Home , Köşe Yazıları , Mülteci Krizi ve ABD-NATO Müdahalelerinin Soykırımcı Özü

Mülteci Krizi ve ABD-NATO Müdahalelerinin Soykırımcı Özü

alankurdiKIERAN KELLY |27-06-2015| Dünya birdenbire bir “mülteci krizi”nin varlığını hissetti. Günümüzde, II. Dünya Savaşı’ndan bu yana geçen dönemin herhangi bir kesitinde olduğundan daha fazla mülteci var. Mülteci sayısı 2001 yılı sonundan günümüze üç katına çıkmış durumda. Sorun yakın dönemde ortaya çıkmış gibi ele alınıyor; ancak, bu sonucun doğacağı açıktı. Basınç birikiyor, birikiyordu, ta ki kasıtlı bilgisizlik-bihaber oluş barajını yıkana dek

Ölüm ve çaresizlik-umutsuzluk Avrupa kapılarına dayandı. Ancak, insanlar evlerini-yurtlarını sadece, umutsuz çırpınmalar yüklü, güvensiz ve tehlikeli gelecek nedeniyle terk etmiyor. Bu krizi yaratmış olan güçler, büyük ve tarihsel ölçekte. İnsanlar, şimdilerde, son 14 yıllık dönemde milyonlarcası üzerine musallat edilmiş korku ve dehşetin çok küçük bir parçasıyla yüz yüzeler. Mülteciler krizi, çok daha büyük ve çok daha şiddet yüklü bir gerçekliğin sadece bir semptomu. Sadece bir dizi haber ve gelişmeler dalgası -boyunca- kalıcı olacak bir “güncel kriz” değil ve insani destekle çözüme kavuşmayacak.

Günümüzdeki kriz, kendisini doğuran olaylar neredeyse bir Dünya Savaşı kadar dönemsel ve ciddi olduğu için, II. Dünya Savaşı’nı andırır boyutta. Yurtlarını terk edenlerin, şimdilerde, sayıları on milyonlara ulaşmış olsa da, 20 yıl öncesinin sığınmacılarına göre karşı karşıya oldukları ölüm riski daha yüksek.

Krizin nedeni yeni, ancak itiraf ve kabul etmekten kaçındığımız bir Soykırım (Holocaust). Kitlesel şiddet ve kitlesel imha açık gerçekler. Batı müdahalesinin ardından gelen yıkım ve ölümü görebiliyor, ancak, tam da Almanların ülkelerindeki açık soykırım gerçeğini ve özünü inkar etmiş oldukları gibi, kasıtlı bir bilgisizlik ve inkar -içinde- yaşıyoruz. Anlamak-kavramak istemiyoruz. Ne var ki, Nazi yönetimindeki Almanlar gibi, kendini çoğaltan bilgisizliğimiz-bihaber oluşumuz, haber ve eğlence medyası kanallarındaki ve yine eğitim kurumları ve hegemonya alanlarındaki propaganda -yüklü- söylemlerle besleniyor ve övülüyor.

Soykırımın niteliğini kavramadığımız için, ABD liderliğindeki Batı müdahalelerinin soykırımcı özünü de anlamıyoruz. Gerek Siyonist gerekse de Amerikan emperyalist elitler, soykırımı, -sadece- bir Holocaust ayrıksıcılığı merceğinden görmeyi benimsememize izin veriyor. Ancak, soykırımın, asla özel olarak -ve sadece- Nazi ya da anti-Semitik öz taşıdığı kastedilmemiştir. ‘Soykırım’ sözcüğünü bir Yahudi, Raphael Lemkin türetmiş, ancak özellikle -ve sadece- Yahudiler için kullanılmasını asla amaçlamamıştır. Kavram, ordularla gitmenin tersine, “uluslar ve halklar” üzerinde tasarlanmış şiddet ve yıkım uygulama stratejisini tanımlamayı amaçlar. Lemkin Amerikaların yerli halklarına karşı -yürütülmüş- soykırım hakkında hacimli yazmış olsa da, bu çalışma yayımlanmamıştır.

Ortadoğu, Afrika ve Orta Asya’da soykırımın yaygın olduğu bir gerçek. Yeni bir soykırım tepemizde ve mültecilerin sayısı, soykırım buzdağının sadece su üstündeki bölümü. ABD, bombalama, işgal etme, istikrarsızlaştırma, çökertme, Balkanlaştırma, yaptırımlar, yozlaştırma, borçlandırma, itibarsızlaştırma, tahrip ve imha etme, suikastler düzenleme, yoksullaştırma-güçsüzleştirme ve hatta öfkelendirme uygulamalarıyla, “ulusal grupların asli yaşam dayanaklarını yıkmayı amaçlayan çeşitli eylemlerden oluşan koordineli bir plan”ın öncülüğünü yapmıştır. Bu, milyonlarca mültecinin kaynağı olan -ve terk ettikleri- bölgededir; ancak, bizler bu koordinasyon gerçeğini görmekten kaçınırız. Kendimizi, Batı’nın eylem ve amaçlarının açık göstergelerine karşı körleştiririz. ABD dış politikasındaki evre-uyumunu ya da -geçerli- bir modeli görmezden gelmek için, çıkmaz yollara yöneliriz. Uzmanların parti ve politikayla ilgili konuşmalarındaki anlamsız sözlerle ve iktidar savaşlarıyla körleş(tiril)ir ve her şeyi kırıp parçalamakla ve geneli tüm yapıyı imha etmekle tehdit eden, -parçaları birbiriyle uyumlu- emperyal stratejiyi, monolitik fili dikkate almayız.

Batılılar kendi yönetimlerinin ne yapıyor olduğu gerçeğiyle yüzleşmek istemezler -özellikle NATO -üyesi- yönetimlerinin ve hepsinden önemlisi ABD yönetiminin. Irak’ta ölen milyonlar, çok sayıda Iraklıyı öldürmeyi amaçlamış soykırımın kurbanlarıydı. Kurbanlar, ayrı bir projenin sonucu değildi. Bu, Vietnam’da geçerli olmuş olduğu gibi, Suriye, Libya, Yemen, Somali, Kongo Demokratik Cumhuriyeti ve diğer çok sayıda yöre için de geçerli. Yıkım, ölüm, perişanlık-yoksulluk ve kaos, “hatalı” politikaların “başarısızlıkları” değil. Bu, ABD’nin kendi istediği rejimi kuramadığında batmış devletler yarattığı bir tür “B Planı” da değil. Bu, A Planı ve bu gerçeği yok saymak giderek güçleşiyor.

Savaşlar artık -hiç- sona ermeyecek. Bunun için hiçbir neden olmadığını öne süremeyiz.   Savaşlar artık -hiç- sona ermeyecek; çünkü, istikrarsızlık ve çatışma halka karşı tasarlanmış saldırı ve gerçekte ulusları imha araçlarıdır. “Soykırım”ın anlamı ve farkında olmaktan kaçınmamızın nedeni budur. Bu farkındalık, avutucu yanılgılarımızı küle çevirecek ve ABD’nin istikrar sağlama girişimlerinde “yanlış yönlendirildiğini” düşünenlerin alçakça dile getirdikleri sahte eleştirilerini açığa çıkaracaktır. ABD istikrarı sağlamaz, istikrarı sağlama arayışı içinde olmaz. Ülkeleri birbiri peşisıra istikrarsızlaştırır. Tüm bölgelere akut ya da kronik yıkım, fonksiyonel yetmezlik hastalığı ve ölüm bulaştırır.

Bu, Neo-Soykırımdır (Neo-Holocaust). Yavaşça ilerler ve öğütür. Soykırım yürütmek için, yavaş ve kurbağa haşlama yöntemidir. Distopik yergideki denyo yığınları gibi, bize yeni bir “normal”i sunduğu her seferinde kendimizi -buna- adapte ederiz. Kitlesel ölümlere ve kitlesel ölçekte yoksunluğa yol açan, postmodern ve yeni-sömürgeci soykırımdır bu. Yoğunluğu artar ya da azalır; ancak, tüm dünya farkına varıncaya ve güçlü bir tepkiyle sona erdirinceye kadar işleyecek.

“Kriz”

Günümüzde, II. Dünya Savaşı’ndan bu yana geçen süre içinde herhangi bir zaman diliminde olduğundan daha fazla mülteci var. Tekrarlanma yönelişi de üretiyor. Sayıları 11 Eylül olayından ve “Teröre Karşı Küresel Savaş” ve “Uzun Savaş” olarak yaftalanan sürecin başla(tıl)masından bu yana üçe katlanmış durumda. Durum, II. Dünya Savaşı’ndakine yakın; ancak, tek bir olaya cevap değilmiş gibi ele alırsak oldukça rahatlayacağız gibi görünüyor. II. Dünya Savaşı’nda insanların savaştan ve soykırımdan kaçtıkları çok açıktı; ancak, göründüğü kadarıyla, günümüzde mülteci sayısının üçe katlanmasının farklı ve her türden nedenin sonucu olduğunu kabul etmekteyiz. Bu krizlerle bağlantısının algılanması istenen tek faktör olarak, en belirgin olaylarda bile terörizm Batı’nın müdahalesinin ve çatışmanın sonrasında  ortaya çıksa da, İslami terörizm görünür.

Artık, ABD/NATO müdahalesinin her kurbanını, münferit iç çatışma kaynaklarının sonucu olarak düşünme alışkanlığını mazur göremeyiz. Evet, ülkelerin iç-yapılarında etnik ve dinsel yarılmalar var ve evet, istikrarsızlık yaratan ekonomi ve çevre krizleri de var; ancak, fırsat doğduğunda, silahlar bu sıcak noktalara sel gibi akar. Her defasında bir silah akışı vardır. Bu, asli değişmezdir. Ancak, başka unsurlar da işe katılabilir; özellikle ekonomik istikrarszlık ve “demokrasi promosyonu.” ABD’nin ve ortaklarının-işbirlikçilerinin, hamle yapmak, filmi çekmek ya da oyunu sahnelemek için -kullandıkları- taktik tahtası, çekim planı ya da oyun metni tek değildir. Irak ve Afganistan’ın işgali, Libya’nın bombalanması ve Güney Sudan’ın yaratılması gibi doğrudan müdahaleler olabilir. Yemen’in bombalanması, Kongo Demokratik Cumhuriyeti topraklarına saldırılar ve Suriye’deki iç savaş gibi vekiller aracılığıyla müdahaleler olabilir. Bunlara, sürekli ve örtük müdahaleleri, ekonomik müdahaleleri, istikrarsızlaştırmayı, yaptırımları, darbeleri, borç krizlerini eklediğinizde, ilk kez Raphael Lemkin tarafından 1944 yılında tanımlanmış olan, -araçları- farklılaştırılmış sistemli soykırım karmaşığına çok benzeyen bir karmaşık -bütünselliği- görebilirsiniz.

Şimdilerde var olan şiddetin temposu, bırakın II. Dünya Savaşı’ndaki devasa şiddet boyutunu, Kore Savaşı’ndaki bombardımanın şiddetiyle bile boy ölçüşemez. Ne var ki, fark, bu şiddetin asla sona ermeyişidir. Sonsuza dek sürmeye yazgılı gibi görünüyor ve ölümler göstergesi yukarı doğru kaymayı sürdürüyor. Almanya savaşın taraflarından biri olmasaydı, Nazi soykırım politikalarının da aynı yavaş birikimli tempoyla sahnelenmiş olacağı görüşünü bir yana bırakamıyorum. Yıkım ve şiddette çoğu kez ABD’nin düşmanlarının payı da var; ancak, insanların, ABD’nin genelde bu düşmanlarının bir ölçüde yaratıcısı ve destekçisi olduğunu kavramaya başladıklarını düşünüyorum. Dahası, bu düşmanlar genelde, ABD’ye, ya doğrudan ya da müttefik rejimler kanalıyla, somut ve parasal olarak bağımlılar.

Kümülatif olarak, çağımız, bazı açılardan “Afrika için Kapışma”nın ve “aşırı sömürü”nün yarattığı sosyo-ekonomik yıkımı, bazı açılardan ise işgal altındaki Avrupa’da yürütülen Alman soykırım politikalarını andıran, bir kitlesel ölümler tarihsel dönemi olmuştur. İnsanlar,  gelecekte bu yeni Soykırım’ın insan maliyetini hesaplama aşamasına ulaştıklarında, inanılırlıklarını muhafazakar olma yoluyla kanıtlama çabasına girmeyecekler. Bu tür sorunlarda, muhafazakarlık, doğruluktan kasıtlı sapmaktan ve önyargılı olmaktan öte bir şey değildir. Batının 11 Eylül sonrası dönemdeki askeri, vekilleri yoluyla, örtük ve ekonomik müdahalesinden kaynaklanmış olan aşırı ölümlerin tümü hesaplandığında, -toplam- on milyonlara ulaşır. Daha şimdiden Nazilerin -uyguladığı- Holocaust ile aynı boyuttadır ve sona ermekten uzaktır.

Bir kumsalda boğulmuş bir çocuk görüyoruz ve acı-elem canevimizden vuruyor. Bu bir trajedi; ancak, müstehcenlik küçük bir çocuğun ölümünde değil. Müstehcenlik, Batı devletlerinin öldürme eylemi olduğu gerçeğinde yatıyor. Bu müstehcenliğin çoğaldığını, çoğaldığını ve çocuğun, A(y)lan Kurdi’nin, -bulunduğu- kumsaldaki kum tanelerinden sadece biri oluncaya dek çoğaldığını zihninizde canlandırmaya çabalayın. -Bunu yapmak- kolay görünse de, bu bir yanılsamadır. “İstatistik empati”nin yokluğunu duyacak ölçüde sosyalleş(tiril)mişizdir ve bu yoksunluk bizi mantıksız kılar. İnsan acısı ve kaybı istatistikleriyle her karşılaştığımızda, kurbanların tam anlamıyla birer insanlık -olmasına- yüzümüzü asarak, bu doğal olmayan ayrılıkları saymayı öğrenmemiz gerekir. Holocaust’u kavramanın anahtarı, nefret -yüklü- ve acımasız ölüm makinesi olan meşum Nazi ırkını saplantıya dönüştürmek değil, insan dolu bir gaz odasının karanlığında can çekişen bir çocuğu zihnimizde canlandırmak ve bunu, Almanların, Fransızların, İngilizlerin ve diğer çoğunun o dönemde bu çocuğun yazgısına karşı takındıkları nasırlaşmış aldırmazlıkla karşılaştırmaktır.

Sevgi-sevecenlik olmadığında, ahlaki olduğu kadar entelektüel açıdan da gelişmemişizdir.  Süregiden soykırımın anlamını kavramak için, bombalanmış bir evin karanlık enkazında, anne ve babasının ölü bedenlerinin yanında, hiç gelmeyecek yardımı çağıran ve yavaşça ölmekte olan yanmış bir çocuğu tasavvur etmelisiniz. Nasırlaşmış kayıtsızlık ile, bize, resmi olarak, bunun zarar verme amacı gütmeyen Batı eylemlerinden kaynaklanan üzücü tali hasar değil, hainler tarafından işlenmiş bir suç olduğu söylenene dek hissettiklerimizi karşılaştırın. Olayın ardından, önemser ve özen gösteririz; ancak, Yahudi soykırımı (Judeocide) döneminde hemen her ülke Yahudi mültecileri kesin olan sonlarına, ölüme geri göndermişti. İnsanlar, neredeyse tam da son dönemde Yunan adası Kos’taki Britanyalı turistlerin parkları harabeye çeviren “pislik dalgaları”nın kitlesel ölümlerini dilemesi gibi, Yahudi mültecilere duyarsız kalmış, üstelik aşağılamışlardı da.

Gerçeklerden kaçınmak için, sadece belli kurbanların önemli-değerli ve tam -anlamıyla- insan(i) olduğu seçimini yaparız. Acıma hissetmek resmen doğru olduğundaysa,  algılanışlarıyla bir sistemli normlar dizisinden sapan ya da ayrılanları suçlamak-sorumluluğu yüklemek için çizgi kötü adamlar yaratırız. Bu, Siyonist lobi, Netanyahu, Trump, Kochs ya da askeri-sınai kompleks olabilir; ancak, olağanın dışında birisi ya da bir şey olmalıdır. Bu düşünüş -biçimi- alçaklık ve korkaklıktır. Akılsızlıktır. Kendine hizmet eder. Ahlaki ve entelektüel iflastır. Şimdilerde gelişen yeni bir Soykırım geçerli ve bu, Amerikan emperyalizminin mantıki ürünü.

Son tahlilde, mülteciler, çatışma, yıkım ve acı yüklü yılların sonucu. En ürkütücü olansa, ardında yatan nedenlerle yüzleşmeyeceğimiz için, bu vebanın yayılmasını durduramayışımız. Bu, tek yönlü bir yola dönüşmüş durumda. İç kargaşaya yenik düşen alanlar asla barışa ulaşamayacak. Enkaza dönüş(türül)en kentler asla yeniden inşa edilemeyecek. Parçalanan topluluklar asla tekrar birleş(tiril)emeyecek. Daha da kötüye gidecek ve Amerikan emperyalizmi yıkılıncaya dek son bulmayacak. Bir diğer Dünya Savaşı olmadan bunu başaracağımız bir yol bulalım.

7 Eylül 2015

[Global Research’teki İngilizce orijinalinden Dursun Bayrak tarafından Sendika.Org için çevrilmiştir]