Kürdistan Yönetimi’nin, özellikle PKK-PYD ilişkilerine stratejik yaklaşması bir bakıma zorunludur. Bu ilişkinin dışında her arayış Güney Kürdistan Yönetimi’nin kaybetmesine yol açacaktır.

Kürtlerin sınıf ilişkileri etkilenecek 

Dikkat çekilmesi gereken ve önümüzdeki süreçte sınıfsal ve toplumsal ayrışmayı zorunlu hale getirecek önemli bir nokta da,  adına ‘öz savunma’ denilen politik-askeri stratejinin Kürt toplumu içerisinde de bir ayrışmaya yol açacağı kesindir. Çatışmaların doğrudan şehirlerde yoğunlaşması, dağda yürütülen gerilla savaşından çok farklı olarak Kürtler arasındaki sosyal farklılaşmaya doğrudan etkileyecektir. Sadece devlet bakımından değil aynı zamanda PKK bakımından da benimsenen yeni savaş konsepti, Kürtlerin sınıf ilişkilerini de kaçınılmaz olarak etkileyecektir.  Bugün hendek savaşı olarak tanımlanan mücadele biçimi, şehirlerde yaşamanı sürdüren ve belirli bir ekonomik güce ulaşmış sosyal tabakaları nasıl etkileyeceği önemlidir.  Devletle PKK arasında savaşın çok farklı araçların kullanılarak gelişmesi, bir ayağı Türkiye’nin metropollerinde, bir ayağı Kürt şehirlerinde olan ekonomik bakımından orta ve daha üst düzeydeki kesimlerin pozisyonunu belirginleştirecektir. Savaş neden Diyarbakır’da yoksul Kürt kitlelerinin oturduğu yerlerde yoğunlaşıyor, tersine ekonomik refah düzeyinin mahallelerde ciddi bir sessizlik ve hareketsizlik var?  Bu sorunun yanıtı önümüzdeki dönemde çok daha net bir şekilde ortaya çıkacaktır.

Savaşın sarsıcı etkileri beklediğimizden çok daha derin ve etkili olacaktır. Bu savaş sadece Türkiye’nin iç meselesi olarak kalmayacaktır. Bir süre sonra çözüm için Türkiye’nin önüne bir plan olarak konulacaktır. Türkiye bu gerçeği farkındadır.  Suriye’de kaybetti ve eskisinden farklı olarak masada bulunmasının bir formaliteden ibaret olacağının farkındadır. Korkusu aynı durumun PKK ile olan ilişkilerde yaşayacağıdır. PKK’ye karşı yürüttüğü savaşı bir ‘Sri Lanka’ modeli olarak uygulanma şansı bulunmuyor. Hiçbir katliam, böylesi bir askeri stratejiyi başarılı kılmaz. Buna rağmen hedef PKK’ye en güçlü darbeyi vurarak, yarın kurulacak masada etkili olmak ve kendi şartlarını Kürt tarafına dayatmaktır. Bu taktik 15 yıl önce olmuş olsaydı, olasılık olarak mümkündü. Ancak, bugün politik dengelerde bu taktik planın uygulanması son derece zordur.

Devletin bir başka ‘ülkeyi’ işgal eder gibi başlattığı savaşa, PKK, kontrollü ve sistemli bir tempoyla yanıt veriyor.  Türkiye’nin ısrarla sürdürdüğü askeri tasfiye politikası, tersten daha derin ve ciddi sorunlara yol açacaktır.  Devlet, PKK merkezli Kürtlere karşı başlattığı bu savaşı bir süre yoğunlaştıracak, orta vadede kaçınılmaz olarak masaya oturacaktır. Küresel güçlerin hazırladığı ve devlet ile PKK arasında bir ‘denge planı’ olarak adlandıracağımız proje yakın dönemde uygulanması için Türkiye’nin masasına konulacaktır.

Devletin yapacağı tek şey var: Sorunun yasal zemini taşıyarak, oyalamadan, tasfiye hastalığından vazgeçerek, Kürt Hareketi’nin gerçekliğini kabul ederek, demokratik ilkeleri ve çözümü esas alan bir bakış açısıyla içerisinde Öcalan ile ciddi ve sonuç alıcı bir tarzda görüşmektir.

Çok kısa bir zaman diliminde somut adımlar atılmazsa. Kürt Hareketi  ‘Önderliğimiz esaret altındadır, bizi bağlamaz’ der ve uluslararası güçler devreye giderse, bütünüyle kaybeden bir Türkiye gerçeğiyle karşı karşıya kalınacaktır.

Suriye’de ve Irak’ta kaybeden, Rusya karşısında sıfırlanan, bütünüyle ABD’ye teslim olan Türkiye’nin, içte kaybetmesi kaçınılmaz olacaktır.