Home , Avrupa , 12 Eylül Cuntası 30.Yılında Lanetlenirken, Yılmaz Güney Bir Kez Daha Anıldı

12 Eylül Cuntası 30.Yılında Lanetlenirken, Yılmaz Güney Bir Kez Daha Anıldı

KÖLN | 14 – 09 – 2010 | Genis bir halk demokrasisi örnegi sergileyerek devrimci-demokrat her siyasal egilim ve görüslere platform hazirlayan ATIK-  Pazar günü Köln-de  „30. Yılında nedenleri ve sonuçlarıyla 12 Eylül Askeri Faşist Cuntası“  konulu bir sempozyum gerceklestirdi. Yılmaz Güney’in de anıldığı etkinlikte birde kültürel  bölüm gerçekleştirildi. 700 civarında Türkiyeli işçi ve emekçilerin katıldığı etkinlikte PARTİZAN, TUYAB, ADHK, AvEG KON, YEK-KOM, BİR-KAR, Yaşanacak Dünya, MLPD, enformasyon standları ile katılım sağladılar.

12 Eylül darbesinin 30. Yılı bağlamında, darbeden etkilenen Devrimcilerin, Kürtlerin, Hapishanelerin , Avrupa’da ki Türkiyeli göçmenlerin, Alevilerin durumu anlatıldı. Bunun yanısıra Yılmaz Güney şahsında o dönemin sinamasıda yapılan sunumlar arasındaydı.

Yapılan sempozyuma ATİK Başkanı Musa Demir, BDP temsillcisi Faik Yağız, Kızıl Bayrak temsilcisi Sinan Demirci, Senarist ve Film yapımcısı Önder Çakar, sendika eğitmeni Volkan Yaraşır, yazar  Mukaddes Çelik Erdoğdu, Ankara Alevi Enstütüsü Başkanı Prof. Cengiz Güleç ve Avukat, İnsan Hakları savunucusu Ercan Kanar katıldı.

Musa Demir: ‘Avrupa İşçi sınıfı Türkiye’de oluşturulan Boykot cephesine destek vermelidir’

12 Eylül darbesi ve Göçmenler temalı bir sunum gerçekleştiren  ATİK Başkanı Musa Demir kısaca şöyle konuştu. ‘12 Eylül İMF’nin dayattığı ekonomik politikaların uygulanmasını sağlamak için uluslar arası alandaki istemler, İran devrimive Afganistan’ın işgali sonucunda ABD’nin daha istikrarlı bir Türkiye’ye ihtiyaç duyması gibi nedenlerle yapıldı. Türkiye devrimci hareketi darbeyi öngörmekle birlikte karşı güçleri geliştirme, taktikler geliştirme noktasında başarılı olamadı. İllegal olmalarına rağmen ağır darbeler yediler, büyük oranda şehirlerde örgütlenmişlerdi, zayıf halka olan kırlarda gereken örgütlemeyi sağlayamamışlardı. Sonuçta birçok kadro Batı Avrupa’ya çıktı- 1980 sonrası siyasi sığınmacı sayısı: ondörtbin. Dünya devrimci hareketlerinde de yenilgi dönemlerinde dışarı çıkış yaşanmıştır, Türkiye devrimcileri bu çıkışı bir plan dahilinde, sistemli yapamamıştır, dünya devrim tarihinden yeterli dersler cikaramamistir.

Gelen mültecilerin bir kısmı burada kariyer yaptı, bir kısmı geçim sorunuyla uğraştı, çok az bir kısmı devrim mücadelesinde devam etti.

Türkiye devrimci hareketi Avrupa’yı cephe gerisi olarak değerlendirdi, Enternasyonalizmi savunmalarına rağmen kendi içinde ciddi sıkıntılar barındırıyor.  Süreci “geçici” değerlendirip, bir süre sonra toparlanıp devam edileceğine ilişkin bir tespitti bu. Fakat bu toparlanma ancak 90’larda olabildi.

76-84 arası dönem ATİF üyelerinin önemli bir kesimi sendikalı, işçi temsilcisi iken, bu durum 84 sonrası gerilemiştir. Avrupa işçi sınıfından kopukluk söz konusu olmuştur. Devrimciler bulundukları her alanda işçi sınıfıyla bağ kurup onları harekete geçiren kişiler olmalıdır. Devrim mücadelesi ulusal bir bakışla sınırlandırılıp daraltılması ise bir olumsuzluktur.’

Aynı gün yapılan referanduma değinen Musa Demir; ‘Bugünkü referandum egemen sistemi meşrulaştırmak için yapılmaktadır, sermaye sahibi kliklerin iç kapışmalarından kaynaklıdır. Türkiye halkı bir manüpülasyona uğratılmaktadır. Demokratik hakların, hak ve hürriyetlerin geliştirilmesine hizmet eden düzenlemelerden mahrumdur yeni anayasa. ‘Hayır’ın amacıda demokrasiye hizmet değildir. ‘Evet’ ve ‘Hayır’ devlet içinde varolan klik çatışmasının yansımasıdır. 12 Eylül anayasasının ruhu korunmaktadır. Oluşturulan ‘Boykot’ cephesi halkın iradesi anlamında önemlidir. Faşist ikdira karşı demokratik hakların savunulması, Kürt ulusunun tam hak eşitliğinin yakalanması, emekten yana hakların elde edilmesi için bu cephe korunmalı ve geliştirilmelidir. Avrupa işçi sınıfı bu cepheye destek vermelidir’ dedi.

Faik Yağız: ‘Başbakan hesap sormuyor, kafa bulandırıyor’

Konuşmasına etkinliği yapanlara ve belgeseli hazırlayanlara teşekkür ederek başlayan Bağımsız ve Demokrasi Partisi (BDP) temsilcisi Faik Yağız; ‘Belgeseli izlerken de bugün yürütülen mücadelenin ne haklı olduğunu anlıyoruz. Bozulmaya giden sistemin kurtarılması için yapılan 12 Eylül darbesini biz Kürtler yükselen Kürt mücadelesine karşı yapıldığını söyleriz,  diğer arkadaşlar devrimcilere karşı yapıldığını söyler, sendikacılar, her kesim kendilerine karşı yapıldığını söyler. Bunda haklıdırlar da. 12 Eylül tüm toplumsal dinamiklere karşı yapılmış bir darbedir. Ve geleceğe dönük, kendi devamını garantiye alan bir darbedir’ dedi.

Yağız konuşmasında ‘12 Eylül sadece toplumsal dinamikleri yok etmekle kalmadı, geleceğimizi, varlığımızı tehdit altına aldı. Yani sadece ideolojik, siyasal değil Kürtlerin varlıklarına yönelik bir darbe oldu. Kürtçeyi, müziğimizi, Kürt edebiyatını yasakladı. Kürt halkına yönelik özellikle Kürtlerin ileri gelen sevilen şahsiyetlerine aşağılayıcı uygulamalar yapılarak Kürt halkına rencide edici yaklaşımlar yapıldı. Özellikle Kürt hareketine karşı Diyarbakır Cezaevinde yapılanları herkes biliyor. Yani Türkiye devrimci hareketine yapılanlardan farklı olarak ırkçı-şoven saldırılar oldu, bizim oralarda dağlara, tepelere milliyetçi sloganlar yazıldı. 12 Eylül diğer darbelerden farklı olarak bir sistem olarak kendini kurdu’ dedi. Yapılan referanduma değinen BDP temsilcisi, ‘bazı maddeler değiştiriliyor, kendisi 12 Eylül’ün ürünü olan bir iktidar partisi, anayasayı değiştiremez, sadece kendi çıkarları doğrultusunda düzenlemeler yapmak istiyor. Biz ne 12 Eylül anayasasına sahip çıkarız, nede bu sahtekarlığı kabul ederiz. Erdoğan’ın uygulamaları 12 Eylül faşizminden farklı değil, bir kayıp ailesi, mağdur ailesi gibi konuşuyor. O zaman hesap sor, 8 yıldır başbakansın, sahtekarca yaklaşımlardan vazgeç’ belirlemelerinde bulundu.

Mukaddes Çelik; ‘Kadınlar siyaset okulundan geçtiler’

Ezilenlerin Sosyalist Partisi temsilcisi Mukaddes Çelik 12 Eylül ve Kadın adlı sunumunda, ‘Bana bu konu başlığının verilmesini son dönem kadın mücadelesinin bir başarısı olarak görüyorum. Böylesi bir konuda kadınlara yer verdiğinden ATİK’e teşekkür ederim’ dedi.

Mukaddes çelik konuşmasını şöyle sürdürdü; ‘Aslında kadınlar ilk 70’li yıllarda hayatta yer aldılar, işçi, öğrenci, gecekondu emekçisi, sanatçı olarak hayatın değiştirilme eylemine katıldılar, Cezaevlerine girdiler, yargılandılar, 74’lerde devrimci yükselişle kadınlar mücadeleye kitlesel olarak katıldılar, yine örgütlü saflarda yaygın olarak örgütlendiler. Fakat karar verici süreçlerde çok az yer aldılar, yani geri hizmet, teknik hizmet şeklinde.

Mücadele geliştikçe 12 Eylül’e giden süreçte silahlı mücadele içinde yer aldılar. 12 Eylül toplumsal, siyasal gelişmeyi durdurmak için geldiğinde kadınlar bundan nasiplerini aldılar. Sorgulanmaları, tutuklanmaları binleri buldu, (o dönem toplam 600 bin insan sorgulandı)

En yaygın işkence türleri onlara da uygulandı, dayağa, tredmana karşı direndiler Cennet Değirmenci “Filistin Askısı”nda öldü. Pek çok kadına tecavüz edildi, Maraş’ta ağır işkence görmüş kadınların hemen hepsi tecavüze uğramıştır tecavüz işkencesini biz kadınlar feodal değer yargılarından dolayı ve cins bilincine sahip olmama sonucunda sakladık,

12 Eylülün kadın cinsine yaşattığı yıkım dışarıdaki kadınlar üzerinde de oldu, ayakta kalmaya, yaşamını idame ettirmeye, çocukların bakımını üstlenmeye çalıştılar. Cezaevleri kapılarında 1. dereceede bekçiler oldular, oralarda siyaset okulundan geçtiler,

Bu değişiklik paketinde çok tipik şeyler var. Kadını muhtaç olarak görüyor. Fakat kadın hareketi bütün  (kota koyma vb) bunları dinamitleyerek yürüyor’.

Sinan Demirci: ’12 Eylül bir karşı-devrim operasyonudur’

Kızıl Bayrak temsilcisi Sinan Demirci 12 Eylül ve Hapishaneler konulu sunumunda, 12 Eylül bir karşı-devrimci operasyon olduğunu vurguladı. Konuşmasında’ O beş general sadece tetikçiydi, darbeyi yaptıran tekelci burjuvaziydi. Cezaevlerinde devrimcileri politik kimliklerinden arındırmak için çok çeşitli yaptırımlar uygulandı. Diyarbakır’da hitler faşizmine zindanlarına rahmet okutan uygulamalar oldu. Tek tip uygulamaları vb karşı direnildi. Devrimci tutsaklar bizlere paha biçilmez bir direniş mirası bıraktılar’ sözlerine yer verdi.

Demirci devamla, ‘Türkiye burjuvazisi 12 Mart’ta istediklerini tam gerçekleştiremedi, 12 Eylül bunu tamamladı. 12 Eylül denince 24 Ocak kararları akla geliyor, iktisadi planda özelleştirme vb saldırılarla kapitalizmle bütünleşme, İMF’nin memuru haline gelme gerçekleştirildi, devlet tahkim edildi. Üniversitelerden vakıflara kadar organik ilişkiler kuran, kendisini hissettiren ceberrut devlete geçişti; klasik milliyetçilikten Türk-İslam sentezine dönüştü, Türki Cumhuriyetler üzerinden emperyal hayallerin depreşmesiydi 12 Eylül. Aydınlar bu dönemde taş gibi Kemalistler haline geldiler, devrim sosyalizm düşmanlığı Kürt halkına karşı ırkçılık gelişti.

24 Ocak kararları orta sınıfın bir kesimini ezdi, ama başka bir rantiyeci orta sınıf yarattı. Din dersleri mecbur oldu, İmam hatipler çoğaldı, dinsel gericilik büyük bir güç haline geldi, bunlar AKP öncesi başladı. 12 Eylül küçük burjuva sınıfı yıkıma uğrattı, özellikle devrimci harekete sosyal sınıf temelini oluşturan kesimi ezdi, bu devrimcileri olumsuz etkiledi. Küçük burjuva devrimcilik artık pes etti, sona erdi. Fakat Kürt cephesi istisna olarak karşımızda durmaktadır. Kürt küçük burjuvazisi 12 Eylül sonrası sosyal sınıf temeli üzerinde bir Kürt patlaması gerçekleştirdi. İşçi sınıfı devrimciliği henüz kendini ortaya koyacak kadar gelişmemişti,71 devrimci hareketi küçük burjuva sınıfıntan taban almıştır, yeni dönem( bugün) eğer biz Marksist isek, sınıf devrimciliğidir’ dedi.

Volkan Yaraşır: ‘Fabrika İşgallerinin Önemi Kavranmadı’

12 Eylül ve Sendikalar konusunda konuşan sendika eğitmeni Volkan Yaraşır; ‘sadece Türkiye sınırları dahilinde değerlendirilmemesi gerekiyor. 12 Eylül emperyal bir konsept değişikliğidir. 64 Brezilya, 71 Bolivya, 73 Şili ve 80 Türkiye’de yaşanan darbeler geniş bir konseptin parçalarıdır. Kapitalist krizle ilişkilidir. Altmışlar sonrası gelişen kitle hareketliliğinde Vietnam direnişi ve ‘Emperyalizm kağıttan kaplandır!’ belirlemesi etkin olmuştur. Sisitemde yaşanan sorunlardan en önemlisi kar oranlarının düşmesi idi ve işçi sınıfı tüm yanlarıyla bertaraf edilmesi gerekiyordu. Devlet ise asli görevi olan sermaye bekçiliğine dönüştürülmesi zorunlu hale gelmişti. Bizde açık zor ardından ekonomik zoru getirmiştir’ dedi.

Volkan Yaraşır sunumda şunlara yer verdi: ‘24 Ocak kararları 12 Eylül faşist darbesinin ekonomi politiğidir. Üçlü bir kariı devrim mekanizması uygulanmıştır sınıfa karşı. İlk olarak işçi sınıfı bu süreçte bilinç ve kimliğini kaybetmiştir, o yüzden sosyal şovenizmin anaforunda hareket eder. İkinci olarak sınıf bir başka düzlemde cemaatleştirilmiştir. İşçi kesimi muhtaçlar, yoksullar yığınına dönüştürüldü. Özellikle AKP bunu çok iyi başardı. Üçüncü olarak sınıf onuru zedelenmiştir, Bugün asgari ücret Türkiye’de 575 lira iken açlık sınırı 800 üzerindedir bu insanı aşağılamaktan başka bir şey değildir, bir hiç gibi davranmaktır, ki asgari ücret tanımlaması bir hakaretten başka bir şey değildir. Tüm bunlar sınıfın devrimci kimyasını bozmuştur. Burada sınıfsal antagonizmayla yola çıkmak gerekiyor artık.

70-2008 arası süreci, ekonomik anlamda bir ressesyon süreci olarak değerlendirebiliriz. 2008’de kriz patlama evresini gerçekleştirdi. Krizin bu ilk evresinde hareketlenmeler yaşandı Avrupa’da. Ufak çapta işgaller, rehin almalar oldu. Ancak fabrika işgalleri bugünün devrimci örgütleri tarafından hala anlaşılmış değil. Model isimler öne çıktı; Emine Aslan gibi. Bu bir çıkıştı ve bu çıkış TEKEL direnişi ile taçlandı.

Kriz dalga dalga Dubai, Yunanistan, Fransa, İtalya, İspanya ve Portekiz’i vurdu. Bu dalgalanma Anadolu topraklarına yansırsa ne olur? Ancak burada eksik olan şey siyasal bir önderliktir. TEKEL direniş yayılamadı. CER-MER işgali ve UPS direnişi bu anlamıyla önemliydi, çünkü oralarda işgal ve direniş vardı. Eğer bir fabrika işçileri tarafından işgal edilmişse, orada işçilerde bir bilinç sıçraması var demektir. Kapitalizmin kırılgan noktaları açığa çıkarıldı.

12 Eylül’ü bir ağlama olarak algılamamaız gerekiyor. Küçük burjuva popülist devrimci kültürü yok etti. Yalnızca sınıf temelli devrimciliğin geleceği kazanacağını gösterdi. 12 eylül’ü aşmak için daha fazla CER-MER, daha fazla UPS gerekir’.

Önder Çakar – 12 Eylül, Sanat ve Yılmaz Güney

12 Eylül’ün Kültür-Sanat Üzerindeki baskısı ve Yımaz Güney konulu sunumu gerçekleştiren, Senarist ve Film Yapımcısı Önder Çakar, Yılmaz Güney’in 5 yıllık, komünizm propagandası yaptığı için aldığı ceza ile sanat hayatına başladığını söyledi. Çakar ‘Bir sanatçının her daim örgütlü olmasına inandığından varolan devrimci mücadelede yer almasını bildi. Bir dönem çok popilerite elde etti. Gişe kaygısı taşıyan sinamacılarla, islamcı sinamacıların bol olduğu bir dönemde kendi bakış açısıyla oluşturduğu UMUT filmini gerçekleştirdi ki bu film sonraki dönemlerde bir çok yönetmene yol göstermiştir. 12 Eylül sonrası bir çok film yasaklandı. Doğu blok filmleri, sınıf mücadelesini anlatan filmler yasaklandı. 967 film yasaklandı. Bunlardan 105’i Yımaz Güney filmi idi. Bu sayı o günün koşullarına yüksek bir rakamdır. Dünya ile iletişim koptmuştu. Sinama açısından tama bir cehalet dönemi yaşandı’ dedi.

Önder Çakar konuşmasında ‘Yılmaz Güney, bizlere hapishane koşullarında dahi film yapılabileceğini gösterdi. Dünyada bir başka örneği yoktur. Arabesk ve seks kültürü ile insanlar uyuşturulmaya çalışıldığı bir dönemdir o dönemler. Tüm bunlara Yımaz Güney’in tepkisi sert oldu. Bunlara karşı mücadele yürüttü ve sanat ve kültür dergisi çıkardı. Sanat ve siyaseti buluşturuyordu bir anlamda.

12 Eylül’de, 12 Mart’tan daha az aydın kıyımı yaşandı diyebiliriz. Ancak Yılmaz Güney üzerinde çok duruluyordu, çünkü O muhalif bir kimliği ve sanatçıyı temsil ediyordu. O’nun sinmesi, geri çekilmesi için çok uğraşıldı. Bilindiği üzere sonraki süreçlerde, film negatiflerini yanına alarak yurtdışına çıkmak durumunda kaldı.

Sıkıyönetim komutanı Haydar Saltık, ‘O bir efsane ve yıkılması gerekiyor’ demişti Yılmaz Güney için.

Hapishane koşullarında yaptığı YOL filmi yüzünden bir çok sanatçı ve o filimin yönetmenleri yargılandı, aşağılandı ve kötü muamele gördüler. Darbe sonrası yaşananlar bir korku dalgasıydı. Yılmaz Güney’in de talihsiz bir şekilde ölmesi bu korku dalgasına karşı olan dinamiği olumsuz yönde etkiledi. Sanat camiasında bir sinme yaşandı ve bu 90’ların ortasına kadar sürdü. Gelişen işçi, öğrenci, ulusal bazda ve kitle hareketlerine bağlı olarak sanat ve sinemada da gelişmeler yaşandı. Sinan Çetin ve onun temsil ettiği popüler kültürün etkisi dağılınca kitleler ve sinamanın gerçek emekçileri Yılmaz Güney’i tekrardan keşfettiler. Bu kuşak Yımaz Güney ile kendisini tekrardan var etti.

Yılmaz Güney çok şey öğretti. Hapis koşullarının sanatsal üretime engel olamayacağını öğretti. O dönemin hapis yatan genç devrimcileri bugünün devrimci yönetmenleri, film yapımcıları ve devrimci sanatı üretenler oldu’ sözlerine yer verdi.

Prof. Cengiz Güleç: ‘kimlik mücadelesi, emek mücadelsine entegre olabilir’

Alevi enstütüsü kurucusu ve Barış Meclisi üyesi Prof. Cengiz Güleç’in sunumunu yaptığı konu ise 12 Eylül ve Alevilik oldu. Alevi kesiminin önemli bir toplumsal kesim olduğunu beyan eden Güleç, ‘Türkiye’de sol mücadele birinci derecede sınıf eksenli olmalı, tabiî ki asıl olan bu ikinci etnik kimlik üzerinden yürütülen haklı demokratik kimlik mücadelesi, etnik mücadele (Kürt mücadelesi), inanç kimliği (aleviler) mücadelesi, kadın mücadelesi ve cins kimliği mücadelesi. Emek mücadelesini örgütleyen gruplar neredeyse kimlik sorunlarına duyarsız, Özellikle Kürtler yalnız bırakılıyor.  İnanç ve Alevilerle ilgili olarak özellikle Madımak olayından sonra bir politizasyon yaşandı. Ama bu çok parçalı, en sağdan en sola geniş bir yelpaze. Birçoğu devletçi-Kemalist. Şeriat korkusu ve laiklik söylemiyle varlıklarını sürdürüyorlar, çok geri konumdalar, Aleviler önemli bir dinamik unsur ama taleplerinin bir çoğu geri.

Sınıf eksenli ve  kimlik üzerinden mücadeleleri kaynaştırmak, birleştirmek önemlidir. Türkiyeli devrimciler kimlik sorunlarına uzak kalmışlardır. Kürtler, bu meselyi tek başına halledemiyoruz diyorlar. Bu noktada Türkiyeli devrimcilere demokratlara ihtiyaç var.

Tüm muhalif sınıfsal ve kimliksel toplum kaynakları birleştirilmelidir. Etnik ve kadın hareketleri, emek hareketi için çok önem verdiğim hareketlerdir’ vurgusunu yaptı.

Ercan Kanar: ‘Herşeye rağmen umutluyuz’

12 Eylül ve hukuk konulu bölümde konuşan Avukat ve İnsan Hakları savunucusu Ercan Kanar konuşmasına ‘uzun yıllar 24 Ocak kararları, uluslar arası durum, toplumsal bilinç vb. ile açıklanmaya çalışıldı. Türkiye’de darbeler birer restorasyon hareketidir. Aslında bizde anayasalar askeri belgelerdir. Bizde anayasalar toplumsuz devlet belgeleridir. 61 anayasası da öyledir,  birey çok kısmi olarak yer almıştır. 1924 anayasası bazı yönleriyle ilericidir ama uygulanmamıştır. 1961 Ordu, Yargı, Üniversite, CHP ortaklığının yasasıdır. 1971 Ordu ve yargı, 1982 anayasası Ordu anayasasıdır. Yani ortaklar giderek azalmış ve tek zümreye düşmüştür’ sözleri ile başladı.

Kanar konuşmasında ‘Bizde anayasa “kutsal Türk devleti ile başlar. Bu hiçbir anayasada yoktur. Tek bayrak, tek dil, şoven düzenlemedir. Oysa üniter devletlerde de iki resmi dil olabilir, örnekleri vardır, İrlanda gibi örneğin.

12 Eylülle birlikte devlet Hanefilik-sunnilik ile nikah tazelemiştir, osmancılık ile .12 Eylül ruhunu koruyan RTÜK, din dersi zorunluluğu, YÖK, duruyor. Torba kanun şeklinde kararnameler çıkarılıyor. Bunları takip etmekte dahi çoğu zaman zorlanıyoruz. Yasama yürütmenin elinde kukla olmuştur.

Devletin hakkı olmamalı, görevi ve ödevi olmalı, eğer halka özgürlük tanıyorsa o anayasa iyidir. Yani özgürlükçü sosyalist bir anayasa, halkın yararına bir anayasadır. Halkın söz, yeti ve karar mekanizmalarında yer alması sağlanmalıdır. Bu ülkede yargıçlar, köklü devlet geleneğinin, sistemin koruyucusudurlar. Halkatan yana değil, daima egemen rejimden yana kararlar alınmıştır. Ancak herşeye rağmen gelecek açısından umutluyuzbelirlemesinde bulundu.

Kültürel Bölüm

Yapılan Kültürel bölümde sahne alan Pınar Sağ, Nurettin Rençber ve Grup Haykırış türkü ve marşlarıyla dinleti sundular. Köln Özgün Halk Ekibi’nin sahne aldığı etkinlikte, Medine Akbaş tarafından oğulları katledilen, kayıp olan anaları konu alan bir tiyatro sunuldu.

Sologanların haykırıldığı etkinlikte Yılmaz Güney’in hayatını anlatan bir sinevizyon ve 12 Eylül belgeseli gösterildi.