Anasayfa , Köşe Yazıları , KÜRESEL KRİZİN YIKICI ENERJİSİ ARTIYOR

KÜRESEL KRİZİN YIKICI ENERJİSİ ARTIYOR

volkan-yarasir-100x1001VOLKAN YARASIR |08-10-2013 | Kapitalizmin yapısal krizi bir dizi iç evreden geçerek, derinleşiyor. Bir birini koşullayan, tetikleyen ve besleyen her evre, krizin yıkıcı enerjisini yoğunlaştırıyor.

Yapısal kriz, özellikle son 6 yılda farklı sikluslar oluşturarak gelişti. Her siklusun etki ve yayılımı, farklı ve sarsıcı oldu. Olmaya devam ediyor.

2007’de, önce ABD’de konut piyasalarında finansal altüst oluşla kendini dışa vuran ve hızla küresel düzeye yayılan, yapısal krizin depresyon aşamasına geçişini tetikleyen, gelişmeler; 2008 yılında sanayide ve ticarette büyük deformasyonları beraberinde getirdi. Ve sermaye akımlarında önemli tahribatlara yol açtı. 2010 yılında özellikle Avrupa, krizin odak coğrafyasına dönüştü. Ayrıca farklı ülkeler ve coğrafyalar, uluslararası işbölümündeki yerlerine bağlı olarak, yapısal krizden değişik oranlarda, farklı semptomlar göstererek, ama şiddetle etkilendi.

AB’de kriz, double karaktere bürünerek, kamu borç krizi ve “zombi bankacılık” krizi şeklini aldı. Bir birini besleyen ve tetikleyen içerik kazandı. Özellikle Avrupa’nın Akdeniz havzasında kriz, senkronize bir karakter gösterdi. Büyük ekonomik çöküşler ve devletlerin iflas riski gündeme geldi.

Ağırlıkta ikinci kuşak kapitalist ülkeler diye tanımlayabileceğimiz coğrafyalarda, resesyon, ekonomik yavaşlama ve işsizlik oranında orantısal yükselmeler yaşandı.

Ortadoğu ve Kuzey Afrika’da kriz yıkıcı sonuçlar doğurdu. Bölgede 30-40 yıllık statükoları sarsan gelişmeler yaşandı. İsyan ve ayaklanmaların yanında, küresel jeo-politiğe bağlı emperyalist müdahaleler gerçekleşti. Bir karşı devrim taktiği olan restorasyonları, iç savaş politikaları izle.

Ortadoğu ve Kuzey Afrika küresel jeo-politiğin düğüm noktası olarak ayaklanmalar, yıkımlar ve iç savaş coğrafyasına dönüştü.

Yapısal kriz, farklı coğrafyalarda, farklı biçimlerde kendini dışa vursa da, bütün bunlar krizin şiddetini ve yayılımını artıran faktörler oldu.

Krizi sistemik karakteri ve bu karaktere bağlı olarak, krizin multi bir kriz özelliği taşıması, şiddetini artıran temel faktörlerden biridir. Ayrıca kapitalist sistemin 20. yüzyılın son çeyreği ve 21. yüzyılın ilk on yılında ulaştığı entegrasyon düzeyi ve derinliği, krizin yıkıcı enerjisini, senkronizasyonunu ve salınımını şiddetlendiriyor.

Dünyanın küresel bir fabrikaya, ülkelerin ise küresel bir atölyeye dönüşmesi, aynı zamanda dünyanın küresel bir casino haline gelmesi yaşanan sorunları ve sonuçları ortaklaştırıyor. Küresel borsaların interkonkte bir sistem gibi işlemesi spekülatif sermayeye olağanüstü hareket kabiliyeti ve serbestlik sağlıyor.

Bütün bu süreç kapitalist ilişkileri derinleştiren, yayan özellikleri yanında, sorunların tek bir ülke sınırına hapsolmasını engelleyen, hatta enfekte eden, bulaştıran ve salgın haline dönüştüren gelişmelerin önünü açıyor. Aynı süreç görünümü farklı olsa da, “sorunları” aynılaştırıyor, aynılaştırdığı oranda da sorunların küresel sonuçlar yaratmasına neden oluyor. Bu durum son derece lokal ve kontrol edilebilir gibi görünen problemlerin, aslında glokal bir karakter taşıdığını, “kelebek etkisiyle” küresel sonuçlar doğurabileceğini ortaya koyuyor. Bu vurgu ekonomik alan için olduğu kadar, siyasal alan için de geçerlidir. Suriye sorununun çok boyutluluğu buna örnektir.

İçinden geçtiğimiz dönem büyük sarsıntılara ve altüst oluşlara gebedir. Kapitalizmin sürdürülemezliğinin bütün çıplaklığıyla ortaya çıktığı yüksek bir konjonktür içindeyiz. Küresel düzeyde sınıfsal ve toplumsal antagonizmanın şiddetlendiği ve yoğunlaştığı bir tarihsel dönemi yaşıyoruz.

 

“YÜKSELEN PİYASALAR”: EMPERYALİZMİN YENİ AV SAHALARI

FED’in son açıklamalarıyla yaşananlar, küresel ekonomide yaşanan “küçük” bir finansal çalkantının yaratacağı büyük tahribatı ve domino etkisini ortaya koydu. FED’in piyasalara pompaladığı para miktarını (aylık 85 milyar Dolar’ı) 2013 Eylül’ünden itibaren azaltacağını, 2014 ortasında ise sonlandıracağını açıklaması küresel piyasaları altüst etti.

Sermayenin merkez ülkelere dönmesi küresel piyasalarda olağanüstü panik ve türbülans yarattı. Mali dalgalanma ya da spiralin tersine  dönmesi, gelişmekte olan piyasalar olarak, tanımlanan bir dizi ülkeyi risk altına soktu. Bir  kaç ay süren mali dalgalanmaların ardından FED, tahvil alımlarını azaltmaya yönelik kararlarını ertelediğini açıkladı ve açıklama sonrası küresel piyasalarda geçici bir rahatlama yaşandı. Ama bu rahatlama,yaşanacak finansal tahribatı daha da artırıcı bir faktör olabilir.

FED’in açıklamalarıyla başlayan büyük finansal U-dönüşü ve türbülans, dünya ekonomisinin yeni bir döneme girdiğinin göstergesi oldu.

2008’de dünya ekonomisinin derin bir mali krizle sarsılması (yapısal krizin depresyon evresine geçiş momentiyle) likidite bolluğunu kırdı. 2002-2007 arasında, özellikle ABD’nin yüksek bütçe fazlalığından, uyguladığı savaş ekonomisi ve Mortgage türev piyasalarından kaynaklı,  küresel likidite bolluğu yaşanıyordu. 2008 bir kırılma oldu.

Yaşanan ilk şokların ardından merkez ülkeler, kapitalist devletler finans kapitalin ihtiyaçlarına yönelik olağanüstü “kurtarma” operasyonları gerçekleştirdi ve parasal genişleme politikaları izlemeye başladı. Küresel mali sistemin ayakta tutulması için 12 trilyon Dolar’lık kaynak transfer edildi.

2009’dan itibaren ABD, Avrupa ve Japonya’da faizler hızla düştü. Yükselen piyasalar diye de adlandırılan (Türkiye’nin de dahil olduğu) ülkelere, yoğun bir şekilde sermaye akımları başladı. Yüksek faizler sonucu, sıcak para bu coğrafyalara kaydı. Yine aynı dönemde BRIC ülkeleri gösterdiği “büyüme” performanslarıyla, dünya ekonomisinin taşıyıcı gücü olarak lanse edilmeye başlandı. Burada özellikle Çin’i ve Rusya’yı ayrı ele almak gerekiyor.

2010-2011’de merkez bankalarının, özellikle FED’in parasal genişleme politikaları ya da piyasaya pompaladığı para, ikinci kuşak kapitalist ülkelerin yüksek büyüme oranlarını beraberinde getirdi. Aslında bu adımlar emperyal bir kuralın işlemesini sağlıyordu. Emperyalizmin en belirleyici niteliklerinden biri sermaye ihracıdır. Ve yapılan da yaşanan konjonktüre ve ekonomideki kompleks yapıya uygun sermaye ihracıydı. Emperyalist-kapitalist mekezler bir yandan krizi ve sonuçlarını “anavatanın” dışına taşımaya çalışırken, diğer yandan sermaye ihracıyla yeni av sahalarına yöneliyordu, saldırıyordu.

Bu durum merkez ülkelere büyük değer transferlerinin yapılmasını beraberinde getirdi. Küresel borsalar interkonnekte nitelikleriyle bu transferi sağlayan mekanizma olarak işlev gördü. Merkez ülkeler yeni değer ve kaynak transferleriyle krizin yıkıcı basıncını azaltmaya çalıştı.

Son gelişmelerle sermayenin “anavatana dönmesi”, yani sermaye hareketlerinin yön değiştirmesi, yükselen piyasalar diye de tanımlanan ikinci  kuşak kapitalist ülkelerde, özellikle cari açığı yüksek, iktisadi ve siyasi istikrarı bozuk coğrafyalarda yıkıcı sonuçlar doğuracak bir konjonktürün önünü açtı. Bu ülkeler yüksek risk altına girdi. Hindistan, Brezilya dahil, özellikle Güney Afrika, Türkiye, Endonezya, Arjantin, Orta Asya ülkeleri, Vietnam, Kamboçya, Tayland gibi bir dizi Uzak Asya ve bazı Doğu Avrupa ülkeleri bu anaforun içine girdi.

Yüksek cari açıkları, büyük dış borçları bulunan, sıcak para bağımlılığı içindeki ve borç ödeme kabiliyetleri zayıf olan bir dizi ülkenin olası bir mali dalgalanma sonucu , ekonomik çöküş yaşaması(bu çöküşün senkronize bir karakter taşıması) yüksek bir olasılıktır.

Bu süreç yeni nesil bir krizin dinamiklerini ya da yapısal krizin yeni,(yıkıcı) bir evreye geçişini işaretliyor. Önümüzdeki dönemde özellikle Asya ve Uzak Asya’da yaşanacak kriz dalgalarının merkez ülkelerini sarsması beklenmelidir.

Dünyanın atölyelerinde yaşanacak sarsıntı, küresel ihracat bağlantıları nedeniyle merkez ülkeleri bloke edebilir ve dünyanın küresel casino niteliğinden kaynaklı finansal fırtınalar küresel-finansal tsunamiye dönüşebilir.