ANKARA | 27 – 04 – 2010 | 24-25 Nisan 2010 tarihinde Ankara’da gerçekleştirilen“Öncesi ve Sonrasıyla 1915: İnkâr ve Yüzleşme” başlıklı sempozyumun sonuç bildirisi yayımlandı. Partizan, Kaldıraç ve Demokratik Haklar Platformu temsilcilerinin yanısıra sempozyuma katılan birçok kurum 1915 olaylarını adını bir kez daha soykırım olarak koydular.
‚Bir Daha Asla‘ başlığıyla yayımlanan, Yücel Demirer tarafından hazırlanan ve toplantı kapanışında okunan sonuç bildirisinin tümü şöyle:
İki günlük yoğun, yorucu ancak verimli toplantılardan sonra kapanışa gelmiş bulunuyoruz. Başta Sait Çetinoğlu ve Mahmut Konuk ile birlikte emeği geçen tüm kişi, kurum ve çevrelere teşekkür edip; 2010 yılı 24 Nisan’ında soykırım mağdurları için Ankara’daki saygı duruşunda duyduğumuz buruk heyecanı vurgulayarak başlamak isterim.
Toplantıya hazırlık döneminde düzenleyici arkadaşlarımızın karşı karşıya kaldıkları duruma ilişkin birkaç cümle etmek, süreci doğru okumak açısından önemlidir. İmece usulü ve dayanışma ile düzenlenen toplantımız için, 2009 Kasım’ında rezervasyon yaptırılması ve Aralık ayında bedelinin ödenmesine rağmen İMO’nun, bir hafta kala “tamirat” gerekçesiyle salonunu bize vermeyeceğini bildirmesi, mekânda adı yaşayan Teoman Öztürk’ün kemiklerini sızlatmıştır. Benzeri bir sıkıntıyı şu anda toplandığımız salon için de yaşadık. Önce toplantıyı iptal ettiğimizi duyurmamız gerekti. Sonra tekrar başlattık ve toparlayabildiğimiz katılımcılar ile dün karşınızdaydık.
Bunları bir yakınma olmaktan çok devlet politikalarındaki sürekliliğe işaret etmek için bahsetmek zorunluluğu hissettim.
Toplantımız Fikret Başkaya’nın işaret ettiği gibi konuyu gerçek sahiplerine, biz sıradan insanlar katına getirdiği için önemliydi. Misyonu karartmak ve parlatmak olan resmî tarihçiye karşı, halkların onurlu ortak tarihine katkı sağlama yolunda mütevazi ve önemli bir adım oldu.
Baskın Oran’ın tebliğinde ifade ettiği gibi konunun karmaşık ve fakat birbiriyle ilintili boyutları mevcuttur. Baskın Hoca’nın “Anadolu’da her çarpılan Ermenileri çarpmıştır” sözleriyle belirttiği gibi neredeyse domino etkisiyle ilerleyen kırım ve baskının gelişimine yönelik anlama ve anlamlandırma sürecinin henüz daha başında olsak da, Ankara sempozyumu önemli akademik ve toplumsal boyutlu imkânlara işaret etmesiyle de önemliydi.
İki günlük toplantıda ifade edildiği üzere sürecin anlaşılmasında iç ve dış nedenlerin ayrı ayrı ve soğukkanlılıkla irdelenmesi gerekiyor. Adil Okay’ın “tek gidişli pasaport” utancıyla örneklendirdiği sürecin Mahir Sayın’ın sözleriyle salt dünün sorunu olarak görülmemesi ve kolektif psikolojimizi tahrip eden boyutlarıyla ilgilenilmesi gerekiyor. Bu gerekliliğin altında ise dün Ermenilerin karşı karşıya kaldığı durumu bugün Kürt kardeşlerimizden uzak tutulması gerekliliği yatmakta…
İkinci oturumda İsmail Beşikçi hocamız arşiv fetişizmine dikkat çekerek 1990’larda yapılan iki mahpus kıyımının 2080 yılında emir belgesinin bulunamayacağı çıkarsaması üzerinden çok önemli bir metodolojik yanılsamayı vurguladı.
Sait Çetinoğlu Osmanlı ve Türkiye cumhuriyeti arasındaki bitmez süreklilik ve kopuş tartışmalarında, genellikle yalnızca soyut düzlemde sürdürülen zihniyet sürekliliği tartışmasını, verdiği örneklerle kadrolarda süreklilik boyutuna taşımış oldu.
Avrupa Süryaniler Birliği’nden Tuma Çelik, Ermeniler dışında yanıbaşımızda yaşanmış ve yaşanan yakın mağduriyetlere değinirken, lisede ismini Tuna olarak verişini anlatışı yüreklerimizi burktu.
Resmî tarih yazımının arşiv kavramını işine geldiği gibi kullanması ve böylece iğdiş etmesi konusunda Beşikçi’nin notuna yanıt öğleden sonraki üçüncü oturumda genç araştırmacılar Mehmet Polatel ve Aslı Comlu’dan geldi. Mehmet Polatel emval-i metrukenin (terk edilmiş mallar) nasıl talan edildiği, kimlere dağıtıldığını, sermayenin Türkleştirilmesi sürecini tartıştı. Aslı Comlu, arşiv materyali üzerinden Adana, Tarsus ve Mersin örneğinde Ermeni mallarının kimlere nasıl verildiğini tartıştı.
İkinci gün “Ermeni Meselesi: Ne ve Nasıl Yapmalı?” başlıklı panelde Khatchig Mouradian tekçi bir Türk halkı gerçekliği ve tanımlaması yapmanın olanaklı olmadığını belirterek başladığı konuşmasında, son yıllarda 1915 soykırımının bir demokrasi meselesinden çok bir adalet meselesi olarak tartışılması gerektiğini vurguladı. Alışılanın aksine, özür dileme ve tazminat tavırlarının halkları bölen bir durum olmaktansa, sağlıklı bir ilişkilenmenin başlangıcı olacağını belirtti.
Ragıp Zarakolu Sao Paulo’da karşılaştığı Maraş ve Diyarbakırlılardan bahsederek başladığı konuşmasında Türkiye’de hep bir problem kaynağı olarak suçlanan diaspora Ermenilerinin aslında ne kadar Türkiye’yi yansıttığı ve negatif genellemeleri yanlışladığını belirtti. Türkiye’de Ermeni meselesi ile ilgilenen kurum ve komitelerin gizli tutulduklarından yakınan Zarakolu, bunların faaliyetlerinin gün ışığına çıkarılması gerektiğini belirtti.
Henry Theriault dünya düzlemindeki çok sayıda yüzleşme ve özür örneğine değinerek, soykırımı reddin geniş toplumsal kesimler üzerindeki negatif etkisine değindi. Uluslararası politik ağırlıkları olan Ermenistan ve Türkiye Cumhuriyetlerinin eş muhataplar olarak alınmasını sakıncalı bulan Theriault, soykırım kurbanlarına verilecek tazminatın gerçek bir politik açılım için tek şans olduğunu belirtti.
Eilian Williams’ın Avrupa’nın küçük ülkelerindeki kamuoyu tavrının oluşum sürecini tartışırken kültürel ve folklorik değerlere sinen ve buradan takip edilebilecek ön yargılara yaptığı vurgu ileriki araştırmalar için önemli bir anımsatmaydı.
Henry Theriault’nun tazminata ilişkin görüşüne karşı çıkan Sevan Nişanyan, vergi veren bir vatandaş olarak torun çocuklarına verilecek bir tazminatın çözüm olamayacağını ifade etti. Suçun şahsiliği ilkesine dikkat çeken Nişanyan, bu tip taleplerin süreci geliştirmeyeceğini, aksine bu ülkede birlikte yaşama imkânını daraltacağını belirtti. Nişanyan, bunun yerine Halaskargazi Caddesinin adının Hrant Dink caddesine dönüştürülmesi örneğinde olduğu gibi sembolik ve ahlaki çabalarda bulunulmasını önerdi. Asıl anlama faaliyetinin sürecin sosyo-ekonomik okunmasından geçtiğini belirtti.
Arat Dink’in “yüz yıl önce avdık, şimdi yem olduk” sözleriyle konuşmasına başlayan Temel Demirer, kırım gerçekliğinin devlet tarihinde bir yerleşik tercih olduğunu ve bununla ancak resmî ideolojiyle hesaplaşılarak mücadele edilebileceğini belirtti. Cumhuriyeti Malta sürgünlerinin kurduğunu, sermaye birikiminin temelinde soykırım talanı yattığını belirten Demirer, inkârın Türkiye Cumhuriyeti’nde devam eden İttihatçılık olarak niteledi ve çözümün radikal bir yüzleşme ve halkların birliğinden geleceğini belirtti.
1911’de ABD’ye göçen bir babanın oğlu olan Harry Parsekian Türkiye insanını suçlamadığını, karşılıklı anlayışın gerekli olduğunu ancak resmî bir özür dileme olmaksızın sürecin ilerleyemeyeceğine inandığını belirtti.
Ermenistan’da tutuklu bulunan Sarkis Hatspanian bildirisinde soykırımı bir imha ve inkâr temelinde değerlendirmenin doğru olduğunu, soykırımın Türkçü genişlemenin önünde engel görülen Ermenistan fikrinin yok edilmesi demek olduğunun gerekli olduğunu vurguladı.
Recep Maraşlı poster bildirisinde, Ermeni soykırımında Kürtlerin rolünü irdelerken, Kürtlerin bu süreçte planlayıcı ve karar alıcı olmamakla birlikte, basit bir işbirlikçi değil, soykırımcıların tarihsel arka planı olan bir stratejik ortağı olduğunu vurguladı.
Garbis Altınoğlu’nun bildirisinde ise, Türk-Ermeni sorununun son derece karışık ve derin köklere sahip olduğunu vurgulanırken, ulusal zulmün ve toplumsal adaletsizliğin belirtilerine karşı çıkmadan ve savaşmadan soykırımı gerçekleştirenlerle hesaplaşılamayacağı belirtildi.
Kapanış oturumunda Tayfun İşçi, Kızılbaş Dergisi’nden Ali Ülger, Kaldıraç Dergisi’nden Zeynel Sabaz, Sosyalist Demokrasi Partisi’nden Barışta Erdost, Partizan temsilcisi Kenan Özyürek, Demokratik Haklar Federasyonu’ndan Cemal Doğan, Sosyalist Parti’den Mustafa Kahya, Alınteri Dergisi’nden Nur Yılmaz, Yaşar Batman, Huriye Şahin ve Ankara Düşünceye Özgürlük Girişimi’nden Mahmut Konuk’un söz aldıkları sempozyumda, iki gün boyunca Ermenilerin uğradıkları kıyımı soykırım kavramı dışında değerlendirenler olduysa da, sempozyum organizatörleri ve konuşmacıların çoğunluğu süreci soykırım olarak niteleyip, soykırım nitelemesinin suç olmaktan çıkarılması, devletin bu gerçeklikle yüzleşmesi ve sorumluluklarını yerine getirmesi gerekliliği ile tekçi anlayışlara son veren ve tüm farklılıkların eşitlikçilik temelinde son bulmasını sağlayan demokratik bir anayasa gereğini öne çıkardılar.
Toplantının katılımcıları, “1915’de ne oldu?” sorusuyla sınırlanması mümkün olmayan Ermeni meselesinin tarihsel bir arka planı olduğunu, çözümünün de toplumsal tarihin gelişim dinamikleri ekseninde, AB, ABD ve benzeri müdahalelerle değil, bizatihi halklar tarafından, halkların kardeşliği ilkesi temelinde gerçekleşebileceğini, bu ülkede bir daha soykırımların yaşanmaması için dile getirdiler.