Anasayfa , Köşe Yazıları , Konuşmak vakit kaybetmektir

Konuşmak vakit kaybetmektir

metin aycicekMETİN AYÇİÇEK |02-06-2014| İtiraf etmeliyim ki Van Milletvekili Kemal Aktaş’ın yazıma başlık olarak aktardığım yazı başlığı, uzun zamandır duymak istediğim bir söz, bir slogan hatta bir eylem programı olarak çok hoşuma gitti. Olağanüstü daraltmalara karşın ABDEM çatısı altında, barış ve demokrasinin savunusunu yapmakta olan ve ömrünün sonuna kadar da bu savunudan vazgeçmeyecek Türkiyeli bir sosyalist olarak, gelinen aşamada, sadece istemekle, bu devletin hiçbir talebimizi olumlu yanıtlamayacağı gerçeğinin bir kez daha altını çizmek zorunda olduğumu düşünüyorum.

Elbette bulunduğumuz konumda bunu yapmak dünya kamuoyunun da ilgisini ve sempatisini Anadolu-Mezopotamya topraklarında yaşamakta olan özgür olmayan halklar sorununa çekmek kaçınılmaz bir zorunluluktur. Çabalarımızın bu anlamda başarılı olduğunu da söyleyebiliriz. Ama Türk devletinin barış istemli hiçbir mesaja dostça yaklaşmadığını da bilerek; “nush ile uslanmayana etmeli tekdir; tekdir ile uslanmayanın hakkı kötektir” sözünün gereği artık daha net ifadelerle hatırlatılmalıdır.
Nush yani aklın ürettiği, olumluya yönelten nasihat döneminin devlete ilk adım olarak sunulması kesinlikle doğru bir adım idi. Ne var ki bundan önceki benzer girişimlerde de olduğu gibi, varlığını ötekilere karşı katliamlara borçlu olan TC devleti, bu süreci oyalamak, AKP’nin eksiklerini gidermek ve yeni mevziler ele geçirmek için kullanmakta ısrarlı olmuştur. Geldiğimiz noktada sağduyulu hiç kimsenin devletin “barış ve özgürlükler” alanında küçücük bir adım attığını söyleyemez. Oysa son üç yılda bile Roboskî, Gezi Direnişi, Soma Katliamı, Kalekol’lar, KDP destekli anti-Rojava politikalar hep bu iktidar döneminde ve hep aynı diktatoryal baskı altında yaşandı. Kürt halkı ve onun siyasal iradesi barış ve özgürlüklerin kansız elde edilebilmesi için hiçbir siyasal örgütlenmenin kabul edemeyeceği kadar ağır koşulları cesaretle göğüsledi; düşmanını çok iyi tanımakla birlikte sorumluluk altına girmekten kaçınmadı; sürecin başarısı için söz verdiği her adımı eksiksiz yerine getirdi.
Ama devlet bildiğinden şaşmadı. Sadece süreci oyalamayla kapatmaya çalışırken, gelişmekte olan Rojova gibi yeni mevzileri ise kökten imha edip, kelle avcısı İslamcılara teslim etmeyi temel çalışma haline getirdi.
Tek taraflı sürdürülen bu süreç yeniden gözden geçirilmek zorundadır. Hele Cumhurbaşkanlığı seçimleri de geçsin; hele genel seçimlerde geçsin beklentileri gibi artık bir şey getirmeyeceği  kesinleşen oyalama çabalarına destek anlamına gelecek, hatta Kürt Özgürlük Hareketi’nin yükselen güvenilirlik endeksinde ciddi bir çöküş başlatabilecektir.
***
AKP’ye karşı Köln yürüyüş ve mitingi çok başarılı oldu. Bunun altına çizmek gerekir ama bir kaç noktada eleştirilerimi söylemek istiyorum.
1969 Nisan ayında öğrenci işgali altındaki ODTÜ’de jandarma ile çatışma vardı. Biz SBF anfisinde toplanmış, bir yandan polisin bir kısmını üzerimize çakmak için eylem yaparken, diğer yandan (öğrenci derneği başkanı olarak ben), çatışmaya ilişkin bana iletilen haberleri aktardım. Bir haber daha geldi ve hiç test etmeden, heyecanla fırladım sahneye: “Yoldaşlar… Şu an ODTÜ’lü yoldaşlarımız bir Amerikan helikopterini aşağıdan açtıkları ateş ile düşürdüler!” Ortalık yıkılıyor: “Ho, Ho, Ho Şi Minh! İki, üç… daha fazla Vietnam! Ernesto’ya bin selam!”
Sonra aklımız başımıza geldi. Böyle bir haber yoktu ve biri beni gaza getirmişti belli ki!
Öncelikle şu “sayısal büyüklük” baskısından kurtulmamız gerekir. Yıllardır bu tür miting ya da yürüyüşlerde yer aldım. Kendi gözlemlerimi yeterli görmediğim için sayısal katılıma ilişkin çok kişiden destek alırım. Benim ve danıştığım kişilerin vardığı en son sayı 65-70 bin kişi iken, miting alanındaki sahneden yapılan 150 bin kişilik katılım, sanırım rakama duyulan şaşkınlıktan dolayı pek de coşku yaratamadı.
İkincisi: Alevi kardeşlerimizin, sorunlu da olsa bu yürüyüş ve mitingin ev sahipliğini üstlenmeleri sevindirici bir olay. Ama öncesinde bilgilendiğimiz “ABDEM ve Demokratik Güç Birliği’nin ana düzenleyiciler arasında olduğuna ilişkin” bilginin açılışta net olarak zikredilmemesi (Hüseyin Mat dostumun konuşması hariç) ve bütün kurum ve kuruluşları konuk durumunda bırakan sunum etik değildi.
Ve üçüncüsü, mitingin farklı bileşenlerce yapılacağı bilindiğine göre, açılışta bütün kitleye yapılan dua, doğrusu paravan sözlere gerek duymadan söyleyeceksek: Çok yanlış idi.
Ben Alevi ya da Sünni ya da başka bir dinden değil, düpedüz bir ateistim. Sadece Alevileri ifade eden bir bileşimde yapılacak olan duayı (katılıp katılmamak ayrı bir konu) elbette bu toplumun inancı olarak yanlış bulmam. Oysa farklı bileşenlere sahip olan bir ortak eylemde, ortaklıklarımızı öne çıkaran davranışlar sergilemek gerekirdi. Yürüyüş anında gördüğüm Ermeni yoldaşlarımın, selamlaşıp kucaklaştığım Ezidi dostlarımın, Süryani toplumunun böyle bir dua ile “mecburen” yüz yüze bırakılması, “iktidarda olan, kendine çalar” sözümü doğrular gibi olmuştur ki henüz birbirimize yeni yeni dokunduğumuz bu aşamada birlik için daha dikkatli ve yürekli çıkışlar beklemek hakkımızdır.