Home , Köşe Yazıları , Olası Bir Koalisyon Hükümetini Bekleyen Zorluklar

Olası Bir Koalisyon Hükümetini Bekleyen Zorluklar

UnknownMustafa Durmuş- Türkiye 8 Haziran tarihi itibariyle yeni bir umutlu dönemin ilk gününe uyandı. Zira yapılan genel seçimlerle otokratik Başkanlık sistemine geçit verilmediği gibi, 12 yıldır neo liberal ve neo muhafazakâr ekonomi politikalarıyla başta işçi sınıfı olmak üzere en geniş emekçi yığınları kitlesel işsizliğe, örgütsüzlüğe, düşük ücretli, esnek, güvencesiz ve bol işçi cinayetli çalışma koşullarına mahkûm eden tek partili bir siyasal iktidar modeline dur denildi.

Kuşkusuz bu seçimin en önemli sonucu, uzunca bir zamandır belki de bu ülkenin en önemli sorunu olan ‘Kürt Sorunu’na ve çözüm biçimine Türkiye halklarının bakışındaki olumlu gelişme oldu. Bu gelişme sandığa yansıdı ve çözüm sürecinin demokratik bir biçimde tamamlanması için gerekli olan taraflardan biri olan Kürt Siyasal Hareketi, demokrat, sol ve sosyalist Türkler,  aleviler, Araplar ve diğer inanç ve kimliklerle birlikte,  milletvekili sayısı (82) dikkate alındığında üçüncü parti olarak artık daha güçlü bir biçimde Parlamentoda temsil edilecek.

Diğer taraftan seçimin henüz tamamlanmasından kaynaklı siyasetin sıcaklığından olsa gerek, ülkenin içinde bulunduğu ekonomik koşullar henüz tartışılmıyor. Ancak önümüzdeki siyasal iktidar biçiminin koalisyon olacağı neredeyse kesinleştiğinden, koalisyon ortağı olacak partileri önümüzdeki süreçte, seçim sonrası belirsizliklerle daha da belirginleşecek olan bir iktisadi kriz bekliyor. Bu durumun özellikle de muhalefet partilerinin koalisyon görüşmelerinde dikkate alacağı temel konulardan biri olacağını tahmin ediyoruz.

Aslında Türkiye ekonomisindeki kriz belirtileri 2012 yılından bu yana kendini gösteriyor. Ekonomi 2012 yılı öncesindeki gibi küresel bol dolar olanağından faydalanarak büyüyemiyor artık.  Öyle ki IMF geçenlerde Türkiye ekonomisi için 2015 yılı büyüme tahminini % 3,1’e çekti. Kanımızca gerçekleşme % 2,5 civarında olacak.  Kişi başına düşen gelir ise gerçek anlamda 2008 yılından bu yana neredeyse tek bir dolar dahi artmadı ve o yıldan bu yana 10 bin doların biraz üstünde takılı kaldı. Kaldı ki nüfusun 21 milyonundan fazlası yıllık 3,500 doların altında gelir elde ediyor. Yani kişi başına düşen gelir de adil dağılmıyor. Yoksul sayısı ise 30 milyonu buluyor. İşsizlik gerçek rakamlarda 6 milyonu, gerçek oranlarda % 17’yi aştı. Enflasyon % 8’i bulurken, doların kuru 2,7 – 2,8 arasında gidip geliyor. Ucuzlayan petrol fiyatlarına rağmen cari açığın düzelmemesi de Türkiye ekonomisinin krize doğru ne denli kırılgan bir yapıya sahip bulunduğunu ortaya koyuyor.

Bu koşulları daha da kötüleştirecek olan küresel ekonomik koşullar, özellikle de ABD ekonomisinde beklenen gelişmeler olacak. Avrupa’da göreli bir iyileşme olduğu ileri sürülüyor, ama Çin ekonomisinin kesin bir daralma sürecine girdiği artık kabul ediliyor.

Aşağıda linkini verdiğim Washington Post Gazetesi’nde yer alan ve Associated Press kaynaklı bir haber/yoruma göre, ABD ekonomisindeki ikinci çeyrek (Nisan-Haziran)  büyüme verisi ilk çeyrekten de kötü gelecek ve bu durum da 2015’in bütününü (üçüncü çeyrek daha iyi beklense de) düşürecek ve yıl ortalaması % 2,4 ‘lük geçen yılın büyümesinin altında kalacak.

Bu çıkarımlar ABD’de piyasalarla iş yapan 47 ekonomist ile (National Association for Business Economists) yapılmış olan bir ankete dayanıyor.

Diğer yandan bu iktisatçılar Fed’in bu yılın üçüncü çeyreğinde faiz oranlarını artırmasını bekliyorlar. Zira yeni istihdam artışı aylık 217 bin gibi, geçen yılki artışın (260 bin) gerisinde kalacak olsa da, sürecek gibi gözüküyor.

ABD Merkez Bankası Fed ise bu yıla ait büyüme hızını % 3,1’den aşağıya çekerek % 2,3 ile % 2,7 bandına kadar düşürdü. Diğer yandan Fed’e göre özel ve kamusal tüketim harcamaları ve konut yatırım harcamaları bu yıl ve gelecek yıl artacak.

Verilerden kesin çıkarımlarda bulunmak güç olsa da, Fed Başkanının bu hafta sonu açıkladığı gibi, Fed faiz oranlarını bu yıl önünde sonunda artıracak gibi gözüküyor. Bu kararın dolar üzerindeki geri çekme etkisini bilenler, tıpkı 2001 krizinde olduğu gibi, bu karar alındığında iktidardaki koalisyon ortaklarının çok zor dönemlerinin olacağını tahmin etmekte zorlanmayacaklardır.

Bu koşullar altında seçim bildirgelerinde yer alan yoksulluğu azaltmaya ve bölüşümü iyileştirmeye dönük taahhütlerin yerine getirilebilmesi için orta vadede sermaye sınıfının ve servet zenginlerinin ellerini ceplerine atmalarını sağlayacak başta adil vergi ve bütçe politikaları olmak üzere yeniden bölüştürücü devlet müdahalelerine ihtiyaç duyulacak. Bu sözler yerine gelmediğinde halkın desteğinin azalacağını kestirmek zor değil. Diğer taraftan sermayenin bu politikalara karşı nasıl bir tepki vereceğinin de hesabının yapılması gerekiyor.

Ancak bu yazıdan, “keşke seçimlerden bu sonuç doğmasaydı ve AKP tek başına iktidarını sürdürseydi” gibi bir sonuç çıkartılmamalı. Zira tek başına bir AKP iktidarı da benzer kriz koşullarıyla karşı karşıya kalacaktı. Krizle baş etme yöntemlerinin ise faturayı emekçilere kesmek ve bunu sağlamaya dönük olarak otoriterleşmek olduğunu şu ana kadarki gelişmelerden biliyoruz. Bu nedenle de Türkiye toplumunun bütünü açısından mevcut gelişmenin daha iyi olacağına inanıyoruz.

Kaldı ki şu an yaptığımız değerlendirme pür iktisadi bir değerlendirme. Son tahlilde “siyasetin iktisadın yoğunlaşmış hali olduğu” sözüne inansak da kısa vadede demokratikleşme, barış, özgürlükler gibi iktisadın önüne geçen konuların çok daha etkili ve belirleyici olduğunu deneyimlerimizden de biliyoruz ve bu yönde radikal adımlar atılabilmesi için ciddi bir fırsat yakaladığımızı düşünüyoruz.