FRANKFURT | 15 – 04 – 2009 | ATİK 20. Kongresinin ikinci günü bir sempozyum gerçekleştirildi. Saat 20:00’de başlayan sempozyuma Araştırmacı Yazar Ferhat Ali, Psikolog Dr. Dilay Büyükavcı ve DTP Amed Milletvekili Selahattin Demirtaş katıldı. ATİK Konsey üyesi Yılmaz Genç tarafından yönetilen Sempozyum yaklaşık 3 saat sürdü. Konuşmaların görüntülerin sempozyum süresince ATİK Haber Merkezi tarafından sitede yayımlandı.
Açılış konuşmasını yapan Yılmaz Genç, Avrupa’da göçmenlere yönelik gelişen baskılara yönelik kısa bir sunum gerçekleştirdi. Genç sunumunda, „Gelişen ekonomik kriz, emperyalist devletleri ezilen halkları daha fazla baskı altına almaya itiyor. Dışa yönelik saldırışarına hız veren Batı Avrupa emperyalistşeri, içtede işçi ve emekçilere yönelik baskılarını arttırmaktadırlar. İşçiler işten çıkarılmakta, devrimci-demokrat ve ilericilere yönelik olarak operasyonlar arttırılmaktadır“ belirlemesinde bulundu. Avrupa’da göçmen emekçilere yönelik saldırılarında pervarsız bir şekilde daha da boyutlandığını dile getiren Genç, YEK-KOM, Anadolu Federasyonları ve ATİF’e yönelik saldırıların bunun bir göstergesi olduğunu belirtti. Genç devamla, „Bir çok işçi temsilcilikleri de baskılara maruz kalmakta ve cezai işlemlere tabii tutlmaktadır. İşçi ve emekçiler bu saldırılara karşı durmaya çalışmaktalar. Grevler ve protestoların yanı sıra açlık grevleride örgütlenmeye başlanmıştır. Bizler hem buradaki işçi ve emekşilerin mücadelelerini yürütmeye çalışırken, diğer bir yandan da başta geldiğimiz ülke olmak üzere dünyanın diğer ülkelerinde gelişen mücadelelere destek vermeli, faşizan ve ırkçı olaylara karşı tavır almayı bir görev bilmeliyiz.“
„Kürt Halkı Devletin sindirme Politikalarını Boşa Çıkarmıştır“
ATİK temsilcisinin bu kısa sunumundan sonra söz hakkı Demokratik Toplum Partisi Amed Milletvekili Selahattin Demirtaş’a verildi. Sözlerini ATİK 20. Kongresini selamlayarak başlayan Demirtaş, Türkiye’de yapılan yerel seçimler üzerine bir değerlendirme yaptı. Son genel seçimlerde AKP’nin bir zafer edasıyla çıktığını dile getiren Demirtaş, bunun nedeninin AKP’nin demokrasi ve eşitlik üzerine propagandası olduğunu dile getirildi. Demirtaş konuşmasında şunları dile getirdi: „Son milletvekili seçimlerinde AKP’nin propaganda dili, kürt sorununun çözümüne yönelikti. AKP’den seçilen Kürt adayların Kürt sorununu dile getirmeleri, genel seçimlerde kürtlerin oylarını almalarına yol açtı. Başbakanın açıklamaları da bu yönde olmuştu. Fakat sonraki dönemerde AKP milletvekili seçimlerinde DTP’yi yendiğini idda etti, hatta daha da ileri giderek yerel seçimlerde Amed ve Drsimi alarak bu zaferi taçlandırmayı hedeflediklerini beyan etti. AKP bilinçli bir şekilde milletvekili seçimlerinde kendisini Kürtlerin temsilcisi yerine koymuştu, yerel seçimlerde ise bu politikasını daha farklı uyguladı. Başbakan tek dil, tek bayrak söylemi son seçimde slogan olarak kullandı. Bunu kullanmasının nedeni, tek dil, tek bayrak söylemi üzerinden kürtlerden oy alınabilinir / alınmalı ki, AKP’nin olası seçim zaferi başka türlü yorumlanmasın. Böylece Kürtlerin her türlü hak talebi sindirilecekti. Ordu ve AKP’nin üzerlerinde anlaştıkları mesele de zaten buydu, ki bu pazarlıkta AKP son anda kapatılmaktan kurtulmuştu. AKP, Kürtleri resmi devlet idolojisi ile sisiteme entegre etme görevi ile bu seçimlere sürülmüştü. Kürtlerden oy alabilmesi AKP’nin varlık nedeni olmuştu.“
DTP olarak bir yıldır yerel seçimlere hazırlandıklarını belirten Amed milletvekili Demirtaş, seçim hazırlıklarında saflaşmaların daha da netleştiğini; bir yanda kürt özgürlük hareketini terörist ilan eden anlayış ile, öbür yanda bu haraketi siyasal muhalif hareket ilan eden Kürtler ve onların dostları barış ve devrimci hareketlerin bu dönemde saflarını daha da netleştirdiğini dile getirdi. Seçimden çıkan sonucun doğru okunması için açık ve net olarak kendilerini dile getiren Demirtaş, „biz ulusal kurtuluö hareketi“nin yaratmış olduğu taban üzerinden siyaset yapan legal bir partiyiz. Siyasetimiz asla bu hareketin etkilerinde ve bu tabanın taleplerinden bağımsız olamaz, seçim sonuçlarıda bu şekilde değerlendirilmelidir.“ Bu netleşmenin sağlanmasıyla birlikte yerel seçimlere hazırlandıklarını ve bu hazırlık sürecinde de koşulların DTP ve Kürtlerin aleyhine olduğunu belirten Demirtaş, halk hareketi olduklarını, seçim sonuşmalarını önemli bir parametre olduklarının da bilinciyle hareket ettiklerini belirtti. Bu muazzam eşitsiz koşullar altında, maddi olarak diğer partilerin 120 kat daha fazla bir bütçe ile seçime hazırlandıklarını, DTP’ye sağlanan maddi desteğin ise halkın kendi öz imkanları olduğunu dile getirerek, „Aslında AKP şahsında devlet halka karşı kaybetmiştir“ dedi. Selahatin Demirtaş devam şunları kaydetti; ‚Seçim hazırlık sürecinde Devlet tüm imkanlarını kullanarak AKP’yi desteklemişti. Amed’de sahte anketler düzenlerek AKP önde gösteriliyordu. Amed’de halka nakit para verildi. Dersim’de beyaz eşya dağıtıldı. AKP’nin muhtemel bir seçim zaferiyle devlet Kürt halkını satın aldığını ilan edecekti, ancak halkımız bu oyunu boşa çıkarmasını bilmiştir. Bizim açımızdan bu yerel seçimlerdeki başarı ve halkın onurlu duruşumuzu satmayacağız mesajı çok daha önemlidir.‘ Kürt halkının DTP’yi temsilci olarak belirlediğini vurgulayan Demirtaş, devletin bu başarıyı içine sindiremediğini, açıklamalarıyla saldırılarını arttıracaklarını söylediklerini belirtti ve ardından Ağrı ve Amara saldırılarının bu açıklamaların ürünü olduğunu dile getirdi.
Hewlerde yapılması planlanan Kürt konferansına ilişkin bir soru üzerine Demirtaş şunları ifade etti; ‚Eğer yerel seçimlerde DTP oy kaybına uğrasa idi, bu Kürt Özgürlük hareketinin tasfiyesi için oluşan bir konferans olacaktı ve silahlı mücadeleyi tasfiye etmenin bir adımı olacaktı konferans. Ancak yerel seçimlerdeki DTP’nin başarısı bu konferansın ertelenmesine yol açtı. Şimdi biz bu konferansa hazır olduğumuzu deklere ediyoruz.‘
„Göç olayı her şeyden önce bir travmadır.“
Bir sonraki sözhakkını alan Dr. Dilay Büyükavcı, Göçmenlerdeki Psikolojik Sorunlar üzerine bir sunum gerçekleştirdi. ATİK’in 20. Kongresini selamlayarak söze başlayan Büyükavcı, mesleğinin insanlığın temel haklarından biri olan sağlıklı yaşamın kendisi olduğunu ancak bu sistemde bu temel hakkın pek yerine getirilemediğinin vurgulandığı söyledi. ATİK gibi kurumları meslek odalarınan kendisine daha yakın hissettiğini belirten Dr. Dilay Büyükavcı, bu kongrede göçmenlerin sorunlarının gerçek anlmada tartışıldığını, meslek odalarının ise bürokratik kurumlardan öteye gidemediğini dile getirdi. Büyükavcı devamla; „Doktorların, sosyalistlerin ve diğer branştaki insanların birlikte çalışması gerekiyor. Göç meselesi insanlık tarihi ile başlıyor ve II.Dünya savaşı ile birlikte zorunlu göç daha ön plana geldi. Zorunlu göçün temelinde ekonomik, politik sebepler var ve geldikleri yerlere insanlar uyum sorunu ile karşılaşıyorlar. Sorunlara sadece ilaçla yaklaşamıyoruz. Sosyo ekonomik boyut da çok önemli bir rol oynıyor. Göç herşeyden önce bir travmadır. İnsana destek veren, onu koruyan güçlendiren ne kadar çok şey geride bırakılıyorsa göçün psikolojik etkisi de o kadar olumsuz olacaktır. Göç edilen yer ne kadar kucaklayıcıysa, ne kadar az dışlayıcı ve ayrımcıysa, kayıpları telafi etmeye ne kadar müsait ise göçün olumsuz etkileri de o kadar az olacaktır. Kökten kopan yetişkin birinin yeni bir yere kök salması pek kolay olmuyor. Daha önce birbirini sahiden tanımayan insanlar, hayat tarzları, adetler, diller, kültürler temas haline geçmiştir ve belkide tek olumlu yönüde burada aramak gerekiyor. Göçmene özgü hastalık demek mümkün değil. Ancak, göçmenlik yaşantısı bazı rahatsızlıklar için potansiyel bir hazırlık yaratmaktadir.“ Göçmenlerde aile ilişkileri önemli olduğuna değinen Büyükavcı, gettolaşmanın gelinen ülkelerdeki diğer göçmenlerle ve kendi ülkesinin insanları ile yakın ilişkiler, kendi ülkelerine duyulan özlem ve yanlızlık duygusunu gidermek için kullanılan bir mekanizma olduğunu vurgulayarak, dışlanmanın sonucu olarak aileden başlayan, kültürel ve siyasal örgütlenmelere-dernekler, lokaller, camilere kadar uzanan bir dizi yapılanma içinde göçmenin kendi kabuğuna çekildiğini ve geldiği ülke yaşamının kötü taklit edilmiş minyatürlerini üretmeye devam ettiğini söyled. ‚Göç Sonrası Sorunlar ve göçmenlerin sosyal durumları‘ hakkında kısa bilgiler veren Dr. Dilay Büyükavcı, göçmenlerin sağlık sistemlerinden yeterli derecede faydalanamadıklarını, bunda dil faktörünün önemli engel teşkil ettiğini ve hastaların tercümana ihtiyaç duyduklarını ve bu nedenle hastalıklarını çoğu zaman dile getiremediklerine vurgu yaptı. „Alman sağlık sistemi, göçmenlerin psikolojik sorunlarına ilişkin adım atmamaktadır. Örneğin Münih kentinde 6 tane türkçe bilen psıkolog vardır. Bavyera hükümeti bu dilde psikoloji tedavisi uygulanmasına izin vermez. Dolayısıyla dil problemi yaşayan hastalarımız sorunlarını almanca anlatamamakta ve ortaya sağlıklı bir tedavi çıkmamaktadır. Bunun yanında „Deli“ damgası yemekten çekinilmesi ve psikolojik yakınmaların ifade edilememesi ve gizli kalması, duygu ve düsüncelerin bedensel yakınmalarla ifade edilmesi -ağrılarla- ki bunlar genelde ruhsal sıkıntıların ifadesi olmaktadır, başlıca sıkıntılardır. Eğitim ve gelir düzeyi arttıkça, depresyonda az da olsa bir düşme gözlenir. Depresyonun ciddi formları, daha düşük sosyoekonomik koşullarla paralellik gösterir.“ Çeşitli psikolojik sorunlar ve tedavi yöntemleri hakkında bilgi veren Büyükavcı, „amacın, kişilere kendi bakış açılarından daha farklı alternatif bakış biçimlerinin de olduğunu göstermektir“ diyerek sunumu bitirdi.
„Tarih önlenemz bir şekilde devrim ve sosyalizme doğru ilerliyor!“
Son olarak söz alan Araştırmacı-Yazar Ferhat Ali, son süreçte yaşanan mali-iktisadi temelleri ve olası politik yansımalarıyla kriz hakkında bilgi verdi. Bundan 160 yıl önce Avrupa’da komünizm hayaletinden bahsedilmekte iken, bugünlerde ekonomik krizin dünya üzerindeki hayaletinden bahsedildiğini vurgulayan Ferhat Ali, mevcut krizin kapitalizmin zaaflarını ve açmazlarını bütünüyle açığa çıkardığını dile getirdi. Ferhat Ali devamında, „1929-33 bunalımından bu yana ortaya çıkan bu kriz, yüzyılın en büyük krizi olarak ortaya çıkmış bulunmaktadır. Bunun ortaya çıkışı krizlerin keskinliğinden bir şey kaybetmediklerini ve Marx’ın kapitalist krizi ve çöküş teorisinin yeniden doğruşanışını bize göstermektedir. ABD’de de başlayan ve Batı Avrupa’nın en gelişkin ülkelerini sarmalayan bu kriz bir dünya krizi halini almıştır. Bu krizle birlikte kapitalist-emperyalist temsilcileri bile, kendi ağızlarından krizin derinliğine işaret ederek, bir parça kapitalizmin öldüğüne işaret ettiler. Kendileri itiraf ediyorlar. Bize düşen görev bu krizi iyi tahlil etmek ve bu krizden proleterya ve halk adına yararlanmak olmalı. Devrim ve sosyalizm mücadelesini ilerletme adına yararlanmak olmalıdır. Eğer böyle yapmazsak, kriz hakkında yapılan tespitler sadece birer akedemik tespit olarak kalır.“ Krizin, farklı ülkeleri farklı zaman diliminde etksi altına aldığını ifade eden Ferhat Ali, yine farklı ülkeleri farklı etkilerle etkilediğini vurguladı ve devamında şunları kaydetti; „Şuan krizin en çok vurduğu ülkeler genel en gelişmiş ülkelerdir. En çok dillendirilen söylem, bu krizin mali kriz olduğudur. Ancak bu söylem, sorunu tam olarak açığa vurmamaktadır. Bu kriz salt mali kriz değildir. Bu kriz her gerçek bunalımın bir aşamasını oluşturan bir kriz değildir, yani bir aşırı üretim ve sanayi krizi olarak başlamadı. Bu kriz, kendi iç doğasının elverdiği kulvarda yol alan ve kendi iç yasalarınca hareket eden kendisine özgü, banka- mali ve borsa çevreler ekseninde ortaya çıkan bir para ve kredi krizidir. Para piyasasının da kendine özgü bir krizi vardır ve bu kriz böylesi bir krizdir. Ancak bu kriz aşırı üretim krizini açığa çıkarmıştır. Bu kriz yalnızca mali kriz olarak kalmamıştır ve sanayi krizinide açığa çıkarmıştır. Bu kriz, krizde kriz teorisini doğrulamıştır. İki tane mali kriz, bir tane aşırı üretim krizi ve birde I. Emperyalist paylaşım savaşı içinde SSCB’nin mevcut kapitalist dönyadan komasıyla birlikte, emperyalizmin genel buhranı ile başlayan genel bunalımının kucağı içinde gelişerek karmaşıklaşmıştır. Bir yandan süreğen olarak gelişen aşırı üretim krizi, öbür yandan para ve mali kriz vardır. Bütün bunlar içiçe geçmiştir ve bugün krizin kendiside karmaşık ve derin bir hale gelmiş ve ağır sonuçlar doğurmuştur. Kapitalist-emperyalist devletler bir çok yasa çıkarmaktalar, ancak Marx’ın deyimiyle, hiç bir kapital yasası bu krizi geçiştirmeye yetmeyecektir. Son süreçte krizler düzensiz aralıklarla ve daha sık yaşanmakta-karmaşıklaşmaktadır ve bunu Engels ve Lenin’de vurgulamaktadır. Kapitalist sistemin önündeki en büyük engel, Marx’ın deyimiyle sermayenin kendisidir, ki bunu günümüzde yine görmekteyiz. ABD’de de konut piyasasındaki alım-satım genişliğinin toplumun ödeme gücünün üzerinde oluşu, ödeme gücü ile desteklenen talebin yetersizliği bu bunalımın birinci temelini oluşturur. Bu bakımdan krizin nedenine verilen yanıt budur. Bir diğer ise, aşırı üretim krizidir. Elbetteki bu, üretici güçlerin çelişmesinin yolaçtığı sınırsız üretim ile, dar bir alım içerisine kapatılmış milyonlarca emekçinin sınırlı tüketimi arasındaki çelişmeden doğar.
Aşırı üretimin yolu üzerinde, onun bir aşamısını oluşturan mali kriz aslında aşırı üretim krizinin bir aşamasıdır, başlı başına bir mali kriz değildir. Ama çoğu zaman böyle anlaşılmaz. Bununda nedeni tüccar tefeci sermayesinin bir ölçüde bağımsız hareketidir. Krizlerin dumanı dolaşım aşamasında ortaya çıkabilir, ama ateşin yakıldığı yer üretimin kendisidir. Burjuvazi bu noktayı özellikle çarpıtmaktadır. Burjuvazi bu süreçte talep yetersizliğinden söz eder, oysaki açlığın ve sefaletin dorukta olduğu bir çağda talep yetersizliğinden bahsetmek saçmalamaktır. Dünya ticaretinde çok ciddi bir daralma var. Ekonomik büyüme eksilerle ifade edilmektedir.“
Bu kriz ekseninde olası gelişmeleri ve sonuşları değerlendiren Ferhat Ali, bu sonuçların iki türlü olacağını vurgulayarak, bunların içe ve dışa yönelik olacağını dile getirdi. İçte faşistleşme hızlandırılacağını, ‚demokrasi’den feregat edileceğini ve emperyalist saldırıların artacağını vurguladı. Devamla, ‚bu kriz devrim sosyalizm gereksinimlerine işaret etmektedir. Marx’ın kriz ve çöküş teorisi bir kez daha doğrulanmıştır. Bu sistem bu krizle bir kez daha batağa batmıştır. Elbetteki alternatif mevcuttur ve devrim-sosyalizm pratikleridir. Öyle ise yapılması gereken şey, üretken güçlerin kapitalist niteliğine son vererek, onlara proleteryanın önderliğinde toplumsal bir karakter kazandırmaktır. Öyle ise yapılması gereken şey, önceden planlanmış bir ekonomi, örgütlenmiş bir üretim reçetesinin yeniden uygulanma alanına sokulmasıdır. Hangi büyük mücadele bir çarpışmadan sonra zafere ulaşmıştır. Pekala bu sosyalim mücadelesi içinde geçerlidir. Tarih önlenemz bir şekilde devrim ve sosyalizme doğru ilerliyor. Devrim ve sosyalizm ihtiyacına işaret eden bu krizin bize gösterdiği işaretle, dünyanın damından akan lavlar arasında bir bağlantı kurabilirsek, onların bize gönderdiği mesajın yanı başımızdaki yanıcı maddeyi tutuşturması hiçte ender bir olasılık değildir. Yeter ki aklımızla, yüreğimizle bu işin içinde olalım, gerisi tarihin durdurulamaz akışıdır.“
Oldukça coşkulu ve ilgiyle takip edilen sempozyumda sık sık „Yaşasın Halkların Kardeşliği!“, „Kürdistan faşizme mezar olacak! ve „Birlik- Mücadele – Zafer! Yaşasın ATİK!“ sloganları atıldı. Yaklaşık 300 kişi tarafından izlenen Sempozyum, soru ve cevap bölümünden sonra sona erdi.