Mahmut Üstün- Demirel’in arkasından yas tutan, ona güzellemeler yapan herkes bütün kavgalarına rağmen aslında bir ve aynıdır… Demirel ve onlar bir yanda… 1 Mayıs, Fatsa, Maraş, Çorum, Tariş, Sivas, Gezi Direnişi diğer yandadır
Süleyman Demirel, restorasyon TC’sinin, yani “devrimci” iddialarını söylem düzeyinde bile terk eden, “düzenleşen ve devletleşen Kemalizm’”in, (ki buna Atatürkçülük diyorlardı) en tipik temsilcisidir.
Yoksul bir Anadolu çocuğundan “Morrison Süleyman” yaratan ve sonra da bu “Morrison Süleyman”ı, “Çoban Sülü” diye halka siyaseten pazarlayan Amerikancı kapitalist Cumhuriyet’in en önemli simgelerindendir.
Süleyman Demirel bir uzlaşma adamıydı… Ama bakın nasıl bir uzlaşma… O ordu ile sermayenin, din ile devletin, yerli sermaye ile uluslararası sermayenin, TC ile ABD’nin, ikincilerin hegemonyası temelinde bir uzlaşısını simgeliyordu. Tüm bu uzlaşıların en üst belirleyeni ve yönlendiricisi ise komünizme karşı geliştirilen “soğuk savaş ideolojisi”ydi.
Demirel’i yaratan koşullar…
II. Dünya Savaşı’nın zor koşulları CHP’yi iyice yıpratmıştı. ABD, CHP yerine Demokrat Parti’ye (DP) destek sunmaya çok eğilimliydi. Bu koşullarda DP iktidara geldi ve iki dönem süren iktidarı boyunca, Türkiye’de iç iktidar kavgasının boyutlandığına ve keskinleştiğine tanık olundu. Türk burjuvazisinin liberalizm-muhafazakârlık bayrağı altında yükselttikleri muhalefet, 27 Mayıs’ta Türk asker-sivil bürokrasisinin, sanayici, işçi-memur-aydın eksenli kent ittifakını arkalayarak gerçekleştirdiği askeri darbe ile kesildi. 27 Mayıs darbesi ithal ikameci modele yöneliş sürecinin yarattığı olanaktan yararlanarak ve bu modele en hızlı ve en tam adaptasyon misyonuna talip olarak, ABD’nin de desteğini sağlamayı başardı.
DP’den sonra kurulan Adalet Partisi (AP) sınıfsal ittifak anlamında DP ile aynı güçlere dayanmasına karşın, başkanları Demirel’in şahsında bu iktidar savaşımını taraflar arasında hoşnutsuzluk yaratmayacak bir dengede tutma politikası izledi ve bunda da oldukça başarılı oldu. Türkiye’de devlet/sermaye ve ordu/sermaye ilişkilerinin yeniden düzenlenmesini ve özellikle ordu/sermaye çatışmasının rafa kaldırılmasını sağlayan etmenlerin başında uluslararası ekonomik ve siyasal yönelişlerin etkili olduğu söylenebilir. Bu yeni yönelimi dayatan soğuk savaş koşullarının ve ithal ikameci sanayileşmeye geçişin üst üste düşen gerekleriydi.
SSCB’nin yanı başında bulunan Türkiye’de ordunun bu özel konumunu sürdürmesi, sosyalizm tehdidine karşı önemli bir güvenceydi. Olası çatışmaları en aza indirmek için ordunun dışlanması değil, fakat OYAK aracılığıyla sermaye sınıfına dahil edilmesi yolu tercih edildi. Aynı zamanda ithal ikameci politikaya geçiş sermaye/devlet, kent/kır vb. konularında DP’den farklılaşan bir sağ politika çizgisini gerektirmekteydi. İşte Demirel bu ihtiyaç doğrultusunda reorganize edilen sağ politikanın temsilcisiydi.
Süleyman Demirel’in temel misyonu ordu ve sermaye arasında anti-komünizm eksenli bir uzlaşmanın gerçekleştirilmesi ve ekonomi dümeninin kent merkezli, montaj sanayi ağırlıklı iktisadi politikaya doğru yönlendirilmesiydi. Ve bu misyonu uzun yıllar başarıyla yerine getirdi. Gerek antikomünist mücadelenin komuta odasındaki adam olarak, kontrgerilla ile iç içe bir çalışma yürüttü. 60 ve özellikle 70’li yıllarda anti komünist mücadele doğrultusunda, 90’lı yıllar başında da bölücülüğe karşı bir sürü “faili meçhul”, “yargısız infaz”, provokasyon ve katliam gerçekleştirildi. İrticaya karşı gerçekleştirilen ve post-modern darbe olarak anılan 28 Şubat sürecinde aktif bir rolü olduğu iddia edildi.
Gözden düşüş…
1980’li yıllarda neoliberal politikalara dönüş konusunda başarılı bir manevra çizmesine rağmen Demirel, özellikle küreselleşmenin gereksinim duyduğu yeni devlet organizasyonunun eski asker/sivil bürokrasi ile araya katı ve kesin sınırlar çizme gereksinimine ayak uyduramadı. Bunun sonucu olarak da Cumhurbaşkanı olduğu 1990’lı yıllardan sonra aslında peyderpey irtifa kaybetmeye başladı. Demirel ismiyle özdeşleşen bir zamanların görkemli AKP/ DYP’si yerle yeksan hale geldi.
Sonuç olarak Demirel…
Ordu sermaye ilişkilerinin orduya özerk bir alan sağlanarak ve/fakat sermayenin başatlığı da garanti altına alınarak yeniden düzenlenmesinin siyasi temsilcisiydi.
Devlete itaat etmek ve gerektiğinde devletin antikomünist mücadelesinde tetikçi olmak kaydıyla, tarikat ve cemaatlere, “her türlü haltı yeme” serbestisi sağlanarak, din-devlet ilişkisinin yeniden düzenlenmesinin siyasal temsilcisiydi.
Dizginsiz ve ticaret ağırlıklı piyasa ekonomisinden devlet yönlendirmesinde bir ithal ikameci sanayileşmeye geçiş tarafından belirlenen dönemin genel koşullarına bağlı olarak daha kent ve sanayi merkezli bir sağ siyasetçi portresiydi.
Demirel, bu açılardan Menderes-Özal-Erdoğan çizgisinden farklılaşıyordu. Ama altını çizmek gerekirse, bu farklılık, kendi tercihlerinden ziyade dönemin ihtiyaçlarınca belirlenen, adeta zorunlu kalınan bir farklılıktı.
Erdoğan’ın yas ilanı; CHP ve Perinçek’in Demirel övgüsü…
Demirel’in arkasından yas ilan ettiler… Övgüler düzdüler… Hüzünlendiler…
Bu yalnızca siyasal diplomasi gereği sergilenen tutumlar değildi.
Onları birleştiren “güçlü devlet”, “güçlü sermaye” sevgileri ve “güçlü antikomünist-halk karşıtı” çizgileriydi. Onları birleştiren sistem kardeşliğiydi. Ve bu “kardeşlik” hepsini emek karşıtı politikalar, yargısız infazlar, faili meçhuller, cezaevi katliamları vb. vb. konularında birbirine eşitlemektedir. Bu yüzden Demirel’i güzellemekte, itibar sağlamaya çalışmaktadırlar. Çünkü Demirel itibarsızlaştırılırsa, kendi itibarsızlıkları da su yüzüne çıkabilecektir.
Velhasıl, Demirel’in arkasından yas tutan, ona güzellemeler yapan herkes bütün kavgalarına rağmen aslında bir ve aynıdır…
Demirel ve onlar bir yanda… 1 Mayıs, Fatsa, Maraş, Çorum, Tariş, Sivas , Gezi Direnişi diğer yandadır.
Biz kendisini hiç iyi bilmezdik.
ABD’nin, sermayenin ve kontrgerillanın bir temsilcisi olarak bilirdik.
Onun ardından yas ilan edenleri, övgü düzenleri de; Demirel gibi biliyoruz.