HALUK GERGER | 05 – 01 – 2013 | Öcalan’la başlayan görüşmelerle birlikte yeni bir dönemece girildiği kesindir. Önemli olan bu yeni aşamanın nasıl okunacağı ve nasıl bir tavır takınıacağıdır.
Açıktır ki, böyle dönemlerde dezenformasyona dayalı manipülasyon mutlaka gözönünde bulundurulması gereken bir yakın tehlikedir. Bunun için de, Öcalan’la yaptığı görüşmeden sonra Ahmet Türk’ün yaptığı “dışardan gelen dedikodu ve yalanlara inanmayın” uyarısı ciddiye alınmalıdır.
Gelişmelere “iyi niyet”le ve “ihtiyatlı iyimserlik”le bakmakta elbette yarar vardır. Ama, olumsuz ya da yıkıcı bir tutum kadar soyut umut ve erken rahavet de gereksizdir bu aşamada. Ayrıca, eleştirel bakışı da asla ihmal etmemek gerekir. Önce birkaç temel saptamaya ve ilkeye değinmek gerek:
Birincisi, yeni sürecin kaynaklarına ilişkin. Burada itici, belirleyici rol oynayan iki neden var; bir taraftaki bastırılamayan direniş, kararlılık ve aynı zamanda barış/çözüm ısrarı. Hükümetin buna kerhen ve sahte karşılığı olarak kalırsa süreç, kesin akamete uğrar. Sahici, somut karşılıklar verildiği sürece de, derinleşerek ivme kazanır.
İkinci olarak şu vurgulanmalı: Kürtlerde, aslında daha baştan beri, sarsılmaz bir barış arzusu vardır ama şu da unutulmamalıdır ki, bu barış talebi kötüye kulanılırsa, kesin geri teper. Dolayısıyla, salt silah bıraktırmaya indirgenmiş bir strateji sadece çözümsüzlük üretir. Esas olan, tek başına dayatılmış galiplerin barışı değil, adil çözümle birleştirilmiş barıştır, yani barışçıl çözümdür.
Anlık manzaraya baktığımızda gördüğümüz şudur: Daha işin başlangıcında resmi ve egemen çevrelerden yansıyanlar içaçıcı değil.
Birincisi, daha baştan meselenin adı bile yanlış konuyor; Var olan ve çözüm bekleyen, “terör sorunu” değil, Kürt Sorunu… Bir yandan şimdiye dek yeterince zehirlenmiş bulunan kamuoyunun “hazırlanması” kaçınılmaz bir gereklilik olarak sunuluyor ama öte yandan bunun asgari gereği, yani sorunun adının dürüstçe ortaya konması dahi yapılmıyor. Bu bir samimiyet kuşkusu doğrusu bende doğuruyor. Yapılan kamuyoyu yoklamalarını yayınlıyorlar ve diyorlar ki, “halkın ezici çoğunluğu görüşmeye karşı.” O zaman, gerçekten samimiylerse, en azından kendi kamuoylarını “hazırlamak” için hiç olmazsa kullanılan yıkıcı dilin değişmesi gerekmez mi?
İkincisi, atılan adımların “çözüm”e değil de, “tasfiye”ye yönelik olduğuna dair kuvvetli ipuçları var. Şimdiye dek savaşın nedeni olan anlayışın şimdi “çözüm aracı” olarak sunulmasının inandırıcılığı olabilir mi? Zihinlerde “Kürtlerin bir millet olarak varlıklarından kaynaklanan hakları“na bir yer açmadan “Çözüm”e de yer kalmayacağı öğrenilemediyse bunca yıldır, daha çok işimiz var demektir.
Üçüncüsü, temel bir yanılsamayla ilgili: Sanki, bir savaş kazanılmış ve yenilen tarafla kayıtsız şartsız anlaşma imzalanmasının müzakeresi yapılıyor. Oysa, elbette böyle bir durum yok. Her askeri zaferden sonra bile barış görüşmeleri “koşulsuz teslimiyet” üzerinde yürütülmezken burada realiteden böylesine kopukluk umut verici değil elbette.
Dördüncüsü, Kürtler arasında bir bölünme hedefleniyor gibi. Gecenlerde bir köşe yazarı baklayı ağzından şöyle çıkartmıştı: “PKK’nin yarısı bile kabul etse iyidir.” Bu anlayışın samimi bir müzakere niyetiyle bağdaşmadığı çok açık…
Beşincisi, “ödün yok” deniyor. Televizyon sunucusu “uzman”a soruyor: “kamuoyunda bir korku var ‘acaba silah bırakılması karşılığında ne verilecek’ diye.” Bu mantık, yani karşılıksız almak ancak zor yoluyla iradeyi kırmakla, teslimiyetli sağlamakla gerçekleştirilebilir bir hedefe işaret ediyor. Benim bildiğim kadarıyla bunun adı barış ve çözüm müzakeresi değil düpedüz savaştır. Bu çelişki de dikkate değer görünüyor.
Altıncısı, bunca acı ve dökülen kan sonrası, çözümsüzlük siyasetinin muazzam bir tıkanma yaşadığı ve barışçıl çözümün kendisini böylesine dayattığı bir dönemde dahi, ciddi bir düşünsel ve buna tekabül eden sosyal, politik, hukuki dönüşüm-değişim emarelerinin görünmemesi. Sanki tek başına silah bıraktırma görüşmesinin yapılması “lütfedilen bir büyük ödün” gibi sunuluyor. Bu saatten sonra bu tehlikeli bir aymazlık değil midir?
“Kürt Sorunu-PKK Sorunu” gibi bir ayrıştırma çabası, organik bir bağın toplumsal mühendislik laboratuarında koparılması deneyi, CIA’nın sanal dünyasındaki kurgulardan biri olabilir ama gerçek dünyada bir karşılığı olmadığından hüsranla, kan ve gözyaşıyla sonuçlanır. Umarız, yeni liberaller bu kadarına tevessül etmeye kalkmıyorlardır.
Ve yine umarız ki, günü, yani önümüzdeki üç (mahalli, parlamento ve cumhurbaşkanlığı) seçim dönemini kurtarmaya yönelik bir “oyun içinde oyun” kurnazlığıya ya da oyalama taktiiğiyle çürütme taktiğiyle karşı karşıya değiliz.
Elbette bu şüpheleri gidermek ve eleştirileri karşılamak Hükümet’in, Devlet’in, giderek, bir taraf olarak bütün kurumlarıyla Türkiye’nin ve Türk toplumunun görevidir.
“İnsanların, halkların masum talepleriyle, iyi niyetleriyle, umutlarıyla oynamayın; onlara samimiyetle ve dürüstçe yaklaşın; unutmayın, yaklaşımınıza göre karşılık alırsınız; Kürtlerin temsilcilerinin size verdiği bu şansı kötüye kullanmayın” öğüdüyle bitirelim gözlemlerimizi ve bekleyelim bakalım.