Anasayfa , Haberler , “Mültecileri pazarlık konusu yapmak ahlak dışıdır”-Hakan Ataman

“Mültecileri pazarlık konusu yapmak ahlak dışıdır”-Hakan Ataman

hakan_atama_multeci_roportaji2İstanbul: Hemen her gün onlarca mültecinin Ege Denizi’nde boğularak yaşamlarını yitirdiklerine dair haber düşüyor televizyon kanallarına, haber sitelerine… Mülteci katliamlarında özellikle AB ülkeleriyle TC-Yunanistan-Bulgaristan üçlüsünün yaptıkları, içeriğini tam olarak bilemesek de, mültecilerin hayatları üzerinden pazarlık ve şantaj dolu anlaşmaların ardından artış yaşandığı görülüyor. Ancak özellikle Türkiye’de mültecilerin karşılaştıkları tek sorun bu değil. Bu konuda Helsinki Yurttaşlar Derneği Mülteci Projeleri Koordinatörü Hakan Ataman ile Özgür Gelecek gazetesinin gerçekleştirdiği söyleşiyi sizlerle paylaşıyoruz.

– Türkiye çok sayıda mülteciye ev sahipliği yapmasına rağmen, son yıllara kadar çok mülteci kavramını kullanan ve buna göre politika üreten bir ülke olmadı. Bunun nedeni ve bugüne yansımaları ne oldu?

– Cumhuriyet’in kuruluşunda buna etki eden iki neden var. Bunlardan bir tanesi “Türkleştirme politikaları” kapsamında kabul edilen İskan Kanunu ve aynı zamanda sınırların kontrolüyle ilgili yapılmış olan bir takım kanunlar… Bunların bir etkisi olduğu gibi ağırlıklı olarak TC, 1951’de Mültecilere Hukuki Statüsüne Dair Cenevre Sözleşmelerini coğrafi çekince koyarak onayladı.

1951 Sözleşmesi sadece Avrupa’da meydana gelen olaylar nedeniyle yapılmış bir sözleşmeydi. Bu sözleşme onun 1967’de protokol ile kaldırılıp dünyanın herhangi bir yerinde meydana gelen olaylar olarak kabul edildi. Fakat Türkiye çekincesini ’67 protokolüne de koydu. Yani Türkiye sadece Avrupa Konseyi’ne üye devletlerden gelenlere mülteci statüsü tanıyor. Türkiye çok uzun bir süre diğer mültecilere ve sığınmacıları yakaladığı yerde sınır dışı etme politikası yürüttü.

1994’te 1. Körfez Savaşı’nda Kürtler yoğun bir şekilde Irak’tan kaçıp Türkiye sınırlarına gelinceye kadar Türkiye hiçbir düzenleme yapmamıştı. Bizim 1994 Yönetmeliği bir yönetmelik kabul edildi. Dolayısıyla 1994’e kadar Türkiye iç hukukunda da bir düzenleme yapmadı. Hatta o dönemde de yapmadı. Bu alanda iç yasasını yani bu temel olan yasayı 2013’te kabul etti. Nisan 2014’te de yürürlüğe soktu. Ancak yeni kanunda da mülteci tanımlaması yok doğrudan doğruya.

hakan atama multeci roportaji– Siz zaten sahada çeşitli çalışmalara dahil oldunuz, yani bunların yarattığı etkiyi gördünüz. Sizin sahada karşılaştığınız temel sıkıntıları neler mültecilerin?

– Bir kere en büyük sorun Avrupa Konseyi’ne üye devletlerin dışındaki ülkelerden gelen mültecilerin hukuki statüsüne dair bir hükmün olmaması. Yani uluslararası sözleşmelerde tanınan mülteci haklarının sağlanmasını öngören haklardan da yoksundular. Bu yeni kanun çıkana kadar mültecinin izin almak için bir sürü bürokratik engeli aşması gerekiyordu, burada ikamet harçları çok büyük bir sorun. Çünkü çoğu zaten yoksulluk içerisinde kaçan ya da hiçbir şey almadan kaçmayı başaran, hatta kimliği, pasaportu olmayan insanlar. Şimdi aralıklı olarak biraz daha hak temelinde hazırlanmış olan bir kanun var.

Suriye’de yaşanan krizden sonra ülkemize kaçan kayıtlı 2.5 milyon mülteci var ama kayıtsızlarla birlikte tahminimiz odur ki 3-3,5 milyon civarında bir Suriyeli mülteci ve yine koruma altında bulunan 250 binden fazla diğer ülkelerden mülteci var. 4 milyona yakın mülteciden bahsedebiliriz.

En önemli sorun da yaşam hakkı ihlali. İkinci sorun statü yokluğuna bağlı olarak mültecilerin ekonomik, sosyal ve kültürel olarak haklarından yoksun bir şekilde yaşamaları. Şimdi Suriyeli mülteciler için bir çalışma yasası çıktı. Ama burada geçici korumaya yönelik “bazı haklar verilebilir” diyor. Yani bir muğlaklık var. Dolayısıyla Suriyeli mültecilerin entegrasyonu için adımlar var ama öte yandan mülteciler Türkiye’de kendini idame ettirecek bir standarttan yoksun. Mesela uluslararası koruma başvurusu yapanlar Göç İdaresi’nin gösterdiği illere yerleştirilmek zorundalar. Bu illerde çoğu zaman iş imkanı, herhangi bir sosyal yardım bulunmuyor. Korunmada sorun yaşıyorlar ve insani yardıma muhtaç kalıyorlar.

Suriyeli mülteciler ise çoğu zaman kaçak işçi olarak çalışıyorlar. Hatta çocuk işçiliği var ve işyerlerinde bazı tacizlerin de olduğunu biz biliyoruz. Çalışma izninde de belli kotalar var. Mülteci işçilerin oranı orada çalışan TC vatandaşı işçilerin % 10’unu geçmemek zorunda. Ancak bu iş TC vatandaşının yapamayacağı bir işse bu durumda % 10’luk kota gözardı edilebiliyor.

Biz birçok sağlık hizmeti veriyoruz. Psikolojik destek veriyoruz. Psikolojik destek sunmak için veya tıbbi destekte kişiyle iletişim kurulması için yani iyi bir çevirmenin doktorun yanında olması gerekiyor ya da doktorun Arapça bilmesi gerekiyor. Eğitim konusunda da Arapça bir eğitim yapılacaksa çocuklara o dili konuşan bir öğretmen tarafından bu dersin verilmesi önemli.

 

“Mültecileri hoş karşılayacak bir Avrupa gerçekliği yok”

– Mültecilerin Avrupa’yı tercih etmesi genelde en çok tartışılan konulardan biri. Bu mültecilere dönük nefreti de artıran bir olgu olarak olarak karşımıza çıkıyor. Neden mülteciler Avrupa’yı tercih ediyor?

– Şimdi herkesin kafasında bu soru var. Birincisi; Avrupa Birliği ülkelerinin refah düzeyi yüksek ülkeler olarak görülüyor. İkincisi; insan hakları ve demokratik bir yapıya, insan haklarını korumasına ve demokratik bir yapıya sahip olması sebebiyle genel anlamda tercih edilen ülkeler statüsündeler.

Yani refah düzeyi yüksek ülkeler derken belli kuzey ülkeleri, Almanya, Fransa gibi sanayileşmiş ülkeler bu kategori içine giriyor. Belki bunu bir yirmi yıl önce konuşsaydık kısmen doğru olabilirdi. Ama bugünün koşulları altında bu biraz mite dayanıyor. Çünkü Avrupa Birliği ülkelerinde sağ hükümetlerin iktidara gelmesi, aşırı sağ partilerin yükselmesiyle birlikte ve bu ülkelerdeki demokrasi de, insan haklarının ve hukukun üstünlüğüne saygı da zedelenmiş vaziyette. Dolayısıyla mültecileri hoş karşılayacak bir Avrupa Birliği yok. Ama mülteciler burada kötünün iyisini seçerek oraya gidiyorlar. Çünkü örneğin Körfez ülkeleri de çok zengin ama kaçtıkları ülkelerindeki baskının aynısı orada da var.

Uluslararası örgütlerin raporları da açıklandı. Bu ülkelerde en fazla ihlallere maruz kalanlar göçmenler. Dolayısıyla bu tablo mültecileri kötünün iyisini seçerek en azından kısmen de hayatta kalabilecek bir standartların sağlandığı Avrupa ülkelerine gitmek gibi bir heves oluşturmuş vaziyette ama maalesef bizim ülkemizden de bildiğimiz, gördüğümüz, karşılaştığımız manzara kendilerine Avrupa Birliği ülkelerinin beklemediği yönünde.

 

“Geri dönüş anlaşmaları var görünüyor”

– Almanya ve Türkiye bir görüşme gerçekleştirdi mültecilerle ilgili. Bu görüşmelerden sonra mültecilerle ilgili neler değişti? 

– Mültecilerin bu tür siyasi nedenlerle pazarlık konusu yapılması son derece ahlak dışı. Yani hem Almanya hem Türkiye açısından zor durumda kalmış, ülkesini terk etmek zorunda kalmış insanları yoksulluk, yokluk nedeniyle ülkesinden kaçmış ve başka bir yere giderek umudun peşinden koşan insanları siyasette pazarlık konusu yapmak kabul edilebilir bir şey değil. Bu durumu kesinlikle hak savunucuları olarak biz onaylamıyoruz.

Kapalı kapılar arkasında tam olarak neyin konuşulduğunu açıkçası biz de bilmiyoruz. Ama görünen o ki böyle bir pazarlık var. Bu pazarlıkta Avrupa Birliği’nin ana kurucu üyeleri ile Avrupa Birliği yeni üyeleri ve aday üyeleri ile geri kabul anlaşmaları imzalanmış vaziyette. Bu yeni kabul anlaşmalarına göre eğer düzensiz göçle yani yasadışı yollarla Avrupa Birliği’ne giriş yapan bir mültecinin bu ülkelerden geldiği anlaşılırsa bu ülkelere geri iadesini öngören bir anlaşma. Şimdi dolayısıyla bu anlaşmalar yürürlüğe girmeden “biz Avrupa’ya gidelim” gibi bir plan yapmış olabilir mülteciler. Birileri bu konuda onları kandırmış olabilir. Ve bu bilgi son derece yanlış bir bilgi. Açık söylemek gerekirse bir takım kirli ellerin içerisinde olduğu söylenebilir. “Avrupa Birliği kapıları kapatacak. Bizi bir daha almayacak. Bizi geldiğimiz yerlere geri gönderecekler” diye pekçok insanın panik havasıyla kaçtığı söylenebilir.