Home , Köşe Yazıları , Devletler ve Toplumsal Devrimler (Skocpol)

Devletler ve Toplumsal Devrimler (Skocpol)

köse-yazisi-100x100EMRE EREN KORKMAZ | 15 – 11 – 2013 |Theda Skocpol’un “Devletler ve Toplumsal Devrimler Fransa, Rusya ve Çin’in Karşılaştırmalı Bir Çözümlemesi” adlı eseri toplumsal devrimlere yol açan siyasi krizleri, eski rejimin çöküş sürecini ve yeni devletin kuruluşunu ayrıntılı şekilde ele almakta ve benzer özelliklere sahip olan dünyanın farklı coğrafyalarından üç ülkenin devrim tarihini karşılaştırmaktadır.

Skocpol öncelikle siyasal devrimlere veya isyanlara değil yalnızca toplumsal devrimlere yoğunlaşmaktadır. Toplumsal devrimler siyasal iktidarın değişmesi ile sınırlı kalmamakta, toplumsal yapı da bir bütün yeniden kurulmakta, eski rejimdeki hakim sınıfların yerine yenileri gelmekte, egemen siyasi elit değişmekte, sınıfsal ilişkiler ve üretim ilişkileri yeniden kurulmaktadır. Bu açıdan toplumsal devrimler özgün şartlarda, ender şekilde ortaya çıkabilmektedir. Skocpol eserinde toplumsal devrimleri anlamak için bir model sunmakta ve bu model üzerinden devrimlerin oluşum sebeplerini analiz etmektedir. Bu açıdan hakim teoriye bir alternatif sunmaktadır.

Skocpol’un tarihsel açıdan karşılaştırmaya geçmeden önce yöntem, teori ve modeline dair ayrıntılı açıklamalar yapması kitabın herhangi bir tarihsel anlatımdan çıkarak toplumsal devrimleri kavramaya yönelik sosyolojik değeri yüksek bir eser haline gelmesini sağlamaktadır. Ayrıntılı ve yoğun bir literatür taramasının somut ve net sorulara cevap vermeye yardımcı olması akıcı, okunabilir ve ikna edici bir çalışmayı karşımıza çıkarmaktadır.

Skocpol yalnızca bu üç ülkeden yola çıkarak modelini savunmamaktadır. Toplumsal devrimlerin gerçekleşemediği benzeri şartlardaki diğer ülkelerde siyasi krizlerle nasıl başa edildiğine de değinerek olumsuz örnekler üzerinden de modelini test etmektedir. Bu açıdan Japonya, Almanya ve İngiltere’de farklı dönemlerde yaşanan benzeri krizlerin çözümünde egemen sınıfların, devletin ve toplumsal sınıfların yaklaşımındaki farklılıklar göz önüne alınarak modelindeki bazı şartların yerine gelmemesinin bu ülkelerde toplumsal devrimin gerçekleşmesine set çektiğini de göstermektedir. Bu açıdan da eser kapsamlı bir feodal dönemden ulusal düzeyde merkezileşmiş, bürokratik ve daha işleyen bir sisteme nasıl geçildiğini temel ülkeler üzerinden değerlendirmektedir. Bu açıdan model ihtiyacı karşılayabilmekte ve farklı ülkelerdeki benzeri süreçlere dair de bu modelden yararlanıp sonuçlar çıkarmayı mümkün kılabilmektedir.

Skocpol doğrudan Marksist bir yöntem kullanmamakla beraber Marksist yöntemden yararlanmakta ve sınıfsal bir yaklaşım sergileyerek devrim öncesi ve sonrası dönemde sınıfların yaklaşımlarını ve sınıfsal mücadeleleri analiz etmektedir. Marksist yöntemin sınıfsal mücadeleler ve öznel devrimci güçlerin rolüne yaptığı yoğunluklu vurgu yerine Skocpol toplumsal devrimlerin yapısal sebeplerini araştırmakta ve çeşitli koşulların bir araya gelmesinin o ülkedeki devrimci güçlere toplumsal devrimi ilerletme ve yeni devletin inşası sürecinde rol alma şansı tanıdığını belirtmektedir. Bu açıdan devrim sonrasında siyasi liderlerin ve ideolojilerin önemini vurgulayan Skocpol’un bu kesimlerin devrim öncesinde krizi derinleştiren ve siyasal süreci biçimlendiren etkisini yeterince göstermemesinin bir eksiklik olduğunu düşünüyorum.

Skocpol hem coğrafi hem tarihsel hem de yapısal açıdan farklı bu üç ülkeyi neden ve nasıl karşılaştırdığını açıklama ihtiyacı duymaktadır. Eski rejim döneminde merkezi, ulusal, belirli ölçüde bürokratik yapıların oluşmuş olması, egemen sınıfların yapısal özellikleri ve köylü ülkeleri olmaları nedeniyle bu üç ülkenin benzerlikleri dikkate değerdir ve Skocpol’a çıkış noktası olmaktadır.

Skocpol kurduğu modelde üç ana başlık dikkat çekmektedir.

İlki uluslararası durumdur. Uluslararası şartlardaki gelişmeler bir ülkenin iç siyasal iktidarının yapısını ve ülke içindeki siyasal ve toplumsal mücadeleleri tetikleyen, geliştiren faktörlerdir. Genellikle toplumsal devrimler tarihi incelenirken iç mücadelelere yoğunlaşılmakta ve uluslararası etken göz ardı edilmektedir. Ancak bu ülkelerin tarihinde benzeri yoğunlukta krizler geçmişte de yaşandığı halde bu sefer toplumsal devrime dönüşmesinde uluslararası faktörün de katkı sunması hesaba katılmalıdır. Her üç örnekte de askeri yenilgilerin yaşanması ve uluslararası alanda rakip olan üstün güçlerin askeri ve ekonomik açıdan tehdit oluşturması rejimin çözülmesini tetiklemiştir.

İkinci faktör egemen sınıfların kendi içindeki çeşitli çıkar gruplarının ilişkileridir. Bu açıdan Lenin’in devrim için saydığı şartlar arasında olan egemen sınıfların yönetemiyor durumda olmasını somutlamaktadır. Egemen sınıfların devlet yönetimine ve monarşiye olan güvenlerinin yok olması, desteklerini çekmeleri ve farklı bir yol aramaları rejimin çözümlenmesini hızlandırmaktadır. Egemen sınıfların bu arayışları rejimi yıkmak amacıyla gerçekleşmemekte, somut bir çözüm arayışı içinde dış etkenler ve ülke içindeki toplumsal mücadeleler ve alt sınıflardan gelen baskı egemen sınıfların Almanya, İngiltere ve Japonya örneğinde olduğu gibi kendi içinde yeni bir model oluşturmalarına engel olmaktadır.

Üçüncü etken ise toplumsal mücadelelerdir. Örnek ülkeler nezdinde de köylülerin mücadeleleridir. Bu mücadeleler somut, ekonomik taleplerle, feodal ve yarı-feodal ödemelere ve vergilere tepki olarak, kötüleşen ekonomik durumunun etkisiyle isyan dalgaları halinde yaşanmaktadır. Egemen sınıfların bölünmüşlüğü ve başta ordu olmak üzere devletin zor aygıtlarının savaşlardan yenilgiyle çıkması nedeniyle eski gücünü yitirmesi bu mücadelelerin bastırılmasını da mümkün kılmamış ve süreç ilerlemiştir.

Modeli anlarken önemli bir kavram devletin özerkliği konusudur. Bu açıdan klasik Marksist anlayışa eleştirel bir yaklaşım sergilenmektedir. Devletin egemen sınıfların çıkarlarını savunan basit bir mekanizma olmadığını ve belirli bir özerkliği olduğunu savunan Skocpol, devletin egemen sınıfların yararına olan rejimi koruyarak ve işleterek egemen sınıfların vazgeçilmez bir örgütü olduğunu ancak çok çeşitli faktörlerin bürokrasiye ve hükümete tanıdığı özerkliğin yeri geldiğinde egemen sınıfların aleyhine kararlar almasını veya egemen sınıfların çıkar ve gelişimlerini biçimlendirdiğini vurgulamaktadır. Bunun temel sebepleri ülkenin uluslararası alandaki jeo-politik konumu ve algıladığı dış tehditler ve imkanlar, toplumsal mücadeleler ve topluma belirli düzeyde bir hizmet sunma yükümlülüğü, vergi toplama ve orduyu besleme, güçlendirme görevleri olarak sayılabilir. Devletin özerkliği kavramı egemen sınıfların eskisi gibi yönetmemesi, devlete olan desteğini çekmesi ve alternatif arayışına girmesini açıklayabilmektedir.

Kitapta dikkat çeken bir diğer tespit de krize karşı toplumsal mücadele başladığında hiçbir kesimin devrim yapmak için meydana çıkmamasıdır. Somut sorunlara somut cevaplar aranmaktadır. Köylüler evlerinden “devrim yapalım”, egemen sınıflar da kendilerini de boğan bir rejim değişikliğine sebep olalım dememektedirler. Ancak toplumsal mücadeleler ve tepkilerin açığa çıkardığı çelişki ve imkanlar rejimin çözülmesini ve devrimci güçlerin inisiyatif alarak iktidarı ele geçirebilmesini mümkün kılmaktadır. Köylüler somut ekonomik taleplerle, egemen sınıflar da yeni yönetim modelleriyle harekete geçmektedir, devletim zor mekanizmasının askeri ve ekonomik zayıflık nedeniyle devreye girmemesiyle devletin kendisini savunması mümkün olamamaktadır. Alt sınıfların toplumsal öfkesi kendisini bastıracak zor mekanizması yok olunca daha da ilerlemekte, ezilen sınıflara güven gelmekte ve talepleri daha rahat kabul edilebilir olmaktadır. Bu açıdan sadece siyasal değişim değil toplumsal değişim mümkün olabilmektedir. İngiltere, Almanya örneklerinde veya Rusya’da 1905 devriminde devletin zor mekanizmasının kuvvetli olmaları ezilen kesimlerin mücadelelerini kontrol altına alabilmiş ve egemen sınıflar siyasi devrimleri veya reformları gerçekleştirebilmiştir.

Bir diğer dikkat çekici tez de yeni rejimin kurulmasında da önceden planlı, ideolojik motivasyonlu bir stratejiyle düz bir çizgi üzerinde ilerlemenin gerçekleşmemiş olmasıdır. Her üç devrimde de devrimin kaosunda karşılaşılan somut sorunlara somut cevaplar verilmekte ve çelişkilerin doğru cevaplanması yeni iktidarın kurumsallaşmasını mümkün kılmaktadır. Fransız devriminde yönetimdekilerin köylü mücadelesi sonucunda feodaliteyi tasfiye etmesi, Rusya’da Bolşeviklerin köylülere ve askerlere baskıya karşı güçlenip ardından benzeri bir yöntem izlemek zorunda kalması, Çin’de komünistlerin proletarya partisi yerine köylülüğe gidip silahlı mücadeleye başlaması önceden öngörülemeyen, süreç içinde gelişen anlık, somut çözümlerin kurumsallaşması sayesindedir.

Skocpol’un Fransız Devriminin burjuva devrimi olup olmadığı veya komünistlerin işçi sınıfından eski hakim sınıfların saflarından mı gelip gelmediği üzerine tartışması ve liderlerin kişilik özellikleri üzerinden devrimi yorumlamasının yetersiz olduğu kanaatindeyim. Fransız devrimi kapitalist sanayi kurma hedefiyle gerçekleşmemiştir ancak o dönemin ticari burjuvazisinin feodaliteyi tasfiye ederek ulusal pazarı bütünleştirmesi kapitalizmin gelişmesini mümkün kılmış, ticaret burjuvazini geliştirmiş ve sanayileşmenin önünü açmıştır. Komünistlerin de kişisel kökenlerinden ayrı olarak izledikleri siyasal çizgi ve toplumsal, merkezi sanayileşme yönelimleri kişisel geçmişlerinden bağımsız bir politik duruşun sonucudur.

Tarihsel anlatımla toplumsal devrimlere dair sosyolojik tespitler, ortaya konulan teori ve model öğretici bir çalışmadır. Skocpol’un modeli günümüzde de birçok devrimci mücadeleye uygulanabilirdir ve analiz edilmesini mümkün kılmaktadır.