Türkiye İdlib’te kontrolü sağlarsa ertesi gün için plan nedir diye birçok insan merak ediyor. Ankara’nın Irak-Suriye hattındaki hamleleri “hazırda bekle, fırsat kolla, boşlukta zıpla” mantığıyla yürüyor. Eğer İdlib’de duruma hakim olursa uğraşacağı yer kesinlikle Afrin olacaktır.
Bu mesele “Nasıl ya?” diye gözlerimizin fal taşı gibi açılmasını gerektiren bir oyun değil esasen. Çünkü şaşırtan çelişkiler, milis yapılarıyla oynanan vekâlet savaşlarının tabiatında var. Omurgasında Nusra Cephesi’nin yer aldığı Heyet Tahrir el Şam’ın (HTŞ) unsurları Türkiye’de iktidar çevrelerinde alkışlanan birer devrimciydi. Hatırlarsanız Amerikan yönetimi, 2012’nin sonunda El Kaide’nin Suriye kolu Nusra Cephesi’ni terör örgütleri listesine eklediğinde buna en öfkeli tepkiyi Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan vermişti.
Nusra Cephesi, İdlib’i düşüren operasyonda Türkiye, Katar ve Suudi Arabistan’ın finanse ettiği Fetih Ordusu’nda da başı çekiyordu. İdlib’in düşürüldüğü gün Türkiye’de camilerde zafer lokumu dağıtıldığını da anımsayalım.
Türkiye, Suriye’de tüm düşmanlığını Kürtlere yönlendirip Özgür Suriye Ordusu etiketini kullanan bazı silahlı grupları Fırat Kalkanı’nın yedeğine alınca ve Astana sürecinde Rusya ve İran’la ortaklık kurunca sahadaki ‘kardeşlik sofrasına’ kezzap suyu döküldü. Sonunda “devrime sadık kaldığı” iddiasıyla söylem üstünlüğünü koruyan Nusra, Fırat Kalkanı ve Astana sürecini ihanet olarak görenleri Heyet Tahrir el Şam çatısı altında topladı. Ve nihayetinde geçen temmuzda Türkiye’nin desteklediği örgütleri İdlib’de süpürdü. Böylece ortaklığın yerini düşmanlık aldı.
Türk Silahlı Kuvvetleri (TSK) çatışmasızlık bölgesi oluşturma planı adı altında İdlib için yığınak yaparken medya da yeni duruma intibak etmekte zorlanmadı. Düne kadar ölen militanları ‘şehit’ diye anılan HTŞ “Yeni düşmanı tanıyalım” kıvamındaki başlıklarla sunuldu. Dün IŞİD, bugün HTŞ, yarın Ahrar el Şam ve diğerlerinin ‘düşman’ ilan edileceği ‘kullan-at’ düzeni. Dediğim gibi bu türden kirli oyunların tabiatında bu var.
Asıl önemli olan ‘yeni düşman’ ile kurulan ilişkinin türü. Bu, içinde anlaşma da barındırabilir çatışma da. Hile ise her zaman var. Bu yüzden bir tutarlılık aramak nafile. İdlib’de ‘yeni düşman’la ilişkinin içeriğine gelirsek:
Astana’da planlanan dört çatışmasızlık bölgesinden biri olan İdlib için TSK 7 Ekim’de harekete geçti. Erdoğan bir müjde havasında İdlib’in içinde Türkiye, dışında Rusya’nın olacağını söyledi. İlk etapta TSK’nin değil ÖSO’nun öne sürüleceğini de kaydetti.
İnanılmaz bir gazavat havası esti. Musul ve Kerkük’e plaka çıkaranlar İdlib ve Afrin’i unutacak değildi ya! Etrafı 90 yıllık fasılayla futuhata susamış bir ruhun sersemliği sardı. İdlib’e önce giren ÖSO değil TSK oldu. Üstelik ‘yeni düşman’ HTŞ’nin eskortluğunda. Reuters çatışmadan kaçınmak için Türkiye’nin HTŞ ile bir anlaşma yaptığını yazdı. İşin takipçileri “Acaba” diye kaş kaldırdı.
Dün Karar gazetesi anlaşma iddiasını detaylandırdı:
“Cuma günü TSK destekli ÖSO’nun İdlib’e girişi sırasında yaşanan kriz, TSK ve MİT’ten oluşan bir heyetle, Heyet Tahrir el Şam’ın da aralarında olduğu grupların müzakeresi sonrası çözüldü: HTŞ’ye bağlı gruplar, Fırat Kalkanı Harekâtı’nda görev alan ÖSO güçlerinin İdlib merkezine girmemesi ve şehirde TSK’nın kontrolü sağlaması şartıyla çekilme kararı aldı. Buna göre TSK, İdlib merkezinde konuşlanacak, Afrin sınırında ÖSO güçleri bulunacak. HTŞ ve bağlı gruplar kontrolü tümüyle TSK’ya bırakacak. Rusya ve İran askeri sadece rejime ait bölgelerde konuşlanacak, muhaliflerin bulunduğu bölgelere girmeyecek.”
Nihayetinde TSK çatışmasızlık rejimini garantileyecek gözlem noktaları oluşturmak amacıyla keşif faaliyetlerine başlandığını duyurdu.
Peki TSK’nin taşıdığı milisler (ÖSO) nerede kaldı? 6 Ekim’de Cerablus, El Bab ve Azez hattında Fırat Kalkanı’na katılan Sultan Murat Tümeni, Sultan Süleyman Şah Tugayı, Sukur el Şimal, Hamza Tugayı, Sultan Osman Tugayı, 23. Tümen ve Muhtasım Tugayı dahil 15 gruptan 800 savaşçı Kilis üzerinden Hatay’a, oradan Cilvegözü Sınır Kapısı’ndan Suriye’ye sokuldu. Ancak bu gruplar Bab el Heva’daki ara bölgede kaldı. Bir kısmının da Atme’de beklediği söyleniyor. El Cezire kanalı sadece Feylak el Şam ile Nureddin Zengi örgütünden bazı kişilerin keşif grubuna rehberlik ettiğini belirtti.
Sonunda HTŞ kaynakları da anlaşmayı doğruladı. Bir HTŞ yetkilisi Türkiye’nin Daret İzze’de üç kontrol noktası kuracağını belirtti. “İdlib’de bir çatışma bekliyor musunuz” sorusuna “Hayır. Şimdiye kadar her şey iyi gitti, Türkiye pozisyonunu değiştirmezse çatışma olmaz” yanıtını verdi.
HTŞ, Fırat Kalkanı ile birlikte hareket eden gruplara karşı sert, Türkiye’ye karşı temkinli bir çizgi izliyor. Geçmişteki ortaklığının hatırı kadar sahanın maslahatları bunu gerektiriyor olmalı.
HTŞ’nin İdlib’e müdahaleyle ilgili tehditkâr mesajında Türkiye’yi anmaması önemli bir ayrıntıydı.
Fırat Kalkanı’ndaki grupları “Fesat ve cürümleriyle Kuzey Suriye’yi inletenler” diye tanımlayan HTŞ, bunların Astana 6 toplantısının kararlarını uygulama aracı olarak öne çıktıklarını belirterek şunu kaydetti:
“İşgalci Rusya’nın yanında duran gruplar şunu iyi bilsinler ki İdlib onların gezinti yeri değildir. Cihad ve istişhad aslanları onları gözetlemektedir. Anasını evlatsız, çocuklarını yetim, eşini dul bırakmak isteyen oraya ayak bassın.”
Peki, Türkiye kontrol noktalarını genişletir ya da müttefik milis güçlerini İdlib’in merkezine sokmaya kalkışırsa ne olur? Belki HTŞ’nin tamamı olmasa da içindeki ‘kor’ halindeki gruplar çatışma yolunu seçebilir. Ki bugünlerde bölgede Nusra’yı esnek bulan ve El Kaide’ye daha sadık duran yeni bir örgütün oluşumundan da bahsediliyor. Yakında bunun ayrıntıları da ortaya çıkar.
Amerikan dövüşünü andıran bu sahneyi bir kenara bırakıp Türkiye’nin asıl derdine gelirsek; artık İdlib Kalkanı’nın öncelikli hedefinin Afrin olduğu sır değil. Bölgeye intikal eden keşif gücünün üs kurmak üzere gittiği ilk yer Şeyh Bereket Dağı. Güneyden kuzeye Afrin’e tepeden bakan bir yer. Kuşatma harekatının ilk adımı. HTŞ’nin bu hamleyle bir sorunu yok. Afrin zaten Türkiye’nin vekil örgütleri tarafından 2013’ten beri abluka altında tutuluyordu. Bu abluka geçen yıl Tel Rıfat üzerinden açılan bir koridorla kırılmıştı. Türkiye’nin kuşatmayı tamamlayabilmek için güneydoğudan Tel Rıfat bağlantısını koparması gerekiyor. Ankara’nın hesabı Afrin’in güneyindeki Cinderis’i aldıktan sonra Tel Rıfat’daki Suriye Demokratik Güçleri’ne yüklenmek.
Bir süre önce oraya konuşlanmış olan Rusların buna izin vermesi mevcut koşullarda zayıf bir ihtimal. İş o noktaya gelirse Suriye ordusu da Tel Rıfat’ın hemen altında uzanan Zehra/Nubl-Halep koridorundaki kontrol alanını genişleterek araya girebilir. Suriye ordusu daha önce Fırat Kalkanı’nın önünü kesmek için bu tür bir hamleyi Menbic ile El Bab arasında yapmıştı.
Her şey yolunda gider de Türkiye İdlib’te kontrolü sağlarsa ertesi gün için plan nedir diye birçok insan merak ediyor. Ankara’nın Irak-Suriye hattındaki hamleleri “hazırda bekle, fırsat kolla, boşlukta zıpla” mantığıyla yürüyor. Eğer İdlib’de duruma hakim olursa uğraşacağı yer kesinlikle Afrin olacaktır. Bu arada Suriye ordusu da Deyr el Zor ve Elbu Kemal operasyonlarını tamamlayabilirse ortaklarıyla birlikte İdlib’e yüklenecektir. Muhtemelen Türkiye de buraları Suriye’ye teslim etmek için Kürtlerin öncülüğünde oluşan özerk yapının dağıtılmasını şart koşacaktır. Bu da Ortadoğu kazanının daha epey su kaynatacağı anlamına geliyor.