İSMAİL GÖKSU | 05 – 09 – 2011 | Teşhis için harcanan çaba en az tedavi kadar önemlidir. Bundan dolayı teşhis koymak için harcanan emek-zaman gereksiz görülmemelidir. Teşhis zamanından olası tasarrufunuz, tedavi sürecinde kaybolabileceği gibi, bazen telafi dahi edilemez olacaktir. Sorunu gördüğümüz/fark ettiğimiz andan itibaren nedenlerini düşünmeye başlamalı, peşinden de giderme çareleri aramalıyız.
Bu durum sadece sağlık sorunlarımız için değil, toplumsal-siyasal sorunlarımız açısından da doğrudur. Yoksulluğumuzun sebebini bilmezsek, ya kaderimize ya da kendimize küser, kahrederiz. Çözümü de genellikle toto-piyango veya çalıp-çırpmakta, avantada görürüz. Ya da en fazla, kapitalizmin sınıf atlayabilirsin safsatasının peşinden koşarız.
Hiçbir durumda ‘ne var ki işte, bir sorun var ve biz ona karşı koyuyoruz’ demek en uygun mücadele biçimi olarak kabul edilemez. Sorunu mümkün olan en ince detaylarına kadar inceleyip, tanımlayabilirsek, çözüme ulaşma olanaklarından söz edebiliriz.
‘Kürtler haksızlığa uğruyorlar’ dediğimizde, temelde önemli ve aksi düşünülemez olan bir gerçeği, ama kaba ve eksik olarak belirtmiş oluruz. İşte bu Kürtler, Almanya’da başka, Türkiye’de başka bir şekilde haksızlığa uğruyorlar. Bunu anlayıp, tanımlayıp farklarını ortaya koyup ancak ondan sonra haksızlığa karşı doğru bir mücadeleye girişebiliriz.
Sadece yeni olgular için değil, üzerinde kuşkular oluşan veya sonuçlarından tatmin olmadığımız tespitler ve durumlarda da aynı yaklaşım geçerli olmalıdır.
Türkiye kökenli ‘yabancılar-misafir işçilerin’, sosyolojik olarak bir değişim geçirmiş olma olasılığından bahsettiğimiz anda, araştırıp netleşme gereksiniminden basediyoruzdur. Bu topluluğun farklı durumları, hem sorunları ve çözüm şartları hem de örgütlenme ve mücadele olanakları bakımından farklılıklar içerir. Bu nedenle de bu sorunun netleştirilmesi için oldukça uzun bir araştırma ve tartışma anlamlıdır, kabul edilebilir.
Herşeyin doğal akışında gittiğini söyleyebilmek için, yaşanan süreç sonucunda varılan olası yeni sonuca göre şekillenmemiz gerekmektedir. Vardığımız sonuca YABANCI kalmamalıyız.
Düşünelim ki, saatlerce hava yağışlı mı yoksa yağışsız mı olacak diye araştırıp, tartışıp, ama sonuç ne olursa olsun, şemsiyesiz sokağa çıkıyoruz. Bundan göreceğimiz zararın birden fazla olacağı kesindir. İlk elde bir ihtimal ıslanacağızdır. Daha da önemlisi ise bir sonraki, tartışma ve değerlendirme ihtiyacında, gerekli ciddiyet ve emeği veremeyeceğimizdir.
Yavaş yavaş başlangıçta büyük olasılıkla farkında dahi olmadan, diyalektiği düşünme tarzından ve bilimsel araştırma yönteminde uzaklaşacağız.
Kazanımı olmaya çabayı harcamakta, harcatmakta zordur.
Değişim, üzerinde en çok konuşulan ve teoride herkesi kolaylıkla kabul edip savunduğu, fakat pratikte gerçekleşmesi güç, cesaret ve bilgi gerektiren ve neden yapılmadığına dair çokça bahane üretilmeye ve çarpıtılıp deforme edilmeye çalışılan bir şey.
Ama gerektiğinde gerçektiğinde gerçekleştiremiyorsak, o özgülde temsil ettiğimiz kurum gericilik olmaktan öteye gidemez. Bu durumda en ilerici, en gelişkin sınıfı temsil ettiğimizi iddia eden, gerçekliği kendinden menkul, süslü sözler değiştirmez.
Gemiye bindiğimizde amacımız yol kat etmektir. ‘İyi kötü su üzerindeyiz, zaten süreç olumsuz, yol alacağız diye batma riskini göze almayalım’ diyerek, halimizden pozitif bir sonuç çıkartmaya çalışmayalım. Elimizdeki en güçlü aracı kullanmayı bir an bile ihmal etmeyelim. Onunla yaklaştığımız her olay-olguda ise sonucunda saygı duyup gereğini yerine getirelim.
Bilim daha iyi yöntem ve çözüm yollarını gösterene kadar Diyalektik ve Tarihsel Materyalizm bizim en güçlü meşalemizdir, bir an ama gerçekten bir an bile elden bırakmayalım.