Home , Köşe Yazıları , Haluk Gerger: „Suruç Saldırısı C Planı’nın Hayata Geçirilmesidir“

Haluk Gerger: „Suruç Saldırısı C Planı’nın Hayata Geçirilmesidir“

haluk_gergerANKARA (DİHA) Suruç saldırısında „olayın faili kim, arkasında kimler var“ sorularının yeterince yüzeysel ve gerçeği örtülemeye yönelik girişimler olduğunun altını çizen Ortadoğu Uzmanı Haluk Gerger, Türkiye’nin Suriye’deki „Kürt statüsünü“ bertaraf etmek için uzun süredir kovaladığı fırsatı Suruç katliamıyla yakaladığını belirterek, „Şimdi çıkıp bu Türkiye’ye yönelik saldırıdır diyecekler. Böylece Kürt statüsünü bertaraf etmek için C Planı hayata geçirilmeye çalışacak“ dedi. 

Suruç’ta gerçekleştirilen katliamı Ortadoğu ve Rojava’daki gelişmeler üzerinden değerlendiren Ortadoğu Uzmanı Haluk Gerger, olayı sadece „katil kim, saldırıyı kim yaptı“ soruları üzerinden ele almanın büyük bir eksiklik olacağını dile getirdi. „Suruç vahşetini, gerçekleştirenin kimliği ve örgütsel bağı üzerinden tartışmak bir tuzaktır“ diyen Gerger, şöyle konuştu: „Benzer biçimde, katliamı salt ‚bunları, yani IŞİD’çileri Türkiye destekledi, dolayısıyla sorumluluğu vardır‘ söylemiyle değerlendirmek de çok yetersizldir. Bu saptama bir gerçekliği ifade ediyor olsa da, olayın bütün vahametini açıklamaz, hatta aksine, perdeleyebilir bile. Üstelik, tartışmalarda, ’sorumluluk‘ gibi lastikli bir sakızın habire çiğnenmesi üzerinde yoğunlaşır, saldırının tetiklediği gelişmeler dikkatlerden kaçırılmış olur. ‚Somut kanıt olarak IŞİD‘ argümanı karşısına ancak akıl yürütme ve uzun uzun geçmişten örneklerle örülmüş ve ister istemez karmakarışık hale gelmiş yanıtlara başvurmak zorunda kalınılır. Bu kısır döngü tuzağı içine de düşmemek gerek.“

Olayı yorumlayanların kimliği tuzağı işaret ediyor

Ayrıca yapılan yorumların eksikliğine, tarafgirliğine de dikkat çeken Gerger, „Türkiye’de bolca bulunan her masabaşı teorisyeni, koltuk yorumcusu, kahvehane ‚çarıklı erkan-ı harp‘ stratejisti ya da kendini bilmez geveze sohbet üstadı, isterse, ayrıca, her biri kendi içinde tutarlı ve yüzeyde mantıklı pek çok ‚teori‘ üretebilir ‚kim yaptı‘ ya da ‚yaptırdı‘ sorusuna yanıt olarak. Bunlara bir de, işleri ‚kafa bulandırmak‘, provokasyon tezgahlamak, karanlık emellere gerekçe oluşturmak olan ‚görevliler’i de eklerseniz, bu soruya yanıt aramanın ne menem bir tuzak olduğunu daha iyi kavrayabilirsiniz“ değerlendirmesinde bulundu. Gerger, analizini şöyle sürdürdü: „Böyle durumlarda, ilk bakışta ne kadar somut verilere dayanıyor gibi görünseler de, spekülatif tahminlerle zaman yitirmemek gerekiyor. Atıp da tutan tahminler ya da kanıtlanması olayın niteliği itibariyle mümkün olmayan doğru tahliller bile, sonunda zararlı olabilir. İster istemez ‚boş iddialar‘ gibi görünen tahliller, aslında gerçekçi olsalar bile, güven sorunu yaratabiliyor, bumerang gibi geri de dönüp gerçeği vurabiliyor. Ayrıca, burada bir IŞİD üyesinin parçalanmış bedeni somut bir ‚kim yaptı’nın sözde kanıtı gibi de ortada duruyor. Görüntünün ardındaki öz yerine görüntünün kendisini yarın televizyon ekranlarında görebiliriz.“

‚Amaç nesnel sonuçlara bakmak‘

Olayın nasıl değerlendirilmesi gerektiğine de işaret eden ve asıl yapılması gerekenin bu eylemin ne tür politikalara alet edileceğine dikkat edilmesi olduğuna değinen Gerger, „Yapılması gereken şey, bence, olayın nesnel sonuçları üzerinde durmak olmalıdır. Bu salt „kimin işine yarıyor“ analizi anlamına gelmiyor. Onu içeriyor ama aşıyor da. Çünkü amaç, faili bulmak değil aslında. „Nesnel sonuçlar“a bakmak, olası gelişme ve tehlikelere dikkat çekmek, yani asıl yapılması gereken üzerinde durmak demek“ diye konuştu.

‚Bu alçaklık Türkiye’ye istediğini verdi‘

Saldırıyla ilgili kanaatini de ortaya koyan Gerger, değerlendirmesini şöyle sürdürdü: „Bu alçaklığı kim yaptıysa, bugünün resmi Türkiye’sinde uzun zamandır aradığı ve fakat henüz bulamadığı bir fırsatı yakalayabilmesinin argümanlarını, diplomatik imkanlarını, hukuki ve politik araçlarını, sosyo-psikolojik temelini ve meşruiyet zeminini „altın bir tepsi“ içinde sunmuştur. İşin özü bence burada yatmaktadır.

‚Kürt statüsünü engellemenin aracına dönüştürmek isteyecek‘

Bilindiği gibi, Türkiye, çok uzun zamandır, Suriye’de bir „Kürt Oluşumu“nu, bir „Kürt statüsü“nü, önlemenin yollarını aramaktaydı. Rojava’da böyle bir durumun ortaya çıkmasının, Türkiye’deki „statüsüz Kürt“ düzenlemesinin devamını olanaksız yapacağı bilincinden hareketle, Türkiye, kendi düzenini yeniden üretmekte stratejik etkisi olan bölgedeki „statüsüz Kürt“ statükosunun, Güney Irak’tan sonra bir de Batı Kürdistan’da kırılmasının, kendi düzenini payandasız/dayanaksız bırakacağını biliyordu.

Plan belliydi: Türkiye, Irak’ta yapamadığını, yani Güney Kürdistan olgusunu önleyememesinin dersini şöyle çıkartmıştı: „Irak’taki o stratejik alanda Batı şemsiyesi altında ve askerle beslenen bir varlık oluşturamadığımız için Kürt statüsü ortaya çıktı.“

Bu teşhis, Suriye’de keşfedilen „çözüm“ü de ortaya çıkarmaktaydı: Buradaki stratejik alanda, yani Rojava’da, yine Batı’yla işbirliğinin koruması altında, „askeri varlıkla beslenen“ bir Türk alanı açılmalıydı. Bunun için de, Irak Savaşı öncesindeki gelişmeler yaşanmayacak, bu sefer Türkiye „uluslararası koalisyon“ dışında kalmamak için ön alacak, en ileri safta pozisyon tutacak, olası bir işgalde de „ilk giren“ öncü güç, „akıncı müfrezesi“ olacaktı. Bu olmadı.

B Planı, „insani gerekçeler“le bir „tampon bölge“ oluşturarak içeriye „bacadan girmek“ idi. Bu da olmadı.

C Planı ise, doğrudan Türkiye’nin güvenliğine yönelik kimi gelişmeleri (örneğin yığınsal göçleri) ya da girişimleri (örneğin doğrudan Türkiye’ye yönelik terör saldırılarını) önlemek gerekçesiyle „güvenli bölge“ ihdas etmekti.

C Planı, Rusya ve İran’la birlikte ABD ve Batı Avrupa’da itirazlarla karşılandı. Bunun sonucu olarak, Birleşmiş Milletler’de de uygun hava oluşturulamadı. Bir zamanlar, oralara girmek için MİT Müştesarı Hakan Fidan’a atfedilen Süleyman Şah Türbesi’nin bombalanmasına kadar uzanan provokasyon tartışmalarının telefon kayıtları belleklerdedir herhalde.“

‚Böyle anlarda üç koldan harekete geçilir‘

„Suruç saldırısı, C Planı’na hizmet ediyor mu?“ sorusunu soran Gerger, sorusunun cevabını ise şöyle verdi: „Böyle anlarda, üç koldan harekete geçilir. Önce, siyasetçiler ve gazeteciler başta, bütün „kamuoyu oluşturucuları“ harekete geçirilir. İkinci olarak, bürokrasi içinde yapılan harekatlarla „birlik ve bütünlük“, „hazırlık ve teyakkuz“, „kararlılık ve disiplin“ yeniden inşa edilir. Üçüncüsü, dünyanın dört bir yanında diplomatlar devreye girer ve diplomatik müzakerelerin yeniden daha elverişli koşullarda tamamlanmasının altyapısını hazırlarlar, stratejik ülkelerdeki kamuoyuna yönelik operasyon çekerler.“

„Şimdi benim bu söylediklerimin sağlamasını yapmak kolay“ diyen Gerger, değerlendirmesini şu vurgularla tamamladı: „Siyasetçilerin ve gazetecilerin, televizyon profesörlerinin, ve benzerlerinin, „doğrudan Türkiye’ye yapılmış saldırı“ kavramını ne kadar sıklıkla kullandıklarını izleyin. Diplomatik görüşme ve girişimleri takip edin. Silahlı bürokrasideki hareketlenmeye iyi bakın.

‚Toplu kırımın hazırladığı zemin ve dinamiklere bakılmalı‘

Türkiye’nin IŞİD vahşetinden doğrudan sorumlu olduğunu dünya alem biliyor. Suruç katliamını salt buna indirgememek gerek. Bu toplu kırımın hazırladığı zemin ve dinamikler üzerinde durulursa, „sorumluluğu aşan“ bir büyük ‚SUÇ’a işaret edilmiş olur. O zaman görülecektir ki, bu ‚SUÇ‘, IŞİD ile işbirliğini de aşar. Bu yöntem, tarihsel bir hesabın kesilmesine kadar uzanır; böylece de ‚SUÇ‘ stratejik niteliğiyle ve tarihsel kökenleriyle buluşturulur.

Doğru yorum için, neye, nerelere bakılacağı önemli. Derim ki; doğrudan hayatın somutluğu üzerinden gidilmeli sorunun üzerine. Görüntünün ardındaki öze böyle ulaşılabilir, toz dumanın gerisindeki tablo böyle netleştirilebilir ve katliamın mantıki sonuçlarına doğru gidişini engellemek de böyle mümkün olabilir.“