Home , Köşe Yazıları , III.’sü OLASI MI?

III.’sü OLASI MI?

koseyazisi_yenisiteicinSiNAN AYDIN-  2014 yılı, I. Emperyalist Paylaşım Savaşının 100. yılı, ve II. Emperyalist Paylaşım Savaşının da 75. yılı idi.

Bu yazıda  amaçlanan,  savaşların tarihsel  gelişimi hakkında okuyucuları  bilgilendirmek ve günümüzdeki gelişmelerle aralarındaki bağlantıyı  sorgulamak ve III.EPS mümkün mü? sorusunu tartışmaktır..

Bu savaşlara emperyalistler, hem kendi aralarında, hem de dünyanın genelinde savaşın olmasından kaynaklı I. Ve II. Dünya Savaşı adını verirken, Osmanlı kaynakları Harb-i Umumi, Anadolu insanı ise Seferberlik olarak adlandırdı. Marksistler ise bu savaşlara I. ve II. Emperyalist Paylaşım Savaşı (I. ve II. EPS) olarak tanımladılar.

Bu ismin verilmesinin nedeni, bu savaşların esasen emperyalistler arasındaki pazar kavgasının bir sonucu olmasıdır. Tüm tarih kitapları da savaşların nedeni olarak geç gelişen Alman emperyalizminin pazar bulamamasından kaynaklı komşularından başlayarak bir çok ülkeyi işgal etmesinden söz edilir. Ama buna rağmen adlandırma farklı yapılır. Kısaca Alman emperyalizmi diye söz ettiğimiz pazar ve sömürgeler sorunu tabii ki dönemin tüm emperyalist ülkeleri için de geçerlidir. Savaşa katılan diğer ülkelerin çoğunun hiç bir çıkarları olmamasına karşın emperyalist efendilerinin direktiflerine uymuşlardır.

Tarihe kısaca bakacak olursak; 18. yy sonlarına doğru hızla gelişen Alman ve Avusturya-Macaristan İmparatorluğu, 20. yy başında kendilerinden daha önce gelişimini tamamlayan diğer emperyalist devletlerin dünyayı parsellemiş olmalarından dolayı sömürge ve pazar bulma sorunu yaşarlar. Çıkış yolu olarak askeri hareketten başka yol bulamayan/ bulmayan Avusturya-Macaristan İmparatorluğu 28 Temmuz 1914 tarihinde Sırbistan’ı işgal eder. Bu gün aynı zamanda tarihte I. EPS’nın başlangıcı olarak kabul edilir.

Bu savaşta iki kutup oluştu (bu kutupların temeli savaştan yıllar önce çeşitli ikili -üçlü antlaşmalarla atılmıştır), birincisi Almanya, Avusturya-Macaristan İmparatorluğu ve İtalya’nın (İtalya daha sonra bu paktan ayrılarak İtilaf devletlerinin safına geçti) oluşturduğu İttifak Devletleri, ikincisi ise İngiltere, Fransa, Rusya ve daha sonra pakta katılan ABD’nin oluşturduğu itilaf devletleridir. İttifak devletleri pazar sorununu en fazla yaşayan devletlerdir ve daha saldırgandırlar.

Almanya 2-3 Ağustos’ta Fransa’ya saldırarak savaşa girdi. Japonya da bu fırsattan yararlanarak 23 Ağustos 1914 te Almanya’ya savaş ilan etti ve Almanya’nın Uzakdoğudaki sömürgelerini işgal etti. Kasım 1914’te Japonya kendi açısından savaşı bitirdi.

Osmanlı İmparatorluğu ise hem gelişen Alman emperyalizminin direktifleri doğrultusunda, hem de kendisinin geçmişe olan özlemi ile İttifak Devletlerinin yanında yer aldı.

Bu savaşa 60 milyonu Avrupalı olmak üzere 70 milyon insan askeri personel olarak katıldı. Bunların 9 milyonu, burjuvaların kendi kârlarını daha fazla artırmak için ürettikleri “vatan” kavramı uğruna hayatlarını kaybettiler. Osmanlı İmparatorluğu çeşitli kaynaklarda farklı farklı yazsa da yaklaşık olarak 2.900.000 insanı silah altına aldı. Bunların 1 milyon 50 bini yaralandı ve/veya esir düştü, 80 bini Çanakkale’de, 60-90 bini Sarıkamış’ta donarak olmak üzere, diğer coğrafyalarla   birlikte toplamda 400 bin insan bu anlamsız, kirli savaşta hayatını kaybetti.

Lenin önderliğindeki Bolşevikler, burjuvaların sahte “vatan” yalanlarına kanmayarak başka ülkelerin emekçilerinden oluşan ordulara karşı savaşmak yerine kendi ülkelerindeki sınıf düşmanlarına karşı savaşa giriştiler ve Ekim 1917 de daha sonra Sovyetler Birliği diye adlandırılan dünyanın ilk sosyalist ülkesini kurdular.

I.E.P. Savaşın bitişi günü olarak Almanya ile Müttefik devletler arasında imzalanan antlaşmanın tarihi olan 11 Kasım 1918 kabul edilir.

  1. Emperyalist Paylaşım Savaşı
  2. EPS’ı tüm emperyalistler açısından yıkımla sonuçlanmış, Çarlık Rusya gibi büyük bir sömürü alanının emperyalist sistemden kopmuş, tüm dünyanın gözü önünde Marks’ın hayalleri Lenin’in önderliğinde gerçekleşmiş, ayaklar baş olmuş ve proletarya öncülüğündeki halk, tarihte ilk kez kendi iktidarını kurmuştu.

Yaşadığı krizden çıkmaya çalışan emperyalistler savaştan hemen sonra daha derin bir ekonomik ve sosyal krizle karşı karşıyal kaldılar. Daha savaş yıllarında ve Sovyet deneyiminden sonra dünyanın birçok ülkesinde işçi hareketleri artmış, sosyalizmi hedefleyen isyanlar örgütlenmiş, yönetenler yönetemez, yönetilenler yönetilemez hale gelmişti. Kapitalist sistem kendi ömrünü uzatmak için daha kanlı bir senaryoyu sahneye koymaya hazırlandı ve adına II. EPS dediğimiz oyunu sahneledi.

 

Bizler açısından esas önemsenmesi ve ders çıkarılması gereken II. EPS’nın sahne arkasıdır. Savaşın hemen ertesinde oynanan oyunları görmez, onları incelemezsek sistemin yaratmaya çalıştığı kafa karışıklığından bizlerde nasibimizi alırız. Bir Afrika atasözü der ki “ aslanlar kendi tarihlerini yazıncaya kadar tarih hep avcıların kahramanlıklarını anlatacaktır”. Ve bugün tarihte Hitler aklanmaya Stalin karalanmaya çalışılmaktadır. Ne yazık ki buna birçok devrimci ilerici yapı ve insanlarda alkış tutmakta veya sessiz kalarak kendilerini “ adam sanmaktadırlar”.

I.EPS’ın da para babalarının kendi kasalarını doldurmak için cepheye sürdüğü emekçilerin dökülen kanı daha kurumadan, onlar yeni ve daha kanlı bir oyuna hazırlanmaya başladılar. Bu gün egemenler, Sovyetler Birliği ile Faşist Almanya arasında imzalanan antlaşmayı gerekçe göstererek Stalin nezdinde esasen tüm Sosyalist (Komünist) sisteme karşı saldırıya geçmiş bulunmaktadırlar. Özellikle genç insanların kafalarını karıştırarak tüm çözüm yollarını sistem içinde aramalarını hedeflemektedirler. Bu illüzyondan kurtulmak ve perde arkasını görmek için I. EPS’ından sonraki olayları kronolojik (tarih sırasına göre) olarak sıralamak yeterli olacaktır sanıyoruz.

Yukarıda da belirtiğimiz gibi I.EPS’ı 11 Kasım 1918 de sonlandı.

 

Savaşın üzerinden daha iki yıl geçmişti ki;

  • Fransa ile Belçika arasında 7 Eylül 1920 de saldırmazlık antlaşması imzalandı. Bu antlaşmaya göre her iki devletten birine saldıran bir ülke diğer devlete de saldırmış kabul edilecek ve üçüncü devlete karşı iki devlet ortak savaşa gireceklerdi.
  • İngiltere ile Fransa arasında 20 Kasım 1920 de aynı içerikli antlaşma imzalandı.
  • Fransa ile Polonya arasında 19 Şubat 1921 de ve,
  • Fransa ile Çekoslovakya arasında 25 Ocak 1924 yine aynı içerikli antlaşmalar imzalandı.

İngiltere haricinde kalan devletlerle yapılan antlaşmalarla oluşturulan pakta “Küçük Antant” paktı adı verildi.

Bu girişimler işin daha başlangıcı idi. Takvimler 1925 yılını gösterdiğinde yeni bir komedi daha sahnelendi emperyalistlerce. Komedi dememizin nedenini aşağıda açıklayacağız. Ama önce tarihi gelişmeleri vermeye devam edelim. Bu gün Kobani’de, Rojava’da ve Filistin’de olduğu gibi yalancı “barış havarileri” o günde aynı senaryoyla dünya insanlarını kandırıyorlardı. Yapılan her şeyin “barış için” olduğu yalanlarını yayıyorlardı.

 

  • Locarno Antlaşması 01.12.1925

İsviçre’nin Locarno kentinde 5-16 Ekim 1925 tarihileri arasında İngiltere, Fransa, İtalya, Belçika, Polonya ve Çekoslovakya, Almanya’nın da dahil edildiği on günlük bir toplantı düzenlediler. Burada prensipte anlaşan tüm katılımcı ülkeler 01.12.1925 tarihinde Londra’da bir araya gelerek adına Locarno Antlaşması denen antlaşmayı imzaladılar.

Bu antlaşmaya göre Batı Avrupa’daki sınırların değişmezliği güvence altına alınıyor, ama Doğu Avrupa’daki sınırların revizyonuna (yeniden yapılandırılmasına) izin veriliyordu. Burada anlaşılacağı gibi hedefte Sovyetler Birliği vardır.

 

  • Briand-Kellogg Paktı 27 Ağustos 1928

İngiltere, ABD, Fransa, Japonya, Romanya, İtalya, Belçika, Çekoslovakya ve Almanya Paris’te ABD dışişleri bakanı Kellogg’un girişimleri ile bir araya gelirler ve görüşmelerde ortaya konan anlayışa göre; “taraflar, aralarındaki sorunları barışçıl yollarla çözülecekler, eğer çözemezlerse Milletler Cemiyeti’nin hakemliğini kabul edeceklerdir”. Fransa, İngiltere’nin Almanya politikalarından rahatsız olduğu için ve İtalya da kendisinin yayılmacı politikasını engelleyeceği düşüncesinden dolayı antlaşmaya imza atmadılar. Diğer tüm devletler bu metni imzaladılar. Yine Sovyetler Birliği cüzzamlı muamelesi görmüş ve bu pakta davet dahi edilmemişti. Bu pakt, daha sonra ABD’nin Sovyetler Birliği’ne karşı kuracağı NATO’nun da temeli sayılır.

  • Almanya-İtalya Dostluk Antlaşması 1 Kasım 1936

Almanya ile İtalya 1 Kasım 1936 da Dostluk Antlaşması’nı imzalarlar. Burada da içerik aynıydı; Almanya’ya veya İtalya’ya herhangi bir ülke saldırırsa diğer ülke kendisine saldırılmış sayacak ve üçüncü ülkeye karşı anında savaş ilan edecekti. Almanya bu antlaşmadan sonra Avusturya üzerindeki baskılarını daha da artırdı.

  • Anti-Komüntern (Anti-Sovyet) Pakt 25 Kasım 1936

Bugün olduğu gibi o günde dünya gericiliğinin başını çeken; ABD, İngiltere ve Fransa’nın desteği ile, Avrupa kıtasın üzerindeki bağnaz hayallerini gerçekleştirmeye çalışan Alman emperyalizmi, bu hayallerini tüm dünyaya yayabilmek için Japon gericiliği ile 1936’nın Kasım ayında görüşmelere başladı. Bu defa sahne değişmiş, oyuna yeni bir oyuncu alınmıştı ama (II.EPS’ından sonrada sık sık karşılaştığımız gibi) senaryo hep aynı bayat senaryoydu. İki ülke arasındaki Anti-Komünter paktı resmen 25 Kasım 1936 yılında kuruldu.

Paktın adından da anlaşılacağı üzere hedefte, o güne kadar dünya üzerinde proletaryanın kendi iktidarını kurduğu tek devlet olan Sovyetler Birliği vardı. Bu pakta daha sonra sırası ile

  • 6 Kasım 1937 de İtalya,
  • Şubat 1937 de Macaristan ve
  • 27 Mart 1939 da İspanya katıldı.

I.EPS’ndan görünürde galip çıkan emperyalist devletler de (İngiltere, Fransa) esasen Almanya gibi savaşın kaybedenler listesindeydiler. Savaştan büyük karlarla çıkmayı uman emperyalistler daha büyük bir bunalımla karşı karşıya kalmışlardı. Evdeki hesap çarşıya uymammış işçi sınıfı ayaklarının üzerine dikilmiş ve dünyanın üzerinde kendi kızıl bayrağını sallayarak “BAŞKA BİR DÜNYA MÜMKÜN” demişti.

Yoksulluk ve savaşlardan bıkan (özelde Avrupa olmak üzere) dünya emekçileri Ekim devriminin açtığı kızıl güzergâhtan ilerlemek istiyorlardı. 1918-19 tarihleri arasında dokuz ay yaşayan Münih Komünü, ve 1919’da yaklaşık beş ay süren Macaristan Sovyet girişimi gibi devrim girişimleri emperyalistlerin korkulu rüyası haline gelmişti.

Yukarıda da aktardığımız gibi savaştan hemen sonra bu “karabasandan” kurtulmak için İngiltere ve Fransa Almanya’yı Sovyetler Birliği’ne karşı kışkırtmaya başladılar. Sınıf çıkarları gereği buna mecburdular. Sıraladığımız antlaşmaların dışında İngiltere, Almanya’nın kendisine ödemesi gereken tüm savaş borçların sildiğini bildirdi, Fransa ise, Versay Barış Antlaşması ile kendisine tanınan “Almanya’nın silah üretmesini kontrol etme yetkisinden” feragat ettiğini açıkladı.

II.EPS’nın Ayak Sesleri

Diğer emperyalistlerin bir kısım desteği ve göz yummalarıyla semiren Alman emperyalizmi (Bugün de İŞID’in olduğu gibi) Hitlerin önderliğinde 11 Mart 1938 de hiç silah kullanmadan Avusturya’yı işgal etti. Dünya gericiliğinin buna ses çıkarmamasından cesaretlenen Alman faşistleri bu defa da gözlerini Çekoslovakya’ya diktiler. Tarih 29 Ekim 1938’i gösterdiğinde sahnede adına Münih Antlaşması denen ve konusu Çekoslovakya olan 3. sınıf bir komedi sergilenmeye başladı.

Almanya, İngiltere, Fransa ve İtalya başkanlarının katıldığı ve Münih’te düzenlene konferansta, Çekoslovakya’nın sınırlarının içinde bulunan ve nüfusunun çoğunluğunu Almanların oluşturduğu Sudet bölgesi bu gerekçe ile Faşist Alman devletine verildi. Bu konferansa konunun ana muhatabı olan Çekoslovakya devleti davet dahi edilmedi. Almanya, antlaşmaya dayanarak 1 Ekim 1938 de Sudet bölgesini, ve daha sonrada 15 Mart 1939’da da tüm Çekoslovakya’yı, emperyalistlerin alkışları altında ve yine tek kurşun atmadan işgal etti.

 

Aklanan Hitler Karalanan Stalin

Tüm bu gelişmeler olurken Sovyetler Birliği de kendisini güvenceye almak için uluslara arası girişimlere başladı. SSCB’nin donemin dışişleri bakanı Maksim Litinov aracılığı ile Nazi yayılmacılığına karşı İngiltere ve Fransa’ya önerdiği ortak pakt antlaşması her iki ülke tarafından da ret edildi. Kendi aralarında “aşılması mümkün olmayan, etrafı görülmez duvarlarla örülü kağıttan kaleler” kuran para babaları, Sovyetler Birliği’ni yalnız bırakmışlardı.

Takvimler 1939 yılının son aylarını gösterdiği günlerde, artık dünyada savaş çanları hiç olmadığı kadar güçlü çalmaya başlamıştı. Yukarıda aktardığımız verilerden sonra geleceği görmek için kahin olmaya gerek yoktu. Tüm müttefik arayışları boşa çıkan Stalin önderliğindeki SSCB’in önünde savaşa hızlı bir şekilde hazırlanmaktan başka bir seçenek kalmamıştı.

Diğer ülkelerin topraklarında gözü olmayan SSCB, haklı olarak savaş teknolojisi yerine Sosyalizmin inşasına yatırım yapmıştı. Geri teknolojisini geliştirmek ve savaşa hazırlanmak için Stalin’in değimi ile “ülkenin en az bir- bir buçuk yıla ihtiyacı var”dı. Bu süreyi kazanmak için dönemin dışişleri bakanı Vyaçeslav Mıhayloviç Molotov aracılığı ile Hitlerin Nazi Almanya’sı ile temaslara geçildi. Tarihin gerip bir cilvesi olarak çaldığı tüm kapılardan olumsuz yanıt alan SSCB, Nazilerden olumlu yanıt aldılar ve Nazilerle, Komünistler arasında Alman-Sovyet Paktı yada diğer adıyla Molotov-Ribbentrop Paktı kuruldu.

Bu olayı Sovyet halkına radyodan duyuran Stalin, yaşanan sürecin geçici olduğunu ve Alman emperyalistlerinin eninde sonunda Sovyetlere de saldıracağını vurguladıktan sonra, SSCB’nin önündeki görevin bir an önce sosyalist inşayı tamamlayarak savaşa hazırlanmak olduğunu açıklar.

Yazının konusu olmadığı için burada kısaca bir noktaya değinip geçeceğiz. Bu içerikte daha kapsamlı bir yazının hazırlanması kanımızca iyi olacaktır.

Ara başlıkta da belirttiğimiz gibi, bugün Stalin ile Hitler aynı kefeye konularak Hitler aklanmaya Stalin karalanmaya çalışılıyor.

Bu saldırılar şimdi başlamış değil elbette. Kendi yarattıkları Tepegöz ‘den Stalin’in önderliğindeki SSCB halkının büyük fedakarlığı ile kurtulduktan hemen sonra Soğuk Savaş diye adlandırılan süreçle birlikte kara çalmalar başladı. Bunun halk üzerinde çeşitli derecelerde etkisi olsa da esas etki 1990’larla Sovyet emperyalizminin çökmesi ile birlikte kendisine hedef olarak sosyalizmi alan ve isimlerinde komünist kelimesi geçen örgütlerde görüldü. Bu yapılarda yaşanan inanç kırıklığına, bir de tarihi yeteri kadar araştırmamak, olay ve olguları geliştiği süreçten kopararak ele almak gibi anti bilimsel yöntemlerde eklenince Stalin hemen hedef tahtasına kondu.

Yazıda, şimdiye kadar kronolojik sıra ile aktardığımız ve tamamı emperyalist kaynaklardan alınan tarihi gerçekler bile SSCB’nin neden Nazi Almanya’sı ile “antlaşma” yapmak zorunda kaldığını anlamaya yetecektir.

 

II.EPS Başlaması

Başta da belirttiğimiz gibi aslında savaşın ön hazırlıkları 1920’lerde başladıysa da, savaşın resmi başlangıcı olarak Alman emperyalizminin Polonya’yı işgal günü olan 1 Eylül 1939 tarihi kabul edeilir. Bunun nedeni ilk kez silahların kullanılmasıdır (Çekoslovakya ve Avusturya işgallerinde hiç bir direnişin olmadığını tekrar hatırlatalım). Bu işgal esnasında Nazi ordusu ile Sovyet ordusu kısa süreli bir çatışma yaşasa da, olay karşılıklı görüşmelerle tez zamanda çözüldü.

Doğuda şimdilik istediğini elde eden Naziler hiç kimsenin beklemediği bir anda yönlerini Batı Avrupa’ya döndüler. Takvimler 10 Mayıs 1940’ı gösterdiğinde Hitler önderliğindeki Faşist Almanya aynı anda Belçika, Hollanda ve Fransa’ya savaş ilan etti.

Hollanda beş gün direnir ve 15 Mayıs 1940 ta, Belçika onaltı gün sonra 26 Mayıs 1940’ta ve Fransa da kırkdört gün dayanır ve 23 Haziran 1904 ta teslim olur (Fransa teslim olmdan önce askeri güçlerini Afrika’ya çekmiştir). Norveç ve Danimarka “büyük kahramanlık örneği” göstererek 1 saat dayanırlar.

Sovyetler Birliği Nazilere karşı savunma hattını güçlendirmek için Baltıl Ülkeleri’ni 18 Haziran 1940’ta işgal etti. İngiltere 25 Ağustos 1940 ta ilk kez Berlin’i bombaldı. Afrika’da çatışmalar hızkazandı. Almanlar 22 Haziran 1941 de Sovyetler Birliği’nin sınırını geçti. Japonya pasifikteki ülkeleri işgale başladı. Pearl Harbor saldırısından sonra (7 Aralık 1941) ABD savaşa dahil oldu. Savaş     8 Mayıs 1945’te Almanya’nın ve 14 Ağustos 1945’te de Japonya’nın yenilgiyi kabul etmeleriyle sona erdi. Resmi olarak Japonya’nın imzaladığı teslim belgesinin tarihi olan 2 Eylül 1945 son gün olarak kabul edilir. SSCB’de bu tarih 9 Mayıs 1945 tir.

Bu savaşta Almanya, İtalya ve Japonya’nın oluşturdukları pakta Mihver Devletler, İngiltere, ABD, Fransa ve SSCB’nin oluşturduğu pakta da Müttefik Devletler adı verildi. 100 milyondan fazla askeri personel davaşa dahil oldu. Sivil ölümlerinin de çok olduğu bu savaşta çeşitli kaynaklarda farkı farklı yazmasına karşın yaklaşık 50 milyonun insanın öldüğü kabuledilir. Bu insanların 20 milyonu SSCB vatandaşıdır. Yine 6 milyon civarında Yahidinin Naziler tarafından katledildiği aktarılır. Ve ilk defa Nükleer silah (Hiroşima ve Nagazaki’de) bu savaşta kullanıldı. Emperyalistlerin amacı Almanlarla SSCB’yi karşı karşıya getirerek ikisinide zayıflatıp eski düzenlerini kurmaktı. Ama yine olmadı; savaş sonunda (1949 Çin devriminide katarsak) dünyanın 1/3’ü Sosyalist Blok’a geçti.

  1. EPS’ndan eli boş dönenler, II.EPS’ı daha büyük bir zarararla bitirmek zorunda kaldılar. Yaşananlardan ders çıkart(a)mayanlar için “tarıh, tekerrürden ibarettir”. Ve emperyalizm zekasal bir sorundan değil ama doğası gereği ders çıkartma yetisine sahip değildir. Çünkü onun dünyası, esasen kanla beslenen aşırı kar üzerine kurulu bir düzendir. Ne yaparlarsa yapsınlar eninde sonunda çıkarları karşı karşıya gelir ve savaş kaçınılmazlaşır.

III.EPS Mümkünmü

Birçok insan, nükleer silahların ulaştığı korkunç yıkım boyutuna dikkat çekerek, bunun mümkün ol(a)mayacağını belirtir. Gerekçe olarak da; böyle bir savaşta bu günkü hesaplamalarla en az 3/4 kullanılmaz hale gelecek olan dünyanın, emperyalistler de dahil kimsenin işine yaramayacağını, bu yüzden de para babalarının bu işe yanaş(a)mayacaklarını gösteriyorlar. İlk bakışta mantıklı gibi görünen bu çıkarsama  öz itibari ile büyük bir yanılsamadır.

Sosyalist bloğun 1990’da real çöküşüyle birlikte kısa süreliğine dünya, askeri jandarmalığını ABD’nin yaptığı tek kutuplu bir görünüm aldı. 1996’da Şangay İşbirliği Örgütü’nün kurulması yeni bir sürecin habercisiydi. Rus emperyalizminin Putin önderliğinde kendisini kısa zamanda toparlaması ve Çin Sosyal emperylizmini de yanına çekmesi ile birlikte dünya en azından şimdilik iki kutuplu bir görünüme büründü. Şimdilik diyoruz çünkü AB ve Japonya halen sahnedeki rollerini tam almış değiller.

ABD, 1990’ların başında George Soros aracılığı ile kafkaslarda etkisin hissedilir bir noktaya getirdi. Kendi arka bahçesindeki bu gelişmelerden rahatsız olan Rusya bölgede yeniden egemenliğin kurmanın yollarını aramaya başladı. Tam bu sırada ABD’nin kışkırtması ile Gürcistan, Ağustos 2008’de özerk bölge olan Güney Osetya’yı işgel etti. Rusya’nın yanıtı kimsenin beklemediği kadar hızlı ve bir o kadar da sert oldu. Gürcistan uluslar arası yardım alamadı ve kısa sürede yenilgiyi kabu etmek zorunda kaldı. Filler tepişirken çimenler bir kez daha ezildi ve iki kutuplu dünyanın görünen ilk kurbanı  Gürcistan oldu. Daha sonra Suriye ve Ukrayna üzerinde de aynı oyunlar oynandı ve Rusya her seferinde kendisinin de artık bir başrol oyuncusu olduğunun kabul edilmesi için gereken ne varsa yaptı. Daha 2007 de Şangay İşbirliği Örgütü’nün Bişkek zirvesinde Putin bu günleri işaret edercesine “tek kutuplu dünya kabul edilemez” demişti. Bu gün IŞID üzerinden oynanan oyunun başlangıcı da aynı kanlı senaryonun bir tekrarıdır.

ABD son yıllarda Almanya’daki askeri güçlerinin önemli bölümünü geri çekti. Almanya, askeri gücünün eğitimine ağırlık vermeye, ve başka ülkelere asker göndermeye başladı (Hitlerin gelişim sürecini anımsayalım). Almanya’nın şu an 15 değişik ülkede askeri bulunmaktadır. Buradaki temel amaç bunların tecrübelerini artırmaktır.

Almanya’da bir yandan işsizlik artarken, öte yandan iş ve işçi bulma kurumlarının içinde askere alma odaları mantar gibi bire ortaya çıktı. Asker sayısını gün geçtikçe arttırılıyor. Peki bu hazırlıklar ne için?

Herkesin üç maymunu oynadığı bir dönemde nasıl oldu ise ABD’nin Almanya’daki “tüm yaşayanları (Merkel dahil olmak üzere) dinlediği” skandalı patlak verdi. Bu yetmiyormuş gibi Alman istihbarat örgütünden bir kişinin “çift taraflı ajan” olduğu tespit edildi. Daha düne kadar Almanya’nın her türlü savunmasından sorumlu olan ABD, neden bunlara ihtiyaç duysun? Gerçekten bunlar bilinmeyen şeyler miydi?

Almanya komşu ülkeler (özellikle Çek Cumhuriyeti ve Polonya) üzerindeki hegemonyasını güçlendirmeye başladı. Afrika ülkeleriyle ilişkilerini geliştirirken oradaki “iç karışıklıklara” NATO aracılığı ile askeri müdahalelere başladı.

Normalde “dış yardımlarda” parlementoya danışma zorunluluğu olmayan Dışişleri Bakanlığı Irak yardımı sırasında bir ayak oyunu ile olayı parlementonun ve dolayısı ile Alman kamuoyunun gündemine taşıyarak durumu meşrulaştırdı ve gelecekteki müdahalelerin önünüde açtı. IŞID’ a karşı savaşan peşmergelere sözde yardım götüren Alman uçakları “arıza nedeniyle” yaklaşık bir hafta Bulgaristanda çakılı kaldı. Hemen ardından Alman ordusunun moderinize edilmesi gündeme taşındı.

Japonya bir taraftan deflasyonla (enflasyonun tersi, yani eşyaların fiyatlarının düşmesi ve fakat satışların buna rağmen artmaması) boğuşurken bir taraftan da yeniden askeri birlikler oluşturmaya başladı. Kime ve neye karşı?

Fransa, Almanya’nın AB içindeki etkisinden rahatsız olduğunu daha yüksek sesle dillendirirken bir yandan da Almanya ile birlikte veya yalnız olarak Afrika ülkelerine ABD’nin Irak’a ve Afganistan’a götürdüğü tarzda “demokrasi” götürüyor, o da NATO aracılığı ile ordusuna deneğim kazandırmaya çalışıyor.

Çin ve Rusya da diğer emperyalistleri aratmayacak oranda silahlanmaya ağırlık vermeye başladılar. Çin Afrika ülkelerine muazzam oranda yatırımlar yaparak kıtadaki siyasi otoritesini güçlendirmeye çalışmktadır. Rusya yanı başındaki Ukraynanın iç işlerine “dolaylı olarak” müdahale etmekte, Avrupanın tüm ambargo girişimlerine ve ABD’nin NATO aracılığı ile yaptığı tehtitlere karşı hiç istifini bozmadan kendi bildiğini okumaktadır. Polonya II. EPS’nı hatırlatarak Rusya’ya karşı Ukrayna sınırına asker yığmakta ve Almanya ile ilişkilerini geliştirmek için başbakanını Merkel’le görüşmeye göndermektedir. Bunu yaparken ülkelerini II EPS sırasında esasen kimin işgal ettiklerinide unutmaktadırlar.

ABD, dünyanın jandarmalığını elden bırakmamak için bir yandan Rusya ile güç savaşına girişirken, bir yandan da Almanya ile ipleri germektedir.

Bu saydığımız veriler bu gün yeni bir EPS’nın çıkması için yeterli midir? Bizce değildir. Hatırlanacağı üzere II. EPS öncesi silahlanmanın bir seviyeye gelmesi esas neden değildi. Gerçekte olan emperyalistlerin içine girdikleri ve debelendikçe daha fazla gömüldükleri ekonomik bataktı. Denebilir ki günümüzde de ciddi ekonomik bunalımlar yaşanmaktadır. Tamamen doğru, ama bu sıkıntılar henüz bölgesel kalmakta ve emperyalizmi büyük buhrana sürüklememektedir. Fakat bu demek değildir ki yarın işler yine böyle gidecek. Bunun farkında olan emperyalist devletler, şimdiden savaşın ön hazırlıklarını tamamlamaya çalışmaktadırlar. Yukarıda söylemeye çalıştığımız esas olarak budur.

Rivayete göre bir gün bir gazeteci Einstein’a “üçüncü dünya savaşı nasıl olacak?” diye sorar. Einstein’ da ona “3.sünü bilemem ama 4.sü okla yayla olacak” der.

Evet son söz olarak yinelersek; bu gün için erken görünen III.EPS’nın, atom bombalarının yıkıcı gücünden kaynaklı yarın çık(a)mayacağına kimse kendini inandırmasın. Burjuvaziden, onda hiç olmayan vicdanının sesini dinlemesini beklemek tam bir saflıktır.

Bu emperyalizmin doğasını anlamamaktır.

Bu dünyayı sınıf penceresinden değil gönül penceresinden değerlendirmektir. Unutulmamalıdır ki; filler için çimen ne kadar kıymetli ise emperyalistler için de insan hayatı ve doğa o kadar kıymetlidir.