Anasayfa , Köşe Yazıları , Fehim Taştekin , Kendi oyununda tepetaklak olanlar – Fehim Taştekin

Kendi oyununda tepetaklak olanlar – Fehim Taştekin

Fehim Taştekin

İsrail’in perde arkasında yönlendirici, ABD’nin garantör rol oynadığı Ortadoğu oyununda Suudi Arabistan ve Birleşik Arap Emirlikleri’nin (BAE) senaryosu tökezliyor.

Irak ve Suriye’deki savaşların bıraktığı sonuçlar ile Katar, Lübnan ve Filistin’de sahnelenen müdahaleleri birbirinden bağımsız düşünmek zor.

“Irak’ta IŞİD, ABD’nin iktidarı Şiilere bırakmasına yanıtımızdır” diyen Suudi siyasal aklı, Irak ve Suriye’de istediği sonucu alamayınca kayıpları telafi etmek ve bölgesel liderliğini geri kazanmak için ise sahneyi yeniden kurmakla başladı. “Oyun kurguluyor” derken bunun sadece onun başının altından çıktığını söylemiyorum. Suud maskesi diğer iki buçuk aktörün de yüzünü perdeliyor; ABD, İsrail ve BAE.

Son bölgesel müdahalelerin çoğu İran’ın nüfuz alanını daraltma bahanesiyle düzenlendi. Temel mesele birbiriyle uzlaşmaz iki ana eksen arasındaki statik dengenin bozulmasıdır.

Muhammed bin Selman’ın veliaht prensliğe terfi ettirilmesiyle başlayıp Batıda etkili gazetelerde “reformcu müstakbel kral” diye pazarlanması ve rakip prenslerin tutuklanmasına varan operasyon da Suudi Arabistan’ın iç çeperleriyle sınırlı değil.

Irak ve Suriye’de kaybedip Yemen’de bataklığa saplanan Suudi koalisyonun sıçramaya ve bir çıkış kapısı bulmaya ihtiyacı vardı. 32 yaşındaki Muhammed bin Selman ile birlikte Suudiler tekrar ‘bölgesel ağabeylik’ rolüne dönebilirlerdi. Kurgu buydu. Bunun için Katar dosta düşmana ayarların çekileceği, Yemen ve Lübnan altın vuruşların yapılacağı, Filistin ise dizginlerin ele alındığı yer olacaktı.

Bu senaryoya uygun olarak Donald Trump’ın mayıstaki Riyad ziyaretinin ardından ateşin cürmünden çok yer yaktığı gelişmeler yaşandı:

– Önce “Vira Bismillah Katar” denildi. Malum abluka ve yaptırımlarla Katar Emiri Şeyh Temim’e karşı içerden bir darbe mekanizmasını harekete geçirme planı tutmadı.

– Katar etrafında sular durulmaya yüz tutarken bu kez Lübnan Başbakanı Saad el Hariri sokaktan adam alır gibi Riyad’a çağrılıp İran ve Hizbullah’a meydan okuyan bir istifa metni okutturuldu. Güya İran, Lübnan’dan vurulacaktı. Siyasal parodide perde, oyunun yazarlarını madara edecek şekilde kapandı. Beyrut’ta Sünnilerin yoğun olduğu bölgelerde direklere “Hepimiz Hariri’yiz” yazılı afişleri asanlar bizzat Hariri’nin savaş açtığı Lübnanlı taraflardı.

Yani Lübnan’ın iç savaş geçirmiş siyasal aklı, kimsenin kestiremediği bir taktikle Suud müdahalesini boşa çıkarttı. Sonunda Hariri, Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron’un devreye girmesiyle rehin tutulduğu Riyad’dan önce Paris’e, ardından Beyrut’a dönüp ‘direniş ekseni’nin ortak olduğu koalisyonda başbakan olarak kalmaya karar verdi.

– Yemen’de ise bu ülkeyi cehenneme çeviren iki yıllık askeri müdahaleyle Mansur Hadi’yi başkanlık koltuğuna döndürmeyi başaramayan Suudiler ‘itibarlı’ bir kaçış yolu arıyordu. Bulunan formül Husilerle ortak hareket eden devrik Devlet Başkanı Ali Abdullah Salih’i ayartıp ‘direniş’ koalisyonunu parçalamaktan geçiyordu. İddiaya göre Salih, adının uluslararası yaptırımlar listesinden silinmesi, yeni Yemen’de söz sahibi olması, ailesine güvence verilmesi ve mali taleplerinin karşılanması şartıyla Suudi-Emirlikler koalisyonu ile çalışmaya razı oldu. Bir başka iddiaya göre ise Husilere karşı ihanetin yolunu açan şey, BEA’nin Salih’in oğlunu müstakbel devlet başkanı yapmayı ve Salih’in bu ülkedeki 25 milyar dolarlık servetinin iade edilmesini içeren teklifiydi. Teklifi getiren Selman’ın baş suflörü Ebu Dabi Veliaht Prensi Muhammed bin Zayid el Nahyan idi. Koalisyonun Hadi’nin üzerini çizdiği yeni süreçte Salih, savaşı bitiren ve ülkeyi ‘İran’ın vekili’ olarak görülen Husilerden kurtaran kahraman olarak sunulacaktı.

Atılan yemin cinsi her ne ise Salih, Husilerle ortaklığı bozup Suudilerle birlikte çalışmaya karar verdikten sonra çatışmalar çıktı, iki gün sonra başkentten kaçmaya çalışırken öldürüldü.

Böylece Suud-Emirlikler planı elde patlamış oldu. Suudiler Salih’in intikamı için Arap ruhuna hitap eden isyan çağrıları da yaptı ama umulan dalga yaratılamadı. Suudilerin ‘Şii Arap’ Husilere karşı yaptıkları “Araplık İntifadası” çağrısı sadece etnik aidiyeti mezhebi aidiyetin karşısına diken bir cinlik değil büyük bir hayal kırıklığının da dışavurumuydu. “Her şey zıddıyla kaimdir” der eskiler. “Araplık İntifadası” ifadesindeki zıtlık düz bir mantıkla Farslıktır. Bu bir Arap’a karşı söyleniyorsa, hedef dillendirilmeyen aidiyettir yani Şiiliktir. Filistin’de Kudüs için “Arap İntifadası” olmasın diye titizlenenler sadece Yemen değil Irak’ta da ‘siyasal Şiiliğe’ karşı Arap İntifadası’ndan medet umar hale geldi. Suudilerin vurgu yaptığı Araplığın mevcut siyasal krizlere yanıt olma keyfiyeti elbette yok.

– Son müdahale mekanizması Filistin’de devreye sokuldu. Donald Trump’ın yeni barış paketinin kabul göreceği zemini hazırlamak Suudilerin işiydi. Muhammed bin Selman, Filistin lideri Mahmud Abbas’ı ayağına çağırıp Doğu Kudüs’ün Filistin’in başkenti olması ve Filistinlilerin geri dönüşü hayalini unutmalarını söyleyip, “Kabul etmezseniz yardımı keser yerine de başkasını buluruz” mealinde bir şantaj yaptı. Bunu Trump’ın Amerikan elçiliğini Tel Aviv’den Kudüs’e taşıma kararı izledi. (Bu konuyu önceki yazımda detaylı yazmıştım.)

Büyük bir öfke birikmişken Suud’un Abbas’ın üstünü çizip Muhammed Dahlan ya da başka biriyle yola devam etme ve bu şekilde Filistinlileri Trump’ın paketine razı etme planı öncekiler gibi elinde patlayabilir.

Bir başka müdahale alanı haline gelen Mısır’a da bir parantez açalım. Suudiler Kızıldeniz’deki adaların kontrolünün devri konusunda elde ettikleri tavizin dışında Devlet Başkanı Abdülfettah Sisi’yi kendi dümen suyuna çekemedi. Sisi ülkesini Yemen savaşına sokmadığı gibi Suriye’de Rusya ile saf tutmayı tercih etti.

Müdahalelere rağmen elde ne var? Yemen’de Hizbullah’ın ikizi Ensarullah askeri müdahalelerden ve oyunlardan daha da güçlenerek çıktı. Irak-Suriye krizlerinin hasılatı da Suud-Amerikan-İsrail cephesi için pek kaygı verici.

Şöyle ki, Trump’ın dağılmasını istediği Irak’taki Haşd el Şaabi güçleri paydos etmek bir yana IŞİD’in yenilgisinin ardından Suriye’ye de el attı. Eğer haberler doğruysa Haşd’ın bazı unsurları halihazırda Deyr el Zor’da Suriye ordusuyla birlikte operasyonlara katılıyor. ABD ve İsrail açısından Lübnan-Suriye aksında sadece Hizbullah dert iken İran’ın formatladığı başka örgütler de Suriye krizinden sonra bölgenin müzmin meselelerinde yeni ağırlık unsurları olarak denkleme girecek gibi duruyor. Yani kestirmeden söylersek Golan ve Şebaa gibi işgal altındaki yerler ile Filistin meselesi Irak-Suriye sahnesindeki yeni örgütlerin sıradaki hedefi.

Filistin’de Hamas’ın kulağını çekmenin yolu Türkiye ve Katar üzerinden bir şekilde bulunurdu ama Suudi-Amerikan aksının Kudüs Gücü’nün kopyası olan bu örgütlere ulaşma ve etki etme şansları sıfır.

***

Manzara kabaca böyle. Trump, Ortadoğu planlarını bol keseden kredi açtığı Muhammed bin Selman üzerinden daha ne kadar yürütebilir? Denemelerden elde ettikleri sonuç hezimet. Bir şeyler başarmak bir yana ABD, süreçleri yönlendirme açısından Ortadoğu’da ciddi bir gerileme yaşıyor. ABD, Irak, Suriye, Yemen ve Lübnan’da İran’ın vekil örgütleri diye gördüğü güçleri geriletemediği gibi siyasal zeminde de inisiyatifi Rusya’ya kaptırıyor. Yeni Cumhurbaşkanı Macron ile birlikte Fransa da Hariri’nin Riyad’ın elinden kurtarılması operasyonunda olduğu gibi Ortadoğu’da önüne gelen topları değerlendiriyor. Şu sıralar yolu Elysee Sarayı’ndan geçenlerin listesine baktığımızda Fransa’nın inisiyatif alma çabasının arttığı görülüyor. Macron’un son ağırladıkları arasında Kürdistan Başbakanı Neçirvan Barzani ve İsrail Başbakanı Benyamin Netanyahu da vardı.

Fakat 30 Eylül 2015’te Suriye’deki savaşa müdahil olup Ortadoğu’ya döndüğünden bu yana Vladimir Putin oyun kuruculukta hepsinden açık ara önde gidiyor. Putin’in dün Suriye’de Rus askerlerinin üslendiği Hmeymim Üssü’nden başlayıp Mısır ve Türkiye ile devam eden son bölge turu final koşusunu andırıyor.

Hama kırsalı ve İdlib’de operasyonlar sürse de Rus ordusunun Suriye’den çekilme sürecini başlatması, Kürtlerle ilgili ayrılığa rağmen Türkiye’yi Rus çizgisine daha da yakınlaştırması, Mısır’la nükleer anlaşma imzalayıp Suriye politikasına tam destek alması, bunlara paralel olarak ABD ile koordinasyon halinde kalması, İsrail’in kaygılarına hitap etmesi, Suudi Arabistan’la farklı alanlarda ortaklığı ilerletmesi, Suud-Amerikan eksenindeki Ürdün’le Suriye gündemini paralelleştirmesi ve Irak’ta ayağına yer açması Putin’in oyunculuk kalibresini sergiliyor.

***

İş bu aşamaya geldikten sonra İran unsurlarının bölgeden çekilmesi ya da geriletilmesi konusunda da ABD, İsrail ve Suud’un son çaresi Rusya olabilir. Bu tür bir rol beklentisi etkinlik gücünü artıracağı için Rusya’nın da işine gelebilir. Ancak bu meseleler Putin’in, Türk dış politikasında son yıllarda şahit olduğumuz türden bir çıkışla “Bu iş bende” diyerek hemen üzerine atlayabileceği kadar basit değil.

Kendisinden çok şey beklenen Rusya’nın da yapacakları sınırlı. Bu konuda İsrail’in Golan etrafında tampon bölge oluşturma talebiyle ilgili pazarlıklar azcık fikir verebilir. İsrail, Rusya’dan İran bağlantılı güçleri sınırdan 40 km uzakta tutmasını istiyordu. Rusya ile ABD’nin çatışmasızlık bölgesi formülü 4 kilometre mesafeyle sınırlı kaldı.

Rusya köşeli ilişkiler yerine rakip güçler arasında dolaşma imkânı veren esnek taahhütlerle Ortadoğu sokaklarında ilerliyor. Rusya’nın bu süreçte yaptığı en iyi şey, rakiplerinin hata ve başarısızlıklarını onları işbirliğine zorlayacak şekilde kullanması oldu. Putin’in beklediği açık pozisyon. Trump ve yereldeki avenelerinin Putin’e verebileceği açıktan bol ne var! (GazeteDuvar)