Home , Köşe Yazıları , İktidar blokunda iç savaş ve ekonomide dış stres 2014, yıkıcı bir krize doğru

İktidar blokunda iç savaş ve ekonomide dış stres 2014, yıkıcı bir krize doğru

volkan-yarasir-100x1001VOLKAN YARAŞIR | 06-01-2014 | Türkiye ekonomisi çok vektörlü bir kırılganlık yaşıyor. 2013 yılı ekonominin bu karakterini daha da alenileştirdi.

Kırılganlık en belirleyici şekilde yüksek cari açıkta kendini gösteriyor. 2013’te cari açık 60 milyar Dolar’a yükseldi. Bu miktarla, cari açığın GSMH’ya oranı %8’e ulaştı. Türkiye’nin dahil olduğu “yükselen piyasalar” olarak tanımlanan ülkeler içinde bile bu oran dikkat çekiyor.

Böylesine bir cari açığı döndürmek, başlı başına bir sorun. Cari açık dış kaynağa bağımlılığı şiddetle artırıyor. Bu bağımlılık hem yapısal bir karakter taşıyor, hem de “narkotik” bir içerikte gelişiyor. Yapısallık ve “narkotik” bağımlılık birbirini besliyor ve birbirini derinleştiriyor.

Ekonomik büyümenin, iç pazara yönelik olması ve döviz girdisine dayanması cari açığı artırıyor. Bir anlamda büyümede hızlanma, cari açığı yükseltici bir etki yaratıyor. 2013 yılında beklenen büyüme (%4 hesaplanırken), %3,5 olacağı tahmin ediliyor. Türkiye’nin 2014 yılı büyüme şekli, geçmiş yıllardaki gibi, yine iç pazara dayalı gerçekleşmesi yüksek bir olasılıktır. Yani yeni yılda döviz girdisi son derece kritik bir rol oynayacak. Döviz sirkülasyonunu etkileyecek her hangi bir gelişme (yaşanan ve olası yeni kur şokları) büyümeyi bloke edecek içerik taşıyor. En azından sert düşüşlerin önü açılıyor. Bu durum ekonomide bir dizi negatif gelişmenin tetiklenmesi demektir.

 

DIŞ KAYNAK İHTİYACI YAPISALDIR

2013 yılında yapılan altın ithalatı 14,1 milyar Dolar’a ulaştı. Altın ithalatı, cari işlemler açığını artıracak bir negatif etkiye sahiptir. Bunun yanı sıra ihracatta yaşanan problemler de, cari açığı yükseltici bir rol oynuyor.

Türkiye ekonomisinin ithal girdiye bağımlı olmasıdan ve ihracatla ithalat arasındaki açığın fazlalığından doğan döviz açığı, ekonomiyi sarsan temel etkenlerden biridir.

Büyüme arttıkça artan döviz açığı, ithal girdiden kaynaklı döviz açığıyla daha da kritik noktaya ulaşıyor.

Bu faktörlerin yanı sıra dış borç ciddi bir orana yükseldi. Özel sektörün borçları, dış borcun büyük bir kısmını kapsıyor. Özel sektörün borçlarının vadelerinin kısalığı ve oranının yüksekliği ciddi riskler yaratıyor (2014 yılında özel sektörün 200 milyar Dolarlık dış borç ödemesi yapması gerekiyor). Özel sektörün borçları son 10 yıllık kesitte, 5 kat arttı. 252 milyar Dolar’a yükseldi. Ayrıca hane halkı borçları olağanüstü bir boyuta ulaştı. Tüketici kredisi ve kredi kartları üzerinden 321 milyar TL’yi buldu. Bu rakam, harcanabilir gelirin tam 10 katını ifade ediyor.

 

RİSK ARTIYOR

Kısaca cari açığın kontrol edilemez yükselişi, ekonominin dönmesi için gerekli olan sıcak para ihtiyacı, özel sektörün ödenemez noktaya ulaşan dış borçları ve hane halkı borçlarının muazzam büyüklüğü 2014 yılını son derece riskli bir hale getiriyor. Ekonomide çok vektörlü bir kırılganlığın önünü açıyor. Küresel düzeyde yaşanacak olası finansal türbülanslar karşısında ekonominin zaafiyetlerini ortaya koyuyor. Bu durum iç streslere karşı da aşırı dayanıksızlığı beraberinde getiriyor.

FED’in parasal genişleme politikasında yapacağı her hangi bir kısıtlama, küresel piyasaları sarstığı gibi Türkiye’yi de şiddetle sarsacaktır. Kontrolsüz ve birbirini tetikleyen gelişmelerin yaşanması olasıdır. Yapılan kısmi daralmanın sonuçları ortadadır.

2014 yılında FED’in parasal genişlemede (FED yıl sonunda tahvil alamında 10 milyar dolarlık kısıtlamaya gitti. FED ayrıca 2014 Mart ayında parasal genişlemeye son vereceğini açıklamıştı) yapacağı bir yavaşlama, Türkiye dahil (riskli 5’ler diye anılan) Brezilya, Endonezya, Hindistan ve Güney Afrika’da ciddi sorunlar yaratacaktır. Türkiye’nin böylesi finansal fırtınadan en çok etkilenen ülke olması kaçınılmazdır.

Önümüzde yaşanması artık kesinleşmiş diyebileceğimiz bu süreç, ilk başta şiddetli döviz krizi, dönmeyen bir ekonomi, özel sektörde büyük iflaslar anlamına gelecektir.

İKTİDAR BLOKUNDA İÇ SAVAŞ

FED kararları yanısıra iktidar blokunda yaşanan iç savaş, son derece istikrarsız bir konjonktürün önünü açtı. Yaşanan politik belirsizlik ve şiddetli gerilim, T.C.’nin Ortadoğu’da jeo- politik ekarte oluşuyla birleşti. Bu hızlı ve sarsıcı gelişmeler ülke ekonomisini hızla alt üst edecek bir sürecin içine sokuyor. Özellikle borsada yaşanan hızlı türbülans dolara tarihi rekorlar kırdırdı. Şiddetli bir kur şoku yaşandı.

İçine girilen konjonktür ekonomide hem dış, hem iç stresi yükseltti. Özellikle FED’in yeni aldığı kararla ve 2014 Mart ayında alması yüksek bir ihtimal olan radikal kararlarla, spekülatif sermayenin hızlı çıkışlar yapması kaçınılmazdır. Spekülatif sermayenin güvenli cografyalara akım yapacağı ortadadır. Aynı şekilde “anayurtlarına” dönme eğilimi görülebilir. T.C.’nin bir cazibe oluşturmak için zaten yüksek tuttuğu faiz oranlarını, yeniden yükseltmesi soruna çözüm getirmeyecektir. Türkiye’nin aktüel olarak bir döviz krizi içine girme olasılığı yükseliyor. Problemin yakıcılığı bügünden (yaşanan kur şokuyla) başladı. Öte yandan bu krizin bir dizi problemi tetiklemesi, son derece sarsıcı sonuçlar doğurması yüksek bir ihtimaldir.

Bu sürecin 2014 yılında bir başka yansıması, dış kaynak sorununda yaşanacak tıkanmalar olacaktır. T.C.’nin giderek manevra kabiliyeti daralıyor. Bügünü kadar kriz sikluslarını farklı yöntemlerle, ağırlıkta bölgedeki destabilize ortamında sağladığı olanakları kullanarak (bazen Irak’tan, bazen Libya’dan gelen Dolarlarla, bazen Suriye operasyonu vasıtasıyla Arap petro- Dolarlarıyla ve son yıllarda İran ambargosunun yarattığı zeminden kaynaklı altın ticareti ve kara para aklama operasyonlarıyla vb.) aşmayı “başaran” T.C., bundan sonra uluslararası basınç ve tahkikatlar sonucu ciddi oranda zorlanacaktır.

İktidar blokunda yaşanan savaş söylediklerimizi bütün çıplaklığıyla ortaya serdi. Bir devlet bankası olan Halk Bankası’nın bir off-shore banka olarak bu operasyonlarda belirleyici rol oynadığı anlaşılıyor. Ne var ki içine ğirdiğimiz dönemde T.C.’nin ihtiyaçlarını karşılamak giderek zorlaşıyor.Türkiye off-shore bir ülkeye, kara para aklama cennetine dönüşüyor. Bu durum T.C.’nin de üyesi olduğu FAFT adı verilen, uluslararası düzeyde kara para aklamayı engelleme grubu tarafından yakından takip ediliyor. Türkiye, FAFT tarafından stratejik açık veren ülke olarak değerlendiriliyor. Ayrıca OECD düzeyinde T.C. gri listeye alınmış durumda. Son gelişmelerle kara listeye alınması işten bile değil. Bu adım Türk bankalarının uluslararası blokajı anlamına gelir. T.C., sıkışılan anda imdada yetişen “nereden geldiği” belli olmayan olanaklarını hızla kaybediyor. Ve çıplak ve yakıcı ekonomik sorunlarla karşı karşıya.

Önümüzdeki günlerde Türkiye’nin sert bir döviz krizi yaşaması yüksek bir olasılıktır. Türkiye’nin çok vektörlü ekonomik kırılğanlık içinde olması sadece tetikleyici gelişmelerin yaşanmasıyla, olağanüstü yıkıcı sonuçların önünü açabilir. Ekonomide bir senkron etkisi yaşanabilir. Döviz krizi bir tetikleyici faktör olarak değerlendirilmelidir. Arkasından en başta yıkıcı bir emlak krizinin yaşanması kaçınılmazdır. Bu senkronun kaçınılmaz ayağı bankacılık krizidir. Merkez Bankası’ndaki döviz rezervi bu anafor karşısında tutunamaz. Mayıs 2013 ve yeni dalgada Merkez Bankası’nın ne kadar zorlandığı aşikardır. Ayrıca FED kararlarıyla artık ciddi likidite sıkıntısı yaşanacağı ortadadır. Bu koşullarda Mart ayında FED’in parasal genişmeyi durdurma kararı alması, yıkım anlamına gelecektir. Böylesi bir ekonomik depremin Türkiye açısından anlamı ülke iflasına doğru hızla sürüklenmektir.

T.C.’nin transformasyon sürecinin bir yansıması ve içinden geçilen yüksek konjonktürün dışvurumu olarak iç politikanın parametreleriyle, dış politikanın parametrelerinin içiçe geçtiği ve birbirini şiddetle etkilediği koşullarda, 2014 yılı olağanüstü gelişmelere gebedir.

Özellikle ABD ve AB’nin Kuzey Afrika ve Ortadoğu’da siyasal İslamın kapitalist entegrasyon ve stabilizasyonda yarattığı yıkıcı problemlerden dolayı uygulamaya başladığı yeni politikalarla, siyasal İslamın iktidar ataklarının kırıldığı, yeni iktidar bloklarının önünün açıldığı koşullarda, AKP’nin geleceği artık tartışmalı bir konudur.Uluslararası basın, Taksim Ayaklanması’yla başlayan, son olarak iktidar bloku içindeki iç savaşla daha da artan bir ilgiyle AKP ve Türkiye’deki siyasal İslam üzerinde durmaya ve sert eleştiriler ve risk tanımları yapmaya başladı.

AKP, T.C. tarihindeki finans kapitalin en militan siyasal aktörü olarak hareket etti. AKP, bu yönleriyle aktif onay gördü. Ne var ki varoluşsal dinamiklerinin bir yansıması olarak, çok boyutlu içeriğe sahip “yeni rejim” inşası, doğası gereği çok boyutlu problemleri de beraberinde getirdi. Bu sürecin kapitalist entegrasyonu ve rasyonalizasyonu bozucu yönleri ve özellikle Ortadoğu’nun yeni jeo-politiğini etkileyecek hamleleri içermesi, AKP’nin ıskartaya çıkarılmasının önünü açtı. 2014 yılındaki gelişmeler (iktidar blokundaki iç savaşın seyri, yerel seçimlerin sonuçları, olası büyük toplumsal alt üst oluşlar vb.) sürecin salınımını belirleyecektir. Bir çok vektörü içinde taşıyan bu süreçte, burjuva kampta AKP’nin yerini dolduracak bir alternatif bügüne kadar oluşmadı. Büyük çalkantılara rağmen AKP inisiyatifini koruyor ve ofansif politikalar izliyor. AKP’nin ısrarlı bir şekilde iktidarda kalma arzusu ve bunu olası yüksek bir oy oranıyla pekiştirmesi, ekonomide dış stress faktörlerini arttığı koşullarda, iç stres faktörlerini de çoğaltacaktır. Özellikle bu manada 30 Mart erken seçimleri ve o güne kadar iktidar blokunda yaşanan içsavaşın seyri önemli olacaktır.

Türkiye ekonomisi bügün açısından tam anlamıyla belirsizlik, aşırı ısınma ve ciddi yavaşlamayla karşı karşıyadır. Döviz krizi kapıdadır. Kontrolsüz gelişmeler, zaafiyetin şiddetle artması ve ekonominin kolanlarında yaşanacak her hangi bir kırılma Türkiye’yi hızla (döviz krizi, emlak krizi ve bankacılık krizi gibi birbirini etkileyen ve tetikleyen) senkronize bir kriz içine sokabilir. Bu süreç kaçınılmaz bir şekilde Türkiye’nin ekonomik iflası anlamına gelecektir.

İşçi sınıfı için bunun anlamı işyeri kapatmaları, toplu tensikat, işten atılmalar ve işsizliktir. İşçi sınıfına ve emekçi halklara açılmış sosyal bir savaştır. 2014 yılı, 2013’te başlayan tarihsel bir kırılmanın devamı olmalıdır. 2013’e Taksim Ayaklanması damgasını vurmuştu. Şimdi bu ayaklanmanın izinden yürüyerek ve ruhundan beslenerek, daha ileri çıkma ve daha ileri atılma zamanıdır… Bu pespaye, çürümüş ve her tarafı kokuşmuş sisteme tek yanıtımız vardır: İlla sokak ve illa kavga… Sokak ve kavga özğürlüğün ateşiyle kendini yeniden yaratmak, geleceği fethe çıkmak ve geleceğe doğru soluksuzca koşmaktır. 2014 yılı bezirganlara, kırkharamilere ve paranın imparatorluğuna karşı öfke, kavga ve sokağın yılı olmalıdır.

VOLKAN YARAŞIR