Home , Köşe Yazıları , AKP’nin seçim paketinden sermayeye mesaj

AKP’nin seçim paketinden sermayeye mesaj

köse yazisiEREN KORKMAZ |08-10-2013 |Haziran’daki toplumsal ayaklanmayla beraber AKP hükümeti ciddi bir sarsılma yaşamış ve çöküş sürecine girmiştir. Bu o kadar ani ve hızlı şekilde olmuştur ki başbakanından bakanlarına, valilerinden medyasına ve eğitim kurumlarına 10 yılda yarattıkları  her kurum tel tel dökülmekte ve toplum nezdinde her geçen gün daha fazla teşhir olmaktadır. Elbette AKP ve şefi Erdoğan bu durumu tersine çevirmek için ellerindeki tüm imkanları değerlendirecektir. Sahip oldukları devasa olanaklara karşın henüz çıkış yolu bulabildikleri de söylenemez.

Anlaşılmaktadır ki AKP hükümeti artık ikna edemeyeceğini düşündüğü toplumsal kesimleri yanına çekmek için zaman kaybetmeyecektir. Bu, liberallerin işlerine son verildiği anlamına gelmektedir. Muhaliflere yönelik AKP’nin tek sunduğu polis şiddeti ve baskıdır. Yeter ki, toplum yeniden, seçimleri de “bahane ederek” sokakları doldurmasın, sokağa çıkacaksa da parçalı halde karşısına çıksın ve devlet şiddetinden payına düşeni alsın. Bununla beraber rıza üretimi açısından ise “demokratikleşme paketi” adını verdikleri ve üzerinde ince hesaplar yaptıklarını kendilerinin ifade ettiği bir program açıkladılar. Zaten hesaba katmadıkları kesimlerin eleştirilerini önemsemeleri beklenmemektedir, ancak hedefledikleri açısından işe yaradığı anlaşılmaktadır. Öncelikle kendisine oy veren kitleye yıllardır sündüre sündüre sömürdükleri türban meselesinden bir söz vererek çok da sağlam bulmadıkları kendi tabanını konsolide etmek hedeflenmiş, diğer yandan “barış süreci” adı altında görüştükleri Kürt Ulusal Hareketine yönelik belirli mesajlar verilmiştir. Kürt Ulusal Hareketinin eleştirileri olsa da AKP mevcut “barış”ın süreceği, çatışmaya evrilmeyecek alt sınırdan “haklar” ihsan etmiş, daha fazlası karşılıklı pazarlıkların sonucuna bırakılmış ve Batı’daki toplumsal hareketle Doğu’dakinin bütünleşmesi, hele çatışmalı ortama geri dönülmesi korkusunu bertaraf edebilmiştir.

Ancak kamuoyunda bu “demokratikleşme paketi”yle beraber ele alınmasa da aslında önemli bir bağı olan ve aynı dönemde büyük bir hararetle yeniden gündeme getirilen işçi sınıfına yönelik saldırılar da bu stratejinin bir parçası olarak değerlendirilmelidir. Yıllardır üzerinde konuşulan ancak tam da seçimler öncesinde kararlılık mesajlarıyla gündeme getirilen bu pakette kıdem tazminatı, taşeron çalışma ve özel istihdam büroları yer almaktadır. Aslında bu, AKP’yi iktidarda tutan esas güç olan sermaye kesimlerine yönelik güçlü bir mesajdır. TÜSİAD başta olmak üzere büyük sermaye kesimlerinin ve uluslararası alanda tekelci şirketlerle emperyalist merkezlerin AKP hükümeti ve Erdoğan’dan soğudukları bilinen bir gerçektir. Yeni senaryoların gündeme geldiği de bilinmektedir ve her şey gayet gözümüzün önünde yaşanmaktadır. AKP’nin içten bölünerek yeni bir muhafazakar partinin iktidara taşınması veya CHP’nin parlatılması görünürdeki iki ciddi olasılıktır. İşte böylesi bir dönemde Erdoğan’ın kıdem tazminatını, özel istihdam bürolarını ve taşeron çalışmayı aciliyetle gündeme getirmesi ve “taraflara anlaşmaları” için kısa bir süre vermesi, alelacele Çalışma Meclisini toplamaya karar vermeleri hükümetin uluslararası sermayeye ve yerli işbirlikçilerine yönelik onlara en iyi kendilerinin hizmet edebileceğini gösteren bir mesajdır. Kürtleri pasif bir konumda tutabilir, muhalefeti ezer, kendi tabanını sağlama alırsa, üstüne de sermayenin soğukluğunu giderecek önlemleri yerine getirirse yeniden toparlayabileceklerini ummaktadır.

Erdoğan da zaten bu adımlara verilen tepkiyi anlamaya çalışmakta, emekçi halka efelenmeye devam ederken gerçek güç odaklarına karşı daha makul bir dil kullanmayı tercih etmektedir. 3 Ekim’de canlı yayında cumhurbaşkanlığına adaylığı sorulan Erdoğan, sanki yakın döneme kadar bas bas başkan olacağını ilan eden kendisi değilmiş gibi henüz karar vermediğini ve yetkili kurulların alacağı karara uyacağını usluca ifade etmektedir.

İşçi sınıfına dair bu saldırıların bu dönemde alelacele yeniden harlatılmasının yanı sıra tam da aynı dönemde dikkat çekici bir değişim de Türk İş yönetiminde oldu. Uzun süredir gündemde olmasına karşın Mustafa Kumlu’nun birden istifa etmesi ve yerine Ergün Atalay’ın apar topar ve sessizce başkanlığa gelmesi de oldukça ilginçtir. Daha öncesinde başkanlığı genel kurula kadar koruyacağı mesajını veren Kumlu’nun akil adam seçilmesi ve belki de milletvekilliği sözü verilerek istifaya ikna edilmesi ve yerine Atalay’ın geçmesinin simgesel önemi gözardı edilmemelidir. Atalay, yalnızca Başbakanın yakın aile dostu değildir, aynı zamanda yıllardır Türk İş ve sendikal hareketi yönlendirmeye çalışan AKP’nin kadrosu olarak bilinmekte, Türk İş’i ve sendikal alanda AKP operasyonlarını perde arkasından yöneten kişi olduğu ileri sürülmektedir. Dahası Türk İş içindeki muhalif sendikaların, özellikle de Hava İş, Deri İş, Tek Gıda İş yönetim seçimlerine de müdahil olduğu iddia edilmektedir. Böylesi niteliklere sahip bir kişinin birden perde arkasından rahatlıkla yıpranabileceği bir konuma, vitrine alınması da tam da Haziran isyanının ardından çöküşe giden AKP’nin sermayenin desteğini yeniden kazanma manevrasında Türk İş’in göstermelik dahi olsa ses çıkarmasına tahammül edemediği anlamına gelmektedir. Atalay’ın seçilmesinin ardından yeni yönetimin işçiye ve kamuoyuna göstermelik kararlılık mesajları dahi vermeye gerek görmemesi, hatta Pevrul Kavlak’ın Türk İş içinde disiplini sağlayacaklarını belirtmesi, basında Mustafa Türkel’in disipline verileceği haberlerinin çıkması gibi gayet manalı, alışılmışın dışında mesajlar iletildi. Hak İş’in zaten tam teslim olduğu ve AKP’nin çöküşüyle beraber iskambil kağıdı gibi dağılacağı öngörülebilir, ancak halen belirli bir gücü koruyan ve heterojen özelliği olan Türk İş’in disiplin altına alınması, anlaşılıyor ki, AKP’nin sınıfa yönelik saldırıları açısından oldukça mühim.

Sendikal ihanetin nasıl olacağının ipuçları şimdiden ortaya çıkmaktadır. Medya da etkin şekilde kullanılarak, kıdem tazminatının 15 güne inmesi yerine 20 günde tutulması, kaldırılması yerine fona devredilmesi gibi göstermelik pazarlıklar ve işçileri beklentiye sokma-ikna etme çabası için yoğun bir dezenformasyona başvurulacağı anlaşılmaktadır. Bu noktada artık örgütsel olarak DİSK’e ve Gezi Ruhu’na önemli işler düşmektedir ve Haziran’dan itibaren gelişen süreç de dikkate alındığında, görülecektir ki, şayet kendine güvenli bir şekilde, planlı ve aktif bir hat izlenirse emekçilerin bu saldırıları boşa çıkarması ve hanesine yeni bir kazanım sağlaması oldukça mümkündür.

* Eren Korkmaz


DİSK Tekstil İşçileri Sendikası

Örgütlenme ve Uluslararası İlişkiler Daire Müdürü