Anasayfa , Köşe Yazıları , Bir dönemin sonu mu?

Bir dönemin sonu mu?

korkutboratavKorkut Boratav- Haziran 2015’te bir dönemin sonuna mı geldik?

Türkiye toplumu açısından soralım: “İslamcı faşizme gidiş durduruldu mu?” Herhalde evet; ama, en iyi olasılıkla sadece bir frenleme söz konusudur. Gerici güçler faşizm doğrultusunda çok mesafe aldılar. 7 Haziran’da sonuç farklı çıksaydı, herhalde  son adımı atmaya kalkışacaklardı. Durdurulacaklar; ama kayıpların telâfisi mümkün olacak mı; bilemiyoruz.

Siyasetteki seçenekler tartışılıyor. İster koalisyonlu, ister dıştan destekli bir AKP hükümeti ile faşizme geçiş sürecinin telâfisi söz konusu değildir. Büyük sermayenin böyle bir gündemi yok. Mevcut düzenlemelere ilişmeyen “makul” bir büyük koalisyonu yeğliyor. Aydınlık, demokrat güçlerin göreli ağırlığı belirleyici olacaktır.

Ekonomide bir dönem son buldu mu? Önce son milli gelir verilerine bakalım; sonra da bağımlılık, bölüşüm konularındaki çalışmalara, bulgulara değinelim.

Durgunluk ve dış bağımlılık 

AKP ekonomisi üç yıl önce tükendi. Bugünkü ve 12 ay önceki görüntülerin bir bölümü tabloda yer alıyor. Gözden geçirelim.

Ocak-Mart 2015’te milli gelir sadece yüzde 2.3 oranında artmıştır (Satır 6). Bir yıl öncesine bakalım: 2014’ün ilk üç ayında büyüme hızı yüzde 4,9’dur; aynı yılın Ekim-Aralık aylarında  yüzde 2,6’dır. Yani, ekonomi adım adım sıfır büyüme yörüngesine yaklaşmaktadır.

Sabit Fiyatlarla Milli Gelir (Mn. TL) ve Dış Kaynaklar (Mn. Dolar)

  2015 Ocak-Mart 2014 Ocak-Mart Değişim Mn.TL/$ Değişim (%)
Özel tüketim 20982 20085 +897 +4,5
Kamu tüketimi 3211 3135 +78 +2,5
Yatırım 6741 6673 +68 +1,0
İhracat 7858 7880 -22 -0,3
İthalat 8703 8360 +343 +4,1
Milli gelir 30089 29413 +676 +2,3
Toplam dış kaynak 7277 6810 +467 +6,7

AKP ekonomisinin temel kaldıracı yabancı sermaye girişleridir. İlk üç ayda dış kaynakların %6,7 oranında artışı (Satır 7), iç talebi pompalamıştır. Hangi kalemler? İlk üç satıra bakınız: Öncelikle özel tüketim (%4.5’lik artış); ikinci olarak da devletin cari harcamaları (%2,5 artış)… Yatırımlardaki büyüme ise yüzde 1  ile sınırlı kalmıştır. Yabancı sermaye girişlerinin sermaye birikimine değil, tüketime dönük iç talep öğelerini yukarı çektiği böylece belirleniyor.

Dış dünyadan gelen talebin (ihracatın) büyümeye katkısı olmuş mudur? Tam aksine, Ocak-Mart 2015’te ihracat bir önceki yıla göre düşmüş; milli geliri aşağı çekmiştir (Satır 4). Peki, iç talep artışları olduğu gibi üretime yansımış mıdır? Keşke olsaydı! Üretim kapasitesi yetersiz kalmış; iç talepteki artışın önemli bir bölümü dış dünyaya (ithalata) yansımıştır. İthalattaki artış yüzde 4,1’dir (Satır 5).

Harcamalara göre milli gelirin (satır 6) hesaplanması için, iç talep öğelerine (özel tüketim, devlet tüketimi ve yatırım harcamalarına) ihracat eklenir; ithalat (satır 5) bu toplamdan çıkarılır. Ocak-Mart 2015’te, bir önceki yıla göre ihracat düşmüş; ithalat ise artmış olduğu için, dış dünyanın ekonomiye katkısı milli geliri aşağı çekici doğrultudadır.

Ekonominin iki boyutlu dış bağımlılığı, böylece ortaya çıkıyor: İç talebi dış kaynak hareketleri belirliyor. Sermaye hareketlerinde ani yavaşlama veya net çıkışlar, bu nedenle ekonominin durgunlaşmasına, küçülmesine, hatta krizlere yol açıyor.

Öte yandan iç talepteki artışın önemli öğeleri dış dünyaya taşınıyor. AKP’li yıllar boyunca üretimin ithalata bağımlılığı da yapısal olarak artmıştır. Erdal Özmen’in yakında yayımlanacak bir çalışmasında belirlenmiştir ki, 100 dolarlık ihracatın ithalat gereksinimi, 2000’de 15, 2008’de 26 dolardır. Kısacası, aynı miktarda ihracat ekonominin ithalat faturasını yükseltmektedir. Dış ticaret açıkları bu nedenle de sürekli artmaktadır.

Bölüşüm gerilimleri, telâfi etkenleri

AKP ekonomisinin bölüşüm boyutları üzerinde önemli çalışmalar var. Hepsine değinemem. Kısa bir panorama ile yetineceğim.

Temel (birincil) bölüşüm ilişkileri (sınıfsal bölüşüm karşıtlıkları) ile başlayalım. Sermaye ile emek paylarının en genel ölçümü, artık değer (sömürü) oranının tahminini gerektirir. Makro verilerden sınıfların ve gelir türlerinin ayrıntılı analizi ve tahsisi gereklidir. Yiğit Karahanoğulları ve Ahmet Tonak’ın  bu alandaki çalışmaları önem taşıyor.

Benzer bir analizi, tabandan başlatmak da mümkün. Hane halkı anketlerinin bireyler ve haneler hakkındaki bilgileri, toplumsal sınıfların (tabakaların) tanımlanmasına rehberlik eder. Gelir türleriyle birleştirildiğinde sınıflar-arası gelir dağılımına ulaşmak mümkündür. Gelir bilgileri eksiktir, ama değişim eğilimlerinin ortaya çıkması dahi önem taşır. Bu alanda Serdal Bahçe ve Ahmet Haşim Köse’nin çalışmaları önemlidir.

GSYH’nin gelir türlerine ayrıştırılmasını artık TÜİK yapmıyor; bu işi yabancılar (AMECO ve ILO) üstlenmiş durumda. Ancak, sınıflar-arası ayrıma tam oturmadığı için sorunlar var.

Sanayide katma değerin ücretler ile gayri safi kâr arasında paylaşımını ortaya koyan kesintisiz veriler artık yok. Bunun yerine, reel ücretler ile emek verimi arasındaki makasın zaman içinde açılıp açılmadığını belirlemek, izlemek mümkün oluyor. Makasın daralması, kâr payının artması anlamındadır. Ebru Voyvoda ve Erinç Yeldan’ın bu doğrultudaki çalışmaları, istihdam bulgularıyla birleştirildiğinde bölüşüm karşıtlıklarına ışık tutacaktır.

Benzer bir makas, çiftçinin eline geçen fiyatlar ile çiftçinin ödediği fiyatlar karşılaştırıldığında ortaya çıkar. Piyasa için üretim yapan köylülüğün bölüşüm ilişkilerindeki değişimler böylece belirlenir. 2007 öncesi ile sonrasını karşılaştırmak, milli gelir serilerinin yenilenmesi nedeniyle çok güçleşti.

Bulgular, genel olarak, AKP’li yıllarda temel (birincil) bölüşüm ilişkilerinin emekçi sınıflar aleyhine seyrettiğini ortaya koyuyor. Peki, telâfi etkenleri söz konusu olmuş mudur? Milli hasıla veya katma değer içinde payları gerileyen emekçiler, gelirlerini (ücretlerini) aşan bir tüketim düzeyine nasıl ulaşabilirler? Elbette borçlanarak… Genç bir meslektaşımız Elif Karaçimen bu konuyu inceliyor. (Borç Kıskacında Emek, 2015, Sav Yayını).

Bir diğer inceleme alanı, sosyal harcamaların seyriyle ilgilidir. AKP’li yıllarda geleneksel sosyal güvenlik harcamaları ile yeni tür sosyal yardımlar nasıl seyretti? Nurhan Yentürk ve arkadaşları, Kamu Harcamalarını İzleme Platformu içinde 2006 ve sonrası için bu soruları yanıtlıyorlar; bulgularını bizlerle, kamuoyuyla  paylaşıyorlar.

Elbette kamu harcamalarındaki değişimler, AKP’li yıllarda vergi yükünün dağılımıyla birlikte ele alınmalı. Kamu gelirlerinin sınıfsal yansıması, dolaylı/dolaysız vergiler ayrımının ötesine geçen, özelleştirme furyasını da kapsayan bir çözümleme ile mümkün olabilecektir.

Bu bulgular, “sosyal devletin dönüşümü, tasfiyesi” sorunsalı ile nasıl bağlanır? Eğitim ve sağlık sistemlerinde neoliberal reçeteler ile AKP’nin ideolojik öncelikleri bütünleşti. Konuyu, sağlıkçılar, eğitimciler, iktisatçıların da katılımıyla incelemektedir. Servet dağılımındaki değişmelerin AKP’nin (ve burjuvazinin) dünyasında taşıdığı hayati önem ortaya çıktı. Marksist iktisat perspektifiyle Mustafa Sönmez, şehir plancılarının geleneksel gündemini kentsel rantlar alanına taşıdı. Credit Suisse bulgularına göre, AKP’li yıllarda Türkiye’de servet dağılımında aşırı bir kutuplaşma  gerçekleşmiştir. Bahçe ve Köse, hane halkı anketlerindeki servet verilerini bu doğrultuda, ayrıca sınıfsal çerçeveye taşıyarak incelemekteler.

***

Türkiye’de güçlü, yaratıcı, verimli bir sol iktisat geleneği var. AKP’li yıllara ilişkin katkılar üzerinde verdiğim örnekler eksik bir panorama oluşturuyor. Zaman zaman tanımadığım genç iktisatçıların özgün araştırmaları, yapıtları ile karşılaşıyorum; çok şey öğreniyorum.

Parçalar bütünleştiğinde AKP’li yılların politik iktisadı ortaya çıkacak. AKP  ekonomisinin geleceğe ne türden bir miras ve tortu bıraktığını bu vesileyle kavrayabileceğiz.