Home , Manset , Müslüm Elma’ya açık mektup
FÜSUN ERDOĞAN
FÜSUN ERDOĞAN

Müslüm Elma’ya açık mektup

Sevgili Müslüm,

Bugün gazeteyi eline aldığında, yüzünde oluşacak tebessüm ve yaşayacağın sevinci, mutluluğu az çok tahmin edebiliyorum. Bir tutsak için mektup almanın, hatırlanmanın hele de çok katı bir izalosyana tabiyse, bu izolasyonun bir şekilde delinmesinin keyfini yaşamanın güzelliğinin farkındayım. Ol sebepten eski mapus arkadaşıma bu yolla ulaşmak, halini hatırını sormak ve mapus damında yüzünde hoş bir gülümseme yaratmak istedim… 

FÜSUN ERDOĞAN

FÜSUN ERDOĞAN

Yıllar önce, 1989 yılında Avrupa’dan Türkiye’ye döndüğümde, Emeğin Bayrağı’nda çalışmaya başladığımda İstanbul İHD’nin yaptığı bir basın açıklamasına katılmıştım. Eskişehir tabutluğunun yeniden açılmasına karşı açlık grevleri ve protesto eylemleri vardı. Açıklamada Avrupa standartlarına uygun bir düzenleme talep edildiğini duyunca şaşırmıştım.

O zamanlar, Avrupa demokrasisi Türkiye’den bakanlar için bir başka görünüyor, sempatiyle karşılanıyordu. Oysa söz konusu hapishaneler ve uygulamalar olduğunda, durumun çok farklı olduğu, tutsaklara çok yoğun izolasyon uyguladıkları, Kızıl Ordu (RAF) militanları için özel olarak beyaz hücreler inşa ettikleri pek bilinmiyordu. Açıklamayı yapan arkadaşa Avrupa hapishanelerinin ve kuralların nasıl olduğunu bilip bilmediklerini sordum? Sonra da bir süre önce Almanya’da takip ettiğim bir dava nedeniyle Avrupa’da hapishanelerde uygulanan yoğun izolasyona dair gördüklerimi paylaştım. Yıllar sonra 19 Aralık Katliamı’yla birlikte Türkiye’de siyasi tutsakları F Tipi hapishanelere taşıdıklarında Avrupa tipinin ne menem bir uygulama olduğu anlaşıldı.

Sevgili Müslüm, sen Kempten’de Allgau Hapishanesi’nde günde yarım saatini yalnız başına havalandırmada, 23.5 saatini de tek başına kör hücrede, yoğun bir izolasyonda geçirirken; biz de sık sık senin, Mehmet Yeşilçalı ve Sami’nin kulaklarını çınlatıyoruz. Bayrampaşa Hapishanesi’nde kaldığımız günler, daha sonra ziyarete geldiğimdeki karşılaşmalarımız, senin Gebze’ye sevkin ve Gebze’li günler geliyor aklımıza. 

Tutuklandığını ilk duyduğumda, otomatikman aklıma “Radyo dinleme koşulu var mıdır” sorusu geldi. Sonra 1990’lardan bu zamana köprülerin altından çok suların aktığını düşündüm. O zamanlar radyodan keyifle dinlediğin Yavuz Bingöl’ün “Kara Tren”i, Yavuz Bingöl tipik bir Recep Tayyip Erdoğan yalakası olduğu için, söyleyene kızıp türküye küsmüş olabileceğini düşündüm. Tahliye olduğumda, tekniğin artık radyolara olan rağbeti bitirdiğini gördüğümde hem şaşırmış, hem de üzülmüştüm. Tıpkı dışarıdakiler için tarih olmuş mektup gibi, radyo da tutsakların dışarıya açılan biricik penceresi olmaya devam ederken olacak iş miydi bu?

Sevgili Müslüm, 1980’den sonra Amed zindanında geçirdiğin yıllar ve katıldığın iki ölüm orucunun senin bedeninden alıp götürdüklerini biliyorum. Eee insan 20 yılı aşkın bir süre zindanda kalınca, bir de 12 Eylül’ün aylarca süren işkenceli sorgularından geçince… Zamanla bütün bu yaşananların acısı fazlasıyla çıkıyor. Eminim yine de, tek başına konulduğun ve insan yüzü göstermedikleri Allgau Hapishanesi’ndense, memleketteki herhangi bir F tipinde yoldaşlarınla, arkadaşlarınla kalmayı yeğlersin. Ve yine biliyorum ki, Türk devletinden ya da devlet yanlısı birisi bu cümleyi görse, zulmün her yerde zulüm olduğu gerçeğini unutarak, utanıp-sıkılmadan, yüzleri kızarmadan kendilerinin hapishanelerde uyguladıkları baskı ve zulmü hoş göstermenin peşine düşerler.

Ailenden öğrendim Türkiye’de en basit operasyonda uyguladıkları gizlilik kararını burada da uyguladıklarını. Bunun sorgusuz yargısız ayları bulan bir tutsaklık olduğunu biliyorum. Aile fertlerinden sadece bir kişiye ayda toplam 2 saat gardiyan denetiminde görüş hakkı vermeleri ise işkencenin bir başka biçimi…

Bütün bunlara dil bilmemenin yarattığı sorunları, bir de dışarıdan ailenin getirdiği Almanca öğrenmen için bıraktıkları kitapları bile vermemeleri, seni kendi kütüphanelerindeki kitapları okumaya mahkum etmelerini de ekleyince; sana ve arkadaşlarına dayattıkları bu koşulların ne demokrasiyle, ne de insan haklarıyla uzaktan yakından bir alakası olmadığı kesin! Polisin her yerde polis olduğu, hapishanelerin de her yerde birbirine benzediğini az çok biliyorum. Fakat saçmalığın bu kadarı da fazla! Düşünsene Almanca bilmeyen birisine, kendi kütüphanendeki Almanca kitapları okumasını dayatacaksın!.. Tıpkı 12 Eylül sonrası yıllarca tutsaklara kitap ve dergi vermedikleri, hatta ilk zamanlar günlük gazetenin bile girmediği zamanlar gibi… Sen Amed’in kötü ünlü işkencehanesi 5 noludan alışkınsındır bu uygulamalara. Ama alışkın olmak ve bütün bu baskı ve zulümleri dimdik ayakta karşılamak ile uygulamanın insanlık dışı oluşunu teşhir etmek, karşı çıkmanın başka bir şey olduğu kesin! 

Nasılsın, iyimisin sevgili arkadaşım? Bir tutsak için mektubun sık ve uzun olanın makbul olduğunu biliyorum. Ama buradan sana uzun bir mektup yazmamın koşulu yok. Bazen iki satırlık bir notun bile çok değerli olduğunu bildiğimden kısa yazacak olmamın bir önemi olmadığının farkındayım. Nisan ayından beri konulduğun o kör hücrede, seni tanıyanlar için sadece yaşadığın fiziki rahatsızlıkların ciddiyeti bizleri kaygılandırıyor.

Kısa sürede yargılama sürecinin başlaması ve özgürlüğünüze kavuşmanız için dışarıdakilere çok iş düştüğünü biliyorsun. Dilerim en kısa zamanda varolanlara yeni sağlık sorunları eklenmeden özgürlüğüne(üze) kavuşursun(uz). Seni tanıyan herkesin selamlarını atlamadan ileteyim. Kendine iyi bak. Hepimiz seni sevgiyle kucaklıyor, öpüyoruz. Hoşça kal…

FÜSUN ERDOĞAN
YENİ ÖZGÜR POLİTİKA