Home , Köşe Yazıları , Ankara eyleminin amacı – Dr. Mustafa Peköz

Ankara eyleminin amacı – Dr. Mustafa Peköz

Devletin bu saldırıyla, kendisine meşru savunma hakkı doğduğunu ve Suriye’de YPG’ye yönelik saldırılara meşruiyet kazandırmak istediği anlaşılıyor. Ancak bu acemi oyun tutmaz. Bu saldırının YPG tarafından yapılmadığı ve yapılamayacağı çok açıktır. Türkiye, Suriye’deki yenilgisini bu tarz eylemlerle ne örtebilir ne de şuursuzca saldırılara bir gerekçe bulabilir

ankara_17subat_manset1

Türkiye’nin Ortadoğu politikası ve özellikle Suriye merkezli izlediği stratejiyle Ankara patlaması arasında doğrudan bir ilişki bulunuyor. Bu bakımdan öncelikli olarak askeri güçleri hedefleyen patlama, Türkiye’nin hangi yolda ilerleyeceğine dair birçok veri sunuyor.

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın inisiyatifinde oluşturulan ve AKP tarafından kesintisizce uygulamaya konulan Suriye merkezli Ortadoğu politikasının çöküşü, sadece Türkiye’nin bölgesel alanda askeri, politik ve ekonomik olarak bütünüyle kaybına yol açmıyor, aynı zamanda iç politik dengelerin aşamalı olarak bir değişim sürecine girdiğini gösteriyor.

Devletin stratejik kurumlarının tam ortasında ve özellikle Genelkurmay’a 300 metre mesafede gerçekleştirilmiş olması ne anlama geliyor? Rejimin kalbine yapılan bu saldırı gerçekten bir istihbarat zafiyeti midir? Bunun böyle olmadığı çok açıktır. MİT, Emniyet Genel Müdürlüğü, Jandarma, Genelkurmay gibi temel kurumların istihbarat birimleri bulunuyor. Bütün bu istihbarat örgütlerine rağmen, devletin stratejik kurumlarının tam ortasında bombalı bir aracın patlatılması “istihbarat zafiyeti” olarak görülemez.

Ankara saldırısı askeri niteliği oldukça güçlü olan ve doğrudan Genelkurmay’ı hedefleyen bu saldırı, ilk bakışta PKK tarafından gerçekleştirildiği izlenimi veriyor. Devletin Sur, Cizre, Silopi’de başlattığı ve yüzlerce sivilin yaşamına yol açan çok kapsamlı saldırılarına bir yanıt olarak görülmesine rağmen bu eylemin PKK tarafından yapılacağına pek bir olasılık vermiyorum. Saldırının askeri nitelikte olması nedeniyle “PKK olabilir mi” sorusu gündeme gelebilir.

Türkiye’nin Suriye politikasının merkezinde, Kürtlerin politik ve askeri temsilcisi olarak kabul gören PYD ve YPG/YPJ bulunuyor. Devlet, PYD’nin Suriye’de toplumsal-politik güç olmasını, Türkiye’nin geleceği bakımından ciddi bir tehlike olarak görüyor. PYD askeri etki alanını genişlettikçe devletin askeri saldırıları bir o kadar artıyor. Bu bakımdan ilk akla gelen, Ankara’daki bombalı eylem, devletin Rojava’ya yönelik gerçekleştirdiği askeri saldırılarına bir yanıt olarak değerlendirmek mümkün. Devlet, özellikle YPG ile bu saldırı arasında bir bağ kurması için psikolojik savaşa yönelse de, YPG askeri güçlerinin Ankara’nın merkezinde böylesi bir eylemi yapmaları söz konusu olamaz. Ne politik olarak böyle bir eylemi tercih ederler ne de askeri olarak bu mümkündür. PKK’nin de PYD’ye destek amacıyla böylesi bir eyleme yönelmesi oldukça düşük bir olasılıktır. Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nin “Türkiye’nin Rojava’ya yönelik askeri saldırılarını durdurma” çağrısı yaptığı, ABD’nin “Afrin’de Kürt güçlerini aktif destekleyeceğiz” açıklaması, Rusya’nın YPG’ye hava operasyonlarında destek sunduğu bir ortamda bu tür eylemlere yönelecek politik yanlışlıklar yapmaz, hatta yapılmasına izin verilmez. Ayrıca istihbarat güç ve olanakları da dikkate alındığında PKK’nin böylesi bir eyleme yönelmesi düşük bir olasılık. Ayrıca YPG/YPJ’nin savaş stratejisinde bu tarz bir eylemlere başvurulmuş değildir.

Devlet son birkaç aydır, uluslararası ve bölgesel ilişkilerde önemli oranda izole olduğu bir ortamda, hem uluslararası desteği yeniden sağlamak hem de PKK ve YPG’yi hedef tahtasına oturtmak için saldırının PKK tarafından yapıldığını propagandasına yönelmeye başlayacak. Bu propagandanın uluslararası alanda ne kadar etkili olacağı bilinmez ama Rojava’ya yönelik çok daha kapsamlı bir saldırının gerekçesi haline getirmek istenmesi de sonuç vermez.

Numan Kurtulmuş’un “Saldırıyı yapanları maşa olarak kullananlar, planlayanlar, bu ve benzeri saldırıların arkasındaki birtakım istihbarat, lojistik, silah ve mühimmat desteklerini ve hatta siyasal destekleri verenlerini” ifade etmesi, saldırının uluslararası bir boyutu olduğunu belirtiyor. Peki, hangi devletler, hangi örgütü bu saldırı için destekledi? Kurtulmuş’un ima ettiği özellikle İran ve Rusya’dır. Türkiye’ye karşı PKK ve PYD’yi destekleyen bu iki devlet, Ankara saldırısının arkasındaki iki ‘gizli’ güçtür. İlk bakışta mantıklı gelen bu senaryo, gerçeği ortaya koymaya yetmez. Eğer başka devletlere ait istihbarat örgütleri içte hiçbir yardım almadan Genelkurmay’ın dibinde bu eylemi yapıyorlarsa, sanırım Erdoğan’ın sarayı çok daha risk altındadır.

Bu saldırının Ankara’nın göbeğinde ve devletin stratejik kurumlarının merkezinde yapılmış olmasında bir istihbarat zafiyeti aramak politik bir saflık ve hedef şaşırtmadır. Eğer saldırıda istihbarat zafiyeti varsa bu, çok güçlü görünen devletin ne kadar zayıf olduğunu gösteriyor. Bir önceki Ankara saldırısında da ifade ettiğim gibi, devletin bu saldırılardan haberi yoksa, yarın bu eylemler devletin stratejik kurumlarına yönelik olarak gerçekleşirse bu devlet ne yapacak? Ön hazırlığı oldukça profesyonelce hazırlanan bu saldırı doğrudan devletin kendi çözümsüzlüğüne bir gerekçe bulması için yapmış olmamış olsa dahi, içte istihbarat desteği aldığı kesin.

Bu saldırı esasen radikal İslamcı örgütlerin eylem tarzına benziyor. Özellikle IŞİD ve El Nusra gibi örgütlerin oldukça sık kullandığı bir askeri mücadele biçimidir. Mesele hangi radikal İslamcı örgütün kullanıldığı değildir. Türkiye tarafından aktif olarak desteklenen birçok radikal İslamcı örgüte bu tür eylemlerin yaptırılacağı biliniyor. Daha önce Diyarbakır, Suruç, Ankara gibi yerlerde özellikle demokratik muhalif güçlere yönelik benzer saldırılar gerçekleştirildi.

Bu saldırı devletin doğrudan bilgisi ve onayı olmadan yapılması söz konusu olamaz. Bu eylem daha çok Türkiye’nin fiilen çöken ve yenilen bir duruma düşen Türkiye’nin Suriye stratejisine yeniden destek bulma hamlelerinden biridir. Özellikle son iki ayda uluslararası ilişkilerde bütünüyle izole olan ve yaptığı saldırıların hiçbirinin destek bulmaması ve tersine tepki toplaması nedeniyle köşeye sıkışan devlet, kendisine yeni bir kanal açmak için mağdur rolüne bürünmesi gerekir.

Bu eylemdeki en önemli amaçlardan biri de uluslararası güçler tarafından tanınan ve desteklenen PYD’nin ‘terörist’ görülmesini tescil etme çabasıdır. Özellikle “Ey Amerika” dedikleri ABD’ye “Bak işte PYD’nin yaptığı eylem budur. Hala siz bu gücü ‘terörist’ görmüyor musunuz? Bizden mi yanasınız yoksa terör yaratan PYD’den mi yanasınız?” denilmek istenmiştir. Bir bakıma ABD’yi köşeye sıkıştırma taktiğidir. Peki, bu yöntemler beklenen etkiyi gösterir mi? Göstermez. Uluslararası istihbarat örgütleri, bu saldırının arkasında PYD’nin olmadığını biliyorlardır.

Devlet bu saldırıyla, kendisine meşru savunma hakkı doğduğunu ve Suriye’de YPG’ye yönelik saldırılara meşruiyet kazandırmak istediği anlaşılıyor. Ancak bu acemi oyun tutmaz. Bu saldırının YPG tarafından yapılmadığı ve yapılamayacağı çok açıktır. Türkiye, Suriye’deki yenilgisini bu tarz eylemlerle ne örtebilir ne de şuursuzca saldırılara bir gerekçe bulabilir. Bu şansı yok. YPG’nin hedef gösterilmesi gibi bir çabanın politik anlamda bir değeri olmayacağı ve tersine Türkiye’nin prestijini çok daha ciddi sararacağı çok açıktır.

Saldırının arkasında ille de bir devlet bağlantısı aranmak isteniyorsa Rusya ve İran yerine ABD’yi düşünmek daha gerçekçidir. Erdoğan birkaç haftadır “Ey Amerika” diye bağırıyordu. “Ya bizden ya PYD’den yanasın, dostun kim seç” gibi bir bakıma ABD’yi tehdit eden ve Ortadoğu’da ABD politikalarına kafa tuttuğuna dair mesajlar veriyordu. “Ben olmazsam Ortadoğu’da kimse bir şey yapmaz” havası atılıyordu. Bu bakımdan Türkiye’nin erkenden kontrol altına alınması gerekiyordu. Bu saldırı Türkiye’nin Ortadoğu’da çözümsüz politikalarına beklenilenden daha erken bir yanıt olarak düşünülebilir. Veriler mesaj şu; küresel sistemin belirlediği Ortadoğu stratejisinin önemli bir hamlesi olan Suriye’deki sürecin içinde olmak istiyorsan, plan bozan değil, belirlenen planın içinde yer almandır. Yani oyuna tabi olmandır. Olmazsan, bu eylemler daha başlangıçtır, arkası gelir.

Ayrıca ABD Dışişleri Bakanlık Sözcüsü Mark Toner’in “Büyükelçiliğimiz ayrıca Amerikan vatandaşları için acil uyarı yayımlayarak bölgeden uzak durmaları ve gelişmeler hakkında haberleri takip etmeleri” çağrısı size bir mesaj vermiyor mu? ABD’nin kendi vatandaşlarına dediği şu; “Türkiye sizin için güvenli değil.” Yani Türkiye’ye gitmeyin çağrısıdır. Rusya’nın çok açık yaptığını ABD Dışişleri diplomatik bir dille yaptı.

Türkiye’nin uluslararası alanda yalnızlaştığı bir dönemde ve özellikle Rusya ile ortaya çıkan uçak düşürme krizinin ardında, bölgedeki politikalarının çökerek ciddi bir darbe almasını aşmanın yolunu hava üslerini uluslararası güçleri açarak gidermeye çalıştı. Attığı her adım devlet politikalarının çökmesine ve çözülmesine yol açtı. Politik, diplomatik ve askeri olarak inisiyatifi kaybetmesi, Türkiye’yi böylesi şuursuz hamlelere yöneltiyor.

Devlet eylemin adresini çok iyi biliyor. Bu eylemin YPG ile hiçbir ilişkisinin olmadığını da görüyor. IŞİD’e yakınlığıyla bilinen ‘Konstantiniyye Dergisi’nin son iki sayısına bakıldığında, bu eyleme dair verileri bulabilirler. Buna rağmen YPG’nin hedef gösterilmesi, bu saldırının MİT ve IŞİD ortaklığına dayandığına dair önemli kuşkular yaratıyor. Planlanmanın önceden hazırlandığı çok açıktır. Arabanın içinde kendisini parçalayan birinin DNA testini yapmak, hele parmak izinin birkaç saatte kime ait olduğunu tespit etmek, sistemin ne kadar hızlı ve güvenli çalıştığını değil, saldırganın önceden bilindiğini gösterir.

Öyle görünüyor ki, önümüzdeki süreçte bu tür eylemler çok daha fazla artacaktır. Devlet politik ve askeri yenilgisini, izlediği yanlış stratejiden aramak yerine, içeride bu tür eylemlere yönelerek çok daha riskli bir süreci başlatmış oluyor. AKP iktidarına olan güvende ciddi sorunlar oluştu, sistem içi kuvvetler arasında çatışmalı bir durum söz konusu, AKP içerisinde önemli çatlaklıklar var, Kürt illerinde devam eden ve esasen başarısızlıkla sonuçlanan askeri saldırılar ve bölgenin Halepleştirilmesi devletin çözülmesine dair önemli verilir sunuyor. Cumhurbaşkanı Erdoğan merkezli AKP iktidarı, çok ciddi başarısızlar içerisinde ve bu durum Türkiye’nin toplumsal dinamiklerini çok yönlü etkilemeye başladı. Önümüzdeki birkaç ay içerisinde çok daha ciddi bir sürecin yaşanacağı, toplumsal kaosun daha üst boyuta çıkacağı, iç savaş sürecine benzer bir döneme girileceği biliniyor. Bütün bu gelişmeler karşısında ‘birlik’ refleksini yeniden gündemleştirmek için bu tür saldırılara ihtiyaç duyulacaktır.

Yanlış strateji yanlış politik sonuçlar doğurur. Devletin Kürtleri çok yönlü tasfiye stratejisi belki Kürtlere ciddi acılar yaşatabilir ancak devletin çözülüşünü engelleyemez. Uluslararası alanda izole olan ve bölgesel denklemin dışına düşen Erdoğan merkezli AKP iktidarı, çözümü dahası kurtuluşunu savaşta görüyor. Rojava’daki gelişmeyi hazmedemeyen ve yenilgiyi kabul ederek çözüme katkı yapmak yerine Ankara’daki eyleme benzer saldırıları artırarak dikkatleri PYD üzerine çekip, savaşı meşrulaştırmaya çalışıyor.

Bu saldırının adresi çok açıktır ki Türkiye tarafından çok yönlü desteklenen radikal İslamcı örgütlerdir. Bu tür saldırılar kaosu derinleştirir ve politik çözüme hiçbir katkı sunmaz. Bu bakımdan Türkiye mevcut politik gelişmeleri doğru analiz ederek, Kürtlerle savaşmayı bir yana bırakarak, uzlaşmayı ve barışmayı esas alan yeni bir politikayı devreye koymalıdır. Kendi içerisinde derinleştireceği bu tür eylemlerle ne PYD’nin terörist olduğu uluslararası kamuoyuna kabul ettirilir ne de Rojava’ya yönelik saldırıları meşrulaşır.

AKP’nin hesaplaması gereken bir başka nokta da, ısrarla sürdürdüğü savaş merkezli politikalar ordunun politik gücünü ve inisiyatifini tahmin edilmeyen düzeyde artırıyor. Süreci yöneten Erdoğan ve AKP değil, Genelkurmay’dır. PYD uluslararası alanda ‘terörist’ görmek için izin verdiğiniz bu tür saldırılar, yarın sizin tasfiyenizin bir gerekçesi haline getirilirse şaşırmayın.