TÜRKİYE | 24 – 06 – 2011 | “Yağmaya ve talana karşı doğayı, yaşam alanlarını savunalım! Rant projelerine örgütlenerek, birleşerek karşı koyalım!” şiarıyla Avrupa Türkiyeli İşçiler Konfederasyonu ile birlikte düzenlediğimiz Çevre Sempozyumu, 19 Haziran Pazar günü Maltepe’de bulunan Türkan Saylan Kültür Merkezi’nde yapıldı. Çevre uzmanları, akademisyenler ve doğal yaşam savunucularının katıldığı sempozyumda, dünyada ve Türkiye’de tehdit altında bulunan doğal yaşam alanlarına karşı duyarlılığın geliştirilmesi için mücadelenin ve örgütlü duruşun büyütülmesi gerektiğine vurgu yapıldı.
HES’lere karşı mücadelede öne çıkan Metin Lokumcu ve HES inşaatlarında yaşamını yitiren işçiler şahsında saygı duruşuyla başlayan sempoyumda açılış konuşmasını dernek başkanı Sema Gül yaptı. Gül, konuşmasında sempozyumu düzenleme amacımızı, doğaya ve yaşam alanlarımıza yönelik olarak geliştirilen saldırıların nedenlarini kavramak ve bu saldırılara karşı örgütlenme bilincinin oluşturulması olarak açıkladı.
HES’lere karşı mücadelenin konu edildiği belgesel gösteriminin ardında ilk oturuma geçildi. ATİK’ten Ali Çiçek’in moderatörlüğünü yaptığı bu oturumda Nükleer Santraller, HES’ler, suyun ticarileştirilmesi, siyanürlü altın işletmeciliği konuları üzerinde duruldu. Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi’nden Yrd. Doç. Dr. Teoman Tekkökoğlu, Türkiye’de kullanılan suların hepsinde kimyasal maddelerin olduğunu dikkat çeken Tekkökoğlu, sulara konulan bu kimyasalların dünyadaki sulara ciddi anlamda büyük zararlar verdiğini söyledi. Özellikle gelişmiş ülkelerde sadece kendi ülkelerinin sularına zarar vermemek gibi yanlış bir zihniyetinin olduğunu belirten Tekkökoğlu, „Almanya’dan Karadeniz’e Tuna Nehri’nde her gün kimyasal maddeler akıyor. Ve diğer ülkeler gibi Almanya’da yıllarca kendi topraklarına değil, Karadeniz’e akıttı kimyasalları. Karadeniz’in en büyük kirliliğinin nedeni Almanya’dır. Dünyanın her hangi bir köşesinde yaşanan kirlilik dünyada bütün insanları etkiler bunu fark etmeliyiz“ dedi. Dünyada kirletmeyen bir enerjinin olmadığını belirten Tekkökoğlu, jeotermal enerjiyle minimum seviyede kirliliğin olduğuna söyledi. Tekkökoğlu, „Türkiye’de ciddi anlamda jeotermal enerjisi var. Ama ne yazık ki hiç kullanılmayan enerjide, bu enerjidir“ dedi. Son yüzyılda gelişmiş ülkelerde „Su tüm dünyanın ortak malıdır. Bulunduğu ülkeye değil, tüm ülkelere aittir“ politikalarını uyguladığını belirten Tekkökoğlu, „Gelişmiş ülkelerin bu politikayı devreye sokmalarının temel nedeni kendi sularının kirlenmiş olmasıdır. Bu politikalarla gelişmiş ülkeler, gelişmemiş ülkelerin sularına sahip olmaya ve kullanmaya çalışıyor“ dedi.
Güneydoğu’da HES ve barajların kurulmasını en çok Türk Silahlı Kuvvetleri (TSK)’nın istediğine dikkat çeken Tekkökoğlu, „TSK kendince bu isteğini PKK’yle mücadelesini kolaylaştırıldığını söylüyor. 90’lı yıllarda PKK’ye yardım ettikleri için Kürt vatandaşlar köylerinden çıkarılıyordu bugün ise ‚baraj kurulacak‘ diye köyleri boşaltıp, insanları yerlerinden ediyorlar“ dedi. TSK’nın bölgede kurulan barajları desteklediğinin en somut örneği olarak Ilısu Barajı’nı gösteren Tekkökoğlu, „Ilısu Barajı’nın bulunduğu yerin PKK’nin kullandığı stratejik bir bölge olduğunu TSK iddia ederek destek vermişti“ şeklinde konuştu.
Nükleer Enerji Uzmanı Gazeteci Özgür Gürbüz de, AKP hükümetinin nükleer enerji politikalarına değinerek, halka yalan söylendiğini belirtti. Hükümetin en büyük yalanlarından birinin „enerji olarak dışa bağımlıyız“ olduğunu belirten Gürbüz, „Biz Rusya’ya petrolde bağımlı olduk yıllarca. Dışa bağımlılıktan rahatsızlık duyduğunu belirten hükümet ne tuhaftır ki, geçtiğimiz yıllarda Rusya’yla yaptığı anlaşmayla Türkiye’yi 15 yıl boyunca sadece petrolde değil elektrikte de bağımlı hale getirdi“ dedi. Hükümetin halka söylediği diğer bir yalanın da Japonya’yla yaptığı nükleer enerji anlaşmasının gerekçesini „Japonya deprem bölgesidir ve bu yüzden depreme dayanıklı nükleerler yapar“ olarak gösterilmesi olduğunu söyledi. Sinop Denek Başkanı Adnan Çakar ve
Ergene insiyatifi sözcüsü uğur Cambaz, yapılan sunumlarda da buradaki gelişmeler ve mücadele deneyimleri aktarıldı. Serbest Kürsü Bölümünde Karadeniz İsyandadır Platformu adına konuşan Alp Temiz panelistlerin sorunu sadece enerji sorunuymuş gibi gösterdiklerine dikkat çekerek TEMA ve Greenpeace gibi oluşumların özünde holdinglerden beslendiklerine dikkat çekerek suyun ticarileştirilmeye çalışıldığını buna karşı halkın mücadelesinin belirleyici olduğunu dile getirdi. Son olarak konuşan ATİK temsilcisi Avrupa’daki nükleer santraller ve buna karşı mücadele deneyimlerine dikkat çekti.
“Sermayenin kuşattığı Munzur”
Munzur Çevre Derneği’nden Selvi Dönmez’in moderatörlüğünü yaptığı “Sermayenin kuşattığı Munzur” başlığındaki İkinci oturumda Dersim coğrafyasındaki saldırılara dikkat çekilerek yapılan ve daha da yapılması planlanan barajların doğayı yok ettiğine ve doğadaki biyolojik çeşitliliği yok ettiğine vurgu yapıldı. Oturumda ilk konuşmayı Tunceli Üniversitesi Öğretim üyesi Hevidar Alp yaptı. Alp, Dersim’deki endemik bitki türlerinin tanıtımını slâyt gösterimi ile kısaca anlattı. Ardından söz alan Ovacık Köy Dernekleri komitesinden Seyfi Çaresiz, Dersim’de tarihten bugüne süre gelen katliamların bugün de devam ettiğini ve bir kültürün yok edilmek istendiğini söyledi. Munzur’u insansızlaştırma politikalarıyla Dersim’de birçok köyün boşaltıldığını, buna bağlı olarak göçlerin yaşandığına dikkat çekerek, göçü tersine çevirerek köylere dönüşlerin sağlanması gerektiğini vurguladı. Dersim’de yürütülen politikalarla halkın üretemez hale geldiğini ifade eden Çaresiz, „Dersim’de yürütülen politikalar sadece köy boşaltmalarla sınırlı kalmadı, aynı zamanda halkın yozlaşması için de kapsamlı politikalar uygulandı“ dedi. Mercan Ovası’nda yaşayan Alabalıkların HES’ler yüzünden yok olduğuna dikkat çeken Çaresiz, yaşananları yerinde görmek için, bütün Dersimlileri düzenlenecek olan ikinci Mercan Ovası Festivali’ne davet etti.
Son konuşmayı ise MÇD adına Ali Barmağıç yaptı. Dersim Katliamının tarihini anlatan Barmağıç, yaratılmak istenenin “kendi celladına aşık olmak” sendromu olduğunun altını çizdi. Türkiye’de egemenlerin halkların direnişini yıkmak için köyleri yakarak, insanları da yerinden yurdundan ettiğini kaydetti. Barmağıç, „Bu topraklarda yıllarca kimliğinde Dersim, Amed, Mardin, Batman yazan vatandaşlar farklı muamelelere maruz kaldı. Ve bu kişiler potansiyel suçlu ilan edildi. Bu şekilde egemenler yıllarca psikolojik savaşla halkların direncini kırmaya çalıştı“ dedi.
‚İktidar kentsel dönüşüm mekanlarını bilinçli seçiyor‘
“Barınma Hakkı, Kentsel Dönüşüm ve Mücadele deneyimleri başlığındaki üçüncü oturumda ise ilk konuşmayı Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi Sosyoloji Bölümü Öğretim Üyesi Dr. Şükrü Aslan yaptı. MÇD adına Makine Yük.Mühendisi Hüseyin Kaya’nın moderatörlüğünü yaptığı oturumda Aslan, „Kentsel Dönüşüm“ projeleri için seçilen mekanlara dikkat çekerek, „İstanbul’a baktığımızda kentsel dönüşüm projeleri özellikle Kürt, Alevi ve sosyalistlerin ağırlıklı olduğu mahallelerde gerçekleştirildi. Tarlabaşı’nda kentsel dönüşüm projesi önce Mardinlileri ve Siirtlileri vurdu. Bu iktidar tarafından bilinçli tercih edildi“ dedi.
Av. Can Atalay da, önümüzdeki yıllarda suya ulaşmakta ciddi sorunların yaşanacağına işaret ederek, artık parasız suyun bulunmasının imkânsızlaşacağını söyledi. Egemenlerle mücadelenin hukuki olarak yürütülmesinin yetersiz olduğunu belirten Atalay, „Hükümet yasaları kentsel dönüşüm ve HES projelerinin yapılması için düzenlenmiş. Bu şekilde açılan davalar sonuçsuz kalıyor.” dedi. Yaşamsal ihtiyaçların bu kadar piyasalaşmasına karşı toplumsal mücadelenin etkisinin çok önemli olduğunu kaydeden Atalay, „Bugün baktığımızda projelerin vurulduğu yerlerde halkın tepkisi oluyor. Ama parçacık mücadeleleri bütünüyle buluşmazsa verilen mücadele sonuç vermez. O yüzden yapılanları sadece bir kesime değil herkes kendisine de bir gün vuracağının bilincinde yaklaşmalı ve gereken mücadeleyi yürütmelidir“ dedi.
Gülsuyu-Gülensu Yardımlaşma Derneği adına konuşan Ali Danacı ise mahallede kentsel dönüşüme karşı verilen mücadele deneyimlerini paylaştı.
Sempozyum, yaşam alanlarımızın yok edilmesine karşı birlikte örgütlü mücadelenin büyütülmesi çağrısıyla sona erdi. |
Munzur Çevre Derneği