Home , Haberler , ATİK Konseyi | Binlerce Göçmen Çocuk Kayıp!

ATİK Konseyi | Binlerce Göçmen Çocuk Kayıp!

Binlerce Göçmen Çocuk Kayıp!

Göçün tarihine baktığımızda,  insanlığın tarihi kadar eski olduğu görülecektir. Toplumsal yapı üzerinde olduğu kadar toplumu oluşturan bireylerin üzerinde de karmaşık duygulara, farklı etkilere yol açtığı da bilinmektedir. Kimse doğduğu, büyüdüğü topraklardan kopmayı kolay benimsemez. Kararı zor verilen bir durumdur da göç. Hele de bunun günümüzdeki adlarından biri haline gelen zorunlu sürgünün etkileri daha da acı olabiliyor. Bazen ‚bilinmeyen sulara yelken açmak‘ bazen de ‚umuda yolculuk ‚ denilerek, farklı yollarla risk dolu bir yolculuğa çıkmanın adıdır da sürgünlük.

Kapitalist- emperyalist sistemin özellikle de savaşlar, açlık ve sefalet sonucunda doğurduğu sürgünlük, günümüzün en önemli toplumsal sorunlarının başında gelmektedir. İsteğe bağlı göç olgusunun dışında zorunlu sürgüne gidenler gün geçtikçe daha da artmakta.

Bu durum beraberinde sosyal ağların kurulmasına vesile olabiliyor belki ama diğer yandan uyum güçlüklerini , umduğunu bulamama zorlukları, hayal kırıklıklarını da beraberinde getiriyor. Aileleriyle ya da tek başına göç eden kadınlar ve çocuklar ise bu sürecin en dezavantajlı grupları arasında olmaktadır.

Son yıllarda artan savaşlardan dolayı, özellikle de Suriye’den Avrupa’nın değişik ülkelerine, ölümü  dahi göze alarak mülteci statüsünde yaşayanların ya da baş  vuranların sayısında hızlıca bir artış yaşandı. Denizler adeta insan mezarlığı haline geldi. Kurtulabilenler ise değişik sorunlarla boğuşmak zorunda kalmışlardı.

Bu sorunların başında ise Avrupa özgülünde 10.000’e yakın çocuğun kaybolması gelirken,  kitlesel olarak kaybolan bu çocukların akıbetleri hakkında ise somut  bilgiler verilmemiş,  devletler üstüne pek de düşmemiştir.

2016 yılından  bu yana gündemde olan kayıp çocuklar mevzusu bugün hala güncelliğini korumaktadır. Verilen rakamlar özellikle göçlerin artmasıyla birlikte faaliyetlerine hız veren insan tacirlerinin işine geldiği gibi, onların çeşitli tuzaklarına kurban gittikleriyle de yakından ilintilidir. Devletlerin  bunlara engel olma yönünde yeterli gayret göstermemeleri, engel olmaması da bu çeteleri güçlendirmeye, cesaretlendirmeye yetmektedir.

Herhangi bir refakatçisi olmayan çocuklara dair verilen 10.000 rakamı ürkütücüdür. Sadece Avrupa ‚da kaybolduğu belirtilen bu rakama Orta-doğu ve farklı coğrafyalara göç edip, kaybolanlar da eklendiğinde sayı daha da ürkütücü boyutlara çıkmaktadır. Bu kaybolan  çocukların büyük bir kısmının ülkeler tarafından kayıt altına alınmadığı da düşünüldüğünde sayı daha da artmaktadır.

Avrupa Polis Örgütü Eropol, sadece 2015 yılı verilerinde, geçiş yapan 1 milyon mültecinin 270.000‘ nin 18 yaş altı çocuklardan olduğunu açıklamıştı. 2015’te 8 bin 900’den fazla çocuk ve genç ‚kaybolurken‘, bu sayı 2016 yılında 9 bin, 2018 başında 5 bin 334, 2019 başında 3 bin 192, 2020 yılının Nisan ayında ise bu sayının 1880 olduğu belirtilmiştir. 2021 Ocak ayının ilk haftasında ise Almanya Federal Kriminal Polis Bürosu BKA bir açıklama yapmış, refakatçisiz, reşit olmayan mülteci çocuk sayısının 1579 olduğunu belirtmişti. Kayıpların 14-17 yaş aralıklarında olduğu ve 972’sinin genç, 13 yaşına kadar olan çocuk sayısının da 607 olduğunu açıklamış ve eklemişti: ‚Önceki yıllara göre sayı önemli ölçüde azalmıştır.‘

Durum gerçekten böyle mi? Kaybolan çocuk sayısı azaldı mı? Bu azalma Alman devletinin önlemleri, soruna çözümsel yaklaşımları sonucu mu oldu? Yoksa sadece buz dağının görünen yüzü olan bu verilen kayıp sayılarının aslında yüksek kalmaya devam ettiği ama devletlerin mülteci haklarına  yönelik saldırganlıkları, bu hakkın gaspedilmesi sonucunda kayıpların da kayıt altına alınmadığı için az mı gösterildiği gibi sorular yanıt bekleyen sorunlardır.

BKA her ne kadar sorunu basit, şirin ve rahatlatıcı şekilde göstermeye çalışsa da Birleşmiş Milletler Yüksek Komisyonu’nun yayınladığı son rapor verileri gerçeğin belki de sadece az bir yanını ortaya koymaya yetiyor. Verilere göre dünya üzerindeki mülteci sayısının %40’ını yani 32 milyonunu çocuklar oluşturmaktadır. Daha da kötüsü dünyada ‚Günde 2 bin 500 çocuk kaybolurken Avrupa’da bu sayı 720’yi bulmaktadır‘ tespiti yapılmaktadır.

Her yıl 20 Kasım’ı Dünya Çocuk Hakları Günü olarak kutlatan devletler, sorun başta mülteci çocuklar olmak üzere faili meçhul şekilde  kaybolan binlerce çocuk için gerekli hiç bir önlemi almadığı gibi, yaşı dolan çocukları kayıp listesinden silmeyi gayet kolay yapabiliyorlar.

Avrupa Konseyi Parlamenter Meclisi Heyeti Üyesi  Serap Yaşar, son 20 yılda mülteci sayısı %100 aratarak 79 milyona çıktığının altını çizerek, “Kaybolan çocuklarla ilgili bir sayıya ulaşamadık ve bunun üzerine bir çalışma yapmak istedim. Mülteci çocuklarla ilgili detaylı bir rapor hazırladık. Çocukların başına gelebilecek çok şey var. Organ mafyası, fuhuş ticareti  ve emek sömürüsü. Bu raporu hazırladığımızda wayfair ve pizza gate olayları olmamıştı. Bu olayları düşündüğümüzde bu çocuklar çok korumasız ve kötü zihinler çocuklar üzerinde hesapladıkları her şeyi gerçekleştirebilirler. Bu çocukların devletler, sivil toplum kuruluşları, ulusal parlamentoların ve politikacılar tarafından korunması gerekiyor. Yapılıyor mu bu? Yapılmıyor ki sorun hala devam ediyor. Ben 2016’da yola çıktığımda resmi kayıp çocuk sayısı 10 bin idi. Sorunlarla birlikte rakamlar da büyüdü.  Çocuklara bu olanlar gözümüzün önünde ve biz bir şey yapamıyoruz. Her gün kayıtlı bir göçmen çocuk kayboluyor.  Var olan yasalar ise tam anlamıyla uygulanmıyor ve devletler bu kaybolmalarda büyük rol sahibi. Biz yaptığımız bu çalışmalarla sadece pansuman yapıyoruz ve sorunun asıl kaynağı yani göçü başlatan nedenleri irdelemiyoruz. Bu savaşları çıkaran sebepleri önce ortadan kaldırmamız lazım.” diyerek sorununu kökenine inilmeden, sorunun çözümünün olamayacağına dikkat çekiyor.

Oysa biz biliyoruz ki, kapitalizm daha fazla kâr ve ama aynı zaman da kan üzerinden de kendini var etmektedir. En önemli hayat damarlarından birisi de çıkardığı yerel ve bölgesel savaşlardır.

Dolayısıyla dünyanın her yerinden insanlar emperyalistlerin pazarları yeniden paylaşımı ve kâr hırsıyla savaş, çatışma, yoksulluk ve küresel iklim krizinin yaratılmasına neden olan  sorunlar yüzünden yaşadıkları yerlerden göç ediyorlar. Almanya da çok uzun zamandır göç alan ülkelerin arasında yer alıyor. Mültecilerin bir kısmını hem reşit olmayan hem de tek başlarına yani ebeveynleri veya refakatçileri olmadan seyahat eden gençler ve çocuklar oluşturuyor.

Avrupa’nın ortasında, en güvenli ülkelerden birisi diye bilinen Almanya’da  azımsanmayacak kadar çok çocuk kayıpken, kontrollerin az yapıldığı, kayıt altına almanın önemsenmediği ülkelerdeki mülteci çocukların ve gençlerin durumunu tahmin etmek imkânsızlaşıyor.

Alman Çocuk Yardım Örgütü (Das Deutsche Kinderhilfswerk e. V.) Başkanı Thomas Krüger da basına yaptığı açıklamada, Alman yetkililerin, mümkün olduğunca çok sayıda kayıp çocuğun başına ne geldiğini detaylı biçimde açıklamakla yükümlü olduğunu ifade ederken;

Federal Refakatsiz Küçük Mülteciler Birliği (BumF) çocukların yaşamlarının ve vücut bütünlüklerinin risk altında olduğunun varsayılması gerektiğini vurgulayarak, „Maalesef şimdiye kadar kaybolan çocukların durumları hakkında çok az şey biliniyor..“ diyerek gerçekliğe işaret etmektedir.

Diğer önemli bir soruna parmak basan kurum da, Avrupa Kayıp Çocuklar örgütü (Missing Children Europe )  olmuştur. Örgüt, suç ağlarının giderek daha fazla refakatsiz mülteci çocuklara yoğunlaştığı ve bakım tesislerini terk etmeleri için onlara psikolojik veya fiziksel baskı uyguladığı konusunda uyarmaktadır.

BumF ve Alman Çocuk Yardım Örgütü ise yaptığı açıklamalarda, „Kayıp çocuklar için daha yoğun bir arama çağrısı yapıyorlar. Ek olarak, çocuk ve genç mültecilere yardım organizasyonlarının daha donanımlı hale getirilmesi ve devletin güvenilir ikamet imkânları ve aile birleştirmeye ilişkin adım atması gerektiğini vurguluyor.  Ayrıca BumF,  refakatsiz çocukların sınır dışı edilmekten korkarlarsa devletten saklanmaya devam edeceklerini bunun da sömürü riskini arttıracağına vurgu yapıyor. Kaybolmayı önlemek için, siyasi olarak sorumlu olan kişi ve kurumların „sertlik söylemi“ kullanmayı bırakması ve böylece mülteci çocuklar ve gençler arasında korku uyandırmaması gerekiyor.“ diyerek, çağrı ve önerilerini, doğan risklerin neler olabileceğine dikkat çekiyor.

Sona giderken; dünyadaki göç hareketlerinin sebepleri; savaşlar, yoksulluk, işsizlik, politik ve ekonomik olmak üzere çok çeşitlidir. Uluslararası göçlerin en önemli nedenlerinin başında; göçün küreselleşmesi, göçün hızlanması, göçün farklılaşması ve göçün kadınsılaşmasının olduğunu biliyoruz genel hatlarıyla.  Savaşlar sebebiyle sayısız insan yaşadığı toprakları terk etmiş, yeni yaşam arayışları içinde sığınmacı, göçmen ve mülteci konumunda hedef ülkelerine doğru yola çıkmıştır.

Hedef ülkeye ulaşırken transit yani geçiş ülkelerinde karşılaşılan zorluklar ve yaşanan tahribatlardan en fazla etkilenenlerse kadınlar ve çocuklardır. Bu noktada darbenin en büyüğünü de kayıp ve kaybolmaya devam eden mülteci/göçmen çocukların aldığına ise şüphe yoktur.

Göç yolunda geçen çocukluğun, kişilerin ruh ve beden sağlığı üzerinde doğrudan ve dolaylı pek çok etkisi vardır. Göç eden çocukların karşı karşıya kaldıkları tehlikeler ve suistimallerle ilgili veriler, bu konudaki korkutucu tabloyu en açık şekliyle ortaya koymaktadır.

Kitlesel insan hareketliliği içerisinde göçmen ve mülteci çocukların korunmaya ve bakıma muhtaç oldukları gerçeği dikkate alındığında, çocuk haklarının uygulanması öncelenmelidir. Göç yolunda yaşanan tahribatların onarılması ve iyileştirilmesi için kurum ve kuruluşlara önemli görevler düşmektedir. Bizler de iler ki süreçlerde bu soruna daha fazla eğilmeli, neleri yapabiliriz noktasında başta kadın ve gençlik bileşenlerimiz olmak üzere genel bir yaklaşım ortaya koymalı, çalışma çizelgesi çıkarabilmeliyiz.

Kayıp göçmen ve mülteci çocuk sayısının resmî rakamlara göre farklı farklı belirtilse de gerçek olan,  bu sayının tahmin edilemeyecek düzeyde olduğudur. İstemli ya da istemsiz olarak kaybolan çocuklar, organize suçlara karışabilmekte ve istismara uğrayabilmektedir. Yaşanan ve belki de daha fazlası yaşanacak bu tür mağduriyetleri engelleyebilmek, tüm insanlığın sorumluluğundadır. Devletler, çocuk hakları sözleşmelerine dair uygulamaları ve denetimleriyle; STK’ları, DKÖ’leri, kadın ve gençlik kurumları ise gönüllü ve farkındalık yaratan çalışmalarıyla bu konuya destek olmalı, sahiplenici yaklaşmalıdır. Öncelikle mülteci kamplarında ve geri gönderme merkezlerinde, bu konudaki ihtiyaca yönelik ekiplerin bulundurulması, oralarla gerekli ilişkileri sağlamak  elzemdir. Zira çocuklar şartların yetersizliğinden dolayı bu mekânlarda kolayca ortadan kaybolabilmektedir. Ve dışarısı çocuklar için kabustan öte yaşam haklarını dahi ellerinden alabilecek korkunç kötü bir döngünün farkında ve bilincinde, tecrübesinde değiller. Onlara ve bu soruna el atmak hepimizin sorumluluğu ve görevi olmak zorunda.

Unutulmamalı ki, dayanışma ve sahiplenme yaşatır!

ATİK Konseyi