Home , Köşe Yazıları , Bir Ekin öldü diyeler…

Bir Ekin öldü diyeler…

Metin Ayçicekmetin Aycicek |26-12-2012 |“İsmet abinin kızı öldü” desem anlar mısınız bir şey?
„Başın sağ olsun” dersiniz büyük olasılıkla. „Yakının mıydı?” falan gibi sorularla ilişkimi anlamaya çalışırsınız; „kendisini tanımıyorum” dediğimde ise, duygusallığa, yorgunluğa yorumlarsınız tanımadığı birisi için taziye mektubu yazan adamı.
Ama ben Uğur’u da tanımıyordum, Ceylan’ı da. Ama kardeş oldular onlar benimle, ben olamadım.
İsmet abi en eski yoldaşlarımdan biri. Benim kendimi örneklemeye çalıştığım nadir tiplerden biri. Ekin, „İsmet abinin kızı”.
Bir olduğunu duydum Ekin’in, bir de öldüğünü. Ve 18 yıldır kansere karşı mücadele eden adamın 19 yaşındaki kızının bir trafik kazası sonucu ölümünü sürgünlerde öğrendim.
Sıradaki haberin kaygılı bekleyişine düşmek aniden. „Sıradaki, lütfen!”
Uğur’u da tanımıyordum, Ceylan’ı da.
İsmet abinin kızını tanımıyorum. Sanırım korktuğum da bu zaten. Merhabalaşmadık kendi tarihimizle, selamlaşmadık henüz, yüzleşmedik. Bunun içindir sanırım, insana dair olanın ve geçmişe dair ölenin beni böylesine yıkıma uğratması.
Sonrası? Ne bilem! E’le bi’şey işte! Sürgünlük halleri bele!
Yalan! Sürgünlük de Ortadoğu acısından devrime kattığımız bir her şeye nane bir bahanedir.
Gerçek aymazlıkta, umursamazlıkta mıdır?
***
İsmet abi ve Ekin. Bir yıllık ara ile gittiler baba kız.
Ne bilem, sürgün şimdi daha ağır çöktü sanki yürregime. E’le işte. Gatır depmişden beter oldu hallerim. Çiççeği burnunda genç sürgünün halına döndü halım, yaban ellerde.
İsmet abi ülkesinde sürgündü. Ben nerdeydim bilmirem. Avucumda iki tutam sımışka, beklerem günler bite, sürgün bite, hasret bite. Bitmeyer.
„İsmet abinin kızı” için yazı yazmak istemiyorum. Tiyatro yetenekli, hemen dibimizde, dört kanaldan tarihimize bulaşmış bunca yakın olanı tanımıyorsak eğer, „İsmet abinin kızını” tanıyıp tanımamak önemli de değil artık. Hani devrimciliği yiğit, öz verisi yiğit, ödediği bedel fazlaca olan iki sevgiliden olma bir yoldaşa, herkesin en az bir handysi olan el kadar bir ülkede bile bir hal hatır soramadıysak eğer, yakınmanın alemi yok. Artık ne solun Ergenekonlarını tartışmanın anlamı kalır ortada, ne CHP koruyuculuğuna soyunmuşluğun kirliliği, ne borsa düşkünlüğünün bir bağımlılık türü olduğu üzerine bilimsel araştırmaların, ne Maya kıyamet öykülerinin ne de kuvvetler ayrılığını eleştiren Kasımpaşalı berduşun katliam projelerinin.
Dersimiz, „sosyalizmde insana dair olanı” okumak öğrenmek olmalıdır şimdi.
Anlatamazsın kimseye onu nasıl sevdiğini ve anlatmamalısın da zaten sevginin böyle bir şey olmadığını biliyorsan. Ekin, istemezdi sanırım „İsmet abinin kızı” adıyla hatırlanmayı? Onun kendine ait bir adı vardı elbette: Ekin Öztürk.
***
Kadının adı yoktu belki ama Ekin’in adı vardı.  Biz öna-baba iktidarlarına itiraz ettik; devlet ya da egemen ulus iktidarlarına itiraz eder gibi yaptık; erkek cinsiyet iktidarlarını ise örtüsüz savunduk. Sonra buradan ürettik yeniden iktidarı; devlet-ulus iktidarlarının adını değiştirip yeniden oraya döndük; ana-baba iktidarlarını ise her zaman  yeniden kurmak istedik kendi çocuklarımız üzerinden. Ne yaman bir döngüdür bu, iktidar çılgınlığı.  Ve Khalil Gibran’ın dediği gibi, Ekin, kendisi idi.
Kendisi olarak girmek istedi dünyamıza. Sessizce girdi umutsuzlukların misafir kabul etmediği yıllarda. Sessizce girdi dünyamıza, basık bir ses tonuyla „merhaba” dedi; sonra oturdu bir yerlere, muhabbet bekledi, baharı yakalamak istemişti saçlarından belki, yaşama sarılmak istemişti yaşamın direnmek olduğunu bilerek… Sonra baktı ki çıt çıkmaz muhabbet ceminden, selam alınmaz rüşvet değildir diyen bir yerel dünyada, sonra geldiği gibi hızla çıktı dünyamızdan, hoşça kalın dedi, yoldaşımın kızı, biraz sitemli.
Dirisinde yanında olamayanlardandık, ölüsünde yanında olmayı sorgulamadan, güle güle deme hakkımız var mı, bilemiyorum.
Biliyom, biliyom da dilim varmaz, deyemiyom. Utancımızdan mıdır bilmem, yoksa devrimin yüksek ihtiyaçlarına binaen midir, en güzel gelecek ütopyalarımızın iktidar harslarıyla parça parça edilmesi körlüğünden midir… bilemiyom.
***
Güzel bir dünya verecektik çocuklarımıza. Renklerle bezenmiş her hücresi, çiçeklerle döşenmiş, güzel bir dünya. Sonra yıkılmış dostluklarla tanıştı bir kuşağın çocukları.
İktidar denilen ejderhayı yendik biz ininde yakalayıp, kestik kırk kafasının otuz dokuzunu.
Kalan birini takıp başımıza biz olduk ejderha. „Devrim kendi çocuklarını yer” masalına inandırıp çevremizi, çocuklarımızı yedik kendimizi devrimin yerine koyup. İktidardan başkası değildik aslında iktidara küfrederken soluksuz.
Ekin ben sürgünde iken doğdu, ben sürgündeyken öldü. Onun da orada sürgününü yaşadığından emindim. Çünkü sordum „Ekin’i tanıyor musun” diye allı turnaya; hayır dedi, „selamını iletmem bir başkasına.” „İsmet abinin kızı” diyerek onu öldürmeyeler!
Bağırirem, bağırirem, Yunus misali: „Bir Ekin öldü diyeler…!”
Şöyle garip, kendileyin.