Home , Manset , Corona Salgını, Revizyonizm ve Görevlerimiz Üzerine

Corona Salgını, Revizyonizm ve Görevlerimiz Üzerine

Haber Merkezi | 17.03.2020 | „Kâr etme hırsının baskın güdü olduğu ekonomik sistem, ekonomik üretim ve tüketim faaliyetlerine katılan insanları, üretim ve tüketimin gerçekleştiği mekanı ve bir bütün olarak dünyayı kendisi için maksimum kârlılık prensibine göre dizayn eder“

Bir anda bayılıp yere yığılan insanların görüntüsü, yüz binlerce insanın yaşamakta olduğu şehir sokaklarının bir anda bomboş kaldığını gösteren görüntülerle birleşince tehlikeli bir salgının başladığı görülüyordu.

Ancak, daha önceki SARS, MERS gibi salgınların coğrafi olarak geniş bir alana yayılmamış olmalarından dolayı Corona için de benzer sonucun olacağı gibi bir beklenti söz konusu idi. Oysaki, daha en başından beri bilim insanları, bu virüsün insan bedenindeki kimi hastalıklarla birleşerek mutasyon geçirmekte olduğunu ve öldürücü yanının ağırlık kazandığını belirtiyorlardı. Yine bilim insanlarına göre Corona, benzerlerinden çok daha tehlikeliydi; zira yayılma hızı, yaratacağı ölüm oranı kestirilemiyordu.

90’lı yıllarda politik-eleştirel bir terim olarak “ansiklopedicilik”, “hazırlopçuluk”, “kırtasiyecilik” ifadeleri çokça kullanılırdı. Bütün bu kavramlarla ifade edilmek istenen, bireyin derinlemesine bilgi sahibi olmadan, derin bir araştırma-öğrenme sürecine girmeden kolaylıkla edindiği bilgileri gerçek gibi algılaması ya da bunları ısrarla savunmasıydı.

Bugün internet ve sosyal medya kullanımının ardından bu kavramlara ek olarak “deep-fake” denilen aslında gerçeği yansıtmayan haber ve yorumların gerçek gibi dolaşıma-paylaşıma girmesi ve taraftar bulması olarak açıklanabilecek bir kavram da hayat buluyor. Ne yazık ki, Corona salgını ile ilgili olarak da aynı şey oldu ve oldukça fazla gerçeği yansıtmayan bilgi, gerçek gibi yorumlandı, kabul gördü, paylaşıldı ve daha fazla kişiyi etkiledi.

Bu yazının amacı hastalığın tıbbi olarak incelenmesi değil -bu enfeksiyon hastalıkları uzmanlarının görevi- politik sonuçları ve olası sonuçlarının üzerinde durmaktır.

Biyolojik savaş mı salgının sonuçları üzerinden yürütülen emperyalistler arası ekonomik savaş mı?

Öncelikle çokça dillendirilen “Corona virüsün biyolojik bir savaş aracı olduğu” görüşünü ele alalım. Hemen hemen hepimizin bildiği üzere her sene mevsimsel grip olarak adlandırılan hastalığın hasta üzerindeki etkisi ve seyri giderek ağırlaşıyor.

Bunun temel nedeni, bütün hastalıkları daha büyük kâr elde etmek için kullanan kapitalizmin kendisidir. Basit enfeksiyonların tedavisinde dahi anti-biyotik ve diğer ilaç tedavilerine başvurulması, bu hastalıkların değişim geçirerek (mutasyona uğrayarak) daha etkili bir şekilde yeniden ortaya çıkmasına neden oluyor.

Bu ise kullanılan ilaçların hastalık mutasyon geçirdikten sonra etkisinin kaybolması anlamına geliyor. Aslında çoktandır bilim insanları, anti-biyotik kullanımının giderek insanlığı basit bir nezle-grip salgını karşısında dahi savunmasız bırakacak ve toplu ölümlere neden olacak olduğu konusundaki endişelerini-uyarılarını dile getirmekteydiler. Yani Corona bir laboratuvar hastalığı mıdır bilemeyiz, ancak kapitalizm kâr hırsı nedeniyle insan bağışıklığını kat be kat aşan hastalıkların ortaya çıkmasını uzunca süredir zaten hazırlıyor.

Hastalığın “Çin ekonomisini çökertmek için ABD tarafından hazırlanmış biyolojik savaş aracı olduğu” yönünde pek çok yorum da bu dönemde dile getirildi. Fakat yaşanan kriz gösteriyor ki; kısa vadede Çin, salgını kontrol altına aldığı gibi Avrupa ve Amerika’da hızla yayılan salgın nedeniyle buralarda da büyük ekonomik sarsıntı yaratması artık kesin.

Üstelik yakın zamanda ABD’nin virüsü tespit etmek için gerekli testleri dahi başarı ile üretememiş olduğunun ve bunun sonucunda salgının ABD’de de oldukça yayılmış olduğunun ortaya çıkması, bu tezi boşa çıkarıyor. Bu nedenle biyolojik savaş aracı olduğu ihtimali çok mantıklı görünmese de zaten kapitalist sistemin kâr hırsı nedeniyle hastalıklar üzerinde yarattığı dönüştürücü etkinin böylesi bir salgın için yeterli olduğunu söyleyebiliriz.

Tabi bundan sonra da daha korkunç etkileri olacak hastalıkların önümüzdeki yıllarda ortaya çıkacak olma ihtimali, ne yazık ki çok yüksek. Dolayısıyla, hastalığın değil ama yayıldığı ülkelere karşı diğer emperyalistlerin aldığı yaptırım kararlarının ekonomik bir savaş olduğu herkesin malumu.

Salgın kitlelerde komünizm talepleri ortaya çıkarabilir” yorumu ne demekte?

Slavoj Zizek tarafından dile getirilen ve hemen küçük burjuva liberal-sol kesimde taraftar bulan görüşe göre “Corona Salgını, aynı gemide olan tüm insanlığın kurtuluş için komünizmi talep etmesini beraberinde getirecektir.”

Revizyonizmin en çıplak halini içeren bu görüş, öncelikle Corona salgını sonrasında en demokratik burjuva cumhuriyetlerde bile biyo-kontrol adı altında birey ve toplumun militarist-faşist uygulamalarla yaşamaya mecbur edildiklerini göremediği için daha en baştan yanlış zemin üzerine inşa ediliyor.

Salgının yayıldığı hemen tüm ülkelerde görülen sıkıyönetim koşulları, revizyonist tezlerin aksine kapitalistlerin, kapitalist sistemin geleceğini çok daha totaliter uygulamalarla garanti altına almaya çalıştıklarını gösteriyor. Bu nedenle buradan komünist bir dünya talebi çıkacağını varsaymak birkaç açıdan sorunludur.

Öncelikle komünistler açısından, kendilerinin liderlik edip yönetmedikleri ve kitlelerin devrimci fikirler etrafında örgütlenmedikleri koşullarda “komünizm taleplerinin yükseleceğini” söylemek kendiliğindenciliktir. “Örgütlenin fakat yalnızca ortak çıkar birliğine dayanan cemiyetlerde, grev fonu ve işçi çevrelerinde değil siyasi bir parti içinde de örgütlenin; kapitalist toplumun bütününe ve otokratik yönetime karşı verilecek kararlı mücadele için örgütlenin. Böyle bir örgütlenme olmaksızın proletarya hiçbir zaman sınıf mücadelesine yükselmeyecektir; böyle bir örgüt olmadığı sürece işçi sınıfı hareketi kısır kalmaya mahkumdur.” (Lenin, Toplu Eserler, Cilt 4)

Kendiliğinden gelişen bir toplumsal hareket potansiyel olarak ileri talepler barındıracak dahi olsa bunları devrimci siyasi bir krizi örgütlemek için devrimci bir programın parçası haline getirecek devrimci bir örgütün önderliği olmaksızın potansiyel ileri taleplerle birlikte bu hareket sönmeye mahkumdur. Kaldı ki; bugün yaşanan durumda kitlelerin ortak mücadele eğiliminden dahi bahsetmiyoruz; yaşanan şey bireysel panik halinin yaratmış olduğu kaotik tablodur.

İkinci olarak; kapitalist haydutlar salgın sürecinin sonunda elde edecekleri kazanıma odaklanarak süreci en başından beri kendileri lehine örgütlemeye çalıştılar.

Birey ve toplumun özel alan tanımı ortadan kaldırılmış durumda. İstedikleri an, istedikleri insanı kontrol edebilir, tutup götürebilir oldukları koşullarda; (İngiltere’de bir taraftan virüse bağışıklık sağlanması gerekçesi ile tedbir alınmasının reddi ama diğer taraftan polise hasta gördüğü insanları gözaltına alma yetkisi verilmesi kapitalizmin bu süreci nasıl yönettiği ve nereye götürmek istediğine bir örnek olabilir.) demokrasiden dahi bahsetmek mümkün değilken bu sürecin komünist talepler doğurabileceğini söylemek aslında burjuvazinin revizyonistler ağzından mücadeleden vazgeçme çağrısı yapmasından  başka bir şey değildir.

Yine bu süreçte Avrupalı emperyalist devletlerin Yunanistan sınırına yığılan mültecilere karşı olduğu açık olan “sınırları kapatma” uygulaması da göstermektedir ki emperyalizm bu sürecin kazanımlarına odaklanmıştır.

Ekonomik olarak salgın nedeniyle emek-üretim faaliyetlerinin aksaması ya da turizm gibi bazı sektörlerde yaşanan keskin düşüş nedeniyle “kapitalizmin çökmekte olduğu” tezi de bir başka revizyonist tezdir.

İster ekonomik isterse siyasi bir kriz olsun bu kriz, komünistlerin önderlik ettiği devrimci bir müdahale ile derinleştirilip devrimci siyasi bir krize (kapitalist devlet iktidarının ortadan kaldırılıp sosyalist bir iktidarın örgütlenmesini birinci madde olarak belirlemiş bir siyasi krizden bahsediyoruz) çevrilmediği taktirde kapitalizm buradan güçlenerek çıkacaktır; “öldürmeyen kriz güçlendirir” esprisinin ifade ettiği anlam tam olarak budur.

Örneğin turizm sektöründe iflaslar yaşanması kapitalizmin sonunu değil, kapitalist bazı işletmelerin sonunu getirir ancak. Bu süreçte büyük kârlar elde eden başka şirket ya da şirketlerin turizm sektöründe batmakta olan şirketi satın alması sonucu ortaya çıkacaktır ki; bu da kriz dönemleri sonrası görülen bir diğer klasik tabloyu; tekelleşme olgusunu beraberinde getirir. Kapitalizmin krizler nedeniyle kendiliğinden çökeceğini söylemekle kendiliğinden komünizm taleplerinin ortaya çıkacağını söylemek aynı şeyin farklı ifadeleridir; her ikisi de revizyonist tezlerdir.

Politik bilinç ve devrimci önderlikten yoksun, bireysel panik halinin yaratacağı kaos, devrimci bir durum ortaya çıkarmaz; aksine mevcut demokratik hakların da gasp edileceği otokratik bir yönetimle sonuçlanır. Ne yazık ki, salgının yayılmasıyla gelişen durum da budur.

Evden çalışma, özgürlük müdür?

Fütürist” olarak tanımlanan kimileri de kapitalist şirketlerin evden çalışma modeline yönelmesini, “kutu gibi plazalarda” çalışan emekçilerin özgürleşecek olması olarak yorumlayıp alkışladılar.

Onlara göre bu süreç, “artık geri dönülemez biçimde çalışanların daha özgür olacakları bir dönemi müjdeliyor”du. Oysa bir mekân olarak “iş yeri” sadece çalışmanın yapıldığı alan olma anlamının ötesinde belirli zaman süresinde emek-üretim faaliyetinin gerçekleştiği mekan olma anlamı da taşır.

Mekanın belirsizleştirilmesi, iş sürelerinin de belirsizleşmesi anlamına gelir ve bu durumda kapitalist, emekçinin dinlenme, sosyalleşme, kendi ihtiyaçlarını karşılama zamanını da iş zamanına dahil eder. Bugüne kadar teknoloji yoğun sektörlerde, iş yeri dışında çalışanların yaşadıkları, birebir bu duruma denk düşmektedir.

Aslında çalışana kapitalist tarafından sunulan teknolojik desteğin amacı da tam olarak budur; belirsiz hale getirilmiş iş zamanı-iş mekanı ile günün her saatinin ya da emekçinin yaşam alanının iş mekanı haline dönüştürülmesi. Krizle birlikte en temel sağlık ve gıda maddelerini dahi normal ederinin 20 katı fiyata satarak krizi kendisi için fırsata çeviren kapitalistin, emekçi yararına bir düzenlemeye gideceğini söylemek vahşi kapitalizme dair en temel düzeyde dahi bilgi sahibi olmadığının göstergesidir.

Sonuç olarak 

Kâr etme hırsının baskın güdü olduğu ekonomik sistem, ekonomik üretim ve tüketim faaliyetlerine katılan insanları, üretim ve tüketimin gerçekleştiği mekanı ve bir bütün olarak dünyayı kendisi için maksimum kârlılık prensibine göre dizayn eder. Maksimum fayda ise ne insan yaşamını önemser ve korur ne de dünyayı önemser ve korur.

Kapitalist, daha fazla kâr peşinde koşarken aslında dünyanın ve dolayısıyla kendisinin de sonunu getirecek çılgınlık düzeyindeki faaliyetlerden kendisini alıkoyamaz. Devrimci bir müdahale ile ortadan kaldırılmayan kapitalizm ve kapitalistler, kâr hırslarıyla dünyanın felaketini hazırlamaya devam edecektir.

Bütün dünya komünistlerinin önünde işçi sınıfının uluslararası devrimci örgütünü ayağa kaldırmak görevi bütün aciliyeti ile durmaktadır. Komünistler, işçi sınıfı ve emekçi kitlelerin devrimci hareketini örgütleyemezlerse örgütlenen her zaman karşı-devrim ve kapitalizm olacaktır.

Özgür Gelecek