Home , Köşe Yazıları , Halklar omuz omuza direnmelidir!

Halklar omuz omuza direnmelidir!

metin aycicekMETİN AYÇİÇEK|08-06-2013 |Türkiye tarihinde örneğine ilk kez rastladığımız bir kendiliğinden hareket gerçekleşti. Üstelik çoğumuzun ezberini bozarak gelişti hareket. Hükümetin uygulamalarından rahatsız olan toplum kesimlerin büyük bir bölümü, bir kıvılcımın harlanmasıyla yangın yerine döndürdü umutsuzluk ortamını. Değişik renklerin bir arada yer aldığı barış davranışlı, nispi alanlar üzerinden ifade edilse de özgürlük talepli bir hareket başlatıldı. Ve ezberleri bozarak, imamın ordusunun acımasız saldırılarına rağmen varlığını 12. Güne taşıdı.

Taksim Direnişi, bunca zamandır bastırılmış olan özgürlük taleplerinin bir özeti, naif bir tarzda bir tür dışa vurumu idi. Elbette bu haliyle nihai bir sonuca ulaşması beklenemez ama artık şunu biliyoruz ki Türkiye’de artık hiçbir şey eskisi gibi olmayacaktır. Çünkü kırk yıldır bayraktarlığını Kürt Özgürlük Hareketinin yaptığı barış, özgürlük ve demokrasi mücadelesi artık eylemli olarak Fırat’ın Batısı’na da sirayet etmiş oldu.
***
Ne var ki bireysel katılımlarındaki kahramanca örneklere rağmen, genel siyaset olarak BDP’nin başından itibaren süreci doğru değerlendirebildiğini söyleyebilmek mümkün değil. Bence, Reyhanlı olayında olduğu gibi Gezi Direnişi’nde de BDP süreci doğru değerlendiremedi ve baştan doğru tutum alamadı. „Barış sürecinin hassasiyetlerini“ gözetmek adına fazlasıyla inceltilmiş adımlar atmak süreci anlamaktan uzak bir durumdur. Oysa biliyoruz ki „barış ve çözüm için müzakere süreci“ ile birlikte kitlelerde hızla gelişen güven duygusu ikircikli duruş nedeniyle ve aynı hızla tükenebilir.
***
Kürt sorunu bir hükümet sorunu değil, devlet sorunudur. Yani yüzde seksenlik bir oya bile sahip olsa, salt AKP ile yetinerek bir barış gerçekleştirmek mümkün değildir. Atılan adımların yanında ya da karşısında yer alanların bugünkü bileşimini değiştirip geliştirebilmek için her fırsat değerlendirilmelidir. HDK böylesi bir birleşme, bütünleşme, cepheyi genişletme anlayışının ürünü değil midir? İşte Taksim, bu idealin ilk buluşma alanı ve ilk birlikte mücadele sınavı olabilirdi.
Yönelişleri birbiriyle çatışan iki güç arasındaki savaşı sona erdirmek için gerçekleştirilen bir adımdır. „Sürecin hassasiyetleri“ gerekçesiyle AKP’nin bütün toplumu ilgilendiren özgürlüklere ve demokratik haklara yönelik azgın saldırılarına ve tekelci politik uygulamalarına dokunmadan yürümek kabul edilebilir bir siyaset olamaz. Henüz ortada çift taraflı bir yürüyüş, AKP-Devletinin „iyi niyetinin“ kanıtı olabilecek çözüme yönelik resmi bir adım ya da uygulama da yoktur. Yani iki güç arasındaki çatışma hali Kürt Özgürlük Hareketinin barış için attığı bunca cesur adıma rağmen henüz tek taraflı sürmektedir. Yani „barış görüşmesi“ denilen şey iki „düşman“ arasında gerçekleştirilen bir süreçtir. Bu durumda AKP’nin demokratik hak ve özgürlüklere karşıt her girişiminde, ülkenin tek ana muhalefet partisi olan BDP’nin çok aktif bir mücadelenin başında olması, hatta bunları örgütlemesi gerekmektedir. Bu gereklilik, barış, özgürlük ve demokrasiyi batı halkları arasında yaygınlaştırmak, örgütlemek ve halkların serhildanlarına dönüştürmek görev ve sorumluluğunu kaçınılmaz olarak BDP’ye yükler.
„Barış sürecini konuşabilmek amacıyla“ „silahların susturulması“ AKP ya da başka bir gücün inayetiyle değil, Kürt halkının büyük bedeller ödeyerek gerçekleştirdiği kazanımların Türk devleti üzerinde yarattığı büyük baskının sonucudur. Ve baskı azaltıldığı takdirde Kürt halkının ve özgürlük güçlerinin kazanabilmesi olanaksızdır.
***
BDP’nin ilk açıklamalarında yer alan meydanların ırkçılarla dolu olduğu iddiası bir yanılgıdır. Ama öyle bile olsa, eğer alanları ırkçılar – milliyetçiler doldurmaya çalışıyorsa, bu durumda BDP gibi deneyimli ve örgütlü bir gücün o meydanda bulunması kesin bir sorumluluk ve zorunluluk olarak ortaya çıkar. „Çar Babamızın eteğini öpmeye ve onun inayetini dilenmeye giden Papaz Gapon’un yaşanan koşullardan şikayetçi ama siyasal gerçekliğe ulaşamamış bilinçsiz kitleleri Çara karşı korumak ve mücadele birlikleri haline sokabilmek için Lenin’in Bolşevikleri gibi, BDP’nin de alanlarda en önde olması gerekir. Burada Leninist olmaya gerek yok, „halkların kardeşliği; Türkiye’nin demokratikleştirilmesi“ gibi söylemlerin eylemsel ifadesi ya da HDK ve Konferanslar gibi örgütsel ifadesi budur.
Elbette o meydanlarda olmak gerekirdi. O meydanlarda, özgürlük sorununun herkesin ortak sorunu olduğu bilincini taşımak için bulunmak; Taksim Direnişi ile Amed’i buluşturmak için kavganın içinde olmak gerekirdi. Bu nedenle sürece ilişkin çok net, pırıl pırıl bir açıklama nihayet (ama yine de on gün gecikmeli olarak) KCK Başkanlık Konseyi’nden geldi: „Zulüm bize yönelikken siz yanımızda yoktunuz, ama faşizmin zulmü sizi-bizi ayırmıyor. Biz ancak birlikteysek onları yenebiliriz. Bu nedenle kavgamızı birleştirmek, yürüyüşümüzü ortaklaştırmak için buradayız!“ diyebilmek ve bu güveni verebilmek için alanlarda olmak gerekir.
Bu fazla naif bazı milletvekillerinin söylediği gibi bir „fırsatçılık“ değil, baştan beri sergilenen halkların kardeşliği için ortak mücadele ilkesel anlayışının zorunluluğudur. Kaldı ki, elbette her siyasal grup, ideolojik ve örgütsel önderlikten yoksun olarak ortaya çıkan her sosyal patlamayı kendi siyasal amaçları doğrultusunda kullanmaya çalışacaktır. CHP ya da Kemalistler alanları ele geçirmek için bunu yapmak istiyorlarsa elbette „siyasal iddialarına bağlılık anlamında“ doğru yapıyorlar. Bu çaba onların varlık nedenidir ve bir siyasal hareket bunu yaptığı için değil, yapmadığı için eleştiri konusu olabilir.
O halde „Kürt halkı da bu süreçte inisiyatifsiz kalmamalı. Türkiye demokrasi güçleriyle birlikte sürecin doğru yolda ilerlemesi için üstüne düşen sorumluluğu yerine getirmelidir. Kürdistan özgürlük mücadelesinin üstüne düşen görev, ortaklaşarak demokratik Türkiye’yi yaratmak için omuz omuza mücadele etmektir.“ (KCK)