Home , Dünya , Hareketli bir bahara doğru… Aktüel Gündem

Hareketli bir bahara doğru… Aktüel Gündem

DÜNYA | 05 – 03 – 2011 | Son on beş günün iç ve dıştaki siyasal gündemi farklı bir başlık yaratmadan, var olan gündemlerin ilerlemesi şeklinde gelişiyor. Dışarıdaki gündeme Tunus ve Mısır’dan sonra Libya eklendi. İçeride de 12 Haziran tarihinin AKP tarafından Meclis’e sunulmasıyla seçim süreci resmen başlamak üzere.

Kuzey Afrika ülkelerinde başlayan ayaklanmalar Tunus ve Mısır’da diktatörlerin uzaklaştırılmasıyla sonuçlandı. Şimdi sırada Libya var. Ancak Kaddafi’nin gidişi “kolay” olmayacak. Libya’yı da büyük olasılıkla Cezayir ve Fas takip edecek. Sıradaki diğer ülkeler arasında ise şimdiden Ürdün, Bahreyn ve Yemen’i de saymak gerek. Bu takip etme sürecinin bir ucunun İran’a, diğer ucunun Suudi Arabistan’a ilerleyip ilerlemeyeceği ise şimdilik belirgin değil. Başta ABD olmak üzere emperyalistlerin ne istediğini belirtmeye gerek var mı; İran’a ilerlesin, Suudi Arabistan’a asla.

Kuşkusuz bu gelişmeler çok daha ayrıntılı siyasal analizleri ve çıkarımları hak ediyor ve bunun için de elbette biraz daha zamanın ilerlemesi ve daha fazla bilgi gerekiyor. Ancak şimdiden söylenebilecek birkaç önemli başlık mevcut. Bu ayaklanmalar, henüz, toplumsal düzenin kökten değişiminin önünü açan bir siyasal devrimle sonuçlanmıyor. Ayaklanmalar birbirini tetikler özellik göstermekle birlikte yönetimlerin devrilmesi aynı anda gerçekleşmiyor. Hiçbiri iktidarı almaya aday örgütlü bir siyasal gücün belirleyiciliğinde ilerlemiyor. İslam olgusu bu ülkelerin hepsinde çok önemli bir toplumsal güç olmasına karşın, siyasal İslam’ın çok büyük bir “muhalefet krizi” içinde olduğu görülmüş durumda. Yönetim değişiklikleri, egemen sınıf çıkarlarının güvence altına alındığı ve oligarşinin bileşiminin yenilendiği süreçler olarak yaşanıyor.

ABD bir plan dâhilinde bu süreçlerin başından itibaren yönlendiricisi olarak görülmese de tüm gelişmeler içinde aktif bir aktör olarak yerini almış durumda. (Mübarek devrilirken Mısır Genelkurmay Başkanı ABD’de idi, ilk istifa eden büyükelçi Libya’nın Washington büyükelçisi oldu.) Bu ülkelerle ilişki içinde olan tüm diğer ülke iktidarlarının tavrını belirleyen asıl saikin, insani ve demokratik değerlerden kaynaklanmadığı, tam tersine kapitalist ilişki ve çıkarlar tarafından belirlendiği bir kez daha kanıtlanmış durumda. Bunun en nadide örneklerini İtalya Başbakanı Silvio Belusconi ile bizim başbakan Tayyip Erdoğan sergiliyor. İtalya’da milyarlarca euroluk yatırımı bulunan (Fiat’ın ve Juventus’un ortağı mesela) Kaddafi’nin elini dahi öpen Berlusconi, son gelişmeler üzerine “rahatsız etmek istemediği için Kaddafi’yi aramadığını” belirtiyor. Libya’nın (Sudan gibi) petrol sahibi bir ülke olması onu diğer komşularından ayırıyor. Petrol fiyatları şimdiden 110 doları bulmuş durumda. Bu özelliği Kaddafi’nin elini güçlendirdiği gibi tüm dünyada etkisini gösterecek “olumsuzlukların” da tetikleyicisi olabilir.

Tayyip ise Mübarek’e yaptığı “halkın taleplerine kulak ver” çağrısını, halkın üzerine savaş uçaklarıyla bomba atan Kaddafi’ye yapamıyor. Bunu sözde nedeni olarak da Libya’da mahsur kalan vatandaşları kastettiğini ima ediyor. Oysa gerçek neden yılar önce Kaddafi’nin dizinin dibinde oturup Kaddafi’nin fırçalarını sineye çeken Erbakan Hoca’sıyla aynı; maddi çıkar ilişkileri. (Bir tarihsel hatırlatma. Erbakan’ın tavrı 28 Şubat’ın gerekçelerinden biri olmuştu.) Libya, en zengin petrol rezervlerine sahip ülkeler arasında dünyada 12, Afrika’da ise 1. sırada. Başta müteahhit şirketleri olmak üzere Türkiye’nin de yaklaşık 20 milyar dolarlık iş ilişkilerinin olduğu ülke. Durum böyle olunca Kaddafi’yi kızdırmak demek sermayenin başta Libya’dan alacaklarından vazgeçmesi ve yatırımlarının batması anlamına gelecek. Kendini Ortadoğu ve dünya halklarının yılmaz yıkılmaz savunuculuğuna adamış olan Tayyip ve ekürisi Davutoğlu’nun geçek yüzü, Sudan konusundaki tutumlarından sonra şimdi Libya’da bir kez daha görüldü. Bu arada Davutoğlu’nun “stratejik derinlik”ini ya da bir başka ifade ile stratejik sığlığını sorgulamak için de herhalde biraz daha zaman geçmesi gerekecek!

TÜRKİYE | Genel seçim sürecinin sığlık seviyesi ise şimdiden açığa çıkmış durumda; “yürüyen merdivene ters binmeler”, “attan düşmeler” ve “enseye tokat” polemikleri… Daha bunlar başlangıç. Bu başlangıçla birlikte AKP’nin seçim stratejisinin ana ekseni de belirdi: 8 yıllık icraatların kendince başarılı kısımlarının bolca öne çıkarıldığı propaganda. Bu propaganda, geleceğe dair “umudun pazarlanması” olarak adlandırılacak yeni program ile birleştirilecek. Ve elbette siyasal rakiplerin (CHP ve MHP) açıklarını kollayan ve onların geçmiş icraatlarını sürekli hatırlatan bir polemik kaosu. Bu arada parlamento dışı siyasal rakiplerini elimine etmek için sürdürdüğü yargı operasyonları da sürecek.

Tüm bunların yanında AKP iktidarını kalıcı hale getirmek için, gerek devlet yapısı içinde (ordu, yargı, polis, bakanlıklar, üniversiteler…) gerek toplumsal düzeyde (STK’lar, sendikalar, cemaatler…) gerçekleştirilen yapısal dönüşümler hız kazanacak. Bu doğrultuda askelere yönelik Balyoz davası yeniden canlandırıldı. Bunun bir seçim taktiği olmasının yanında, daha çok AKP’nin ordunun yeniden yapılanmasında etkili olma çabaları belirleyici olmaktadır.

Böyle bir dönemin yaşanacak olması AKP karşıtı toplumsal muhalefetin de tercihlerini ve görevlerini şimdiden belirlemesini zorunlu kılıyor. AKP karşıtı toplumsal muhalefetin, AKP’nin siyasal rakiplerini korumak/kollamak gibi ya da onlardan medet ummak gibi bir tercihi zaten olamaz. Yine böylesi muhalefetin AKP’nin devlet içinde yürüttüğü operasyonlara müdahil olma pozisyonu da mevcut değildir. Ancak AKP’nin 8 yıllık icraatının ezilenler, yoksullar, emekçiler için ne tür sonuçlar yarattığı ortadadır. AKP’nin bu konudaki çarpıtma propagandası mutlaka hedef alınmalıdır. Ve aynı zamanda AKP’nin gelecek dönem için planladığı “umudu pazarlama” taktikleri geçmişe bakılarak/baktırılarak da boşa çıkarılabilir. Yine AKP’nin toplumsal düzeydeki yapısal dönüşümleri de toplumsal muhalefet bileşenlerinin hem tek başlarına hem de birleşik yapılar oluşturarak mücadele etmeleri gereken hedeflerdir.

Tüm bunlar karşısında AKP, toplumsal muhalefete ve onun bileşenlerine karşı boş durmayacak, bir kısmını içermeye çalışarak bir kısmını açık hedef haline getirerek saldıracaktır. Bu saldırıları etkisiz hale getirmek ve tersine çevirmek için “açık” vermeyecek bir çalışma anlayışına, çok daha sıkı bir örgütlülüğe ve anlık cevap oluşturabilme yeteneğine sahip olmak gerekir.

Toplumsal muhalefetin bir bölümünün gözünü diktiği, umut bağladığı bir yer var; kabul edelim ya da etmeyelim bu yer CHP. Bu kesimler çok büyük bir yanlış değerlendirme içindeler; aslında CHP’nin gözünü diktiği, umut bağladığı yer toplumsal muhalefet. İktidar olmak için bir dönem önce ulusalcı elit politikalara ve kesimlere umut bağlayan eski CHP yönetiminin yerine şimdi yine iktidar olmak için toplumsal muhalefetin yıllardır dile getirdiği sorunlara ve bu muhalefetin en çok sıkıntı çeken kesimlerine yönelmiş durumdalar. Toplumsal muhalefetin CHP’ye değil, CHP’nin toplumsal muhalefete ihtiyacı var. Güvencesizlik karşıtı mücadele olmasaydı CHP taşeronlaştırmaya karşı çıkar mıydı? Gençliğin devrimci dinamizmini görmese gençliğe “artı” proje oluşturur muydu? Hak mücadeleleri olmasa “aile sigortası” lafı edilip, belirli miktarda doğalgazın parasız verileceği vaadi kullanılabilir miydi? Farkına varılması gerek, CHP’nin AKP karşıtı toplumsal muhalefeti içermesi, o muhalefeti sözde temsilcileri aracılığıyla meclise taşıma taktiği toplumsal muhalefetin politikalarına ve hedeflerine kalıcı yararlar getirmeyecektir. Aksine, olası geçici ve kısmi yararların maliyeti kalıcı zararlar olacaktır.

Her şeye rağmen, gerek seçim dönemine girilmiş olması gerek ilkbahardaki tarihsel mücadele günlerinin sıklığı gerekse devrimcilerin bu döneme ilişkin planladıkları mücadele gündemleri önümüzdeki ayların çok yoğun geçmesine neden olacak. Üstelik uzun süredir sessiz kalan tüm “bileşenler” bu dönem zorunlu olarak sürece müdahil olma isteği içinde olacaklar. Çok parçalı, çok hareketli, biraz da kaotik bir dönem var önümüzde. Kısaca hatırlamak gerekirse: 8 Mart Dünya Kadınlar Günü, 12 Mart Gazi Katliamı, 16 Mart Beyazıt Katliamı, 21 Mart Newroz, 30 Mart Kızıldere. Şimdiden belirlenmiş eylem günleri ise 6 Mart’ta Alevilerin İzmir Mitingi, 13 Mart’ta sağlık meslek örgütlerinin Ankara’da, yine martta İstanbul’da su, 3 Nisan’da Ankara’da güvencesizler, 9 Nisan’da HES’lere karşı, 10 Nisan’da yine Ankara’da Eğitim Hakkı Meclislerinin “Eğitim Hakkı” mitingi, Barınma Hakkı Mitingi ve 1 Mayıs… (Sendika.Org)