Home , Haberler , “Gökyüzü”’nden Ali Gülmezle Röportaj

“Gökyüzü”’nden Ali Gülmezle Röportaj

TÜRKİYE | 26 – 01 – 2011 | Tekirdağ 1 No’lu F Tipin’nde, ağırlaştırılmış  tutsaklık koşullarının iyileştirilmesi için sürdürülen eylem-direniş sürecinin bir parçası olarak, devrimci tutsakların; “AĞIR MUHABBETLER” adlı  kültürel etkinlikler kapsamında çıkardıkları “GÖKYÜZÜ” adlı dergide yeralan bir röportajı sunuyoruz.

-Adınızı ve soyadınızı öğrenebilir miyiz?

Yapmayın, siz yapmayın!! Bu soruyu, bu gibi soruları, yanıtsız bırakmayı destur bellemiş; bazen, hastahane-mahkeme gidişlerinde “..misiniz?”’lere, “Orada yazıyor, fotoda var!” ya da, en fazla “Evet!” diyen; en sonda, telefon görüşmesinde dayatıldığında, laçkalaştırmak için her defasında farklı bir şekilde söyleyen bizlere; soruda isme yerverip, o mevziyi, o şekilde halletmek varken; ADIMIZI, SOYADIMIZI  soruyorsunuz, sizde ha…. Öyle olsun… Ama bizde buna ancak telefonlardaki gibi bir yanıt verebiliriz: “Sorularınızı yanıtlayan Gülmez Ali’ymiş!!!”.

-Ne zamandır cezaevindesiniz? Ne kadar bir süredir Ağırlaştırılmış Müebbetlik hükmünüzün gereği olarak tek kişilik hücredesiniz?

“Çok zamanlardır” zindanlardayız! Devrimci olup da, şehit düşülmemişse, ya dağlarda  ya da zindanlarda olunuyor çoğu kez. Biz de mücadelemizin 20 küsür yılını zindanlarda geçirdik.

En son 2000’de engellenmiştik. 10-11 yıldır da yine buralardayız.

Ağırlaştırılmış müebbetlik tutsaklar (A.M.T) esasta CİK’in(Ceza İnfaz Kanunu) yasalaşması sonrası, 2005 Haziran’ında, tek kişilik hücrelere götürüldüler bir çok zindanda..

Bizim idamımız yargıtayda onaylanınca; o zamanın yasal mevzuatındaki, ikinci İdam ve Müebbetler’in hücre cezasına çevrilmesi gerekçe edilerek; “Hükümlerindeki” diğer İdam ve Müebbetler için, “18 ay hücre cezasının” infazı nedeniyle; 2003’te, tek kişilik hücre ve havalandırmaya alınmış ve 18 ay hücre cezasına yatırmışlardı bu şekilde.

Ondan önce ve sonrasında, 19 Aralık’la birlikte, F tiplerinde, sürekli tek kişilik hücrelerde tutuldum. Bunun çoğu da, A Blok teklerdeki, karakol yanındaki tek hücrelik havalandırmada; yan havalandırmaları da boş tutularak farklı teklilerde, koyu bir tecride maruz bırakılarak uygulandı.

Sadece 2 kez, teşhir olup, taktik bir adım olarak, Sincan’daki teklileri tümden boşaltma girişimleri sırasında, toplamı 3-4 aylık bir süre olan üçlü hücrelerde kalma durumu oldu. Bunun dışında, sürekli tekli hücrelerde, ziyaret-mektup yasağı yağmuru eşliğinde tutuldum.

Sonrası, CİK’le birlikte, 2005’ten bu yana da, A.M.T olarak; bazen tek hücrelik havalandırmalarda olmak üzere, sürekli tek kişilik hücrete tutuluyorum.

Kısaca, 3-4 ayı dışında, 19 Aralık’tan bu yana, 10 yıldır, koyu bir tecrit altında, tek kişilik hücrelerde tutuluyoruz.

-Sizce Ağırlaştırılmış Müebbet İnfaz rejiminin amacı nedir? F tipleri, doğallığında tek kişilik hücreler Avrupa Birliği kriterlerine uygun bulundu. “İmralı’da tecrit yok” kararı da bunun bir göstergesidir. Siz bu konuda ne düşünüyorsunuz?

Tek başına, A.M.T’lara uygulanan infaz rejimi ele alındığında; bunun, koyu bir tecrit altında, engelleme ve yoketme girişimi olduğu apaçık görülebilmektedir. İster Kürt Ulusal Mücadelesi’nin önderi Abdullah Öcalan, ister devrimci hareketlerin önderleri, militanları-eylemcileri olsun; isterse, koşulların ürünü-sonucu Adli Mahkumlar olsun, hedef aynıdır; Asılıp yok edilemeyenlerin, koyu bir tecrit altında, engellenmesi, zamana yayılmış bir yok etme saldırısı.

Bu özel infaz rejiminin  arkasında; direkt ABD ve AB emperyalistlerinin olduğunu; onların deneyim ve birikimlerinin ürünü olarak, ideolojik-politik mutfaklarında hazırlandığını; onların talimatları ve halen devam eden ( yeni zindanlar için de, yine AB fonlarından paralar akmaya devam ediyor) mali desteği ile oluşturulup, pratikleştirildiğini; yasal ve uygulamadaki sorunları, çeşitli adlar altındaki “heyetlerince” sürekli denetleyip, yönlendirdiklerini; sömürge, yarı-sömürgelerindeki uşaklarınada örnek modeller olarak sunup, pazarladıkları, (Sincan başta olmak üzere, bir dizi ‘pilot’ zindan; Balkanlardan, Kafkaslardan, Ortadoğu ve Afrika’dan sürekli gelen “heyet”lerce, gezilip, görülüp, bilgi-deneyim ediniliyor) ve bunun; plan ve hedeflenenlere paralel, TC’nin “yeniden yapılandırılması” kapsamında, “Adalet Reformu”  etiketiyle yutturulmaya çalışılan; TCK, CMUK ve CİK’teki yasal düzenlemeleri ile sürdürülen komple bir saldırının; zindanlar cephesindeki tecrit-tredman, F tipi saldırısının, en uç noktası, en uç hali olduğunu unutursak; ideolojik saldırıları ve manipülasyon bombardımanı altında, “Avrupa Birliği kriterlerine uygun bulma”, “İşkenceyi izleme ve önleme komite”(!)lerinin, “İmralı’da tecrit yok”, “F tiplerinde sorun yok” vb.gibi “raporları”na yönelik sorular sorarken bulabiliriz kendimizi!!!

“Avrupa Birliği”, bunun “kriterleri” nedir? Avrupa Birliği, Avrupalı emperyalistlerin ittifakı; “kriterleri” şu ya da bu ad altındaki “heyetleri”de, bu emperyalist ittifakın çıkarları, politikalarını uyguladığı araçlar değil midir? Tecrit-tredman, yıllardır kendi zindanlarında uygulayageldikleri saldırılardır. Ağırlaştırılmışlık, bunlara yönelik özel infazlar; 1 saat havalandırma süreleri vb.gibi uygulamalarda, bunların son yıllarda ortaya çıkardığı, yeni adımlardır. Yani, AB’nin “emperyalist kriterlerine” TC’nin “faşist kriterlerine” aykırı bir yön bulunmaması anormal-anlaşılmaz birşey değildir. Bir sorunun kabul görüşü ya da eleştiri konusu oluşu, onların günlük politikaları ile örtüşüp, örtüşmediği ile belirlenir. Sınıf mücadelesinin, sınıf savaşımının “doğasına” uygundur yani.

-Birkaç ay önce taleplerinizi içeren bir dilekçe ile şartlarınızın düzeltilmesi için birçok devlet kurumuna başvurdunuz. Bu başvurularınızın tamamı geçiştirildi. Ve bundan sonra da topluca eyleme geçildi. Bu eylemlilik süreci ve başvurularınıza verilen cevaplarla ilgili bize bilgi verebilir misiniz?

Çok insani, demokratik taleplerinizi dile getirdiğiniz için onlarca soruşturma açıldı size. Eylemlilik karşısında idarenin tavrını nasıl değerlendiriyorsunuz?

Dilekçe, başvuru gibi girişimler bir sonuç alabileceğimizi düşündüğümüzden değil, bir yönüyle prosedürleri yerine getirmek amacıyla yazıldı, çizildi. Dilekçeler ve başvurular, bunlara verilen yanıtların özeti bile epey bir yer tutar. Bunlara ilişkin bilgileri, ilgili görev alanlarındaki arkadaşlardan edinmek daha verimli olacaktır. Ama-kısaca; bütün bunlara verilen yanıtlarla, haksız, güçsüz ve suçluluklarının ortaya serildiği; yapılanların sahiplenilmediği, sorumluluğu birbirlerine atmaya çalıştıkları; ısrarlı yeni dilekçelerle yanıt-açıklama yapmaya zorlandıklarında ise; “havalandırmalarda kamera olmadığı”, “A.M.T”ların birbirini kesip-biçeceği”, “mevsimine göre, gün ışığı miktarı” gibi akla ziyan gerekçelerle acizliklerinin yansıdığını söyleyebiliriz.

Bir hak, kazanım sözkonusu olduğunda; dilekçeyle başvuruyla, rica-minnet girişimlerle bir sonuç alınabileceğini beklemek; sınıf mücadelesi, zindanlar cephesi, direnme ve kazanma diyalektiğini kavrayamamak anlamı taşır. Taleplerimizin tümüyle haklı, meşru, insani ve anlaşılır olduğunu karşımızdakilerde biliyor. Buna rağmen, yasalaştırıyor, inisiyatifi idarelere bırakıp, tredmana bağlıyor, inisiyatiflerin bu şekilde uygulanmasını, gidişatı onaylıyor. İnsanilik, haklılık gibi kaygıları olsa, bunlar ortaya çıkmayacağı gibi, yapılabilecek bir değişiklik düşünceleri olduğunda da, bunları dilekçe ve başvurular sırasında bazı adımlar atarak gerçekleştirebilirlerdi. Ama görüldüğü gibi karşımızda ısrar eden, kararlılık sergileyen bir güç var. Hedeflerimizde öyle sıradan konular değildir. Bir ucunda Abdullah Öcalan’ın, bir ucunda F’lerdeki ağırlaştırılmış müebbetlik devrimci tutsakların statüsüdür sözkonusu olan. Böyle olunca, farklı ve toplu bir mücadele ile yükümleniyoruz. Alabileceklerimizi, vermekte en son sınırına dek ayak direyecek bir güç var karşımızda. Direnerek, söküp-koparıp alacağımız bir hedef var önümüzde. Direnişçiliği de, direnip kazanım elde etme ile boykotçuluk, protestoculuk, muhaliflik ile karıştırmadan; fiziki-fiili kapışarak; direnişimizin esas, kitle-kamuoyu desteğinin önemli olduğu bir süreç olarak ele almamızın gerektiği anlamına gelmektedir bu.

Yönetilmek istenmeyeni, hiçbir güç yönetemez! İstenmediğinde 1 tek kişiyi dahi, hiçbir güç yönetemez, yönlendiremez, kapatamaz. Bu zindandaki, zindanlardaki bi devinim, döngü biz uzlaştığımız, onay verdiğimiz için bu şekilde sürebiliyor. Bilinçli, örgütlü, disiplinli, her türlü bedeli göze almış, kararlı bir gücü ise hiç kimse etkileyemez! Dikkate almak, taleplerini değerlendirmek zorundadırlar. Bizim direniş saflarımızda, sahip olduğu bu özellikleri derinleştirip, daha merkezi, kitlesel niteliklere sıçratıp; karşısındaki gücün hamlelerine ustalıkla karşılıklar verip, karşı hamleler geliştirip uygulayabildiğinde, başarımız, zaferimiz somutlaşacaktır.

Açılan disiplin soruşturmaları, yağdırılan cezalarda acizliğin, şuursuzca saldırı ve tavırların, sadece Haydar Ali’ye özgü birşey değil, idarenin de bir politikası olduğunu göstermektedir. Öyle pervasız bir şekilde saldırdılar ki, bugün en az 8 soruşturma ile, 1 ayda 4-5 yıllık cezalar ortaya çıkardılar. Bu girişimleri ile “disiplin cezası” silahlarını da iyice dejenere edip, iflas ettirdiklerini görünce, bu saldırıyı da “rölantiye” altılar. Aynı hızla girselerdi, tredman ve disiplin cezaları literatürüne, “Ağırlaştırılmış Müebbet Mektup Cezası”, “Ağırlaştırılmış Müebbet Ziyaret Cezası”nı da katacaklardı  bu gidişleri ile…

-Bize biraz hücrenizin fiziki koşullarını anlatır mısınız?

F tiplerindeki tek kişilik hücre; klasik hücre, koridor kapısından içeriye girişte, sağ ya da solda  bulunan; bir kapı ile girilen, bir “baca deliği”! bulunan, tuvalet-banyo ve lavabonun oluğu bölüm; iki adım sonrası, bu bölümden itibaren yerleştirilmiş yatak-ranza ve üç adım sonrası, yatak ucunda elbise dolabı ve onun yarısını kapattığı bir pencere ve yanındaki havalandırma sapısından ibaret bir mekandır. Buradaki pencereler, diğer tüm F’lerdeki tek kişilik hücre pencerelerinen farklı olarak, sabit ve açılır bir pencere olmak üzere ikiye ayrılmıştır. Yatak ile pencere arasındaki elbise dolabı; cam-penceresi kapatmakta, açılır pencere sadece 10 cm.kadar açılabilmektedir. (Bu dolap, eylemlerimiz sonrası; C blok teklilerde, yerinden sökülüp, ranzaya yanaştırılmış, pencerenin tam olarak açılabileceği hale getirilmiştir. Amaç, koşulları iyileştirmek olmadığı; sadece havasızlık gibi çok çarpıcı bir sorunu geçiştirmek-savuşturmak olduğu için; hava dolaşımını engelleyen dolabın, ranza ile tuvalet kısmı duvarı arasına ya da ortaya koyulması taleplerimiz ise yerine getirilmemiş, dolap bütün “ihtişamı” ile pencere önünde dikilmeye, havayı ve gün ışığını engellemeye devam etmektedir.

Manipülatif, koro propagandalarında kullandıkları, üstü “vazolu-çiçekli” plastik masa ve sandalyelerini de unutmayalım, ekleyelim.

Bu haliyle bile, içinde sadece birkaç adım atılabilen hücre; ihtiyaç ve olanaklara göre alınan tv., buzdolabı, sebzelik ve diğer eşyalarla iyice küçülmekte; sağa-sola çarpmadan hareket etme gibi “özel yeteneklerin” gelişmesine rağmen, kıpırdanmaz hale gelmektedir.

Bu haliyle, biraz daha genişçe bir “tabut”, “tabutluk” demek hiçbir abartı değildir.

Havalandırmada; 1-2-3 tekli hücreye göre, farklı ölçülerde, 8 metrekarelik duvarları ile, sadece yaz günleri güneşin yüze değebildiği derin bir kuyuyu andırmaktadır.

-Havalandırma süreniz ne kadar, bu süreyi nasıl değerlendiriyorsunuz? Bu süre size yetiyor mu?

Havalandırma sadece 1 saattir. Bizim için en öncelikli konu; örgütlü oluşumuzun bir parçası olarak, yoldaşlarımızla-dostlarımızla ilişkilerimizin sürmesini sağlayan notlarımızın, top-gazete-kargo vb.lerinin yollanması ve gelenlerin alınabilmesidir. Bu sürede öncelikli olarak bunlar yapılır, halledilmeye çalışılır. (Anlaşılacağı üzere; diğer hücrelerdeki tellere-çatılara takılma, bizim sınırlı havalandırma süremizde; diğerlerinden farklı, katlı bir sıkıntı yaratıyor, oluşturuyor.). Aynı havayı paylaştığımız bir tutsak daha varsa, bu olanağın alanı genişler. Ben de Muzo(Muzaffer Öztürk) ile aynı havayı paylaşıyorum. O, 3 saat çıkarılıyor. Böyle olunca, tek kişi ya da 1 saatin dezavantajları daha aza iniyor.

Bu gönderme-almalar sonrası-sırası; çöp çıkarma, çamaşır asma vb.gibi rutin işler aradan çıkarılmaya çalışılır. Aldı-verdiler, parmaklıktan öncelikli-zorunlu sohbet vb.sonrası; olursa, 1-2 volta, birkaç egzersiz ancak yapılabilir. İçeride spor yapma olanağı olmadığı gibi, 1 saatlik havalandırma süresinde, dışarıda spor yapabilmekte olanaksızdır. Sürgünden bu yana geçen 6 aydır spor yapma olanağımda gaspediliyor. Voltamsılar, egzersizler ve kapı dövmeler, zorla sokulmaya direnişlerle gidermeye çalışıyoruz “spor” ihtiyacını.

Kapı açılınca, ardına kadar açıp, zaten açık olan pencereyi de ardına kadar itip; tuvalet kapısı, hava sirkülasyonu için kırdığım kapıdaki cam yerine taktığım şeffaf kapağı çıkarıp, hücrenin açılabilen tüm deliklerini açarak; havanın iyice değişmesi, temizlenmesini sağlıyor ve 1 saat boyunca böyle tutuyorum. Kapı kapanınca, 1 saat içinde eski haline dönse de, nem-küf vb.nin azaltılması için iyi oluyor böyle…

Kapının kapatılma saatine yakın da, kapatılma öncesi, açılıştakine benzer şeyleri yapmak durumunda kalıyorsunuz. Mesela muhabbet kuşlarınızı kafesle dışarıya çıkarmışsanız; içeriye almak kibi. “Kuş, muhabbet” deyip geçmemek lazım. Onlar da yıllardır aynı koşulları bizimle paylaşıyor. Sürgünü-operasyonu herşeyden, eksiği-fazlası ile onlarda nasibini alıyorlar. Mesela, havalandırma onlara da 1 saat! “Ağırlaştırılmış müebbet muhabbet” demek yanlış olmaz! Protesto ve estekçilikle sınırlı kalsa da bir “direnişçi”likleri de var. İçeriye sokulurkenki sloganlar, arbedeler sırasında; sonrası kapı dövmeler sırasında sürekli ciyak-ciyak bağırarak tepki gösteriyorlar.. Bize değil, düşmana ve yapılanlara olsa gerek değil mi??

Bunun böyle olmasına rağmen; “bu 1 saati de nasıl işlevsizleştirelim” diye kafa yormuş olacaklar ki; 11-12 arası olan hava saatimizi 13-14 arasına aldılar. Öncesi sözlü olarak ilettiğimizde, talebimize paralel düzenlenirken; son süreçte, “Gözlem kurulu kararları”(!) ile, hiç istenmeyen saatlerde havaya çıkma kararları tebliğ edilip, aynı saatte çıkmaları, dolayısıyla bağlantıyı-paylaşımı engellemeye giriştiler. Benimkinin gerekçesi de “Ayda bir olan ziyaretin saatinin hava saatiyle çakışması ve mağduriyetini ortadan kaldırmak”mış!! Nasıl ki mahkeme-hastane gibi gidişler olduğunda, söyleyip saat kaydırılıyorsa, ziyarette de aynı şeyi yapıyor ve hiçbir sorun yaşanmıyordu. Böyle bir talep dahi sözkonusu olmamasına rağmen, “mağduriyetimizi” düşünenler(!) hava saatini, ayda 2 kez çıktığım telefon saati olan 13.30’a denk getirerek, öğle yemeklerinin, çoğu kez verildiği 13’e denk getirerek, revir vb.gibi çıkışların sıkça olduğu bir saate denk getirerek düzenleme yapıyorlar. Başgardiyanların bile “saçmalık” diyerek değişmesi için girişimlerde bulunmasına rağmen, “gizli bir el” böyle istediği için, böyle uygulanıyor bir süredir.

Havalandırma saatinin bahsi olunca, hemen “4 saat çıkarıyoruz” diyerek öne atılanlara; “3 ayda bir başvurulur” gibi keyfi uygulamalara rağmen, hava saatinin artırılmasını talep eden diğer tutsaklara, itiraz hakkını dahi kullandırmamak için, yazılı ya da sözlü yanıt vermezken; “1 saat” için, böyle gayretkeşliklerle G.K.Kararı çıkarıp iyice kullanılmaz hale getirmek için çırpınıyrlar.

1 saatlik havalandırma komik olduğu kadar aşağılayıcıdır da. Çıkarılmak ve içeri alınmak arasındaki süre, o kadar yakındır ki,, gardiyanlar bile düşürüldükleri duruma acı ile gülümsemekte, bir dizi şey söyleyebilmektedirler.

Hava saatinin 2 ya da 3 saat olmasının esasta hiçbir farkı yoktur. Özü aynıdır. Ki, o reklamını yaptıkları “4 saat havalandırma”ya çıkarılan da yoktur. 4-5 yıllık tutsaklar, onların o keyfi ve saçmasapan kıstaslarındaki “iyi hallilik”(!) “özelliği”, taşıyor olsalar da, 4 saat çıkabilen yoktur. En fazla çıkan, 3 saat çıkarılmaktadır. 4 saat vb.de kağıt üzerindeki sahtekarlıklarından biridir sadece…

-Tek kişilik hücreye alındığınızda ne hissettiniz?

Size uygulanan bu özel tecrit ne hissetmenize, hangi duyguları yaşamanıza neden oluyor?

Kastettiğiniz, AMT olarak ilk kez hücreye atılmak sanıyorum. Yukarıda da değindiğim gibi, tekli hücre ile ya da çeşitli hücrelerle, tek başına tutulmamalarla ilk kez AMT olduğumuzda karşılaşmadık. 80’lerde, 90’larda  memleketin nezarethanelerinde, gözaltı ve işkence merkezlerinde, hapishanelerinde; sınır ötesi hapishaneler ve nezarethanelerde, hücrelerde, hücre koşullarında ve tek başına tutulduğumuz çok oldu.

AMT’lik özel, sistemli, kapsamlı bir saldırı oluşu ile diğerlerinden farklı olabilir fakat az-çok, hepsinin özü-esası aynıdır; yalıtmak, engellemek ve yok etme yeltenişi!!! Böyle olduğunda da, bütün bunlar karşısında belirleyici olan, insanın, devrimci ve komünistin ideolojik duruşu ve bilincidir.

Kim olduğumuz, hangi değerlerin temsilciliğini yaptığımız; karşımızdakilerin kimler, hangi sınıfların temsilcileri olduğu, bu saldırıları neden, hangi amaçla yaptıklarının yanıtları; net-sarsılmaz bir bilinç, sınırsız coşku, heyecan ve sevincin kaynağı olmakta, tükenmez bir enerji ve güç yaratarak, kendiliğinden direnç, boyuneğmezlik olarak ortaya çıkmaktadır.

Böyle bir duruş sahibi devrimci, komünist için ise; mekanın, şu ya da bu olanağın, miktarının bir önemi kalmamaktadır.

Aslolan; kavganın nabzının attığı yerde; en önde, görev başında olmak, mevzilerimizi büyütüp; devrimin olanaklarını genişletip, kalıcılaştırıp, sağlamlaştırmaktır. Bu gerilla safı, grev önlüğü, barikat başı olabileceği gibi, zindan direnişinin herhangi bir mevzisi de olabilir. Bir yazı çoğaltma, dilekçe yazma olabileceği gibi; üçlüsünde, süngerlisinde saldırılara karşı direniş de olabilir. AMT’lıkta, özel saldırılara, sınırlılıklara maruz kalmak ise, bunlardan sadece biridir… Hepsi o kadar!!

Mesela, şu an, Sincan kadın hapishanesinden zorla sürgün edilerek; Kırşehir’de, Muğla’da, tek başına koca boş bir koğuş-hücre ya da Adlilerle kalmak zorunda bırakılan, Fadime Özkan ve Deniz Tepeli yoldaşlarımızın koşullarının; AMT’den ne farkı var? Oradaki koşulların görevlerini de fazlasıyla yerine getirmekle birlikte; onlara “bu koca, boş koğuş-hücre ya da Adliler ve bütün gün havalandırma mı? Yoksa Sincan’da yoldaşların, dostların yanıbaşında; havalandırmasız, küçük tek kişilik bir hücre mi?” diye sorulabilse; yoldaşlar, “bütün gün havalandırma! Koca bir koğuş! Adli kadın mahkumlar!” demezler sanıyorum..

Önemli olan; yoldaşların, dostların; örgütün, örgütlerin olduğu bir direniş mevzisidir.. Diğerleri, şu ya da bu olanak-saldırı, mücadelemizin konusu olacaktır sadece..

AMT olarak, 2005’te hücrelere atıldığımızda, Sincan 1 No’lu F’de, üçlü hücrelerdeydik. İdare teklerdeki yanyanalığımızı dağıtmak için, kısa bir süre önce, hepimizi, üçlülere, farklı bloklara saçmıştı. CİK yasalaşınca; kararlarımızla, politikalarımızla ve örgütlülüğümüzle hazırdık. Operasyonla alarak; önceki tekli hücrelere atarak, AMT sürecimize start vermişlerdi. Kararlılığımız ve az olsa da sağlam örgütlülüğümüz ile, yoğun bir direniş sürecine girmiştik. Coşku ve moralimiz üst seviyedeydi. Buradakine benzer ama ek olarak “kapı patlatma” vb.leri de olan, hızlı-yoğun bir kapışma sonrası, “10.00-15.00 arası havalandırmaya birlikte çıkma ve Cumartesi günleri temizlik için bütün gün kapıların açık kalması” hedeflerimizi elde ederek, direnişimizi zaferle bitirmiştik. (Orada, o zaman, günde sadece “1saat havalandırma” veriliyordu, vereceklerdi!!!).

Sorularınız ilginç… “Ne hissettiğimiz?”, “bu özel tecridin ne hissettirdiği, hangi duyguları yaşattığı” soruluyor.

“Şöyle, ya da böyle etkilendim”, “Niye ben?, diye düşündüm!”, “Diğer tutsakları, bütün gün havalandırmayı, üçlü hücreleri düşünüp duruyorum”, “öfkem, kinim bileniyor” gibi, “mağdur”, “arabesk” yanıtlar bekler, hedefler gibi bir içerik var.

Ama bizde benzer bir durum, öyle yanıtlar yok!

Bütün genel, özel özel saldırılarında olduğu gibi, neden ve niçin AMT olarak tutulduğumuzun yeterince bilincinde olduğumuz için; bu bizde sadece, doğru yolda olduğumuz, görev ve sorumluluklarımızı yerine getiriyor olduğumuz; karşımızdakilerin de haksız, güçsüz ve çürüyüp giden olduklarından saldırganlaştıklarını düşündürüyor…

Bu gerçeklik ise, devrimci saflarımızın sayısız zafer ve başarısının, onların ise yenilgi ve diz çökmelerine tanıklık etmiş bir komünist olarak; direnip teslim olmayarak kazananın biz olduğumuza ek olarak, pratik ve yazılacağı inancı ile; her durumda muazzam bir devrimci coşku ve sevinci, bu saflarda oluşun kıvancını, onurunu yaşayıp, hissetmemizi sağlıyor…(Mao yoldaşın, “düşman saldırıyorsa, bu durumumuzun iyi olduğunu gösterir” sözü, gerçekten de iyi bir “sağlama” yöntemidir. Saldırılarında bir duraksama, farklı bir çizgi olduğunda; politik olarak genel-özel değerlendirmeler yanında; “acaba, tredman kapsamında sindirilir ve sürdürülebilir mi olduk?” diye düşünerek, ek bir sorgulayıcılığı elden bırakmamak da epey yararlı olmaktadır.

-Tek kişilik hücrelerle ilgili yaşadığınız en çarpıcı  örneği bizimle paylaşır mısınız?

“Çarpıcı”lıktan ne kastedildiğini net olarak anlayamıyorum. Ama hücre koşullarındaki ironik, dramatik ve hücrenin insanilikten uzaklığı, sürdürülemez oluşuna ilişkin ise; bunlar sayısız ve hergün, her an yeni yenileri yaşanabiliyor. Bunların çoğu, ilk anda bize de “çarpıcı” gelebilse de, zamanla ve çoğu kez tekli hücrenin, AMT’lığın, “normali” olduğundan ayırdedilemiyor.

Mesela, 1-2 gün önce, içeri sokulma sırasında, parmaklığa tutunmuş direnirken; parmaklıktaki ellerimi sökemeyip, yüzüm yere dönük, bütün vücudu çekip, çekiştirip, yere paralel bir şekilde asılırlarken; 2 işgüzarın, sağ-sol iki yandan boyunduruk atıp, kafamı yere doğru bastırıp, el ve kollarımı sökme girişimi sırasında; ense-boyun ve sırtın sağ kısmı boylu boyunca kılıç girmiş gibi tutuldu! Kıpırdayamaz, nefes alamaz hale geldim. Konuşmakta bile güçlük çekiyordum. Sonrası, akşam, mazgaldan konuşurken, adli arkadaşlar filan “geçmiş olsun” deyip, iyi geleceğini düşündükleri merhem-krem vb.ni, istiyorsam yollayabileceklerini söylüyorlardı. Merhem-krem bende de var ama kafa dahil, belden yukarısı gövdemi kıpırdatamazken merhemi nasıl sürecektim??? Ertesi gün, pencere önünde rüzgar yiye yiye; Muzo yoldaş, parmaklıktan içeriye uzattığı kol ve elleriyle, merhemlerden yaptığımız kokteyli sürüp, masaj yaptı! Sonrasi günlerde aynı şekilde sürdürdü. İyi ki Muzo yoldaş var. Yoksa yine “kendi yaralarımızı, kendimiz saracaktık”….Böyle işte tekli hücre, AMT’lık…(Bu gibi durumlarda “revire götürür, biz yaparız” diye üfürenlerden ise, ne bir iz, ne bir işaret vardı her zamanki gibi!!).

Çarpıcılıktan kasıt bu gibi örnekler ise, bunların herbirini hergün yaşayabiliyoruz ve bunların “en”inin hangisi olduğu tartışmaya açık bir konudur. Ama, tartışmasız, “en” çarpıcı olanı; katliamlara her türlü saldırı ve kuşatmaya karşılık; devrimci hareketimizin, eksik-gedikleriyle birlikte, F tiplerinde, tecrit altında da, asla teslim alınamazlığını, boyun eğdirilemez oluşunu; yaşamı-faaliyetini örgütleyip, direnişimizi sürdürüyor olmayı; her gün düşmanlarımızın herbirinin yüzünde hayret, şaşkınlık, hayalkırıklığı, panik ve korku olarak seyretmenin keyfidir…

-Yaşamınızı kolaylaşırmak için hücre içinde neler yapıyorsunuz?

Devrimci yaratıcılık sınırsızdır. İhtiyaçlar sözkonusu olduğunda, tekli hücrelerde de, yaşamı kolaylaştırmak amacıyla çok şey yapılabiliyor. Görevleri, yaşam faaliyetlerini, “en az emek-zaman, en çok verim-sonuç” anlayışıyla yapabilmek; hareket edebilecek ve hava alıp-dolaşımını sağlayacak alan yaratmak için, çeşitli örgütleme ve düzenlemeler yapılabiliyor. Ama bunların çoğu, sıkça, “amaç dışı”, “sakıncalı”, “fazla” denilerek, bazen ise hiç gerekçe üretmeye bile ihtiyaç duymadan, sabote edilebiliyor, kullanılmaz hale getiriliyor düşman tarafından. Yaşamı biraz daha kolaylaştıracak bir dizi malzeme, diğer F’lerin tümünde satılırken, burada ne adı geçiyor ne de sürgün ya da sevklerde getirilince veriliyor. Bununla da kalmayıp, bir çamaşır ipi, iki duvar arasına sıkıştırılan bir paspas sapı, boş petlerden üretilen bir sehpa vb.gibi bir dizi şey dağıtılıp, kullanılmaz hale getirilip, alınabiliyor. Hava almak için yerinden çıkarılan pencere camı bile sıkça “gündem” olabiliyor.

“Normal koşullarda”(!) bir dizi düzenleme, örgütleme yaparken; boya-tamir sonrası “eski hücrenize döneceksiniz” sözü veren müdür, gardiyanlar nezdinde “söz”ün kıymeti harbiyesinin ne olduğunu bir kez daha görüp, eski hücreye götürülmeyip, sağı-solu dökülen yeni koyulduğumuz bu hücrede ise; “merkezi” ve “gidilen her yerde eylemlilik devam edecek” kararlarımız ile, etkisi kırılıp, olasılığı azalsa da; muhtemel bir sürgün nedeniyle, sadece öncelikli-zorunlu işler kapsamındaki bir düzenleme ile hücreyi “konaklama yeri” gibi kullanıyorum şu an. Eylemlilik süreciniz bitene kadar da, böyle “gerilla” tarzı ile kalmamız sürecek sanıyorum…

-Tek kişilik hücrede, ağır tecrit koşullarında bir devrimci nasıl yaşar, hayatını nasıl sürdürür, nasıl direnir?

Tekli hücrelerdeki bir devrimcinin nasıl yaşayacağı, direnişini nasıl kalıcı ve sürekli kılacağı; bir devrimcinin herhangi bir faaliyet alanındaki devrimci faaliyet ve yaşamının sağlıklı-verimli sürdürebilmesi için yapılması gerekenlerden, bunun zindan koşullarındaki alacağı özgünlüklerle, üçlülerdeki yansıyanından esasta farkı yoktur.

Planlı-programlı, üretici-yaratıcı, okuyup, yazan, tartışıp, yazışan; bilgi  ve deneyimini çoğaltan, ideolojik-politik donanımı geliştiren; düşmanı-kendisini sorgulamayı, eleştiri özeleştiriyi, değişim ve yenilenmeyi sürekli kılan; ama her halükarda mutlaka örgütlü bir yaşam ve faaliyet, tecrit saldırısı altındaki en büyük silahımızdır.

Özellikle kim olduğumuzu, karşımızdakilerin kim olduğunu biran unutmaksızın; en koyu tecrit altında, tek kişi olarak sürülsek, tutulsak dahi; asla yalnız olmadığımızı, bütün değerlerimizin örgütlülüğümüzün bizde temsil edildiği gerçeği ile; tek kişilik örgüt gibi davranarak, inisiyatifli hareket etmeliyiz. Örgütlenmeli, örgütlemeli, üretmeli, direnmeliyiz.

Bilimsel olarak doğru ve haklı oluşumuz, sınıfımıza ve halka bağlılığımız, şehitlerimiz ve yoldaşlarımız, içeride-dışarıda bütün gezegen üzerinde süren mücadeledir bizi bağlayan, güçlendiren ve yaşatan.

İnsan, evrimi, doğası gereği fiziki olarak hareketli, insanlarla, doğayla etkileşimde bulunması gereken bir varlık. Zindan, üçlü, bunu sınırlarken, tekli hücre, AMT’lık, neredeyse tamamıyla ortadan kaldırıyor. Bu koşullarda gerçekleşen bir dizi saldırı, ideolojik-politik donanımın ve sahip olunması gereken asgari devrimci kişilik özelliklerinin yetersizliğinde yankı buluyor. Egemenlerin zindan, hücre, tecrit, saldırı ve deneyimlerini; yine komünist devrimcilerin, halkların bunlara karşı direniş tarihini öğrenmek dersler çıkarmak yanında; özellikle bu saldırılara maruz kalanlar olarak bizler, koşulları, üzerimizdeki yansımalarını sürekli gözlemek, keşfedip anımlamak, alternatifler, panzehirler üretmek   durumundayız. Bu konularda, bazı çarpıcı ve görülmemesi mümkün olmayan nedenler ve kaba sonuçları dışında; ayrıntılı, bilimsel, somut çalışmalar yapmakta yetersiz kalındığı açıktır. Belki içe dönük bazı çalışmalar sözkonusu olmuştur ve bilgimiz yoktur. Fakat bu konuda çalışmalar, daha çok genel olarak tecrit, üçlü hücrelerdeki, F tipi koşullardaki durumun kaba hatlarıyla ortaya konulması ve kişisel girişimlerden öteye geçememektedir. Bu konunun devrimci hareket tarafından, F tipi tecrit ve hücre saldırısına karşı direnişimizin önemli bir parçası olarak, üzerinde yoğunlaşılması, üretilen sonuçların içeride-dışarıda eğitim gündemi yapılması gerekmektedir. Çünkü, kaba yüzeysel nedenler ve açık sonuçları baslayan, ayrıntılandırılıp, somut çalışmalar olarak ortaya çıkarılması gereken bir dizi yönü daha bulunmaktadır tecrit saldırısı ve ona karşı direnişin. Böylece, F tipi saldırının, saflarımızda yankısını bulan, gözardı edilemeyecek nicel sonuçları da en aza indirilebilecektir.

İnsana, insan-insan sıcaklığı-varlığı-etkileşimi gerekmektedir. Bunun yokluğunda, yetersizliğinde; bunlarla beslenen varolan bir dizi düşünsel, bilişsel ve davranışsal özellik etkilenmekte; bu da olumsuz-sorunlu sonuçlar ortaya çıkarabilmektedir. Bazı durumlarda ve aşamalarda ise, bilgi-deneyim, özgünlüklerin keşfedilmesi ile üretilen alternatifler, panzehirlerde yetmeyebilmektedir. Çünkü sonuçta, insansızlık, dört duvar, kuşatılmışlık objektif bir durumdur. Artık sorun tıbbi-sosyolojik, bilimsel bir boyut kazanmaya başlar.

Yetersiz beslenme, yetersiz günışığı ve güneşsiz ortamdaki; özellikle yeterli oksijen ve hava alamama, hareket etme olanaklarının yetersizliği sayısız hastalığın ortaya çıkmasına neden olmaktadır. Sıkça vurguladığımız “yok etme girişimi” budur! Olanak ve koşullarla sınırlanan, karşı koyma, etkisizleştirme ve giderme yöntemlerimizin duvarı buradan başlamaktadır. Bundan ötei tamamıyla tıbbın-tedavinin konusu olmaktadır. Havasızlık, kapalı ortam; birçok solunum yolu hastalığından, alerjilere-astımlara, çeşitli mantar rahatsızlıklarına neden olmakta; hareketsizlik, kalp-damar, dolaşım ve bunlarla bağlantılı diğer bir dizi hastalığa yol açmaktadır. Bunlar, başlıbaşına bir külliyat oluşturabilecek denli geniş bir konudur. Sadece, tek kişilik hücrelerde, AMT olarak tutulan tutsakların, mahkumların sağlık dosyaları incelendiğinde dahi konunun vehameti görülebilir. Kalp, şeker, tansiyon gibi mutlaka bir başkasıyla kalmak zorunda olan tutsaklar bir yana; psikolojik rahatsızlık yaşamış, yaşıyor olan ve geçmiş öykülerinde intihar girişimleri olan tutsak ve mahkumların bile, AMT’lık koşullarında tutulması, karşımızdakilerin “yoketme” amaçlarını yeterince ortaya koymaktadır.

Yetersiz de olsa, AMT’lığın ne olduğunu sorgulayan sorularınız burada bitiyor. Umarız konunun algılanabilmesine yardımcı olabilmişizdir. Ellerinize-emeklerinize sağlık diyor, hepinizi ve okuyucularımızı, coşkuyla ve dimdik selamlarımızla kucaklıyoruz.

İYİ Kİ VARIZ! BİZ KAZANDIK, BİZ KAZANACAĞIZ!!