Home , Köşe Yazıları , Kuzey Afrika’da devrim ve karşı devrim sarmalı

Kuzey Afrika’da devrim ve karşı devrim sarmalı

VOLKAN YARAŞIR | 06 – 05 – 2011 | Libya’ya emperyalist müdahale

Tunus ve Mısır isyanı ve yaşanmakta olan devrimci süreç, Arap coğrafyasında sarsıcı etkiler yarattı. Yarım asırdan beri süren bölgedeki bütün statükolar bu gelişmelerden etkilendi. Arap halklarının kendi kaderlerini ellerine alma çabası ve arayışları hızlandı. Grevler, direnişler, sokak gösterileri, sokak savaşları ve kitle hareketleri yaygınlaştı. Bu toplumsal devinim bazı ülkelerde diktatörlerin alaşağı edilmesine, bazı ülkelerde ise hükümet değişikliklerine yol açacak boyuta ulaştı. Kitle mobilizasyonu salınımlı bir tarzda halen devam ediyor.Bu gelişmeler Arap halkları tarihinde yeni bir momentumu işaretledi. II. Paylaşım Savaşı sonrası sömürgeciliğe karşı Arap halkları ayağa kalkmış, bir tarihsel dönemin önünü açmıştı. Bu süreç Arap milliyetçiliği ve pan-Arabizm şeklinde kendini ifade etti. İki kutuplu dünyanın yarattığı makro denge koşullarında varlık zemini bulan bu rejimler, kısa bir müddet sonda Bonapartist diktatörlüklere dönüştü. Hareket, önderliğinin niteliği (küçük burjuva milliyetçiliği) ve ufkuyla (programı ve hedefleri) kendi sınırlarını oluşturdu. Halklar üzerinde diktatöryal düzenlemelerin dışında bir adım atamadı. Sömürgeciliğe karşı “bağımsızlık mücadelesi” yeni kapitalist entegrasyonun zeminlerini  (Mısır, Cezayir, Tunus ve Libya’daki vb. birçok Arap ülkesindeki gelişmeler bu paralelde ele alınabilir) ördü. Arap halklarının 1950 ve 1960’lı yıllardaki ayağa kalkışı, bir müddet sonra geri çekildi.

İçine girdiğimiz süreç Arap halkları tarihinde yeni bir dönemi işaretliyor. İsyan, ayaklanma ve yaygın kitle hareketleri bu sürecin karakteristik özellikleri olarak öne çıkıyor. Kapitalizmin yapısal krizi ve son çeyrek asra damgasını vuran neo-liberal yıkım politikaları Arap coğrafyasının her kesiminde toplumsal isyanı mayalandırdı. Tunus ve Mısır ayaklanması bu yoğunlaşmanın dışavurumuydu. Biriken sınıfsal öfke ve kin ayaklanmaların bölgede senkronizasyon etkisi yaratmasına yol açtı. Bahreyn’den Yemen’e, Ürdün’den Suriye’ye kadar kitleler sokaklara çıktı.

Bugün ihtilalin ruhu Arap coğrafyasının üzerinde kendini hissettiriyor. Her devrimci süreç salınımlı, gel-gitli, yükseliş ve düşüşleri içinde taşıyan kaotik bir süreçtir. Devrim ve karşı devrim sarmalı bu kaotik sürecin doğal bir parçasıdır. Bugün Arap coğrafyasında bir yanıyla devrimci sürecin bütün zenginlikleri açığa çıkarken, öte yandan farklı karşı devrimci operasyonlarla bu süreç kırılmaya ve bloke edilmeye çalışılmaktadır.

Libya’ya yönelik emperyalist müdahale

Bu konjonktürde Bahreyn’in Suudi Arabistan tarafından açık işgali ve Libya’ya yönelik emperyalist müdahale özünde Arap devrimlerini bloke etmeyi ve kapitalist stabilizasyonu hedeflemektedir.

Emperyalist açık işgalin gündemde tutulduğu Libya müdahalesi, üç boyutta ele alınabilir: 1. Boyut; Arap devrimlerinin önünü kesmek ve kapitalist stabilizasyonu sağlamaktır. Mısır ve Tunus ayaklanmalarıyla başlayan devrimci sürecin Kuzey Afrika’nın bütününde, Arap yarımadasında, Ortadoğu’da, hatta Fildişi gibi kıta Afrika’sına yayılma olasılığı emperyalist-kapitalist sistemi harekete geçirdi.

Yalnızca Mısır’da yaşanacak bir politik devrim bile bölge jeo-politiğini, hatta dünya jeo-politiğini kilitleyecek boyuttadır. Ortadoğu, dünya jeo-politiğinin kalbidir. Mısır’ın Ortadoğu’da bir “istikrarsızlık” unsuru olması, başta emperyalizmin bölgedeki vurucu gücü ve mızrak ucu olan İsrail’i felç edecektir. Dünya jeo-politiğinin sinir noktasındaki bu gelişmenin ABD emperyalizminin hegemonyasını kırıcı etkiler yaratması kaçınılmazdır.

Tunus ve Mısır’da statükonun devamı yönündeki ısrar ve düzenlemelerin temel amacı “kontrolsüz” gelişmelerin önünü almaktır. Devrimci dalganın statükoda yapılacak bazı revizyonlarla engellenmesi ve geri çekilmesi hedeflendi. Ve bu yönde atılan adımlar, özellikle Mısır’da etkili sonuçlar yarattı. Sistem muhalefeti soğurtacak bazı taktikler geliştirerek, yeni düzenlemelerle kapitalist entegrasyonun önündeki engelleri aşmaya çalışıyor.

Özellikle Mısır’da “kontrolsüz” kitleler, Müslüman Kardeşler kadar, liberal burjuvaziyi de ürküttü. Müslüman Kardeşler Mübarek’siz Mübarek rejimiyle hızla uyum sağladı, kendini, ordudan sonra en önemli siyasal güç olarak tahkim etmeye çalıştı. Liberal burjuvazi de devrim korkusuyla ordu eksenli yeni düzenlemelere onay verdi.

Yalnızca işçi sınıfı kontrol edilememektedir. “Devrim günlerinin” ve politik mücadelenin yarattığı atmosfer ve açtığı olanaklarla işçi sınıfının ekonomik mücadelesi hızla güçlendi. Sınıf, reflekssel olarak kendini kapitalist sisteme bağlayan zincirleri kopartmaya çalıştı. Grev ve direnişler yaygınlaştı. Ve bu süreç sınıfın nesnel ve öznel şekillenişini hızlandırdı.

Mısır ordusu, Mübarek sonrası grevleri ve işçi direnişlerini fiilen engellemeye çalıştı. İşçi sınıfını her şart altında etkisizleştirmeyi amaçladı. Bu yönde Müslüman Kardeşler’in sokaktan çekilmesi, liberal burjuvazinin benzer politikalar geliştirmesi Mısır’da düzeni yeniden tahsis etmeye yöneliktir. Mısır’da yaşananlar devrimden çıkarı olan tek sınıfın işçi sınıfı olduğunu bir kez daha gösterdi. Diktatörlüğe karşı da istikrarlı bir mücadeleyi yalnızca işçi sınıfının yürütebileceğini ortaya koydu.

Tunus’taki devrimci süreç ise kendi özgünlüğünde ve salınımlı bir şekilde devam etmektedir. İsyan günlerinde ortaya çıkan halk savunma komiteleri daha sonra devrimi savunma komitelerine dönüştü ve ulusal düzeyde Devrimi Savunma Konseyi adıyla koordine oldu. Bu komiteler ve konsey yapılanması kitlelerin özörgütlenmeleridir. Tunus’ta Devrimi Savunma Konseyi ve işçi komiteleri fiilen ikinci iktidar gibi hareket etmektedir. Muazzam bir toplumsal meşruiyete ve güce sahiptir. Ne var ki, bu örgütlenmelerin iktidarı alma gibi hedefleri bulunmuyor. Bugüne kadar birçok bölgede valileri görevden alabilen, kitleleri mobilize edebilen ve iki geçici hükümetin yıkılmasına neden olan özyönetim organlarının ve UGGT’nin hedefleri burjuva liberal bir düzenle sınırlı. Ve Binali klanının ekonomik ve siyasal yaşamdan çıkarılması yönünde faaliyetlerini yoğunlaştırıyor.

Tunus’ta yaşanan fiili iktidar durumunun, bazı kapitalist rasyonalizasyon uygulamalarıyla bitmesi işten bile değildir. Rejimin gerçekleştireceği restorasyonlar özyönetim organlarını hızla işlevsizleştirebilir.

Kısaca Mısır ve Tunus’ta, farklı metodlarla olsa da, düzenin yeniden tahsis edilmesi yönünde politikalar uygulanmaktadır.

Öte yandan Bahreyn’de Şii kökenli halkın ayaklanması kendi özgünlüğünde bir sosyal patlamanın dışavurumu oldu. Şii kökenli halk, Bahreyn’in alt sınıflarını oluşturmaktadır. Ayaklanmanın Arap yarımadasına yansıma riski, monarşileri hızla harekete geçirdi. Suudi Arabistan ve bazı körfez ülkelerinin askeri birlikleri, Bahreyn’i işgal etti ve ayaklanmayı kanla bastırmaya çalıştı. Benzer gelişme Yemen’de diktatörlüğe karşı halkın ayaklanmasıyla kendini gösterdi. Yemen’de de Suudi Arabistan eksenli açık işgalin gerçekleşme olasılığı tartışılmaktadır.

Devrimci dalganın Bahreyn’de açık işgalle kırılmak istenmesini Libya’ya yapılan askeri müdahale izledi. Kolektif karakterli bu emperyalist müdahale Arap devrimlerinin farklı karşı devrimci metodlarla engellenmesinin bir pratiği olarak öne çıktı.

Mısır ve Tunus’ta statükonun revizyonu şeklinde biçimlenen gelişmeler, Bahreyn’de açık isgal, Libya’da emperyal müdahale şeklinde kendini dışa vurdu. Bu üç karşı devrimci taktik tekno-ideolojik bombardımanlarla takviye edildi. Benzer adımlar Fildişi’nde de hayata geçirildi.

2. Boyut; jeo-politik faktördür. Libya’nın kontrolü bir anlamda Akdeniz’in kontrolüdür. Aynı zamanda Libya, Afrika’ya açılan bir kapıdır. Kapitalizmin yapısal krizi emperyalist özneler arasında hegemonya krizini ve “savaşlarını” keskinleştirdi. Özellikle Çin’in ataklarını bloke etmeye çalışan ABD, İngiltere ve Fransa, Libya’ya askeri müdahaleyle önemli bir hamle gerçekleştirdi. Çin, enerji ihtiyacının büyük bir kısmını Ortadoğu’dan karşılıyor. Ayrıca son dönemlerde Afrika’ya ciddi sermaye ihracı yaptı ve önemli yatırımlar gerçekleştirdi. Bunun yanında Çin, Libya’nın silah temin ettiği ülkelerin başında geliyor. Kaddafi rejimiyle ilişkileri hızla gelişiyor. Ayrıca Rusya bölgesel nüfuzunu yaymak için Akdeniz’de kendine liman arıyor. Bu yönde Kaddafi’yle temaslar kurdu. Kaddafi rejimi Rusya’nın arayışlarına olumlu yanıt verdi. Rusya aynı zamanda, Libya’nın en önemli silah kaynaklarından biridir. Emperyalist müdahale başta Anglo-sakson koalisyona ve Fransa’ya önemli hamleler kazandırdı. Bir yandan Çin’in hem Libya, hem de Afrika’daki atakları darbe yedi, öte yandan hızla gelişen Rusya-Libya ilişkileri bloke edildi.

Bu faktörlerin yanında emperyalist askeri müdahalede Fransa’nın agresyonu dikkat çekti. Fransa ABD’nin Ortadoğu’daki yıpranmışlığından yararlandı ve öncü güç gibi hareket etti. Fransa’nın bu mevzi kapma uğraşı AB’nin birinci periferisini saran mali krizin etkisine ve AB içinde Almanya’nın ataklarına bir cevap mahiyeti taşıyor. Almanya’nın ekonomik baskı ve rekabeti Fransa’nın agresyonunu artırıyor.

Ayrıca Libya jeo-stratejik konumuyla AB açısından son derece önem taşıyor. Libya Batı’yla yaptığı anlaşmalar sonucu bugüne kadar Afrika yoksullarının gardiyanı gibi hareket etti. Orta Afrika halklarının kıta Avrupa’sına yönelik göçünü engelledi ve bir tampon bölge olarak konumlandı. Fas ve Cezayir’de benzer tutum sergiledi. Kaddafi bu silahı kullanabileceğini açıkladı. AB kontrol edilemeyen bir Libya’dan son derece tedirgin olmaktadır. Müdahale bu yanıyla da önem taşıyor. Afrika’nın “lanetlilerinin” metropollerden uzak tutulması, emperyalist işgalin gündeminde yer alıyor.

3. Boyut; petro-politiktir. Libya muazzam ve son derece kaliteli doğalgaz ve petrol rezervlerine sahiptir. Libya’nın, 1.5 trilyon metreküplük doğalgaz rezervinin yanısıra 50 milyar varillik petrol rezervi bulunuyor. Libya Avrupa’nın en önemli petrol tedarikçileri arasında yer alıyor. 21. Yüzyıl’ın ilk yarısında petrol paniğinin gerçekleşme olasılığı ve petrole bağlı kapitalist gelişmenin taşıdığı risk, emperyalizmin petro-politik hamlelerini gündemde tutuyor. Libya’ya yönelik emperyalist müdahalenin belirleyici yönlerinden birini de petro-politik faktörler oluşturuyor. Askeri müdahaleyle özellikle Çin’in Afrika’ya yoğun yatırımları ve petrol temini ve taşıma yolları tehlikeye girmiş durumda. Libya, petrol ve doğalgaz kaynaklarının kontrolü aynı zamanda Afrika’daki kıymetli madenlerin, enerji kaynaklarının ve yollarının, kıymetli toprakların kontrolü anlamına geliyor. Bu yönüyle Libya’ya müdahale önümüzdeki dönemde kaynak savaşlarının hızla yaygınlaşacağının bir göstergesi oluyor.

BOP’un yeni evresi

ABD, hegemonyasını restore etmek yönünde belirleyici hamlesini Ortadoğu’da yaptı. Ortadoğu’nun yeniden dizaynını içeren bu hamle BOP’la kendini en konsantre biçimde ifade etti.

11 Eylül sonrasında Irak ve Afganistan’a yapılan müdahaleyle bu sürecin önü açıldı. ABD, BOP’un birinci evresi diye tanımlayabileceğimiz dönemde imparatorluk projesine bağlı olarak yoğun ve sistemli açık şiddet politikaları uyguladı. Fakat Irak halkının direnişi karşısında aciz kaldı. Böylece BOP’un birinci evresi işlevsizleşti. Bu gelişme üzerine diğer emperyalist güçlerle ortak hareket etmeye başlayan ABD, BOP’un ikinci evresi diye tanımlayacağımız açık zor ve ideolojik zoru birlikte kullandı. BOP’un bu evresi de kadim bir uygarlık olan Mezopotamya uygarlığı karşısında sökmedi. Ardından Condalize Rice’ın sözleriyle ifade edilen, BOP’un üçüncü evresi olan “yaratıcı kaos” aşamasına geçildi. Yaratıcı kaos Ortadoğu halklarının eklem yerlerinden kırılarak, mikro devletler oluşturulması ve makro tahakkümün bu mikro devletler üzerinden kurulması yönündeki bir adımdı. Bir anlamda Ortadoğu’nun Balkanlaştırılmasıydı. Bu yönde Irak, etnik ve mezhebi polarizasyona tabi tutuldu ve Irak fiilen üç mikro devlete bölündü. Benzer operasyon Filistin’de de gerçekleştirildi. Filistin, Hamas’ın ve El Fetih’in kontrolünde iki mikro devlete ayrıldı. Obama’nın iktidara gelmesi ABD’nin yeni bir konseptle hareket etmesine yol açtı. ABD, BOP’un dördüncü evresi diye de tanımlayabileceğimiz “akıllı güç” politikalarıyla hem yıpranmışlığını engellemek, hem de kendine yönelik reaksiyonları sönümlendirmek istedi. Gücü daha rafine ve sistemli kullanmayı hedefledi. Açık işgal politikalarını her zaman devrede tutarak, bölgede yeni lejyonerler ve aktif taşeronlar yarattı.

Kuzey Afrika’daki isyan ve ayaklanmalar ve bu devrimci sürecin Ortadoğu topraklarına hızla yayılması ABD’nin bölgede yeni bir hamle yapma ihtiyacını doğurdu. ABD bir nevi BOP’un evrelerini konsantre eden askeri, politik ve kültürel strateji izlemeye başladı. “Yaratıcı kaos” ve “Akıllı güç” politikalarını harmanlayarak, bir anlamda BOP’un beşinci evresini ifade eden adımlar atmaya başladı. ABD’nin hedefi hegemonyasını yeniden tahkim/restore etmektir. ABD kaynak savaşlarına göre yeni ittifaklar oluşturuyor. Bazen kolektif-emperyal müdahaleler gerçekleştiriyor. Bu evrede açık işgal politikaları yanında (Libya’da gündemde tutulmaktadır) kapitalist entegrasyonu yeniden kuracak veya derinleştirecek rejim restorasyonu (Mısır’da büyük oranda gerçekleştirdiği, Tunus’ta da yapmaya çalıştığı gibi) politikalarını ve gereğinde aktif taşeronlarını ve lejyonerlerini (Suudi Arabistan’ın Bahreyn’i işgali gibi) devreye sokuyor.

BOP’un yönelimini ve stratejisini belirleyen ve bir karşı devrimci stratejist olan, şu anda da Obama’nın baş danışmanlığını yapan Brzezinski, GOP (Genişletilmiş Ortadoğu Projesi) adını verdiği açılımla önümüzdeki dönem yaşanacak sürecin tanımlamalarını yapmaktadır.

BOP’un genişletilmiş bir versiyonu olan GOP, özünde emperyalist tahakkümün yeniden inşaasını içeriyor. Ve emperyalist yayılmanın stratejisini belirliyor. Brzezinski’ye göre GOP Kuzey Afrika’dan Ortadoğu’ya, Balkanlar’dan Kafkaslara uzanan, hatta içine Pakistan gibi ülkeleri alan geniş bir coğrafyayı kapsıyor. Bu coğrafyada dünya nüfusunun % 75’i yaşıyor. Dünya gayri safi milli hasılasının % 60’ı üretiliyor ve dünya enerji kaynaklarının ¾’ü bulunuyor. Brzezinski’ye göre bu coğrafyanın kontrolü dünyanın kontrolü ve dünya efendiliğinin garantisi olarak ifade ediliyor. Yani emperyalist tahakkümün sürekliliği anlamına geliyor. Brzezinski GOP’un kapsadığı coğrafyayı, küresel Balkanlar olarak değerlendiriyor. Bölge devletlerini ise, “güvenilmez devletler” olarak ele alıyor. GOP, emperyalist yayılmacılığın 21. yüzyıldaki ifadesi olarak öne çıkıyor. Bu coğrafyanın yeniden sömürgeleştirilmesi doğrultusunda stratejiler hayata geçiriliyor. Bugün ABD’nin Ortadoğu’da, Arap Yarımadasında, Kuzey Afrika’daki hamleleri bu doğrultuda ele alınabilir. 1990’lı yıllarda Balkanlarda uygulanan politikaların bu coğrafyada son derece sistemli bir şekilde hayata geçirilmesi olasıdır.

Bugün Libya’ya yönelik emperyalist müdahale açık işgalle derinleştirilebilir. Libya müdahalesi küresel Balkanlaştırma taktiklerinin bir adımı olabilir. Libya Trablus, Berka ve Fizan olmak üzere üç bölgeden oluşuyor. Libya’da feodal ilişkilerin ve aşiret toplumunun ağırlığı bulunuyor. Ayrıca yaygın bir bölgesel ayrımcılık var. 1940’larda Libya İtalya, Fransa ve Britanya kontrolü altında üç bölgeye ayrılmıştı. 1951’de ise birleşti. Birleşik Libya Federal Devleti kuruldu. Libya’nın bu tarihsel toplumsal arka planı, Balkanlaştırma politikalarına zemin yaratmaktadır. Libya isyanı sürecinde Libya’nın aşiretler temelinde doğu ve batı olarak ikiye bölünmüş hali de düşündürücüdür. Balkanlaştırarak mikro devletler kurma ve bunun üzerinden makro tahakkümünü inşa etme gündeme sokulabilir. Bu Libya halkı için ölüm, açlık ve yeni kölelik demektir.

Ömer Muhtar geleneği

Bu katastrofik riske rağmen emperyalistler arası hegemonya krizi ve dünyanın çok kutupluluğu, birçok beklenmeyen gelişmelere yol açabilir. En başta NATO’nun Lizbon’da belirlediği konsept ve yeniden yapılanma süreci çok kutuplu dünyayla çelişmektedir.

Libya’da Kaddafi rejimine karşı başlayan isyan bütün bu hamleleri boşa çıkarabilir. Libya isyanı Arap devrimlerinin bir parçası olarak ele alınmalıdır. Libya isyanının içinde İslamcılar, Baas’çılar, sosyalistler ve liberal kesimler bulunuyor. Hareketin içinde bazı grupların ABD işbirlikçisi olduğu biliniyor. Ayrıca isyancıların kabile yapısı, ABD’nin operasyon olasılıklarını artırıyor. Bütün bu zaaf ve geri noktalarına rağmen Libya isyanı önem taşımaktadır. Bu isyanın Ömer Muhtar geleneğine yaslanması ve Libya halkının kolektif belleklerinde anti-sömürgecilik bilincinin bulunması süreci çok farklı kılabilir.

Bölge halklarının isyan ve ayaklanma atakları Libya’daki isyanı besleyecek ve şekillendirecektir. Bugün Arap devrimleri Arap alt sınıflarının arayışlarının simgesi oluyor. Mısır ve Tunus işçi sınıfı devrimci bir sürecin içinde yer alıyor. Tunus’ta ikili iktidar pratikleri ve özyönetim deneyimleri yaşanıyor. Ürdün’de kitleler ellerine aldıkları ekmeklerle simgesel biçimde rejimle aralarındaki kırmızı sınırı çiziyor. Yemen’de ve Bahreyn’de mezhebi görünüme rağmen tam bir sosyal patlama yaşanıyor. Yaygın kitle mobilizasyonu gerçekleşiyor. Bütün bu gelişmeler Arap halklarının kendi kaderlerini ellerine alma çabasıdır.

Libya halkı da emperyalist tahakküme karşı aynı yoldan yürümelidir. Ne Kaddafi rejimi, ne emperyalist müdahale Libya halkına özgürlük getirebilir. Özgürlük Libya işçileri ve emekçilerinin bağımsız birleşik mücadelesiyle kazanılabilir. Bu yol aynı zamanda Arap devrimlerinin yoludur.