Home , Avrupa , ‘Ahparig Hrant, SENİ unutmadık/ unutturmadık’

‘Ahparig Hrant, SENİ unutmadık/ unutturmadık’

panel_ffm_hrant4FRANKFURT | 20 – 01 – 2014 | Önceki hafta sonu Frankfurt’ta gerçekleşen ve 3 gün süren Hrant Dink Anma Etkinlikleri büyük bir ilgi, beğeni ve sahiplenişle gerçekleşti.

Kültürlerarası Gençlik Forumu (KAGEF) tarafından organize edilen ve Demokratik Güç Birliği Frankfurt  Platformu, Güneş Tiyatrosu, Ermeni Toplumu ve Rosa Luxemburg Vakfı tarafından desteklenen etkinlikler serisi sonuçlandırıldı. Cuma günü tiyatro ve söyleşi ile başlayan anma etkinlikleri, Cumartesi panel, tiyatro ve söyleşi ile devam etti. Pazar günü şehir merkezinde Hrant Dink için bir anma mitingi gerçekleştirildi.

Etkinliğin birinci günü Cuma akşamı, KAGEF Yönetim Kurulu tarafından bir açılış konulması gerçekleştirildi. Konuşmanın ardından senaryosunu araştırmacı-yazar Doğan Akhanlı’nın senaryosunu yazdığı, Alman ve Ermeni kökenli tiyatro sanatçısı Bea Ehlers-Kerbakin’ın oynadığı  ‘Anne’nin Sessizliği‘ adlı oyun, katılan kitleyi duygusal ve düşünsel  anlamda derinden etkiledi. Türk milliyetçiğilinin etkisi altında büyüyen Sabiha adındaki bir genç kızın, annesi öldükten sonra annesinin göğsünde yıllarca gizli kalan haç işaretini keşfetmesinden dolayı yaşadığı kimlik bunalımı ve arayışının canlandırıldığı oyunun ayrıca Sabiha Gökçen’le bağlantı kurularak ve Almanya tarihindeki ırkçı-faşist iktidar sürecindeki yahudi soykırımıyla bağlantı kurularak aktarılması, her izleyicide kendi tarihindeki inkar edilmişliklerden, gizlenmişliklerden ve bunlarla türeyen hesaplaşmalardan  ve kendinden bir parça bulmasına neden oldu.

Oyunun birinci seansının ardından yazar ve aktristle yapılan sohbette kitlenin soru sorma, tartışma arzusu ve dile getirilen düşüncelerde canlı bir ortam oluşması dikkat çekti. Seyircilerden gelen yorumlar, sorular ve öneriler sohbeti neredeyse siyasi bir panel havasına büründürdü. Birinci gün tiyatro salonunun dolduğu, tartışmaları zenginleştirdikleri ve kendilerinden çok şey kattıkları görüldü.

İkinci gün Cumartesi yapılan etkinlik saat 18:00 de politik bir panel ile başladı. Panelin konusu; ‘‘Kimlik, Suç ve Yüzleşme‘‘ idi. Panele Türkiye’den gelen ve AGOS gazetesi genç yazarlarından Yetvart Danzikyan, Brüksel’den sosyalist yazar Nazaret Vartanoğlu ve Wiesbaden’de yaşayan Ermeni kökenli Amerika vatandaşı akademisyen-araştırmacı kadın yazar  Muriel MirakWeisbach katıldılar.

Etkinliğe, panele katılamayan Kürt Yazar Günay Aslan’ın gönderdiği mesajla devam edildi. Moderasyonu üstlenen KAGEF Yönetim Kurulunundan Hülya Yaman, ‘‘Ahparig Hrant seni sahiplenen Karadenizliler de var‘‘ diyerek ve kişisel yaşam anektodlarından bir kaç örnekle  ve inkar edilen Laz-Gürcü kökenli olduğunu açıkalayarak, kendi kimlik arayışlarından da bahsederek ve Lazca bir türküyle açılış yaptı. Bir ses sanatçısı olmadığı halde Hrant için cesaretini toplayarak onu bir halk şarkısıyla anması büyük beğeni kazandı.

Çevirmenliğini Hilmi Tozan’ın üstlendiği panelin ilk katılımcısı Yatvart Danzikyan ilgiyle dinelenen sunumunda Hrant Dink’in hem Ermeni toplumunda ve hemde genel olarak çeşitli milliyet ve inançlardan Türkiye toplumunda yarattığı nesnel değişimi anlattı. Hrant’ın katledilmesine yol açan nedenleri ve nesnel sonuçlarını aktardı. Hrant Dink’in yaratığı yeni değerlerle, katliam sonrası da toplumu olumlu yönde etkilemeye devam ettiğini ve adeta  bir çığır açtığını belirtti. Tarihsel, dönemsel ve güncel yanlarıyla Ermeni toplumunun sorunları, katliamlar, soykırımlar ve devlet baskılarıyla birleşen bir kurumsal ideolojik-politik ve hukuksal inkardan bahsetti. Türk toplumunda fısıltılarda da olsa hemen hemen herkesin soykırımı, yapılanların çok kötü şeyler olduğunu aslında kabul ettiğini, ne var ki mesele kamusal görüş, resmi düşünce ve politik-hukusal yargılara gelince aynı kesimlerin birden inkarcı kesildiğini belirtti. Ermeni toplumunun tarihsel ve güncel meseleleriyle ilgilenen, onlarla empati kuran ve dayanışan bir kesimin giderek güçlendiğini ve umut verici olduğunu dile getirse de, resmi arenada ilerdeki gelişmeler neler olabilir sorusu karşısında umut beslemekle birlikte devlete, hükümete ve topluma yön veren karanlık egemen güçlerin yeni saldırganlıklarından da tedirginlik duyulduğunu ifade etti. Yetvar Danzikyan’ın yorumları, kendisine sorulan sorulara verdiği yanıtlar oldukça doyurucu ve ikna ediciydi.

İkinci panelist Mirak-Weisbach kendi mesleki, akademik ve kişisel yaşamının etkileyici örneklerinden hareketle soykırımın yarattığı yıkıcı genel tablodan hareket etmekten çok, kişisel ve somut yaşanmışlıklardan hareketle ortaya çıkan şeylerin üzerinde konuşulmasını daha çok önemsediğini ve incelemelerini, önermelerini bu çerçevede yapmaya çalıştığını ifade etti. Siyasal, tarihsel ve genel tartışmalar içinde insanların sosyal varlık olarak yaşadıkları özgün acıların, karşılıklı deneyimlerin ve somutlukların daha etkileyici olduğunu aksi taktirde olanları isatistikler, genel yargılayıcı yorumlar ve toplum ve aile ilişkilerindeki somutlukları yakalamakta yetersiz kalındığını dile getirdi. Bu çerçevede somut gerçeklerden hareket edildiğinde devlet erkanı, dönemin katliamcı siyasal güçleri ve soykırımı-sürgünü destekleyen bazı çevrelerin dışında Türkiye toplumunda Ermenilere yapılanları asla onaylamayan, karşı çıkan ve hatta onları kurtarmak isteyen bir kesiminde olduğu görmezden gelinebilinir diyerek farklı bir yorum yaptı. Ermeni toplumunda katliamcıları affetmeye henüz yanaşmak istemeyen, soykırımın tanınmasında ısrar eden, soykırım tanınsın ama Türk-Müslüman toplumuyla özür ertesinde uzlaşma ve barış da sağlanabilsin diyen kesimlerin olduğunu kendisinin de içinde olduğu bir kesimin ise asıl soykırımla yüzleşmenin zihinlerde, gönüllerde, vijdanlarda olması gerektiğini siyasal, toplumsal, kurumsal yüzleşmelerin bunlar üzerine tabandan yükselerek gelişmesi gerektiğini ve meseleyi devletin özürü biçimine, olası tazminatlara ve veya toprak-mülk iadesi talepleri indirgemenin çok eksik ve yetersiz olduğunu dillendirdi. Toplumsal tabandan beslenen tarihsel yüzleşmenin daha kalıcı ve gelecek açısından üreten olacağını düşündüğünü savundu. Muriel Mirak Weisbach’ta yorumları ve farklı önerileriyle dikkat çekti ve ilgi topladı.

Üçüncü panelist Nazaret Vartanyan ise konuşmasına Hrant Dink örneğinden hareketle aydın-ilerici-devrimci ermeni gençlerin geçmişte ve günümüzde  maruz kaldıkları sistemik devlet baskılarına değindi. Soykırım kavramının tartışılıyor olabilmesinin Hrant’ın devrimci ve cesur mücadelesi sayesinde olduğunu ve buradan hareketle ermeni toplumun Hrant öncesi ve sonrasında yaşadığı değişimleri dile getirdi. Ermenilere yönelik soykırımın Osmanlı imparatorluğu yıkılış süreci, Türkiye Cumhuriyeti devleti kuruluş sürecinde Emperyalist devletler desteğinde, özellikle de birinci paylaşım savaşı döneminin Alman devleti himayesinde  gerçekleşen bir devlet politikası olarak varolabildiğini somut örneklemelerle aktardı. Ermeni toplumun karşılaştığı baskı, katliam,sürgün ve soykırımların bu ulusun toprak, varlık, mal ve mülklerine el konulmak istenmesi ve yeni bir Türk-islamcı, milliyetçi Türk burjuvazisinin ve ulemasının yaratılmak istenmesinden kaynaklandığını belirtti. Alman imparatorluğunun kendisiyle savaş halindeki Rusya imparatorluğuna karşı bir tampon bölge oluşturabilmek ve Osmanlı imparatorluğu Doğu sınırları içinde Rus yayılmacılığını durdurmak amaçlı olarakta dönemin İttihat ve Terakkici Türk egemenlerini soykırıma ikna etmesi ve birlikte planlamaları sonucu bunun yapıldığını aktardı. Kırımcı, inkarcı, imhacı ve asimilasyoncu geleneğin Kürtlere, Alevilere, ilerici-aydın ve sosyalistlere karşı kemalist rejim sürecinde de durmadan devam ettiğini ve  Türklerin uluslaşma sürecinin son dönemlerinde uluslaşma sürecini hızlandırmak ve hakimiyeti ele geçirmek için iktisadi-siyasal ve kültürel açıdan daha gelişmiş olan Ermeni, Süryani, Pontus-Rum toplumlarına karşı açıktan soykırımcı şiddetin mübah görüldüğünü aktardı. Gelecek süreçler açısından hem Kemalist rejimin içinde bulunduğu yapısal krizler, hem de halkların/ezilen ulusların gelişen mücadelesi her ne kadar ayrı-özgün örgütlenmeleri gerekli kılsa da, gelişmelerin birleşik mücadeleyi daha çok öne çıkardığını  belirtti. Demokrasi, özgürlük, bağımsızlık ve sosyal kurtuluş mücadelelerinin geleceğinde hangi kökenden olursa olsun işçilerin, emekçilerin, ezilen halkın ve bağımlı ulusların ortak paydalarda  birleşme eğiliminin hem nesnel hem de öznel olarak güçlendiğini görebilmek gerektiğini dedi.

Panelistlerin sunumlarının ardından alınan sorulara doyurucu cevapların ardından panel büyük bir ilgiyle izlendi ve salonda 100’ü aşkın insan vardı.

Panelden sonra tiyatronun ikinci defa yeniden oynanması esnasında da güneş tiyatrosu salonu dolmuştu. İkinci gün tiyatroyu izlemeye gelenler yine birinci gün olduğu kadar olumlu tepkiler aldı. Tiyatro sonrası yine Bea Behlers-Kerbekian ve Muriel Mirak –Weisbach ile söyleşi yapıldı. Bu söyleşiye ilgi de oyuna ve panele olduğu kadar yüksekti.

Hrant, 19 Aralık’da Günü Sokakta Anıldı

Pazar günü ise, Hrant’ın dostları Hauptwache’de bir anma etkinliği gerçekleştirdiler. Yaklaşık 60 kişinin katıldığı etkinlik 14:00’da başladı

Etkinlik; soykırıma uğrayan Ermeniler ve Hrant Dink adına saygı duruşuyla başladı ve oldukça hüzünlü anlar yaşandı. Daha sonra Türkçe ve Almanca olarak açılış konuşması yapıldı. Konuşmada; ‘7 yıldır her 19 Ocak’ta Türkiye’nin birçok şehrinde, Avrupa’da ve dünyanın birçok yerinde Hrant’ı anmaya devam ediyoruz. Biz bu devlet cinayetinin, ‘1.500.000+1.‘ Ermeninin katlinin peşini Hrant’ın dostları ve demokrasi güçleri olarak bırakmadık ve bırakmayacağız. Biz bu 7 yıllık süreçte devlet tarafından en ahlaksızca oyunların oynandığını gördük ve acımız, öfkemiz daha da arttı. 7 yıllık süreçte yapılan 24 duruşmanın sonucunda ortaya çıkarılan hiçbirşeydir. Suçlu olarak ortaya koydukları, çocuklardan yarattıkları katildir. Oysa biz bu cinayetin sorumlularının devlet ve üst düzey devlet kadroları olduğunun bilincindeyiz ve biz bu süreçte bu devlet görevlilerinin cinayetteki sorumluluklarından dolayı ödüllendirilircesine terfi ettirildiklerini gördük.

Hrant bir Ermeni, bir insan hakları savunucusu ve bir devrimci olarak, Anadolu coğrafyasındaki halkların birlikte, eşit bir şekilde ve hoşgörüyle yaşaması gerektiğinin ve yaşayabileceğinin savunusunu yaptı ve halklara her zaman bunu anlattı. Bu toprakların insanına her zaman güvendi ve bu topraklarda yaşayan halkların kendilerinin ve geleceklerinin hep aydınlık olduğunu savundu ve insanlara hep bunu anlattı. Hrant’ın katledilmesinin nedeni budur, bu aydınlık insanı ve bu aydınlık geleceği yok etmeye çalıştılar ama biz bu bu aydınlık yaşamdan ve aydınlık geleceğimizden hiçbir zaman vazgeçmeyeceğiz. Hrant ışıklar içinde yatsıni biz burdayız ve bu aydınlık geleceği kuracağız. Hrant’I unutmadık,unutmayacağız ve unutturmayacağız.’ şeklinde görüşler ifade edildi

Etkinlikte ayrıca Ermenice türküler okundu. Hrant anısına şiirler ve kısa konuşmalar da yapıldı. Etkinlik boyunca insanlarda yoğun bir duygusallık oluştuğu gözlendi. Etkinlikte; Soykırım Karşıtları Derneği, ATİF, AGİF, ADHF ve YEK-KOM‘da yer aldı

Konuya ilişkin ATİF Yönetim Kurulu temsilcisi Ufuk Berdan’ın göreüşlerine başvurduk: ‘Üç günlük etkinlik süresince gerçekleştirilen iki tiyatral sunum, iki söyleşi, bir panel ve miting çalışması ile kitleler tarihteki ve içinden geçtiğimiz süreçlerdeki suçlarla, katliamlarla genel bir yüzleşmeyi gerekli görüyor ve tartışıyorlar. Kitleler içindeki milliyetçilikten, dini bağnazlıktan, faşizan ideolojilerden sıyrılmak ve imhayı, inkarı ve asimilasyon sarmalını parçalamak isteyen ciddi bir kesim var. Bu etkinliklerimizde kendi gücümüze güvendiğimizde, doğru siyasal çalışmalar yürüttüğümüzde ve birleşilebilecek bütün dost güçlerle önyargısız ve önşartsız birleştiğimizde halk kazanıyor ve demokrasi-devrim mücadelesi daha kazançlı çıkabiliyor. Bu çalışma bütün eksiklerine, zaaflarına ve yetersizliklerine rağmen; çok geniş bir duyarlı kitle potansiyelini bir araya getirmiş ve ortak paydalarda buluşma mücadelemize üstün başarıyla hizmet etmiştir. Çalışmamıza yaşlısı genci, kadını erkeği, almanı ve türkiyelisi, ermenisi ve Kürtü, Hristiyanı, Alevisi veya müslüman kökenlisi, aydını veya emekçisi, sanatçısı ve akademisyeninden oluşan çok geniş bir potansiyeli buluşturabilme becerisini gösterebildiği için ayrıca takdir toplamış ve örnek olmuştur. Başta organizede yer alan tüm arkadaşalrımız ve dostlarımız olmak üzere, katılan ve destek veren herkesi tekrardan selamlıyorum’ dedi.

Annenin Suskunkluğu Oyununun Senaristi Doğan Akhanlı kimdir?

1957 Şavşat doğumlu olan Doğan Akanlı, 12 Eylül 1980 darbesinden sonra sonra siyasi nedenlerden dolayı illegal olarak yaşamaya başladı. 1985 – 1987 yılları arasında tutuklu kaldığı askeri cezaevinde iskence gördü. 1991 yılında yurtdışına kaçmak zorunda kaldı ve Almanya`da siyasi mülteci başvuruşunda bulundu. Başvuru kabul edildi ve 1998 yılında Türk vatandaşlığından çıkartıldı.

1998 yılında Kayıp Denizler üçlüsünün ilk kitabı Denizi Beklerken, Belge Yayınları tarafından yayınlandı. Belge yayınları, Kayıp Denizler üçlüsünün diğer kitapları olan Gelincik Tarlası ve Kıyamet Günü Yargıçları’nı 1999 yılında yayınladı. Kıyamet Günü Yargıçları, Avusturya’da „Die Richter des jüngsten Gerichts“ başlığıyla yayınlandı.

Akhanlı’nın son romanı Madonna’nın Son Hayali eleştirmen ve yazarlar tarafından 2005 yılının en iyi 10 kitabından biri olarak değerlendirildi.