FRANSA | 13 – 02 – 2009 | Fransız devleti, 2009 yılının başında çeşitli bakanlıklarında değişiklikler gerçekleştirdi. Bunun nedeni, emperyalist burjuvazinin, derinleşmekte olan krizin doğurabileceği sosyal hareketliliğin önünü şimdiden almak için mevcut olandan nispeten daha „usta“ silahşörleri göreve getirme ihtiyacını duymasındandır.
Göçmenlik bakanlığı da bu değişikliklerden nasibini aldı. Nitekim eski bakan Hortefeux’nün yerine Eric Besson getirildi. Eric Besson, son cumhurbaşkanlık seçimlerine kadar „Sosyalist“ Parti’nin ekonomik planlayıcısı olarak bilinmektedir. „Sosyalist“ Parti’nin adayı Ségolene Royal’ı desteklemiş, seçimlere birkaç hafta kala Royal’ın programının sosyalistleri temsil etmediğini, ekonomik-politik olarak sağcı bir seyir izlediğini ileri sürerek seçim kampanyasından çıkmış ve yol arkadaşlarınca da ihanetçi ilan edilmişti. Sağcılıktan „hoşlanmayan“ Besson’un tam olarak neden hoşlandığı artık belli oldu: uç sağdan, yani faşizmden…
Yeni atanan bakanların önlerindeki çalışma programının bir önceki bakanlardan daha kapsamlı olacağı sürpriz değildi. „Eski ekonomistin göçmenlik bakanlığında ne işi var“ dedirtecek bir tarzda sahneye çıkış yapan yeni silahşör, saldırganlıkla matematiği sentezleyen bir politika güdeceği aşikardır. Nitekim emperyalist-kapitalist sistemde göçmenlik bakanlığına atanmak için bir: ırkçı; iki: matematikçi olmak yeterli. Hortefeux’nün „rekor sınırdışı“ rakamlarına rağmen memnun edemediği fransız sermaye sahiplerini artık sosyal olmayan „sosyalist“ Eric Besson sevindirecek.
5 Şubat 2009 tarihinde bir genelge imzalayan Besson „sosyal“ olduğunu gösterircesine ilan ediyor: „oturum kağıdı olmayanlara yardımcı olmak istiyoruz“. On binlerce sınırdışının kanıksandığı Fransa’da bu göz yaşartıcı cümlelerin altında yatanı yine Besson, bu kez efendi bir silahşör oluşunu göstererek açıklıyor: „şebeke kurbanlarına oturum kağıdı vereceğiz; yalnız bir şartla!…“
Besson’un şart koştuğu nokta, herhangi bir genelge veya yasa tasarısı olmaksızın „demokratik“ Fransa’da yıllardır dile getiriliyordu zaten. Gerek oturum hakkını elde etmek için, gerekse de vatandaşlığı elde etmek için yığınlarca göçmen „polisle işbirliği içinde olma şartı“na takılmışlardır. Besson bu çirkefliği yasalaştıran düzenin solcusu oldu. Peki neden bu genelge?
Çünkü Fransa’da göçmenleri sınırdışı etmenin çare olmadığını her geçen gün istatistikler kanıtlamaktadır. İkincisi; İnsan Hakları Mahkemesi, hem sınırdışı prosedürlerinin niteliğinden ötürü, hem de tutuklu göçmenlerin yaşam koşullarının kabul edilebilir standartların altında olduğu için Fransız devletini bizzat Fransa’daki İHD’nin talebiyle uyardı. Üçüncüsü; sınırdışıların çözüm olmadığını çok iyi bilen devlet, bu yöneliminden vazgeçmeksizin bir de elindeki joker kartını oynamanın kendi iç güvenliğinin yararına olduğunu hesaplamaktadır: „Bak dikkat et, seni göndeririz! Son yıllardaki kararlılığımızı görüyorsun. Ama bizimle çalışırsan, seni bu kapmsamdan çıkarır kağıt veririz.“ Bu cümleler bir mantığı anlatma çabası değil, yetkililerin mantığının bizzat kendisidir, karakollarda ve tutuklu göçmen kamplarında kullandıkları cümlelerdir. Genelgeyle bunun resmileştirilmesi, Fransa’daki mevcut yaşam şartlarından kaynaklı (işsizlik, yoksulluk..vs..) ve devletin SS’ler misali sokak sokak dolaşan polis kılıklı insan avcılarının saldırganlığının gündelik hayatta hissedildiği koşullarda (polislerin üç, dört kişilik gruplar halinde insanları sezmeleri veya araçlarla şov yaparcasına yürüyen bir grubun önünü keserek yaptıkları „nokta kontrollarıyla) depresyona girenler üzerinde nispeten daha etkili olabileceği özellikle sosyolojik ve psikolojik olarak bilinmektedir.
İşbirliğinin sınırını, Besson, basın açıklamasında „şebekeyi deşifre etmek“le ifade ediyor. Oysa bilinmektedir ki işbirliğinin sınırı hep „arka kapılarda“ gizlidir ve orayı işbirliğine giren „akıllı vatandaş“ değil, işbirliğini dayatan devletin kolluk güçleri bilirler. Zira burjuvaziyle işbirliğinin her türlüsü, insanlığın en temel yaşam hakkını „insanca yaşamaktan yana“ kullanmanın çiğnenmesi üzerine kuruludur. Bu teklifi ret eden Mali’li bir göçmenin dediği tüm göçmenlerin kulaklarını çınlatmalıdır: „buradaki hakkımızı verseler, geri kalmış ülkeleri sömürmeyi bıraksalar işbirliğine gerek kalmadan göçmenlik sorunu biter! Ama onlar (Fransız devletini kastederek) hem ülkemizde yaşamamızı kaynaklarımıza el koyarak engelliyorlar, hem burada yaşama hakkımızı vermiyorlar, bu da yetmiyormuş gibi onurumuzu istiyorlar. Ben herşeyimi bırakıp geldim. Çok acı çektim ama bakın, kağıtsızım ve yaşıyorum! Onurumu mu istiyorsunuz? Be siktir olun gidin… Onuru vermektense ölmek daha iyidir…“
Besson kuklasının politikası ne kadar etkili olacağı süreçle görülecektir. Ancak bu politikanın saflar arası çizgileri daha da belirgin hale getireceği, Mali’li göçmenin söylediği sözlerle şimdiden açıktır. Onursuzluğu kabul edenlerin yeri, tıpkı bunu dayatanların yeri gibi karanlıktır. Aydınlık ışığı altında olanlara her zaman gibi, ama bu kez lafa fazla yer bırakmaksızın iş düşüyor: zifiri karanlıkta kaybolma riskini en aza indirmek için örgütlenin, örgütleyin, daha fazla örgütlenin, daha fazla örgütleyin…!