Home , Avrupa , Hülya Onur yazdı; 15-16 Haziran İşçi Direnişi’nin Kadın Yüzü

Hülya Onur yazdı; 15-16 Haziran İşçi Direnişi’nin Kadın Yüzü

HABER MERKEZİ |17.06.2022|Türkiye Devrimci Hareketi’nin önemli kilometre taşlarından biri olan 15- 16 Haziran İşçi Direnişi, işçilerin baskılara ‘dur’ diyerek, sınıfsal tavrını  ortaya koyduğu bir duruştur. Türkiye işçi sınıfının sömürüye, hak gasplarına, kötü çalışma koşullarına, çıkarılmak istenen işçi karşıtı yasa ve tasarılara, devlet eliyle sendikal bürokrasisinin güçlendirilmesine karşı, Türkiye tarihinde işçilerin ilk örgütlü ve birlikte karşı duruşunun, isyan edişinin, ayağa kalkışının adıdır da 15- 16 Haziran.  Bu görkemli ayağa kalkışın 52. yıldönümünde başta kadın emekçiler, işçiler olmak üzere yaratılan değerlerde emeği geçenlere selam olsun!

15- 16 Haziran, 1970 yılında işçi sınıfının kendiliğinden de olsa, hak ve özgürlüklerini yok etme amacıyla devlet tarafından uygulamaya konulmak istenen girişimlere,sendikal hak gasplarına karşı başta İştanbul, İzmit ve Gebze olmak üzere  tüm ülkeyi etkisi altına alan direniş olarak tarihte yerini alır.

Devletin, patronların, kompradorların suratına indirilen ilk kapsamlı tokattır. Aynı zamanda sarı sendikaların sınıf düşmanlığına ayna tutacak ve gerçek yüzlerini ortaya çıkaracak bugünkü  bulundukları yerlerin adımlarının atıldığı tarihi momentlerden bir süreçtir de. İçinde kadınlara fazla yer olmasa da, 68 öğrenci gençlik hareketinin ülkede de  hala sıcaklığının hissedildiği yıllardır da 70’ler. Öncesinde 27 Mayıs, ardından düzenlenen 61 Anayasasının da izlerini taşımaktadır toplum. 60’lı yıllardan sonra kısmen de olsa kullanılan demokratik hakların  pozitifliğinde gidilir15-16 Haziran direnişine. Bugünden o yılların politik ve siyasal konjöktürüne, ideolojik yapılanmasına, işçi sınıfına önderlik edecek yapılanmaların henüz yeşermemiş olmasına da dikkat edilirse, bu kalkışma önemli bir yerde durmaktadır.

100 bin işçi ve emekçinin demokratik- ekonomik haklarını sokaklarda haykırması, en önemli örgütlenme araçlarından olan sendikal haklarına sahip çıkmaları bugünkü durumumuza bakıldığında hala dersler çıkarılması gereken bir önemdedir. Özellikle de kadın eksenli yaklaşıldığında 15-16 Haziran ciddi incelemeye tabi tutulması gereken bir kalkışmadır. Tüm toplumsal devinim ve dönüşümlerde olduğu gibi bu süreçte de kadının adı yoktur, direnişteki aktifliği değerlendirmelerde tek satırla da olsa geçmez, bunu da geçtik sendikal örgütlenmelerin erk’ek yüzü görülmezden gelinir.  Ki, buna 60 küsur yılını geride bırakan DİSK’in bugüne kadarki yönetim kademelerine baktığımızda da ,kadının üst örgütlenmelere doğru gidildiğinde yerinin çok çok gerilerde olduğu görülebilmekte. Bu süre zarfında zor da olsa bir kadın başkana ancak sahip olabilmiş en ‘köklü’ sendika olmasına ve kadın emeği küçümsenmeyecek boyutta harcanmasına rağmen.

Bunda yakın zamana kadar cins bilincini kuşanmış kadın hareketlerinin olmamasının etkisi de büyüktür tabi ki. Emekçi Kadınlar Derneği (EKD)’nin dışında bir kadın örgütlenmesine ve kadın hareketine rastlamadığımız bu süreçte sendikal alandaki çalışmaların da erkekler öncülüğünde yapılması anlaşılır bir durum.  Ki, geçmişe yol aldığımızda hatırlamak gerekirse, ilk sendikal örgütlenmeler, işçi birlikleri vs. oluşturulduğunda kadınların sendikalara üye olmasını istemeyenlerin başında sosyal demokratlar (dönemin sosyalistleri) gelmiştir.

Kadının çalışmasının dahi istenmediği, eve hapsedilip kuluçka makinesi muamelesi yapılmak istendiği günümüz koşulları düşünüldüğünde o süreçte kadınların üretime katılması dahi büyük bir toplumsal devrim sayılırdı kadınlar açısından. Hele de sendikal çalışma içindeyse kadın, gerici toplumsal değer yargıları devreye girer, çalışan kadına, hele de evli değilse ‘gözü açılmış’ kadın muamelesi yapılırdı. Dinci kesimde ise kadının parasını yemek haram sayılır, hoş karşılanmazdı. Kadının çalışmayanı o gün de ‘makbul’dü. Ama gel gör ki, kapitalist düzenek bizim gibi geri bıraktırılmış ülkelerde de ucuz kadın ve  çocuk emeğine her zaman ihtiyaç duymuştur. Hayat pahalılığının da buna eklenmesi kadının bir çok iş dalında çalışmasını da gerekli kılmıştır. Özellikle de tekstil, manifaktür, ilaç, trikoj, sanayi, vb. alanlarda kadın emeğine fazlasıyla ihtiyaç vardı. TEKEL %90 kadın emeğiyle döndürüyordu sermayesini. Bugün yaşayan 70’li,80’li yaşlardaki şehirde yaşayan emekli analara sorulsa çoğunun TEKEL’den emekli olduğu görülecektir. 70’li yıllarda makina şalterlerini indiren fabrikalardan birisi de başta Karadeniz olmak üzere değişik şehirlerde fabrika işletmeleri  olan TEKEL Sigara Fabrikası’dır ki, pek bilinmez. Ve ezici çoğunluğunu da kadınlar oluşturmaktadır bu şalter indirme eyleminin. Talepleri ise çocuklara kreş, mola saatlerinin yükseltilmesi, sağlıklı iş koşullarının yaratılması, ücret artışıdır. Özellikle dikiş nakış işlerinin yapıldığı makinaları üreten ve ürettiği makinaların bir bölümünde de ev kadınlarını parça başı çalıştırıp ciddi kazanımlar elde eden SİNGER firmasında çalışanların da ezici çoğunluğu kadındır ve onlar da başta sigortalı iş talebi olmak üzere, parça başı değil düzenli aylık talebiyle de grevler gerçekleştirmiş, sendikal hak talebinde bulunmuşlardır.

Üretime katılmak kadının sosyal ve ekonomik olarak kendini belli oranda bulmasını da beraberinde getirmiş, grevlerde, toplu sözleşmelerde, boykotlarda, iş yerlerine kreş, yemek masraflarının iş veren tarafından karşılanması taleplerinin gerçekleştirilmesi gibi bilumum hak taleplerinde kadınlar hep ön planda olmuşlardır. Dolayısıyla 15- 16 Haziran kadının sesiyle ve gücüyle, direnciyle de harlandığı bir kalkışmadır da.

AP ve CHP’nin tekçi sendikal dayatma girişimine, DİSK’in gelişip güçlenmesinin önüne setler çekmek ve tek sendikal gücün Türk-İş kalması amacıyla meclise verilen önergeye  karşı çıkıp, Levent ve çevresindeki fabrika önlerinden  ellerinde ‘Sendika anamız, feda olsun canımız! Demirel İstifa..’ yazan dövizlerle Tekfen’e doğru yürüyüşe geçen işçilerin en önünde de kadınlar vardır.

Tekfen’den Eczacıbaşı Fabrikası’nın önüne gelindiğinde kolluk güçleri saldırıya geçer ve en önde olan kadınlara saldırır, Cumartesi Anneleri’nden ve bir çok hak arama eylemlerinden de bildiğimiz o vahşi yüzleriyle polisler saldırdıkları işçi kadınları yerlerde sürüklerler. Buna rağmen pes etmeyen kadınlar, Puro’dan, Gripin’den, Arı Bisküvi’den, Porsche fabrikalarından gelen kollarla Mecidiyeköy’de birleşirler. Burada kurulan polis barikatını, en önde oldukları için korkusuzca yıkıp geçenler yine kadın işçilerdir.

Aslında bizim yıllarca sağır, kör, dilsiz olduğumuz eylemlerde, hak arama mücadelesinde her türlü feodal- gerici sarmala karşı en önde olan kadınların emekleriydi söz konusu olan. Toplumsal muhalefet içinde de verdikleri emek, hak ve özgürlük mücadelesinin görünmez kılınmasıydı. Oysa o süreçler çalkantılı süreçlerdi ve iktidarlarının tehlikede olduğunu düşünen devlet erkini korku salmıştı. Öyle ki, bazı para babaları bu toplumsal kalkış sürecinin ardından devrimin olacağını varsayarak yurtdışına kaçtıklarının haberleri dahi düşer olmuştu basında.  Devrim olmadı ama 15-16 Haziran dersler çıkarılması gereken muazzam bir direniş olarak tarih sayfalarına kazındı. Ve burada eksik bırakılan kadın ayağının araştırılması, gün yüzüne çıkartılması da biz kadınlara, kadın örgütlerine düşen bir görev olarak önümüzde durmaktadır. Çünkü matematiksel olarak dahi düşünsek, pratik zeka dahi böylesi bir kalkınmanın kadınlar olmadan bu kadar kazanım elde edemeyeceğini göstermektedir. Kadınlar vardı ve her yerdeydiler.

DP iktidardan tasfiye edilmiş,  zamanının en güçlü sendikası olacak TÜRK-İŞ de bu tasfiyeye uygun olarak konumlandırılmıştır. 27 Mayıs yanlılarının iş başına getirildiği TÜRK-İŞ başlarda her  ne kadar işçiden yana şirin göstermeye çalışsa da kendini, süreç içinde toplumsal muhalefete duyarlı olan kendine bağlı sendikaları ihraç etmeyle işçi düşmanı ve örgütlenme karşıtı tutumunu sergilemekte gecikmemiştir.  Maden-İş, Lastik-İş ve Basın-İş sendikalarını üyelikten geçici de olsa ihraç etmiştir. İhraç edilen bu yapılanmalar bir araya gelerek  Sendikalar Dayanışma Merkezi oluşturmuş, daha sonra topladıkları genel kurullarında Devrimci  İşçi Sendikaları Konfederasyonu (DİSK)’nu kurmuşlardır. Gittikçe işçilerin sahiplenmeye başladığı DİSK’in ortadan kaldırılması için düzenlenen 274 sayılı sendikalar kanununun, 275 sayılı ‘toplu iş sözleşmesi,  grev lokavt kararında’ değişiklik tasarısı hazırlanır. ‘ Bir sendikanın ülke çapında faaliyet göstermesi için  o iş kolundaki işçilerin üçte birinin temsil edilmesi’ gerekiyordu. Amaç sendikanın hakimiyetini pasifize etmek, işçilerin örgütlenme haklarının önüne geçebilmekti. Fakat bu tasarıya karşı Türk- İş’e üye olan işçilerin dahi büyük bölümü karşı çıkarak, 1500’e yakın işçinin katılımıyla Ankara asfaltından başlayan  yürüyüşe katılırlar. ‘’Kahrolsun Türk-İş!, 27 Mayıs Anayasası’nın sahibi biziz!, Zafer er geç emekçilerindir!, Haklarımız için sonuna kadar kavga edeceğiz!’’ dövizlerinin taşındığı yürüyüş 18 km devam ettirilir.Bu yürüyüş İstanbul’un bir çok semtinde yankısını bulmuş, işçiler dövizlerin dışında taş ve sopalarla da yürüyüş kollarına katılarak, bazı fabrikaları işgale ve boykota başlamışlardır.Gittikçe eylemlere katılım artıyor, aynı zamanda bu eylemler Türkiye gündemini de fazlasıyla meşgul ediyordu. Dolayısıyla pasif kaldığı için DİSK’ten rahatsız olma durumu da kendini gösteriyordu. Devlet hazırladığı yasa tasarısını da yürürlüğe koyamayacağını, tek sendikayla da yol alamayacağını anlamaya başlamış, DİSK de tasarıya karşı zaten harekete geçmiş, zamanının siyasi erkiyle iletişime geçerek bir toplantı yapılması kararı almışlardır. DİSK YK’nun 14 Haziran’da yaptığı ve sendika temsilcilerinin katıldığı toplantıda 17 Haziran’da  büyük bir yürüyüş yapılması önerisi ağırlık kazanmıştır. Burada bir parantez açarak bir noktanın altını da çizmekte fayda var. Zamanın en kitlesel örgütlenmesi olan DEV-GENÇ de tüm bu gelişme ve eylemlilikler içinde tecrübesizliğine rağmen yer almaya, sevk ve idare etmeye çalışıyordu.

Gösterilerdeki gittikçe ivme kazanmaya başlayan radikal duruş da bahane edilerek devrimci gençlik toplantılara alınmıyor, bugün de sıkça rastladığımız üzere, sendika binalarının kapısına girmelerini önlemek için gözcüler, korumalar yerleştiriliyordu. Bu toplantıya da devrimci gençlik temsilcileri alınmaz.

DİSK yürüyüş kararı almasına rağmen 16 Haziran’da büyük bir sürprizle karşılaşır, işçilerin fabrikalarda üretimi durdurdukları ve yürüyüşe geçtikleri haberi ile sarsılırlar. Kendilerine rağmen işçiler sokaklara çıkmış, büyük bir özveriyle sahiplendikleri DİSK’i tanımamaya başlamışlardır. Bu ertesi gün de daha kitlesel bir şekilde sürmüş, zamanın DİSK başkanı Kemal Türkler radyodan yaptığı çağrıyla işçilere seslenmek durumunda kalmış ve şu tarihe geçecek ibretlik konuşmayı yapmıştır:

‘’ İşçi kardeşlerim, işçi sınıfının bilinçli temsilcileri, sizlere sesleniyorum! …Bizler, anayasaya  sımsıkı bağlı işçiler olduğumuzdan hiç bir hareketimiz anayasaya aykırı olamaz….hatta kötüsü, gözbebeğimiz şerefli Türk ordusunun mensubuna kötü maksatla taş atabilir, tahrikler yapabilirler…DİSK genel başkanı olarak sizi uyarıyorum.’’

Yöneticilerin ruh hali böyle iken siyasi tercihleri de bugüne kadar sürdürecekleri sarı sendikacılık, sendika ağalığı ve işçi haklarının dışında devletin ve hükümetlerinin maşası haline gelme olmuştur. Bu açıklamaya rağmen 16 Haziran’da 150 bin işçi sokaklarda direnişlerini devam ettirmiş, polisin saldırması sonucu da Yoğurtçı Parkı’nda Yaşar Yıldırım, Mustafa Bayram ve Mehmet Gıdak adlı üç işçi katledilmiş, bir polis ve esnaf da arbede de ölmüştür. Polis barikatları yarılarak ilerleniyor ve en önde yine kadınlar  yer alıyordu. Ankara’da eş zamanlı eylemler yapılmış ama polis eylemcilere saldırmış, tutuklamalar olmuştur. TİP’in ve DİSK’in binaları aranmış, bir çok işçi gözaltına alınıp yargılanmış, tutuklanmıştır. Hatta 12 Eylül geldiğinde 15-16 Haziran sürecinde yönetimlerde olan DİSK’lilere ve işçi önderlerine  konu hatırlatılarak yargılanmaları süreci başlatılmıştır geriye dönük.

TİP sistemi hedefleyen, iktidar gücünü zorlayan devrimci bir parti olmadığı için günün koşullarında ne DİSK’i yönlendirme ne de işçi sınıfına önder olma gibi bir durumdaydı, hedefi de o değildi zaten. Düzen içinde, düzenle barış için de yarış hallerinde olan TİP’in derdi meclisteki yerini ve koltuklarını almak, dışarıda olup bitenlere, işçi sınıfının durumuna, taleplerine kulaklarını tıkamaktı. Ki, DİSK’in kurucu kadrolarına bakıldığında TİP patentli olduğu da görülecektir. TİP’in 69’da meclise girememesi ve ardından yaşanan ,iççilerin sisteme karşı radikal duruş sergileme süreci,  DİSK yönetimiyle arasının açılmasının da vesilesi olacaktır zaten.

Sonuca doğru giderken; 1970’te ayağa kalkan işçi sınıfı ve ezilenler sistemin dönen çarkına çomak sokmayı başarmış, komprador burjuvaziye ve ama sendika ağalarına da korku dolu anlar yaşatmayı bilmişlerdi. İşçilerin önderlik olmamasına rağmen böylesi örgütlü hareket edebilmesi burjuvaziyi hem şaşırtmış ve ama hem de korkutmuştur. İşçi sınıfının öncü partisinin olmaması kazanımlarda, sürecin işçi sınıfı lehine evrilememesinde kendini göstermiştir. İşçi sınıfının öncülük edebilecek bir mekanizma olabilseydi, ayakları daha yere basan bir hareket olur, gerek 71 askeri darbesinde ve gerekse de  10 yıl sonra başa gelen askeri faşist cunta, ardından çıkartılan 82 darbe anayasasıyla da can bedeli alınan haklar öyle kolayca geriye alınamazdı burjuvazi tarafından.

Dolayısıyla 15-16 Haziran’ın hala günümüzde de ders alıcı ve irdelenmesi, günümüze ışık tutacak şekilde değerlendirmesinin yeniden ve yeniden yapılması önemlidir. Bugün tüm dünyadaki sorunların başında gelen en can alıcısı işsizlik, sosyal hak gaspları ve bunun içinde de en çok zarar gören kadınlar ve gençlerdir. Sendikal çalışma alanlarındaki sağlam duruş bu sorunla mücadelenin de ana eksenini oluşturacaktır. Ve bizler emeği en çok gasp edilen, görünmez kılınan kadınlar olarak tarihten gelip, geleceğe yürüyenler olarak hem tarihimize sahip çıkmasını ve hem de emeğimizin gaspına karşı mücadelemizi yükseltmediğimiz sürece 15-16 Haziran’ın görünmez kahramanları gibi kalmaya mahkum olacağız.

Rosa’nın da sözleriyle, ‘Vardık, Varız, Var Olacağız’ doğrusunu her alanda görünür kılmanın mücadelesi daha fazla verilmek, kadın dayanışması ilmik ilmik örülmek ve kadının birlikte güçlü olduğu gerçeği sosyal pratikte de yaşam bulmak durumundadır.

Unutulmamalı: Kadın şalterleri indirdiğinde üretim durur, sokağa çıktığında isyan, örgütlendiğinde devrim olur. Devrimleri, gelecek güzel günleri  yakınlaştırmak da biz kadınların elinde ve gücünde.