Anasayfa , Haberler , Ali Gülmez'den Şiir

Ali Gülmez'den Şiir

TEKİRDAĞ | 26 – 01 – 2011 | Soruluyor bazen dışarıdan:

“Nedir bu hücre?

Nasıldır tecrit?

Zorlanıyoruz anlamakta..”

DIŞARIDAKİNE

Bir de,

bizim

tekbaşımıza,

sadece

direnip,

teslim alınamayacağımızı;

Kazanmak

için ise,

sizin de,

hepbirlikte

Sadece

kıpırdamanızın

yeteceğini

hatırlatan

alarm zilleridir

hücre….

Doğrudur.

Sadece

yaşanılarak

kavranabileceklerdendir,

Ama

anlaşılmazlarından değil…

“Gezegen üstündeki

bütün kapatılmaların

tarihini biliyoruz!

Bütün

külliyatını

yutmuşuz!

Sadece,

Nasıl direnilecek,

onu göstereceğiz!”

iddiasının;

her adımda,

yeniden,

yeniden

sorgulanıp

keşfedilmesi

gerçeğine toslaması;

Mağaraları,

Yedikuleler’i;

Panapticon,

Pelikan boylar’ı;

Uruguay,

Vietnamlar’ı;

Stammheim’ı,

İmralı’yı;

Tersten düzden

aşağıdan yukarıdan

yeniden anlamak,

öğrenmek,

duyumsamaktır.

Tecrit-hücre,

sizin-bizim

en diri damarımızı

posaya çevirip

ele ayağa düşürme

yoketme

yeltenişidir.

Arkası,

Egemenlerin

binyılların birikimi

koca, sinsi bir beyinken;

Önü,

akla ziyan

saçmalıklar manzumesidir.

Hücre;

“Asmayıpta besleyecekmiyiz”ciliğin,

“Asmayıp can çekiştirelim”,

“Güneş girmeyen yere doktor girer”in

“Güneş ve have girmeyen yere Azrail girsin” halidir.

Teklik

Yalnızlaştırma

Yalıtma

beyhudeliğidir.

“Günaydın-iyi uykular”ını

Kendinin

dinlemesidir

hücre.

Uykudan önce

yatak muhabbeti

yapacak kimsenin

olmayışıdır.

Bizimkilerin

Taksim’i zaptedişini

ekranda seyrederken

gözyaşlarını karıştıracağın

kucaklanacak bir gövdenin

yokluğu;

Sırılsıklam coşkulu bir sevinci

civa bir ölüm acısını

duvarlarla paylaşmaya

tahammüldür

hücre..

“Deli” denmeyi göze alıp

kendinle konuşmazsan,

sesini unutmak,

denediğinde,

garip-yabancı bir sesle

afallamaktır.

Hastahane-mahkeme dönüşünde,

susmaksızın konuşmaktan

sesinin kısılmasıdır.

Bazen

Ölüm sessizliğidir

içinde

karınca osuruğundan

“şişşşşt!”lere

herşeyin duyulabildiği;

Bazen

desibel bombardımanıdır

içinde

her türlü demir şakırtısı

sabrın sınırlarını zorlayan…

Yorgan döşek

Ateş kabus bir gripte

“Nasılsın?”ın,

bir tas çorba şefkatinin

özlemidir hücre.

Her saldırıdan sonra

yaralarını

kendinin sarmasıdır.

Düşme,

kırılan kafa-göz,

kan içinde

baygın bulunmaktır sayımda…

Bazen de

kalp krizi ile

“Ölüm istatistiği” olmaktır

ulaşamadığın “acil yardım butonu”

uzaktan sana bakarken….

Saçlarını

permatikle

kendinin kesmesii,

Arka ve enseye

gardiyanların hep gülmesidir,

Birisi olsa bile,

orada parmaklıkla yapılmasıdır bunun…

Bir toplu dava gidişinde,

Beş masalık açık görüş yerinde,

“miting kalabalığı” algısı,

Tanıdıkları ayrıştıramamanın

şaşkın sevincidir.

Kısaca,

“At bir kese” diyecek yoldaşın,

“Fermuarın açık kalmış hemşerim” diyecek birinin dahi

Yokluğudur hücre….

Kuzeyine bakanında,

Tuzluğun,

Şekerin “küp”lüğünün

iflası,

çeşit çeşit küf,

duvarın

resim dahi tutmayışı;

siz

dışarıda

nemden

nefes

alamazken,

hücrede cançekişmek;

Güneyine bakanında,

kerbela çölüdür.

Kışın

dışarıyı görmek için

camdaki buzları kırmak,

açmak için

kapıdaki buzları sökmektir

bazen hücre.

Kardan

“kardan adam yoldaş”,

kıçına tekme

enseye şaplak için

“kardan adam gardiyan”

yapmaktır.

Toprağı çay posası

Beş’lik su petinden

yüzlerce saksı

binlerce filiz-yeşilin

çoğunun

operasyonla alınmasına;

On yıldır,

hala

posa biriktirmede devam

toprakta ısrar,

yeşilde        filizde

yaşamda inattır.

Herşeye rağmen,

bazen,

Elli santimetre çaplı yapraklar

Dört metrelik boyu ile

İki-üç kocca kavunu,

kurtarma,

büyütme

ve

onlarca tutsakla

tadabilme keyfidir.

“Karıncalarıma, örümceklerime dokunma!” buyruğunun,

dışarıdan ilaçlamaya gelen sivilin

yüzündeki

korku, şaşkınlıktır.

Bu daracık yerde

koca lağım fareleriyle

karşılaşacak olmanın paniğiyle

bütün delikleri

sıkı sıkıya

kapatmaktır.

Küçük,

kare  bir gökyüzünden akanlarla,

kurdun kuşun,

börtü böceğin

göğün bulutun

erbabı olup

doğaya tutunmaktır yani hücre.

Serçeye ekmeğe,

Çatlaktaki yeşilliğe

“ziyaret-mektup yasağı” verilmektir.

Hücre cezasının

çektirilmesi için,

dolusundan alınıp

boşuna götürülmektir.

Hücre,

görüntüsü

dört duvar;

sesten,

yazıdan ibaret bir dünya,

fotokopi bir yaşam

zorlamasıdır.

Beyne kazınmış,

akıldan çıkması düşünülmeyen

isimleri

hatırlayamamandır.

Zokasını,

yediysen Tredman’ın,

kurmak,

sanallaşabilmektir.

Farklılığa tahammülsüzlük,

uzlaşamamak,

kendini dayatma,

tepki, öfke patlamasıdır.

Kıra, yıka, kaça

özerkleşme,

federasyonlaşma,

tek kişilik Cumhuriyet;

Uyanık Adli Seyfo’nun söylemiyle:

“Bunlar,

feleğimizi şaşırttı Ali Abi…

Şimdi

dışarı çıksam,

karıyla-çocuklarla dahi  oturamayacak;

kahvede,

pişpirik oynayamayacak

hale soktular bizi.

Bir kızarmış yumurtaya

hasret bıraktılar Ali Abi…”dir.

Feodallerle ziyarete mahkum edilişe,

yoldaşlaşarak,

ziyaret-mektupla direniş örerek;

yasak yağmurunda,

içeriden-dışarıdan

eylemle selamlaşmaktır hücre.

Bıçak sırtı

Ateş-barut yürüyüşlerin

omuzdaşlığının

yürek yangınıdır hücre;

Kutuplarının,

kabenin,

yerdeğiştirmesi,

Pusulalarının

şaşıp

hep

o’nu

göstermesidir.

Zindandan

göğe yükselen

“rojbaş, Evelbaş” nidaları,

Sloganlar,

kapı dövme çınlamalarıdır,

yokluğunda tüm bölgenin “ne oluyor?” dediği…

Hücumdakilerimize,

bir yudum su

verememe,

alınlarına bir buse

konduramama,

Yıldızlaşanlarımızın naaşına

bir omuzluk güç

yettirememenin

sızısı,

Gazilerimizin, sürgünlerimizin acılarını

sindirememek;

Analarımızın öfkesinin,

hesap soruculuğumuzun

“ürküten”

yeminleridir hücre.

Direnişten,

firar korkusundan,

hücre hücre

yetmeyince

zindan zindan

sürgünlerine,

“konaklama yeri hücre”,

“konaklama yeri zindan”

Gerilla tarzı ile dikilmektir.

Durmadan

örgütlenmek

örgütlenmek

örgütlenmektir hücre.

Üretmek,

üretmek;

Barikat barikat

hücre hücre

gövde gövde

direnmektir.

Taksimler’den

Serhildanlar’a,

Paris banliyölerinden,

Akropol eteklerine;

Yaylacıklar’dan,

Munzurlar’a

Cudilerden,

Zagroslar’a;

Andlar’ın,

Everestler’in zirvelerindeki

ışıltılarla

yıkanmak,

beslenmek,

nefes almaktır.

Duvarlarının, kapılarının

aşılmaz-açılmazlığını,

delerek,

yıkarak,

“patlatarak”

göstermişliğin

heybetinin

küçümseyen tebessümü;

Yokedilse bile,

Asla boyuneğdirilemez,

Tepeden tırnağa

kıpkızıl bir

dimdikliktir…..

ALİ GÜLMEZ

KASIM 2010

TEKİRDAĞ 1 NOLU

F TİPİ HAPİSHANE

Soruluyor bazen dışarıdan:

“Nedir bu hücre?

Nasıldır tecrit?

Zorlanıyoruz anlamakta..”

DIŞARIDAKİNE

Bir de,

bizim

tekbaşımıza,

sadece

direnip,

teslim alınamayacağımızı;

Kazanmak

için ise,

sizin de,

hepbirlikte

Sadece

kıpırdamanızın

yeteceğini

hatırlatan

alarm zilleridir

hücre….

Doğrudur.

Sadece

yaşanılarak

kavranabileceklerdendir,

Ama

anlaşılmazlarından değil…

“Gezegen üstündeki

bütün kapatılmaların

tarihini biliyoruz!

Bütün

külliyatını

yutmuşuz!

Sadece,

Nasıl direnilecek,

onu göstereceğiz!”

iddiasının;

her adımda,

yeniden,

yeniden

sorgulanıp

keşfedilmesi

gerçeğine toslaması;

Mağaraları,

Yedikuleler’i;

Panapticon,

Pelikan boylar’ı;

Uruguay,

Vietnamlar’ı;

Stammheim’ı,

İmralı’yı;

Tersten düzden

aşağıdan yukarıdan

yeniden anlamak,

öğrenmek,

duyumsamaktır.

Tecrit-hücre,

sizin-bizim

en diri damarımızı

posaya çevirip

ele ayağa düşürme

yoketme

yeltenişidir.

Arkası,

Egemenlerin

binyılların birikimi

koca, sinsi bir beyinken;

Önü,

akla ziyan

saçmalıklar manzumesidir.

Hücre;

“Asmayıpta besleyecekmiyiz”ciliğin,

“Asmayıp can çekiştirelim”,

“Güneş girmeyen yere doktor girer”in

“Güneş ve have girmeyen yere Azrail girsin” halidir.

Teklik

Yalnızlaştırma

Yalıtma

beyhudeliğidir.

“Günaydın-iyi uykular”ını

Kendinin

dinlemesidir

hücre.

Uykudan önce

yatak muhabbeti

yapacak kimsenin

olmayışıdır.

Bizimkilerin

Taksim’i zaptedişini

ekranda seyrederken

gözyaşlarını karıştıracağın

kucaklanacak bir gövdenin

yokluğu;

Sırılsıklam coşkulu bir sevinci

civa bir ölüm acısını

duvarlarla paylaşmaya

tahammüldür

hücre..

“Deli” denmeyi göze alıp

kendinle konuşmazsan,

sesini unutmak,

denediğinde,

garip-yabancı bir sesle

afallamaktır.

Hastahane-mahkeme dönüşünde,

susmaksızın konuşmaktan

sesinin kısılmasıdır.

Bazen

Ölüm sessizliğidir

içinde

karınca osuruğundan

“şişşşşt!”lere

herşeyin duyulabildiği;

Bazen

desibel bombardımanıdır

içinde

her türlü demir şakırtısı

sabrın sınırlarını zorlayan…

Yorgan döşek

Ateş kabus bir gripte

“Nasılsın?”ın,

bir tas çorba şefkatinin

özlemidir hücre.

Her saldırıdan sonra

yaralarını

kendinin sarmasıdır.

Düşme,

kırılan kafa-göz,

kan içinde

baygın bulunmaktır sayımda…

Bazen de

kalp krizi ile

“Ölüm istatistiği” olmaktır

ulaşamadığın “acil yardım butonu”

uzaktan sana bakarken….

Saçlarını

permatikle

kendinin kesmesii,

Arka ve enseye

gardiyanların hep gülmesidir,

Birisi olsa bile,

orada parmaklıkla yapılmasıdır bunun…

Bir toplu dava gidişinde,

Beş masalık açık görüş yerinde,

“miting kalabalığı” algısı,

Tanıdıkları ayrıştıramamanın

şaşkın sevincidir.

Kısaca,

“At bir kese” diyecek yoldaşın,

“Fermuarın açık kalmış hemşerim” diyecek birinin dahi

Yokluğudur hücre….

Kuzeyine bakanında,

Tuzluğun,

Şekerin “küp”lüğünün

iflası,

çeşit çeşit küf,

duvarın

resim dahi tutmayışı;

siz

dışarıda

nemden

nefes

alamazken,

hücrede cançekişmek;

Güneyine bakanında,

kerbela çölüdür.

Kışın

dışarıyı görmek için

camdaki buzları kırmak,

açmak için

kapıdaki buzları sökmektir

bazen hücre.

Kardan

“kardan adam yoldaş”,

kıçına tekme

enseye şaplak için

“kardan adam gardiyan”

yapmaktır.

Toprağı çay posası

Beş’lik su petinden

yüzlerce saksı

binlerce filiz-yeşilin

çoğunun

operasyonla alınmasına;

On yıldır,

hala

posa biriktirmede devam

toprakta ısrar,

yeşilde filizde

yaşamda inattır.

Herşeye rağmen,

bazen,

Elli santimetre çaplı yapraklar

Dört metrelik boyu ile

İki-üç kocca kavunu,

kurtarma,

büyütme

ve

onlarca tutsakla

tadabilme keyfidir.

“Karıncalarıma, örümceklerime dokunma!” buyruğunun,

dışarıdan ilaçlamaya gelen sivilin

yüzündeki

korku, şaşkınlıktır.

Bu daracık yerde

koca lağım fareleriyle

karşılaşacak olmanın paniğiyle

bütün delikleri

sıkı sıkıya

kapatmaktır.

Küçük,

kare bir gökyüzünden akanlarla,

kurdun kuşun,

börtü böceğin

göğün bulutun

erbabı olup

doğaya tutunmaktır yani hücre.

Serçeye ekmeğe,

Çatlaktaki yeşilliğe

“ziyaret-mektup yasağı” verilmektir.

Hücre cezasının

çektirilmesi için,

dolusundan alınıp

boşuna götürülmektir.

Hücre,

görüntüsü

dört duvar;

sesten,

yazıdan ibaret bir dünya,

fotokopi bir yaşam

zorlamasıdır.

Beyne kazınmış,

akıldan çıkması düşünülmeyen

isimleri

hatırlayamamandır.

Zokasını,

yediysen Tredman’ın,

kurmak,

sanallaşabilmektir.

Farklılığa tahammülsüzlük,

uzlaşamamak,

kendini dayatma,

tepki, öfke patlamasıdır.

Kıra, yıka, kaça

özerkleşme,

federasyonlaşma,

tek kişilik Cumhuriyet;

Uyanık Adli Seyfo’nun söylemiyle:

“Bunlar,

feleğimizi şaşırttı Ali Abi…

Şimdi

dışarı çıksam,

karıyla-çocuklarla dahi oturamayacak;

kahvede,

pişpirik oynayamayacak

hale soktular bizi.

Bir kızarmış yumurtaya

hasret bıraktılar Ali Abi…”dir.

Feodallerle ziyarete mahkum edilişe,

yoldaşlaşarak,

ziyaret-mektupla direniş örerek;

yasak yağmurunda,

içeriden-dışarıdan

eylemle selamlaşmaktır hücre.

Bıçak sırtı

Ateş-barut yürüyüşlerin

omuzdaşlığının

yürek yangınıdır hücre;

Kutuplarının,

kabenin,

yerdeğiştirmesi,

Pusulalarının

şaşıp

hep

o’nu

göstermesidir.

Zindandan

göğe yükselen

“rojbaş, Evelbaş” nidaları,

Sloganlar,

kapı dövme çınlamalarıdır,

yokluğunda tüm bölgenin “ne oluyor?” dediği…

Hücumdakilerimize,

bir yudum su

verememe,

alınlarına bir buse

konduramama,

Yıldızlaşanlarımızın naaşına

bir omuzluk güç

yettirememenin

sızısı,

Gazilerimizin, sürgünlerimizin acılarını

sindirememek;

Analarımızın öfkesinin,

hesap soruculuğumuzun

“ürküten”

yeminleridir hücre.

Direnişten,

firar korkusundan,

hücre hücre

yetmeyince

zindan zindan

sürgünlerine,

“konaklama yeri hücre”,

“konaklama yeri zindan”

Gerilla tarzı ile dikilmektir.

Durmadan

örgütlenmek

örgütlenmek

örgütlenmektir hücre.

Üretmek,

üretmek;

Barikat barikat

hücre hücre

gövde gövde

direnmektir.

Taksimler’den

Serhildanlar’a,

Paris banliyölerinden,

Akropol eteklerine;

Yaylacıklar’dan,

Munzurlar’a

Cudilerden,

Zagroslar’a;

Andlar’ın,

Everestler’in zirvelerindeki

ışıltılarla

yıkanmak,

beslenmek,

nefes almaktır.

Duvarlarının, kapılarının

aşılmaz-açılmazlığını,

delerek,

yıkarak,

“patlatarak”

göstermişliğin

heybetinin

küçümseyen tebessümü;

Yokedilse bile,

Asla boyuneğdirilemez,

Tepeden tırnağa

kıpkızıl bir

dimdikliktir…..

ALİ GÜLMEZ

Soruluyor bazen dışarıdan:

“Nedir bu hücre?

Nasıldır tecrit?

Zorlanıyoruz anlamakta..”

DIŞARIDAKİNE

Bir de,

bizim

tekbaşımıza,

sadece

direnip,

teslim alınamayacağımızı;

Kazanmak

için ise,

sizin de,

hepbirlikte

Sadece

kıpırdamanızın

yeteceğini

hatırlatan

alarm zilleridir

hücre….

Doğrudur.

Sadece

yaşanılarak

kavranabileceklerdendir,

Ama

anlaşılmazlarından değil…

“Gezegen üstündeki

bütün kapatılmaların

tarihini biliyoruz!

Bütün

külliyatını

yutmuşuz!

Sadece,

Nasıl direnilecek,

onu göstereceğiz!”

iddiasının;

her adımda,

yeniden,

yeniden

sorgulanıp

keşfedilmesi

gerçeğine toslaması;

Mağaraları,

Yedikuleler’i;

Panapticon,

Pelikan boylar’ı;

Uruguay,

Vietnamlar’ı;

Stammheim’ı,

İmralı’yı;

Tersten düzden

aşağıdan yukarıdan

yeniden anlamak,

öğrenmek,

duyumsamaktır.

Tecrit-hücre,

sizin-bizim

en diri damarımızı

posaya çevirip

ele ayağa düşürme

yoketme

yeltenişidir.

Arkası,

Egemenlerin

binyılların birikimi

koca, sinsi bir beyinken;

Önü,

akla ziyan

saçmalıklar manzumesidir.

Hücre;

“Asmayıpta besleyecekmiyiz”ciliğin,

“Asmayıp can çekiştirelim”,

“Güneş girmeyen yere doktor girer”in

“Güneş ve have girmeyen yere Azrail girsin” halidir.

Teklik

Yalnızlaştırma

Yalıtma

beyhudeliğidir.

“Günaydın-iyi uykular”ını

Kendinin

dinlemesidir

hücre.

Uykudan önce

yatak muhabbeti

yapacak kimsenin

olmayışıdır.

Bizimkilerin

Taksim’i zaptedişini

ekranda seyrederken

gözyaşlarını karıştıracağın

kucaklanacak bir gövdenin

yokluğu;

Sırılsıklam coşkulu bir sevinci

civa bir ölüm acısını

duvarlarla paylaşmaya

tahammüldür

hücre..

“Deli” denmeyi göze alıp

kendinle konuşmazsan,

sesini unutmak,

denediğinde,

garip-yabancı bir sesle

afallamaktır.

Hastahane-mahkeme dönüşünde,

susmaksızın konuşmaktan

sesinin kısılmasıdır.

Bazen

Ölüm sessizliğidir

içinde

karınca osuruğundan

“şişşşşt!”lere

herşeyin duyulabildiği;

Bazen

desibel bombardımanıdır

içinde

her türlü demir şakırtısı

sabrın sınırlarını zorlayan…

Yorgan döşek

Ateş kabus bir gripte

“Nasılsın?”ın,

bir tas çorba şefkatinin

özlemidir hücre.

Her saldırıdan sonra

yaralarını

kendinin sarmasıdır.

Düşme,

kırılan kafa-göz,

kan içinde

baygın bulunmaktır sayımda…

Bazen de

kalp krizi ile

“Ölüm istatistiği” olmaktır

ulaşamadığın “acil yardım butonu”

uzaktan sana bakarken….

Saçlarını

permatikle

kendinin kesmesii,

Arka ve enseye

gardiyanların hep gülmesidir,

Birisi olsa bile,

orada parmaklıkla yapılmasıdır bunun…

Bir toplu dava gidişinde,

Beş masalık açık görüş yerinde,

“miting kalabalığı” algısı,

Tanıdıkları ayrıştıramamanın

şaşkın sevincidir.

Kısaca,

“At bir kese” diyecek yoldaşın,

“Fermuarın açık kalmış hemşerim” diyecek birinin dahi

Yokluğudur hücre….

Kuzeyine bakanında,

Tuzluğun,

Şekerin “küp”lüğünün

iflası,

çeşit çeşit küf,

duvarın

resim dahi tutmayışı;

siz

dışarıda

nemden

nefes

alamazken,

hücrede cançekişmek;

Güneyine bakanında,

kerbela çölüdür.

Kışın

dışarıyı görmek için

camdaki buzları kırmak,

açmak için

kapıdaki buzları sökmektir

bazen hücre.

Kardan

“kardan adam yoldaş”,

kıçına tekme

enseye şaplak için

“kardan adam gardiyan”

yapmaktır.

Toprağı çay posası

Beş’lik su petinden

yüzlerce saksı

binlerce filiz-yeşilin

çoğunun

operasyonla alınmasına;

On yıldır,

hala

posa biriktirmede devam

toprakta ısrar,

yeşilde        filizde

yaşamda inattır.

Herşeye rağmen,

bazen,

Elli santimetre çaplı yapraklar

Dört metrelik boyu ile

İki-üç kocca kavunu,

kurtarma,

büyütme

ve

onlarca tutsakla

tadabilme keyfidir.

“Karıncalarıma, örümceklerime dokunma!” buyruğunun,

dışarıdan ilaçlamaya gelen sivilin

yüzündeki

korku, şaşkınlıktır.

Bu daracık yerde

koca lağım fareleriyle

karşılaşacak olmanın paniğiyle

bütün delikleri

sıkı sıkıya

kapatmaktır.

Küçük,

kare  bir gökyüzünden akanlarla,

kurdun kuşun,

börtü böceğin

göğün bulutun

erbabı olup

doğaya tutunmaktır yani hücre.

Serçeye ekmeğe,

Çatlaktaki yeşilliğe

“ziyaret-mektup yasağı” verilmektir.

Hücre cezasının

çektirilmesi için,

dolusundan alınıp

boşuna götürülmektir.

Hücre,

görüntüsü

dört duvar;

sesten,

yazıdan ibaret bir dünya,

fotokopi bir yaşam

zorlamasıdır.

Beyne kazınmış,

akıldan çıkması düşünülmeyen

isimleri

hatırlayamamandır.

Zokasını,

yediysen Tredman’ın,

kurmak,

sanallaşabilmektir.

Farklılığa tahammülsüzlük,

uzlaşamamak,

kendini dayatma,

tepki, öfke patlamasıdır.

Kıra, yıka, kaça

özerkleşme,

federasyonlaşma,

tek kişilik Cumhuriyet;

Uyanık Adli Seyfo’nun söylemiyle:

“Bunlar,

feleğimizi şaşırttı Ali Abi…

Şimdi

dışarı çıksam,

karıyla-çocuklarla dahi  oturamayacak;

kahvede,

pişpirik oynayamayacak

hale soktular bizi.

Bir kızarmış yumurtaya

hasret bıraktılar Ali Abi…”dir.

Feodallerle ziyarete mahkum edilişe,

yoldaşlaşarak,

ziyaret-mektupla direniş örerek;

yasak yağmurunda,

içeriden-dışarıdan

eylemle selamlaşmaktır hücre.

Bıçak sırtı

Ateş-barut yürüyüşlerin

omuzdaşlığının

yürek yangınıdır hücre;

Kutuplarının,

kabenin,

yerdeğiştirmesi,

Pusulalarının

şaşıp

hep

o’nu

göstermesidir.

Zindandan

göğe yükselen

“rojbaş, Evelbaş” nidaları,

Sloganlar,

kapı dövme çınlamalarıdır,

yokluğunda tüm bölgenin “ne oluyor?” dediği…

Hücumdakilerimize,

bir yudum su

verememe,

alınlarına bir buse

konduramama,

Yıldızlaşanlarımızın naaşına

bir omuzluk güç

yettirememenin

sızısı,

Gazilerimizin, sürgünlerimizin acılarını

sindirememek;

Analarımızın öfkesinin,

hesap soruculuğumuzun

“ürküten”

yeminleridir hücre.

Direnişten,

firar korkusundan,

hücre hücre

yetmeyince

zindan zindan

sürgünlerine,

“konaklama yeri hücre”,

“konaklama yeri zindan”

Gerilla tarzı ile dikilmektir.

Durmadan

örgütlenmek

örgütlenmek

örgütlenmektir hücre.

Üretmek,

üretmek;

Barikat barikat

hücre hücre

gövde gövde

direnmektir.

Taksimler’den

Serhildanlar’a,

Paris banliyölerinden,

Akropol eteklerine;

Yaylacıklar’dan,

Munzurlar’a

Cudilerden,

Zagroslar’a;

Andlar’ın,

Everestler’in zirvelerindeki

ışıltılarla

yıkanmak,

beslenmek,

nefes almaktır.

Duvarlarının, kapılarının

aşılmaz-açılmazlığını,

delerek,

yıkarak,

“patlatarak”

göstermişliğin

heybetinin

küçümseyen tebessümü;

Yokedilse bile,

Asla boyuneğdirilemez,

Tepeden tırnağa

kıpkızıl bir

dimdikliktir…..

ALİ GÜLMEZ

KASIM 2010

TEKİRDAĞ 1 NOLU

F TİPİ HAPİSHANE

KASIM 2010

TEKİRDAĞ 1 NOLU

F TİPİ HAPİSHANE