BEHDİNAN |22 -01-2013 | ANF’ye konuşan KCK Yürütme Konseyi Başkanı Murat Karayılan, Paris’te üç Kürt kadın siyasetçinin katledilmesi olayının arkasında Türk devletinin olduğundan kuşku duymadıklarını söyledi. Karayılan saldırının Yeşil Ergenekon’un entegre stratejisi doğrultusunda gerçekleştirilmiş olmasını “yüksek bir ihtimal” olarak değerlendirdi.
Paris’te 9 Ocak’ta PKK kurucu kadrolarından Sakine Cansız, KNK Paris temsilcisi Fidan Doğan ve Gençlik Hareketi üyesi Leyla Şaylemez’in katledilmesinin ardından olayın sorumluları konusunda açıklamalarda bulunan Karayılan, saldırının arkasındaki güçler konusunda iki ihtimalin olduğu tespitinde bulundu. Karayılan katliamın büyük ihtimalle Kürt hareketinin lider kadrolarına karşı tasfiye planları geliştiren Yeşil Ergenekon güçleri tarafından gerçekleştirildiğini ifade etti. Karayılan ikinci bir ihtimal olarak da mevcut hükümeti aşan Ergenekon derin devlet yapılanmasının NATO Gladyosuyla birlikte bu saldırıyı gerçekleştirmiş olmasını gösterdi.
ANF’ye konuşan Karayılan ayrıca Suriye’de yaşanan gelişmeler konusunda değerlendirmelerde de bulundu.
9 Ocak günü Fransa’nın başkenti Paris’te katledilen 3 Kürt devrimci kadının cenaze törenleri, Türk devlet yetkililerinin ve kalemşorlarının sürekli “provokasyon olabilir” diyerek adeta provoke etmeye çalışmasına rağmen çok görkemli bir şekilde gerçekleştirildi. Yine gerek Paris’te olsun, gerekse de Kürdistan’da olsun çok çeşitli kesimlerin Kürtlerle ve hareketinizle dayanışmasını ortaya koyduğu gözlendi. Öncelikle bu konuya dönük görüşlerinizi almak istiyoruz.
Belirttiğiniz gibi AKP hükümeti, başta Başbakan ve kimi bakanlar olmak üzere, Meclis Başkanı ve birçok devlet yetkilisi Amed’de bir provokasyonun yaşanabileceğini ifade ederek uyarılar yaptılar. Bu şekilde bir hassasiyet oluşturmaya çalıştılar. Biz o zaman, bu söylemlerin birer psikolojik savaş söylemi olduklarını ifade ettik. Tamı tamına da öyleydi. Yine şehir dışından ve ilçelerden Amed’e gelen tüm yolları tuttular. İnsanların Amed’e girmesini engellediler. Tabii ki bütün bunlarla kitlesel katılımı azaltmayı amaçlıyorlardı. Bununla paralel olarak tören günü tüm basın-yayın kurumlarına talimat vererek, o kadar hassasiyet yaratılmış olmasına rağmen törenin basında birinci haber yapılmamasını ve canlı yayınlarla verilmemesini sağladılar. Ama bütün bunlara rağmen Paris’te olduğu gibi Kürdistan’da da Kürdistan halkı ve dostları verilmesi gereken cevabı verdiler. Amed halkı yine yapması gerekeni yaptı; bütün dünyaya ve Türkiye’ye verilmesi gereken mesajı verdi. Kendi şehitlerine ve değerlerine nasıl sahip çıkmakta olduğunu herkese gösterdi.
Yine diğer gün Dersim halkı Sakine yoldaşa, adına yaraşır bir biçimde sahip çıkarak, dosta ve düşmana karşı verilmesi gereken mesajı vermiştir. Aynı biçimde Elbistan’da ve Mersin’de gerçekleşen sahiplenme düzeyi de gereken mesajları vermiştir. Kısaca, yaratılan bütün manipülasyonlara rağmen Kürdistan halkı şehitlerine en ideal bir biçimde sahip çıkarak şehitlerine, davasına ve özgürlük mücadelesine bağlılığını ortaya koymuştur.
DOSTLARIMIZIN ACILARIMIZI PAYLAŞMASI DEĞERLİDİR
Paris saldırısı sıradan bir saldırı değildir. Çok önemli bir aşamada, çok önemli bir saldırı olarak tertiplenmiş uluslararası bir terörist faaliyettir. Gerçekleşen bu saldırı ardından başta FARC olmak üzere Latin Amerika’dan birçok devrimci-mücadeleci örgüt ve şahsiyet, yine başta Tamiller olmak üzere Asya ve Afrika’dan birçok çevre ve şahsiyet, yine başta Fransız Komünist Partisi olmak üzere Avrupa’dan birçok parti, sivil toplum kuruluşu, sendika ve değişik kesimler, yine Türkiye ve Kürdistan’dan değişik dost örgütler, STK’ler ve birçok çevre, yaşanan bu hunharca katliam nedeniyle başsağlığı mesajı yayınladılar, şehitlerimize sahip çıkarak Kürdistan özgürlük mücadelesiyle dayanışma içerisinde olduklarını bildirdiler; bir kısmı da bizzat gelerek törenlere ve yürüyüşlere katıldılar. Öncelikle hareketimiz adına, mesaj gönderen veya bizzat gelip cenaze törenine katılan bütün kesimlere teşekkür ediyorum. Onların halkımızla ve mücadelemizle dayanışmalarına büyük değer biçiyor, bu anlamlı dayanışmalarından güç aldığımızı belirtmek istiyorum. Enternasyonal dayanışmanın günümüzde daha da önem kazandığı bu aşamada, Paris’teki bu olay vesilesiyle Kürdistan Özgürlük Mücadelesi’nin uluslararası düzeyde ne kadar sempati topladığı da açığa çıkmıştır. Bu süreçte, Kürdistan Özgürlük Mücadelesi’nin, uluslararası düzeyde önemli bir etki bırakan, dost yaratan ve dayanışmayı geliştiren bir hareket konumunda olduğu çok daha net görülmüştür. Biz dostluklara önem veren ve değer biçen bir hareketiz. Bu açıdan dostlarımızın bu acımızı paylaşmalarını da çok değerli buluyoruz.
SAKİNE CANSIZ BU HAREKETİN BİR DEĞERİDİR
Sakine arkadaş, bu hareketin ve bu halkın kırk yıllık mücadelesi içerisinde şekillenmiş bir değeridir. Daha ideolojik grup döneminde Önderliğe yürekten inanmış, mücadeleye katılmış, partimizin kurucu bir üyesi olma şerefini kazanmış bir arkadaştır. Sakine yoldaş, mücadelenin her alanında, zindanda, dağda ve siyasal-toplumsal mücadele alanlarında kendini kanıtlamış, partimizin önder bir militanıdır. Bu hareketin hemen her kademesinde görevler almış, Konsey üyelikleri, Meclis üyelikleri, Başkanlık Divanı üyeliği, koordinasyon görevi ve daha nice görevleri yerine getirmiş, PAJK Koordinasyonu’nda ve partimizin yönetiminde yer alan büyük emek sahibi bir arkadaştır.
Bilindiği gibi, Önder Apo’nun en büyük çalışması, Kadın Özgürlük Çizgisi’ni geliştirme çalışmasıdır. Kadın Hareketi, PKK’nin aynasıdır. PKK’nin ideolojik özünü, onun insan gerçeğine ve özgürlüğe bakış açısını yansıtan en çarpıcı gelişme, Kadın Özgürlük Hareketi’nin duruşudur. İşte nasıl ki, PKK’nin aynası Kadın Özgürlük Hareketi ise, Kadın Özgürlük Hareketi’nin simgesi de Sakine Cansız yoldaştır. Daha baştan beri Kadın Özgürlük Çizgisi’nin gelişip güç olması, kadının iradeleşmesi ve bugünkü düzeye varmasında Sakine yoldaşın önemli bir yeri vardır. Onun mücadele azmi, direngenliği, kavgacı, boyun eğmeyen mücadeleci kişiliğinin Kadın Özgürlük Hareketi’nin şekillenmesinde önemli bir yere sahiptir.
Hakeza Rojbîn yoldaş, küçük yaşından bu yana kendini bu mücadeleye adamış, genç yaşına rağmen diplomatik alanda büyük ilerlemeler kat etmiş, ulusal bir kurumda temsilci düzeyde görev yapan, bu hareketin yılmaz-kahraman bir militanıdır.
Ronahî yoldaş ise Apocu Yurtsever Kürdistan gençliğinin kararlı bir militanı olarak fedai ruhu temsil eden harekete katıldığından bu yana önemli çalışmalarda bulunmuş değerli bir militandır.
Bu yoldaşlara saldırı sıradan bir saldırı olarak görülemez. Sakine Cansız’a saldırı, PKK’ye, Önder Apo’ya ve Önder Apo’nun geliştirdiği Kadın Özgürlük Çizgisi’ne yapılmış bir saldırıdır. Bu kadar cisimleşmiş, özgürlük değeri haline gelmiş, Kürt kadınının yükselişinin öncü militanı düzeyinde olan bir kişiye ve bu kişilere saldırıyı ancak ve ancak Kürt halkının derin düşmanları yapabilir. Bu saldırıyı yapanlar Kürt halkını yok etmek isteyen, tıpkı Dersim Katliamı gibi Kürt halkını soykırımdan geçirmek isteyenlerdir. Bu açıdan biz olayı hiç bir biçimde sıradan bir olay olarak görmüyoruz.
Peki, bu saldırıyı kimler gerçekleştirmiş olabilir?
Şimdi biraz önce basında soruşturmayı yürüten Fransız savcının soruşturma hakkında yaptığı açıklamayı dinledik. Olayla ilgili olarak gözaltına alınan iki kişiden birisi olan Ömer Güney adındaki kişiden şüphelendikleri ve tutuklanmak üzere mahkemeye göndereceklerini açıkladılar. Sivas-Şarkışlalı olan bu kişi hakkında savcı bilgi verirken 2 yıldan beri PKK üyesi olduğunu belirtiyor. Öncelikle bu, çok baştan savma bir söz ve tespittir. Bir kişi PKK’ye 2 yılda öyle kolay kolay üye olamaz. PKK’nin Avrupa’da bu tarzda üye alma durumu yoktur. Bu bilgi yanlış bir bilgidir. Biz böyle bir kişiyi tanımıyoruz. Avrupa’daki yönetimimiz de tanımıyor. Ve hareketimizin bu isimde bir üyesi yoktur. Fakat Avrupa’daki Kürt kurum ve dernekleri topluma açık kurumlardır. Kürt, Türk, Arap ve her milletten kişiler bu kurumlar ortamına rahat gelip giderler. Bir kısmı Kürt derneklerinin yaptığı eylemlere destek amaçlı katılırlar. Avrupa’daki Kürt derneklerine ve değişik kurumlarına gelip gidenler PKK’li değildir. Hatta birçoğu sempatizan bile değildir. Bazıları dost olduğunu, Kürt mücadelesiyle dayanışma içinde olmak istediğini söyleyerek gelip gidiyor ve eylemlere de katılıyor. Yaptığımız ilk araştırmalara göre, Ömer Güney adındaki kişi de oradaki bir Kürt derneğine gidip gelen, zaman zaman bazı kitlesel-barışçıl eylemlere katılan bir kişidir. Bu düzeyde çok sayıda kişi bulunmaktadır, ancak bunlar partimizin üyesi değildirler. Henüz PKK sempatizanı bile sayılamayacak bir kişiye „üyedir“ demek çok yanlıştır. Eğer kendisi böyle yanlış bir bilgi vermişse, o zaman kasıtlıdır ve daha fazla üzerinde durmak gerekmektedir. Bu yanlış bilgi Savcılığın yaptığı açıklamada ifade ettiği diğer detaylarla birlikte ele alındığında bu kişinin durumunun daha ciddi olduğu açığa çıkmaktadır. Askeri eğitim görmeyen bir kişinin bu kadar profesyonel bir cinayeti işlemesi mümkün değildir. Bu durumda ya söz konusu kişi oldukça eğitilmiş bir kişidir ya da cinayete katılan başka profesyonel kişiler vardır. Bu nedenle üzerinde iyi durmak ve olayın tüm boyutlarını açığa çıkarmak büyük önem taşımaktadır.
BU KİŞİNİN PKK İLE HİÇBİR İLİŞKİSİ YOK
Kesinlikle bu kişinin PKK’yle ve PKK yönetimiyle hiçbir ilişkisi yoktur. Mevcut bilgilere göre, bu kişinin dışarıdan sızdırılmış ve 2 yıldan beri çalıştırılan görevli bir kişi olma ihtimali yüksektir. Hareketimizin derin bir komployla karşı karşıya olduğu açıkça ortadadır. Hem simgeleşmiş bir yoldaşımızı ve yanındaki değerli 2 Kürt kadrosunu hunharca katletme, hem de iç çatışma görüntüsünü verdirerek hareketimizi hedef haline getirme senaryosunun tertiplendiği ihtimali çok yüksek bir olasılık olarak gündeme girmiştir. Eldeki bulgular bu yönlü önemli ipuçlarını sunmaktadır. Mevcut bilgilere göre bu kişinin hangi düzeyde olaya karışıp karışmadığı hakkında kesin bir şey belirtecek durumda değiliz ancak Fransız yargısından beklentimiz olayın peşini bırakmaması ve bu olayın arkasındaki güçleri açığa çıkarmasıdır.
Biz şimdiye kadar Türk devletinin lider kadrolarımızı tasfiye etmek amacıyla içimize gönderdiği ve gelip bir üye gibi katılım yapan onlarca kişiyi açığa çıkardık ve bunların bazılarını kamuoyuna da açıkladık. Türk devletinin dışarıdan yönelimlerle sonuç alamadığı için içeriye ajan sızdırarak sonuç alma taktiğini geliştirdiğini iyi biliyoruz. Şimdi bu konuda Türk devletinin böyle bir yönteminin olduğunu bilmek gerekiyor. Bunu dikkate almamız lazım. Bunları göz önünde bulundurarak Fransız yargısının ve savcısının yürüttüğü soruşturmanın sonuçlarının kesinleşmesini beklemek gerekiyor. En önemli nokta ise bu kişinin bağlantılarını açığa çıkarmak ve kimin yönlendirdiğini tespit etmektir. Bize göre, eğer bu kişi tetikçi olarak kullanılmış ise olayı kimin yaptığı ve yönlendirdiği hemen hemen kesindir.
ÇELİK VE ŞAHİN NE BİLİYOR?
Şimdi bu konuda dikkat çekici bazı hususlar vardır. Bu hunharca suikastın duyulmasından 1 saat sonra AKP Temsilcisi Hüseyin Çelik „iç infazdır“ dedi. Daha sonra Başbakan ve bazı AKP yetkilileri benzer şeyleri ifade ettiler. Fransa savcılığının açıklamasından bir kaç saat önce AKP Genel Başkan Yardımcısı Mehmet Ali Şahin, Almanya’da da benzer olayların yaşanabileceğini kamuoyuna açıkladı. Bu kadar peşinen yargıların gelişmiş olması, bunların bir şeyler bildiği ve hedef şaşırtmaya çalıştıkları kuşkusunu güçlendiriyor. İlk saatten itibaren olaya “iç infaz” diyerek yönlendirmeye çalışmalarının altında ne vardır? M. Ali Şahin neye dayanarak Almanya’da benzer olayların olabileceğini söylüyor. Bunların hepsi dikkat çekici şeylerdir.
Bu olaya karar verenlerin Kürt halkının düşmanları olduğu kesindir. Bu olay, Kürdistan halkının üzerindeki soykırım ve sömürgecilik politikasından ayrı değerlendirilemez. Bu çerçevede iki ihtimalden bahsetmek mümkündür.
YEŞİL ERGENEKON VE ERGENEKON İHTİMALLERİ
Birinci ihtimal olarak; bilindiği gibi AKP hükümeti bir buçuk yıldan bu yana hareketimize karşı bir topyekun savaş sürdürmektedir. Bu topyekun savaş çerçevesinde hareketimizin lider kadrosunu tasfiye etme konseptini planladığını biliyoruz. Bu çerçevede ülke içerisinde girdiği birçok çabası boşa çıkarılmıştır. “Çok boyutlu entegre stratejisi”nden bahsediliyor ve bu stratejinin bir boyutu hareketin lider kadrosunu tasfiye etmektir. Bu yüzden çok yüksek bir olasılık, Paris Katliamı’nın mevcut hükümetin yürüttüğü “entegre stratejisi”nin bir parçası olarak gerçekleştirilmiş olması durumudur. Belki bu, son olarak İmralı’da başlatılan görüşmelerin açıklanmasının ardından verilmiş bir talimatla olmayabilir. Zaten böyle bir eylemi yapanların, bunun hazırlıklarını 1-2 haftada yapmaları çok zordur. Bu saldırı, en azından bir yıl öncesinden verilen karar ve hazırlık temelinde gerçekleştirilmiş bir saldırıdır. Yani hareketin Avrupa’daki lider kadrosunu tasfiye konsepti çerçevesinde önceden verilmiş bir karar olarak yapılmış bir saldırı olduğu ihtimali çok yüksek bir olasılıktır.
İkinci bir olasılık ise, NATO Gladiosu’nun Türk Gladiosu’yla birlikte bu saldırıyı gerçekleştirme ihtimalidir. Ki bu Gladio’nun Fransa ayağı da vardır. AKP’yi aşan ve “derin devlet” diye tanımlanan derin güçlerin Uluslararası Gladio’yla işbirliği içerisinde bu saldırıyı gerçekleştirmiş olma olasılığı da göz ardı edilemez. Her iki ihtimalde de Türk devletinin işin içinde olduğundan hiç bir kuşkumuz yoktur. Sadece mevcut hükümeti aşan ve derin devlet denilen Ergenekon’un mu, yoksa mevcut hükümetin bilgisi dahilinde gelişen Yeşil Ergenekon’un entegre stratejisi doğrultusunda mı gelişmiş bir saldırı olduğu durumu net değildir. Burada Yeşil Ergenekon ihtimali daha yüksek gözüküyor.
ULUSLARARASI GÜÇLER İHTİMALİ GÖZARDI EDİLEMEZ
Bununla birlikte biz şimdiye kadar birçok kere şunu söylemişizdir: Avrupa ve Amerika Kürt sorununun çözümünü istememektedir. Hatta ben 4 yıl önce Hasan Cemal’le yaptığım bir röportajda da bunu söyledim. Kendisinin dikkatini çekmişti ve ikinci kez sormuştu. O zaman nedenini izah etmiştim. Biz Avrupa’dan ve Amerika’dan yana Kürt sorununun çözümüne ilişkin herhangi bir çaba görmüş değiliz. Onlar daha çok şiddet eksenli çözüm tarzını desteklemişlerdir. Bu anlamda hep Türkiye’nin şiddet politikasını desteklemiş sürekli imkan yaratarak, operasyon, teknik ve istihbarat sunma biçiminde çatışmayı tahrik eden bir çizgiyi izlemişlerdir. Yani çözüm ve barışı değil, çatışmayı çıkarlarına daha uygun görmüşlerdir. Bu açıdan İmralı’da başlatılan görüşme sürecini sabote etmek amaçlı uluslararası bir gücün de bu saldırının arkasında olma ihtimali göz ardı edilemez.
Sonuç olarak bu olayın tetikçisini tespit etmek ve arkasındaki güçleri açığa çıkarmak bizler açısından çok önemli ve hayati bir sorundur. Özellikle şu anda Türk devletinin başlatmış olduğu diyalog sürecindeki gerçek niyetini anlamak açısından çok çok önemlidir. Bu açıdan biz olayın açığa çıkması için yapılması gereken ne varsa yapılması gerektiğini özellikle vurgulamak istiyoruz.
Öncelikle bizler, PKK Hareketi olarak bu olayın açığa çıkması için bizden ne isteniyorsa yerine getirmeye hazırız. Yani Fransız devlet yetkilileri ya da ilgili savcılık kurumları istedikleri yeri soruşturabilirler, istedikleri araştırmayı yapabilirler. Bu konuda biz de kendilerine tüm olanakları sunar, her türlü kolaylığı sağlarız. Yeter ki samimiyetle olayın açığa çıkarılması hedeflensin.
İÇ HESAPLAŞMA SÖYLEMİ BİR SAPTIRMA
Ancak bu konuda şunları belirtebilirim: Bir kere “iç hesaplaşmadır” biçimindeki söylem kesinlikle bir saptırmadır. Bu daha çok Türk devletinin sürekli bir biçimde dillendirdiği bir olgudur. Ben burada tüm dostlara ve tüm halkımıza büyük bir içtenlikle şunu söylemek istiyorum: Bu olay asla ve asla bir iç sorun değildir. Kesinlikle ve kesinlikle düşman güçlerin gerçekleştirmiş olduğu bir saldırıdır. Hareketimizde herhangi bir iç sorun yoktur, herhangi bir gruplaşma durumu söz konusu değildir. Bu tamamen Türk devletinin kara propagandası çerçevesinde hareketimize dönük geliştirilen içi boş bir senaryodur. Bu açıdan bu olayın bazı iç gruplaşma veya çelişkilerle izahat edilmeye çalışılması art niyetli bir çabadır. Çünkü hareketimizde böyle bir durum söz konusu değildir. Hele hele Sakine Cansız gibi değer haline gelmiş bir arkadaşa ve çok büyük insani özelliklere sahip, yurtdışında büyük hizmetler sunan, Rojbîn ve Ronahî gibi arkadaşlarımıza dönük, insanlık değerlerinden birazcık da olsa nasibini alan herhangi bir grubun böyle bir saldırıyı gerçekleştirmesi mümkün değildir. Bu saldırıyı ancak sadist, Kürt halkına düşmanlık duygularıyla donatılmış kişiler yapabilir. Açık ki bu saldırı, mücadele tarihimizin bu önemli ve hassas sürecinde tamamen düşman güçlerin tertiplediği alçakça bir saldırı olup, Sakine arkadaş şahsında hareketimiz hedeflenmiştir. Ve bunun daha da devamı gelecek olan bir konsept çerçevesinde gerçekleştirilmiş bir saldırı olduğu anlaşılmaktadır.
*Bu olayın açığa çıkarılmasının öneminden bahsettiniz. Açığa çıkmasının nasıl bir önemi var?
Olayın açığa çıkarılmasının, sürecin yönünün tayin edilmesinde önemli bir yeri olacaktır. Bizler öncelikle bu olayın çok boyutlu entegre stratejisi çerçevesinde mi, yoksa başka bir konsept dahilinde mi gelişmiş bir olay olduğunu öğrenmek istiyoruz. Çünkü birbirini tamamlayan olgular vardır: 31 Aralık günü Lice’de gerçekleşen saldırıda 10 yoldaşımız şehit edilmiştir. Bu 10 yoldaşın hepsi kadro ve militan düzeyindeydi. Bunların içerisinde Numan (Ertem Karabulut) arkadaş eyalet sorumlusuydu. Bizim sistemimizdeki bir eyalet sorumlusunun düzenli ordu sistemindeki karşılığı general düzeyidir. Yani Numan arkadaşımız da hedeflenecek olan lider kadroların listesinde yer alan bir kimsedir. Şimdi 31 Aralık’ta Numan arkadaş vuruluyor, 9 Ocak’ta Sakine Cansız yoldaş vuruluyor, 14 Ocak’ta ise Medya Savunma Alanları’na dönük hareketimizin lider kadrosunu da hedefleyen çok kapsamlı hava saldırıları gerçekleştiriliyor. Bütün bunları bir araya getirdiğimizde aslında bunun bir konsept olarak işlemekte olduğunu görüyoruz. Özellikle Paris gibi bir yerde işlenen bu cinayeti tertipleyenler hem hareketimize büyük bir kadrosal darbe vurmak, hem de iç çatışma gibi gösterip hareketi Avrupa zemininde hedef haline getirilmesini planlayan, daha derin bir planlamadır. Dolayısıyla bu olayın açığa çıkarılması ve netleştirilmesi, hem gerçeklerin açığa çıkarılması açısından hem de mevcut yürütülen görüşme sürecinin gidişatı açısından da büyük önem taşımaktadır.
Bu konuda şunu da belirtmek istiyorum: Eğer AKP bu işin içinde yoksa o zaman o da bu olayın netleştirilmesi için imkanlarını açmalı ve etkisini kullanmalıdır. Çünkü mevcut gidişat AKP’yi göstermektedir. Bu açıdan bu olayın açığa çıkartılması mevcut durumların netleştirilmesi için çok önemli bir durumdadır.
Son günlerde Batı Kürdistan’da yoğun çatışmalar var. YPG güçleri bir taraftan devlet güçleriyle çatışırken, diğer taraftan ise muhalefet adına hareket ettiğini söyleyen silahlı güçler de Serêkaniyê’de Kürtlere saldırmaktalar. Bu konudaki gelişmeleri nasıl değerlendiriyorsunuz?
Türk devletinin Kürt sorununda demokratik bir çözümü değil, yani Kürt halkıyla dostluk, Kürt haklarını tanıma değil de Kürt haklarını tanımama ve düşmanlık siyasetini yürüttüğü diğer bir alan da Batı Kürdistan’dır. Her şeyden önce AKP hükümeti hem Ortadoğu politikasında hem de Suriye politikasında tümüyle başarısızlıkla sonuçlanan bir siyaset izlemiştir. Bilindiği gibi „komşularla sıfır problem“ diye yola çıktı. Şimdi tüm komşularla karşı karşıya gelen, karşıtlaşan bir noktaya geldi. Bu, Kürt eksenli Ortadoğu siyasetinin yürütülmesinin ve bu çerçevede uluslararası sermaye güçlerinin konseptine dahil olmasının bir sonucudur. Eğer AKP hükümeti Kürt karşıtlığı ekseninde bir politika yürütmemiş olsaydı bu düzeyde diğer bölge güçleriyle karşı karşıya gelen bir noktaya da gelmeyebilirdi.
Ama AKP bölgedeki yeni gelişmelerde Kürt halkının yararlanmaması ve olası gelişmelerin önüne geçebilmek için kendisini tümüyle Batı küresel sermaye güçlerinin bölgeye dönük müdahalesine tabi kıldı, bir yerde Batı’nın taşeronluğunu üstlenmiş oldu. Böyle olunca bölgedeki diğer güçlerle karşı karşıya gelme pozisyonuna girdi. Suriye’ye ilişkin de çok acele ederek, Suriye’nin de Libya gibi erken düşeceğini düşünerek girişim yaptı ama o girişiminin de sonuç vermediği ortadadır. Çünkü AKP, Suriye’nin hem genelde Suriye’nin Ortadoğu bölgesindeki yerinin hem de Suriye’nin iç yapısının daha farklı olduğu gerçeğini göz önünde bulundurmadı veya göremedi. Bunun için de yanlış tespitler yaptı.
Şimdi öyle bir şey ki her konuda hem yanlışlar yapıyorlar hem de o yanlışlarının üstünü örterek doğru yaptıklarını savunuyorlar. Halbuki hem Ortadoğu hem Suriye hem de Kürt politikasında başarısız bir durumla karşı karşıyadır. Kürt karşıtlığını esas alan bir siyaseti yürüttü. Yani bazı Kürt çevreleriyle dostluk ve esas olarak da Önder Apo’nun düşünce yörüngesindeki tüm Kürt özgürlük hareketlerine karşı da düşmanlığı önüne koydu. Önder Apo’nun Kürdistan’ın dört parçasında geliştirdiği düşüncenin bir hayli geniş bir tabanı ve güçlü bir yapılanması söz konusudur. Bunun hepsini karşıya almak ile Türk devleti bir sonuç elde edemez. Ve bu siyasetle de Ortadoğu’da kesinlikle başarılı olamaz.
Suriye’de gelişen genel savaş süreci nedeniyle boşluklar doğdu. Kürtler de kendi bölgelerinde kendi özgür sistemlerini kuruyorlar. AKP hükümeti şimdiye kadar bu duruma karşı birçok müdahale geliştirdi. Başta Halep’te sonra Afrin’de ve en son da üçüncü kezdir Serêkaniyê’de parayla pulla örgütlediği ve ittifak kurduğu bazı güçleri Kürtlerin denetimindeki alanlara saldırtıyorlar. En son Urfa’da sözüm ona Suriye silahlı muhalefetinin bir toplantısını yaptılar ve bu toplantı başarısız kaldı. Birçok silahlı muhalefet gücü bu toplantıya katılmadı. Çünkü toplantı tamamen Türkiye’nin öngördüğü çerçevede Suriye rejimine karşı olmaktan ziyade Cezire’deki YPG ve PYD örgütlenmesine karşı bir müdahale planlamasını esas aldı. Bu nedenle birçok grup katılmadı. Fakat Newaf El Beşir denilen bir aşiret reisi kişi var ki bu kişi son dönemlere kadar Suriye rejimiyle ortak hareket ediyordu ama en son kaçarak Türkiye’ye sığındı. Kürt düşmanlığı var bu kişide. Bu kişinin öncülüğünde büyük paralar dökerek bir kısım silahlı güçleri örgütleyip, 7 tank da kendilerine verilmiş ve Ceylanpınar’dan içeriye göndererek 5 günden beri Serêkaniyê’de, oradaki PYD ve YPG güçlerine karşı bir müdahaleyi başlatmıştır. Şimdi bu müdahale tamamen aslında Türk devletinin bir müdahalesidir. Kaldı ki kendi güçlerinin de sivil elbiselerle katıldığı yönünde çok yoğun bilgiler vardır. Ayrıca topla tankla desteklemesi durumu söz konusudur. AKP’nin yaptığı çok kötü bir şeydir. Kürt halkına resmen bir düşmanlıktır. Ve buradaki siyaseti de yenilgiyi kabul etmeme biçiminde tekrar tekrar para dökerek tüm devlet gücünü kullanarak yeniden güçleri örgütleyip Kürtlerin üzerine göndermektedir. Mevcut durumda Suriye’deki iç savaşa Türk devleti gırtlağına kadar dahil olmuş durumdadır. Ama bütün bunları Türkiye toplumundan da gizleyebilmektedir. Ana akım medya ise ya bu duruma gözünü kapatmakta ya da deşifre etmeyi göze alamamaktadır. Dolayısıyla Türkiye’nin gündemine tam olarak oturmuş değildir.
Şu anda Türkiye Suriye’deki savaşın içindedir. Serêkaniyê’nin içindedir. Ve bu 5 günlük direniş neticesinde bu silahlı çete güçlerinin Türkiye’nin desteğinde ve Türkiye’nin katılımıyla Serêkaniyê’de gerçekleştirdiği terörist saldırı yenilgiye uğramıştır. Oradaki YPG güçlerinin kahramanca direnişi karşısında Türkiye’nin bütün çabalarına rağmen yenilgiye uğrayarak şehrin birçok alanındaki denetimini kaybetmişlerdir. Başarısız kalmışlardır. Bu, resmen Türkiye’nin bir müdahalesidir. Bu politika da gösteriyor ki Kürtlerle dostluk ve Kürt sorununda çözüme dönük herhangi bir stratejik bakış açısı bulunmamaktadır. Daha çok karşıtlık temelinde bir politikanın pratikte olduğunu görüyoruz.
Bu konuda ben özellikle Batı Kürdistan’da yürütülen devrimsel çıkışa ve gelişen mücadeleye büyük saygı duyuyor ve bütün direnişçileri selamlıyorum. YPG güçlerinin Batı Kürdistan’da hem rejim güçlerine karşı Gir Ziro’da gerçekleştirdiği kuşatma ve başarılı harekatı ve hem de Serêkaniyê’deki kahramanca direnişi ve başarılı, fedaice mücadelesini kutluyorum. Bu mücadelede şehit düşen kahraman YPG militanlarını anıyor ailelerine, tüm YPG mensuplarına ve bütün Rojava halkımıza başsağlığı diliyorum. O kahramanların destan yaratan direnişleri Kürdistan’ın tüm parçalarında yaşayacak ve onların anısını özgürlük mücadelesini yükselterek yaşatacağımızın sözünü veriyorum. Onlar gerçekten Serêkaniyê’de destanlar yarattılar. Serêkaniyê’deki direniş Rojava halkımız için bir varlık yokluk direnişidir. Çünkü Türkiye’nin planlaması çerçevesinde bu çeteci güçler Serêkaniyê’de başarılı olsalardı tüm Cezire alanına dönük bir harekatı başlatacaklardı. Bu açıdan Serêkaniyê direnişinin başarılı olması Rojava Kürdistan’ın kazanımlarının sağlanmasında önemli bir adımdır, önemli bir kazanımdır. Bu kazanımı gerçekleştiren ve buna katkı sunan, bu direnişe katılan bütün güçleri, grupları selamlıyor kendilerine üstün başarılar diliyorum. Rojava’da başta YPG olmak üzere bütün direnişçi güçler ve tüm Rojava halkımız bilmeli ki onlar yalnız değil, biz her zaman onların yanında olacağız, onların direnişinin arkasında ve destekçisi olacağız.
Ama öncelikle halkımız burada kendi birliğini güçlendirmeli, örgütlülüğünü güçlendirmeli ve kendi gücüne güvenmelidir. Onun başarısının teminatı kendi öz gücüne güvenmesi ve öz örgütlenmesini geliştirmesidir. Bu çerçevede Rojava’daki tüm siyasi partilerin, grupların kendi aralarındaki çelişkiler ve farklılıklar ne olursa olsun, bunları bir yana bırakarak Desteya Bilind’in şemsiyesi altında birliklerini güçlendirmeleri ve Serêkaniyê’deki direniş yanında yer almaları büyük bir önem taşıyor. Bu, halkımızın Rojava’da iradeleşmesi anlamına gelmektedir. Eğer Desteya Bilind etrafında tüm partiler birleşerek Serêkaniyê’de ortak bir direnişi geliştirirse bu, Suriye’de Kürt halkının demokratik iradesinin kendini ifade etmesi olacaktır. Bu nedenle Serêkaniyê’deki direnişin büyük bir anlamı vardır. Tüm halkımız ve tüm siyasi güçler bu önemi görerek kendi aralarındaki birliği daha güçlendirmeli, mücadelelerini yükselterek demokratik Suriye’nin ve özgür demokratik özerk Kürdistan’ın kuruluşu için daha aktif bir rol üstlenmeli. Bunun yolunun da ulusal demokratik birlikten geçtiği bilinerek var olan birlik perspektifini daha güçlü bir biçimde hayata geçirmeleri gerekiyor. Bu temelde yeniden Rojava’daki bütün direnişçileri ve bütün halkımızı selamlıyor kahraman direnişin Rojava halkının gelecekteki özgür sisteminin müjdecisi olduğunu vurgulamak istiyorum.
Son olarak bugün Mahabad Kürt Cumhuriyeti’nin ilan edilmesinin yıldönümü. Bu konuda neler belirtmek istersiniz?
Evet. Bugün Kürt tarihinde önemli bir atılım günü olan Mahabad Kürt Cumhuriyeti’nin ilan edildiği gündür. Kürt halkı İkinci Dünya Savaşı ardından oluşan koşulları değerlendirmek amacıyla 67 yıl önce bugün Qazi Muhammed önderliğinde Doğu Kürdistan’da Mahabad Cumhuriyeti’ni ilan etti. Bu, Kürt halkının özgürlük mücadelesinde önemli bir dönemeçtir. Özellikle Qazi Muhammed’in daha o ilk adımda taşıdığı demokratik bakış açısı ve ulusalcı duruş çok önemlidir. Qazi Muhammed’in Mahabad Cumhuriyeti’ni oluştururken geliştirdiği kapsayıcılık ve demokratik ulus çerçevesine, bugün kendisinin takipçisi olan partiler bile ulaşmış değildir. Önemli bir düzeyin yakalanmasına rağmen hem uluslararası koşulların farklılaşması, bunun iyi hesap edilememesi ve hem de yeterince hazırlıkların yapılmamış olması nedeniyle atılmış olan bu önemli adım kısa sürede çökmüş olsa da Kürt halkının belleğinde önemli bir yeri vardır.
Bu temelde biz de başta Qazi Muhammed olmak üzere Mahabad Cumhuriyeti’nin tüm şehitlerini anıyoruz. Onların anıları gereği Kürdistan özgürlük mücadelesini devralan ve bunu bugün yürüten bir hareket durumundayız. Biz Kürt halkının haklı davasının her yerde kazanacağına inanıyoruz. Bu temelde hem Doğu Kürdistan halkımızın hem de bütün Kürdistan’ın Mahabad Kürt Cumhuriyeti’nin o anlamlı çıkışına denk düşecek bir duruşu sergilemeleri önemli olacaktır, diye düşünüyorum. Özellikle bu önemli yıl dönümünde tekrardan Qazi Muhammedleri anma ve onların anısına bağlı kalmayı sürdürmenin gereği ve önemini bir kez daha vurgulamak istiyorum.