Home , Köşe Yazıları , "Bir Filistin vardı, bir Filistin gene var!"[1]

"Bir Filistin vardı, bir Filistin gene var!"[1]

temeldemirer „Düşlerin Filistin’i
ve acıların, sözcüklerin
ve sessizliğin Filistin’i,
ve çığlıkların…
Ölümün ve doğumun Filistin’i…“[2]

Siyonist saldırganlığın yakıp yıktığı Gazze ya da Filistin… Her şey gözlerimizin önünde!

Bun(lar)a dair yazıp çizmek, aslında -görünen köyün kılavuz istemediği kadar- „gereksiz“ken; yine de yazmalı, belgelemeli ve kaydetmeliyiz…

Bunu özellikle Siyonizmin dolaylı ve dolaysız işbirlikçileri; gerçekleri „es“ geçen „barışçılar“ın(?) yaygaraları ve en önemlisi de bir kez daha safımızı belirlemek için yapmalıyız…

Yapmalıyız… Çünkü bugünlerde Filistinliler’e, „En cömertçe verilen şey öğüttür,“ La Rochefoucauld deyişiyle…

Ve bu saçmalık karşısında -yine La Rochefoucauld bir başka sözüyle de-, „Şaşmamız gereken tek şey, hâlâ şaşabilmemizdir“…

„Niye“ mi?

Filistin, ırkçı Siyonist katliam makinesince yakılıp-yıkılırken; ne ilginçtir ki, kimi çevrelerce „anti-semitizm“i tartış(tırıl)maktayız; hem de Siyonizm gerçeğini „es“ geçerek!

O hâlde gelin, meseleye Siyonist işgal gerçeğinden başlayalım…

 

SİYONİST İŞGAL GERÇEĞİ

 

Özellikle „…’Yahudi Devleti‘ Meşru mudur?“ sorusunu dillendiren Roni Margulies’in şu saptamasına kafa yormalıyız: „Dünyanın bir ucundan bir insan topluluğu kalkıp dünyanın bir başka ucuna gitse. Ve o başka uçta yaşayan yerli halka ‚Biz 2 bin yıl önce burada yaşıyorduk, geri geldik, bu topraklar bizim, siz başka bir yere gidin‘ deseler. Bu yerli halk, ‚Başka gidecek yerimiz yok, gidemeyiz‘ dese. Ve dışarıdan gelenler ‚Yok yahu, bal gibi gidersiniz!‘ deyip savaş açsa ve bu savaşta müthiş bir vahşet uygulasa, gitmek istemeyen köylülerin korkup gitmesi için özellikle korkunç yöntemlere başvursa, dünya ne derdi?“

Gerçekten de ne derdi(ler)? Hem de tarihsel gerçek(ler) şöyleyken…

Filistin toprakları 28 milyon dönümdür. 1948’de İsrail işgal devleti kurulduğunda Yahudilerin sahip oldukları arazi miktarı 2 milyon dönümdü. Yani tüm Filistin topraklarının yüzde 7’si.

Yahudi göçmenlerin 1948’den sonra gayri menkul edinmeleri tamamen işgal, gasp ve göçe zorlama yoluyla olmuştur.

Bugün dünya üzerinde Filistinlilerin sayısı 9 milyonu bulmuştur. Bu nüfusun sadece 4 milyonu Filistin toprakları içinde yaşamaktadır. 5 milyonu ise Filistin toprakları dışında, onların da çoğu mülteci kamplarında yaşıyorlar.

Filistin içinde yaşayanların yarıdan fazlasının da asıl mekânları değiştirilmiş, mülteci kamplarına yerleşmek zorunda bırakılmışlardır. Yani Filistin halkının yüzde 75’ine yakın bir kısmı ikamet ettikleri yerlerden silah zoruyla ve şiddet yoluyla çıkarılmışlardır.

Filistin topraklarına yerleştirilen Yahudilerin yüzde 78’i, bu topraklar üzerine işgalcilerin kurduğu şehirlerde ikamet ediyor. Bu şehirlerin yerleşim alanları ise Filistin topraklarının tümünün yüzde 15’ine tekabül etmektedir. Kalan yüzde 22’lik nüfus ise Filistin topraklarının yüzde 85’ine tekabül eden bölgelerine yayılmışlardır. Bunların yayıldıkları arazilerin toplamı ise 17 milyon 325 bin dönümdür.

Bugün mülteci kamplarında yaşayan 5 milyon Filistinliye ait arazi 154 bin Yahudi’ye dağıtıldı.

Filistinlilerin göçe zorlanması sebebiyle 531 köy tamamen boşaltılmış bunların da yüzde 90’ı işgal devletinin askeri güçleri tarafından tamamen yıkılmıştır.

Evet Fikret Başkaya’nın da, ‚Kanla Beslenen Siyonist Devlet‘ başlıklı yazısında ifade ettiği üzere, „Filistin toprakları Siyonistler tarafından sömürgeleştirilmediği dönemde, bölge Osmanlı İmparatorluğundan koparılıp, İngiltere’nin mandası altına girdiği 1917 yılında orada yüzde 98’i Müslüman olmak üzere 1 milyondan fazla insan yaşamaktaydı. Geri kalan yüzde 2’yi de Hıristiyan ve Yahudi azınlıklar oluşturuyordu. Görece refah içinde yaşayan bir halk söz konusuydu. Şimdilerde Lübnan, Suriye, Ürdün, Gazze ve Batı Şeria’daki kamplarda yaşayan mülteci nüfus 4 milyon civarındadır. Mülteci kamplarındaki bu 4 milyonluk nüfus, Siyonist devletin kuruluşunun ilan edildiği 14 Mayıs 1948 öncesi ve hemen sonrasında yurtlarından kovulan 800 bin Filistinlinin çocuklarıdır… Fakat İsrailli Siyonist resmi tarihçilere göre, söz konusu 800 bin nüfus, Arap devletlerinin çağrısı üzerine ülkelerini terkettiler… Siz hiç davet üzerine öz-yurdunu terkeden bir halk biliyor musunuz?“

Aslı sorulursa, bu veriler ışığında İsrail-Filistin sorununun 60 yıllık çözümsüzlüğünün eşi benzeri yok. Savaş, işgal, sürgün, doğmadan ölen sayısız barış girişimleri, ardından sil baştan yeniden devreye giren çözümsüzlük garantili kısırdöngü. Bir çıkmaz sokak, bir umutsuz vaka.

Sorunun gelgitlerle altmış yıldan bu yana sürüp gitmesi, kuşkusuz nedensiz değil; ABD, AB ve ne yazık ki BM ve Arap dünyası, kendi vatanlarında göçmen Filistin halkının çilesini neredeyse olağan saymakta, kanıksamış görünmektedir. İşgalci ve destekçilerinin arada bir barışa razı olur görünmeleriyse art niyetli gösterilerden ibaret. Aslında hakça bir barışı istedikleri yok. Bunun en çarpıcı kanıtını ise barış görüşmeleri sürerken İsrail’in mevcut yerleşim bölgelerine yenilerini ekleyerek tüm dünyanın gözünün önünde kolonizasyonu sürdürmesidir…

İşgal altındaki topraklara, barış gösterip yerleşme vuran göz boyama politikaları yetmiyormuş gibi tarihin gelmiş geçmiş en korkunç ırk ayrımının ve soykırımının kurbanının çocukları, bugün ne yazık ki benzer ırkçılığı Filistin halkına uygulamakta sakınca görmemektedir. Bu kimsenin saklısı değildir. Birkaç gün önce, elleri arkasından bağlı Filistinli göstericiyi bir İsrail askerinin yakın mesafeden ateş ederek yaralaması, dünya basınında bir ibret belgesi olarak yer almıştır.

İşgalcinin Filistin halkına yönelik ırk ayrımı uygulamaları ve halka tanrının her günü çektirilen cehennem azabı ise her türlü tahminin üzerindedir….

Filistin halkının çilesi sürüyor. Dünya seyrediyor, tepkisiz, utanmasız!

Yani Siyonist İsrail saldırganlığı için „Hamas“ bir bahanedir!

Hamas’ın korkutma amaçlı füzelerinin öldürdüğü toplam insan sayısı 8’dir. Oysa İsrail’in II. İntifada’dan bu yana ( Eylül 2000) toplam katlettiği Filistinli sayısı 7000’i, devam eden Gazze saldırısında ise 1000’i aşmıştır…[3]

Ayrıca Robert Fisk’in belirttiği gibi, „İsrail’in saldırı gerekçesi olan Hamas roketleri aslında gıda ve yakıt ablukasının sonucuydu; üstelik İsrail ateşkesi 4 ve 17 Kasım’da bozdu. Hamas’ın seçimleri kazandığı da unutuluyor“![4]

Ve nihayet  bugün Hamas’ı terörist ilan eden İsrail’in, daha önce de Arafat’ı terörist ilan ettiği ve bugün Gazze’de yapılanları Ramallah’da Arafat’a yaptığı da asla unutulmasın!

 

İSRAİL SALDIRGANLIĞI

 

İsrail’in Gazze’ye saldırısı „küreselleşen vahşet“in acımasızlığını sergiliyorken Filistin, eski İsrail Başbakanlarından İzhak Rabin’in, „Umarım bir gün uyandığımda Gazze’yi denizin dibinde görürüm,“ diye özetlediği bir saldırganlığa maruzdur!

Söz konusu Siyonist saldırganlığı, İsrail’in Arap kökenli eski milletvekili Azmi Bişara da şöyle formüle etmektedir: „İsrail işgalci, sömürgeci bir ülke ve Gazze kuşatma altında…

Genelde halklara toplu ceza verilmesinin sebebi direniş veya ulusal kurtuluş hareketlerini cezalandırma isteğidir. Sömürgeci güçlerin yaptığı buydu, şimdi İsrail de bunu yapıyor…

Savaşı getiren kuşatma oldu. Tarihteki sömürgeci güçler işgallerinde kuşatmayı hep bir silah olarak kullanmışlardı. İsrail de roketlerin kuşatmaya karşı bir cevap olduğunu biliyor…“

İşte -gazetelere yansıyan- veriler…

Taraf, 7 Ocak 2009: „İsrail çoluk çocuk demeden vuruyor…“

Taraf, 16 Ocak 2009: „İsrail hedef ayırmıyor…“

Taraf, 31 Aralık 2008: „İsrail vuruyor çocuklar ölüyor…“

Radikal, 18 Ocak 2009: „İsrail kanallarına Gazze’de yaşananları aktaran Filistinli doktor İzzeddin Ebu Eyş, tam bağlanacakken evi vuruldu ve 8 çocuğundan üçü vuruldu…“

Taraf, 29 Aralık 2008: „İsrail katliamı devam etti…“

Cumhuriyet, 16 Ocak 2009: „İsrail Gazze BM merkezini ve Kudüs Hastanesi’ni vurdu, binlerce Filistinli mahsur kaldı… Saldırılara ayrıca yerel ve uluslararası medyanın üslendiği bilinen dev bina da hedef oldu…“

Evrensel, 9 Ocak 2009: „İsrail BM aracını da vurdu…“

Evrensel, 8 Ocak 2009: „İsrail 12 günde 1000 hedefi vurdu…“

Taraf, 30 Aralık 2008: „İsrail durmak bilmiyor…“

Radikal, 19 Ocak 2009: „Gazze’nin Zeytun semtinde bir ev ve civarında, elleri ve ayakları bağlı 10’dan fazla kişinin cesedi bulundu…“

The Guardian, 29 Aralık 2008: „İsrail’in herkesin sokakta olduğu saatlerde düzenlediği saldırının amacı halkı terörize etmekti… Savunma Bakanı Ehud Barak, 1.5 milyondan fazla insanın yaşadığı bir bölgede yaklaşık 100 hedefe 100 ton patlayıcı atmaktan sorumlu…“

Radikal, 21 Ocak 2009: „Enkaz altından kalkmanın savaşını veren Filistinliler 22 günlük bombardımanla yaşadıkları yıkımı 10 büyük depremle kıyaslıyor…“

Ve önemli bir şey daha: Siyonist İsrail bunu hep yapıyor!

Örneğin „İsrail 1982’de Lübnan’ı işgal ettiğinde 17.500 kişiyi; Sabra-Şatilla katliamında 1.700 Filistinli’yi; 1996 ve 2006 yıllarında yine yine Lübnan’da binlerce kişiyi katletti“ diyor Robert Fisk…

 

GAZZE VE FİLİSTİN GERÇEĞİ

 

Robert Fisk’in, „Filistinlilerin en güçlü sesi -merhum Edward Said, Gazze hakkında bir defasında ‚Bulunduğum en korkunç yerdi‘ demişti. ‚Çaresizlik ve insanların sefil yaşantısından dolayı korkunç hüzünlü bir yer. Güney Afrika’da gördüğüm her şeyden daha kötü olan kamplar için hazırlıksız yakalandım,“[5] diye betimlediği Gazze’yi Siyonistler, topyekûn yakıp, yıktı…

Gazze’de hayat abluka ve ateş altındayken; „gerekçesi“ ne olursa olsun bu bir katliamdır;

Gazze, gözler önünde yakılıp/ yıkıldı; çoğunluk sustu, seyretti!

Hatta, olanları „Hamas terörizmiyle açıklamaya kalkışacak kadar“ aşağılaştı…

Oysa Siyonist İsrail’in Gazze’ye yönelik saldırıları, Filistin halkına karşı açık bir katliamdı!

Gazze’de halkın oylarıyla seçilen Hamas’ı beğenmeme adı altında, tüm halka karşı yönelen bir kıyımdı!

Sabra-Şatilla’nın „tekrarı“ydı!

Yine Robert Fisk’in satırlarında resmettiği üzere, „Gerek devlet başkanları, gerekse başbakanlar olsun Batılı liderler ve korkunç medya yöneticileri ile gazeteciler arasında şaşırtıcı olan, İsrail’in sivil kayıpları önlemek için elinden geleni yaptığı yolundaki eski yalanı yutmalarıdır. Bir başka İsrail büyükelçisi, Gazze katliamından birkaç saat sonra, ‚İsrail sivillerin etkilenmemesi için azami çabayı gösteriyor,‘ açıklamasını yeniledi…

Ve bu yalanı derhâl ateşkes ilan etmenin gerekçesi olarak tekrarlayan her bir devlet başkanı, ellerinde… kasaplığın kanını taşıyor. Eğer George W. Bush 48 saat önce ateşkes çağrısı yapma cesaretini göstermiş olsaydı, bütün o ihtiyarlar, kadınlar ve çocuklar, siviller bugün yaşıyor olacaktı…

Olan biten sadece bir utanç değil, bir onursuzluk. Buna ’savaş suçu‘ demek, abartı mı olur?Ama bunu Hamas işleseydi, öyle derdik! Yine de korkarım ki bir savaş suçuyla karşı karşıyayız…“[6]

Ancak her ne ve nasıl olursa olsun, savaş suçlarıyla[7] Siyonist katliam makinesinin kıyımına karşı namlunun ucundaki Gazze’de direnen, insan(lık ) onuruydu ve yenilemedi…

 

GAZETELERE YANSIYAN…

 

Sözü gazete satırlarına bırakıyoruz…

Cumhuriyet, 15 Ocak 2009: İsrail İnsan Hakları Örgütü B’Tselem’e göre, İsrail’in bombardıman uyarısı üzerine Han Yunus’taki evinden elinde beyaz bayrakla ayrılan Filistinli kadın İsrail ateşiyle öldürüldü…

Cumhuriyet, 15 Ocak 2008: İsrail Hamas lideri Nizar Rayan’ı dört eşi ve on çocuğuyla öldürdü…

Cumhuriyet, 6 Ocak 2009: Su, yiyecek, elektrik olmayan evlerden çıkanlar; yaralıları taşıyan ambulanslar vuruluyor…

Cumhuriyet, 7 Ocak 2009: BM bayraklı okullarda katliam… İsrail, şiddetten kaçan Filistinli sivillerin, ölüm korkusuyla sığındığı 3 okulu bombaladı, en az 45 kişi öldürüldü…

Cumhuriyet, 10 Ocak 2009: Sivilleri eve toplayıp katlettiler. İsrail kuvvetleri Gazze’nin Zeytinlik mahallesinde 110 Filistinli’yi bir eve doldurup çıkmamaları için uyardıktan sonra vurdu…

Milliyet, 11 Ocak 2009: BM İnsan Hakları Komiseri Navi Pillay, bu saldırının savaş suçu unsuru içerdiğini açıkladı…

Yeni Şafak, 14 Ocak 2009: Gazze’de işgalin ilk 5 gününde 100 ameliyat yapan Filistinli bir doktor, „İsrail yeni silahlarını bizde deniyor. Deney farelerine döndük,“ diye isyan ediyor…

Milliyet, 13 Ocak 2009: İnsan Hakları İzleme Örgütü, İsrail’in saldırılarında -yasaklanmış- fosfor bombaları kullandığını açıkladı…

Robert Fisk de ekledi: „Liderler yalan söylüyor, siviller ölüyor ve tarihten ders alınmıyor“!

Tam da bu tabloda İsrail Genekkurmay Başkanı Korgeneral Gabi Eşkenazi haykırıyordu: „Fevkalade bir iş yaptık“!

Ve nihayet „İsrail, yeni ABD Başkanı Barack Obama yemin etmeden önce Gazze’yi boşaltacak“ dendi ve geride ölüm, açlık ve yıkım bırakarak boşaltıldı…

Bu gerçeklere „Olmadı“ ya da „Böyle değildi“ diyecek kimse var mı hâlâ?!

 

HAMAS PARANTEZİ

 

Görülmesi gerek; Jimmy Carter’ın deyişiyle, „Filistin’deki dürüst ve adil seçimi Hamas’ın kazanmasından beri, İsrail ABD’nin de desteğiyle Gazze’deki Filistinlileri cezalandırıyor“![8]

Evet durum bu merkezdeyken, burada Hamas’a ilişkin bir parantez açmak gerekiyor…

Gerçeğin yakıcılığı karşısında, „Kan banyosunda İsrail-Hamas dansı…“ „Derdimiz Hamas mı, Filistin halkı mı?“ sahte sorusuna sığınan Cengiz Çandar’ın iğrenç çarpıtmasıyla, „Cellat kurbanla eşdeğer tutuluyor“![9]

Oysa, İsrail Dışişleri Bakanı Tzipi Livni, „İlk hedef Hamas’ı devirmek değil,“ derken; Çandar’ın iğrençliğini de yalanlamış oluyor!

Unutulmasın Siyonist saldırganlığın „nedeni“ Hamas değildir; Hamas, İsrail için olsa olsa „bahane“dir…

„Neden“ mi?

„Asıl hedef Filistin halkının iradesi“ diyor Haluk Gerger ve ekliyor: „… ‚İsrail saldırısı Hamas terörünü cezalandırmak için yapılıyor‘ diye bütün dünyada sinsi bir propaganda var. Bu doğru değil. Saldırı doğrudan Filistin halkına yapılıyor. Çünkü mesele Filistin’deki direniş iradesini kırmaktır…“[10]

Evet mesele, tamı tamına budur; böyledir…

Kaldı ki Gazze’de direnen sadece Hamas da değildir! Örneğin Filistin Halk Kurtuluş Cephesi’nin cezaevinde bulunan Genel Sekreteri Ahmad Sa’adat, 5 Ocak 2009 günü cezaevindeki hücresinden, Gazze’yi işgalcilerin mezarlığına dönüştürme ve düşmanı yenebilmek için işgale mümkün olan her yerde saldırma çağrısı yaptığı da unutulmamalıdır!

Geçerken, Mumia Abu-Jamal’ın işaret ettiği bir şeyi daha anımsatmakta yarar var: „Bir nesil önce, Filistin de Hamas diye bir şey yoktu, vardıysa bile etkisi tartışılırdı…Hamas, Filistinlilerin kalplerinde FKÖ’nün sarsılmasıyla yükseldi…“[11]

Hamas’ın ikinci lideri, Siyasi Büro Başkanvekili Dr. Musa Ebu Marzuk’un, „Sonuna kadar direnişten yanayız… Kudüs bizimdir,“ sözlerindeki kararlılıkla yürütülen Hamas direnişi karşısında İsrail, „Gazze’de zafer kazandığı izlenimi vermeye çalışsa da, hedeflerine ulaşamadı. Uluslararası sempati kazanan Hamas artık çok daha güçlü“yken;[12] Uri Avnery de bir noktaya dikkat çekiyor: „Tarih… İslâmi köktenciliğin ve Hamas’ın yükselişine tanıklık edebilir…“

 

İŞBİRLİKÇİLER

 

Hamas ve devrimci örgütler emperyalist ve Siyonist dayatmalara, işgale karşı direnirken karşılarına dikilen bir diğer engel de Arap/bölge gericiliğiyle Filistin’deki işbirlikçiliktir…

Abdülbari Atwan’ın, „Gazze’de abluka altında yaşayan 1.5 milyon Filistinli açlıkla savaşırken, ‚Bütün Filistinlilerin başkanıyım‘ diyen Abbas, İsrail ve Araplar, Hamas’ın her ne olursa olsun devrilmesi için bu insanları göz ardı edip işbirliği yapıyor. Batı da her zaman savunduğu insan haklarını unuttu“;[13] Seyid Zehra’nın, „Filistin’de ne Gazze’deki ne de Batı Şeria’daki yönetimler halkı temsil ettiklerini iddia edebilir. Bu ikibaşlılık sadece İsrail’in işine geliyor“[14] dediği koordinatlarda „Arap liderler neden suskun?“ sorusuna tüm dünya cevap ararken, İsrail Cumhurbaşkanı Şimon Peres haykırdı: „Arap liderler, özel konuşmalarımızda bize, ‚Hamas’ı sona erdirin,‘ diyor“!

Yani İsrail saldırganlığına destek politikası sadece Bush ve çetesine ait değildir. Bu politika Filistinli ve Arap dünyasındaki işbirlikçileri de devşiren ABD emperyalizminin politikasıdır. Bush ve çetesinin kendi üslubunca yürüttüğü politikayı, Obama da olduğu gibi sürdürecektir.

Siyonizmin gerisinde duran ABD emperyalizmiyle hesaplaşılmadan, en önemlisi Gazze saldırısının gerisindeki emperyalist politikalar görülmeden bu saldırıya karşı doğru bir tutum almak olanaksızlaşır.

Siyonist İsrail, Filistin halkının şu an sıkıştırıldığı küçük toprak parçalarını da gasbetmek istemektedir. Bunun yolu da Filistin halkını teslim almaktan geçiyor. Batı Şeria’daki işbirlikçi Mahmut Abbas yönetimi bu dayatmaya büyük ölçüde boyun eğmektedir. Bunun için emperyalistlerin ve Siyonistlerin desteğini almaktadır.

Gazze ise tersine Hamas şahsında ifade edilen direnişi seçtiği, emperyalist ve Siyonist dayatmaları kabul etmediği ölçüde böylesine azgın bir saldırının hedefi hâline gelmiştir. Siyonist İsrail emperyalistlerin tam desteğinde bu direnişi kırmaya çalışmaktadır. Bu direniş kırıldığı ölçüde topraksız bir kukla Filistin devletinin yolu açılacak, İsrail de bölge üzerinde tam bir egemenlik kuracaktır.

Nihayet Hamas, Mahmud Abbas’ı artık tanımayacağını açıklamışken; İsrail saldırısının esas kaybedeni, Mahmud Abbas ve Mısır Devlet Başkanı Hüsnü Mübarek oldu…

 

ERDOĞAN / TİMSAH GÖZYAŞLARI

 

Ve Mahmud Abbas ile Hüsnü Mübarek’i andıran Başbakan Tayip Erdoğan’ın, „Barak ve Livni’ye sesleniyorum… Tarih sizi insanlık yaşamına kara bir leke düşürdüğünüz için yargılayacak…“ sözlerine…

„Gazze’de bütün bir insanlığın vicdanı ve merhameti ölüyor,“ diyen eşi Emine Erdoğan’ın gözyaşlarına…

Nazlı Ilıcak’ın, „Filistin’e ağladık…“ satırlarına…

Mehmet Barlas’ın, „İsrail yöneticileri giderek Saddamlaşıyor mu?“ sorusuna gelince…

Bunların tümü manipülatif timsah gözyaşlarından başka hiçbir şey değildir; olamaz da!

Tıpkı karşılıksız Obama beklentileri gibi…

 

OBAMA FAKTÖRÜ

 

Akiva Eldar, „Obama’nın İsrail’le ilgili iki seçeneği var: İsrail’in kan dökerek dışlanmış bir apartheid devletine dönüşüp barışı tehlikeye atmasına göz yummak, ya da Arap barış planını kabul etmesini sağlayarak tanınma mücadelesinde ona arka çıkmak,“[15] dese de Pauline Dubkin’in ifadesiyle, „Obama’yı Obama yapan Yahudiler’dir“![16]

İşte bunun verileri!

Barack Obama, İsrail’in hava harekâtı başladığında Hawaii’de tatildeydi. Bu konuda en ufak bir açıklama yapmadı.

Neden suskun kaldığına ise „Bir Başkan görevdeyken, benim konuşmam nezaketsizlik olur“ şeklinde bir açıklık getirmişti.

Ancak başka konularda aynı nezaketi göstermediği biliniyor. Örneğin, ekonomik kriz patlak verdiğinde pek çok açıklama yapmıştı.

Ağustos 2008’de, Kudüs’te gerçekleşen buldozerli saldırıyı kınadı ve „İsrail’in terörizme karşı mücadelesini sonsuza kadar destekleyeceğiz“ dedi.

Obama, bu konudaki rengini bundan 6 ay önce açık ve net olarak ortaya koymuştu.

23 Temmuz 2008’de İsrail’i ziyaret eden Obama İsrailliler’e „Kudüs başkentiniz olacaktır“ diyerek tam destek vaadinde bulunmuştu.

Kudüs’teki Yad Vaşem Soykırım Müzesi’ni ziyaret edip İsrail Cumhurbaşkanı Şimon Peres ile görüşmesinden sonra Gazze’den atılan füzelerin genellikle düştüğü Sderot kentine de giden Obama, „Daha önce de söyledim. Kudüs, İsrail’in bölünmemiş başkenti olacaktır“ demiş ve İsrail Devleti’ni bir „mucize“ olarak tanımlamıştı.

Uluslararası topluluk Kudüs’ün „ebedi ve bölünmez başkent“ olduğu şeklindeki İsrail tezini tanımıyor.

Obama’nın ekibinde, özellikle de dış politika danışmanları arasında çift pasaportlu (ABD ve İsrail) olanlar var…

James Petras’ın Obama’yı, „Amerika’nın ilk Yahudi Başkanı“[17] olarak nitelemesi anlamsız mı?

Nasıl unuturuz? Konya ovasında eğitildiler, Gazze’de/ Filistin’de katlettiler…

Nasıl unuturuz? Yine ABD-İsrail, yine iki yüzlü AB!

Bu kadarı yeter de artar bile… Değil mi?

 

BM, MEDYA, KAMUOYU…

 

Bir „İsrail hükümetini katil ve soykırımcı ilan etmek gerekir,“ diyen haykıran Chávez ya da İsrail ile diplomatik ilişkiyi kesen Morales’in Bolivya’sı,[18] veya Komutan Yardımcısı İsyancı Marcos’un 4 Ocak 2009’da ‚Dünya Onurlu Öfke Festivali’nde Gazze üzerine yaptığı konuşma ile Sevilla’lı Kanoute Filistin’i hatırlatan gölü hariç… Filistin/ Gazze için Obama ne ise, BM ve uluslararası medya ile kamuoyu -çoğunluğu- da odur…

Örnek mi?

„BM Genel Sekreteri Ban Ki-moon İsrail’in Gazze saldırısı konusunda Yahudi devletinin ve Batı’nın avukatı gibi hareket ediyor“ken…[19]

Gazze’deki katliamları görüşmek üzere toplanan BM Güvenlik Konseyi, İsrail’e karşı ortak bir karar bile alamadan dağılırken…[20]

„İsrail Dışişleri Bakanlığı, uluslararası sekiz saatlik yayında, İsrail’i temsil edenlere 58, Filistinliler’e ise 19 dakika süre ayrıldığını rapor ediyor“ken…[21]

İsrail Başbakanı Ehud Olmert, dünyaya kafa tutmaktan vazgeçmezken…

Sarkozy Hamas’a baskı isterken…

Berlusconi’nin danışmanlarından Carlo Giovanardi’nin açıklamasına göre, İtalya’da İsrail’i protesto eden göçmenler sınır dışı edilecekken…

ABD Senatosu, İsrail’in haklı savunma savaşını desteklediğini açıklarken…

John Berger’ın ‚Gazze Mektubu’ndaki ifadesiyle, „İsrail ve Filistin halkları arasında süren 60 yıllık çatışmanın son-ve belki de sondan bir önceki- faslına şahit oluyoruz… Bir İsraillinin hayatı, yüz Filistinlinin hayatına bedeldir…“ denilen tabloda lanetli „çoğunluk“un Gazze’de, „Üç Maymun“u oynadıkları bir „sır“ değildir!“

Evet, Gazze… ’savaştaki ilk kurbanın gerçekler‘ olduğunu bir kez daha gözler önüne koydu…

Tekrarlıyoruz; „Gazze’deki dehşetin Hamas’la ya da ‚İsrail’in var olma hakkı’yla ilgisi yok, zira tam tersi doğru. Filistin’in var olma hakkı 61 yıl evvel geçersiz kılındı. Gazeteciler, üniversiteler ve yazarlarsa anti-Semitik damgası korkusuyla bir sessizlik yalanı yaşıyor“![22]

 

VE SİYONİZM!

 

„Kanla beslenen Siyonist devlet“ gerçeğine dikkat çeken Fikret Başkaya ekliyor: „Siyonizm, ırkçı/şoven bir ideoloji ve politik bir harekettir.“

Bunu bilmeyen ya da inkâr eden var mı?Kim unutabilir bunu; Yahudilerin maruz kaldığı soykırım gibi!

Unutulmasın Yahudiler Faşizmin; Filistinliler de Siyonizm’in kurbanı oldular!

Roni Margulies’in, „Yahudiler için büyük tehlike: İsrail“ uyarısının giderek güncelleştiği güzergâhta, ‚Ha’aretz‘ gazetesinin 1 Ocak 2009 günü yayınladığı kamuoyu yoklamasına göre, ne yazıktır ki İsrail’de halkın yüzde 52’si Gazze’nin havadan bombalanmaya devam edilmesini, yüzde 21’i de uçakların yanı sıra kara harekâtının başlamasını istiyordu; yani yüzde 72 saldırının devamından yanaydı…

Bu korkunç bir şeydir; ve bunun ardında boylu boyunca Siyonizmin „toplumsallaşması“ gerçeği yatmaktadır…

Gerçekten de İsrailli dünyaca tanınmış müzisyen Gilad Atzmon’un „Çalıntı topraklar üzerinde uzatmaları oynamak“tan söz ederken; „Çok geç olmadan İsrail lağvedilmelidir!“ dediği; ve de „Eski Ahit ve Gazze’deki soykırım“ arasında doğrusal ilişkiler kurduğu çerçevede:

„Leviler (Leviticus) 26:7-8: ‚Düşmanlarınızı kovalayacaksınız. Kılıç darbeleriyle önünüzde yere serilecekler. Beşiniz yüz kişinin, yüzünüz on bin kişinin hakkından gelecek. Düşmanlarınız kılıç darbeleriyle önünüzde yere serilecek…‘

Tesmiyye (Deuteronomy) 7:1-2: ‚Tanrınız RAB mülk edinmek üzere gideceğiniz ülkeye sizi götürdüğünde, önünüzden birçok ulusu … kovacak. Tanrınız RAB bu ulusları elinize teslim ettiğinde, onları bozguna uğrattığınızda, tümünü yok etmelisiniz. Bu uluslarla antlaşma yapmayacaksınız, onlara acımayacaksınız…

Tesmiyye (Deuteronomy) 20:16-17: ‚Soluk alan hiçbir canlıyı yaşatmayacaksınız. Tanrınız RAB’bin size buyurduğu gibi, onları … tümüyle yok edeceksiniz…“ saptamalarına gönderme yapan Gilad Atzmon şunları da der:

„İncil alimleri arasında Yahudi İncil’inin (Eski Ahit), bazılarının neredeyse soykırım çağrısına ulaşan oldukça tahripkâr etik-dışı önermelere sahip olduğu konusunda çok az şüphe vardır. İncil alimlerinden Raymund Schwager, Eski Ahit’te, açık şiddet içeren 600 pasaj, Tanrı’nın azabıyla ilgili 1000 betimsel ayet, Tanrı’nın açıkça insanları öldürmelerini emreden 100 pasaj bulmuştur. Açıkça, şiddet Yahudi İncil’inde (Eski Ahit) en sık adı geçen edimdir…“

İsrailli tarihçi Prof. Avi Şlaim Oxford Üniversitesi’ndeki konuşmasında, „Laik milliyetçilikle birleşen mesihçi dindarlık, işgal altındaki topraklarda yerleşim politikasını başlattı. Yerleşimler barışın önündeki en büyük engeldir,“ vurgusuna dikkat çekerek nakledelim:

İsrail’in kuzeyindeki Sulam köyünde yaşayan bir Arap çiftin 2 yaşındaki kızlarının, Arap olması nedeniyle evinin yanındaki yuvaya kabul edilmedi…[23]

İsrailli sivil toplum örgütlerine göre, İsrail’in Batı Şeria’da uyguladığı ayrımcılık, bir zamanların ırkçı Güney Afrikası’ndaki „apartheid“ rejimine benziyor. Medeni Haklar Derneği’nin hazırladığı raporda, Filistinlilere yapılan ayrımcılığın kurumsallaştığı, „hizmet, bütçe ve doğal kaynaklardan yararlanma konusundaki açık ayrımcılığın, eşitlik ilkesine ters düştüğü, bunun da bazı bakımlardan bir vakitler Güney Afrika’da uygulanan ırkçı rejime benzediği“ vurgulandı.[24]

İsrail’in Batı Şeria’da Filistinlilere hayatı dar eden ‚utanç duvarı‘, kontrol noktaları, ırka göre yollar, Yahudi olmayana farklı plaka uygulaması ve seyahat kısıtlamaları ırkçı Apartheid yönetiminden geçmiş Güney Afrikalıları şoke etti. İsrailli insan hakları örgütlerinin davetiyle işgal topraklarını gezen 22 kişilik Güney Afrika heyetinde yer alan ANC’li vekili ve eski Sağlık Bakanı Nozizwe Routledge gözlemlerini, „Apartheid’da yaşadıklarımızdan daha kötü“ diye aktardı.[25]

Durum bu; daha fazlasından söz etmeye gerek var mı?

 

ANTİ-SEMİTİZM TARTIŞMALARI

 

Gelelim bu tabloda „en öne çıkarılan“ anti-semitizm tartışmalarına…

Friedrich Nietzsche’nin, „Yahudiler, dünya tarihinin en kayda değer halkıdır, çünkü ne zaman olmak ya da olmamak sorusuyla karşılaşsalar, kusursuz bir bilinçle, ne pahasına olursa olsun, olmayı seçmişlerdir: Bu paha, tüm doğanın, tüm doğallığın, tüm gerçekliğin, dış dünya kadar, tüm iç dünyanın da radikal bir şekilde sahteleştirilmesiydi. (…) Yahudiler, tam da bu yüzden, dünya tarihindeki en yazgıcı ulustur: Yan etkileriyle insanlığı öylesine sahteleştirmişlerdir ki bugün bile, bir Hıristiyan kendini Yahudi karşıtı hissedebilir, kendisinin Yahudiliğin son mantıksal çıkarımı olduğunu anlamaz,“[26] saptamasını…

Fida Kişta’nın, Gazze’deki durumu internet günlüğüne, „Kaplana acımak, koyuna haksızlık etmek olur,“[27] diye kaydettiğini…

Mete Çubukçu’nun, „İsrail’in politikaları ile anti-Semitizmi ayırabilmek, Filistin direnişinin sadece Hamas’tan ibaret olmadığını bilmek, Varşova’da Yahudi, Gazze’de Filistinli olmak gerekiyor,“ diyen formülünü…

Bilgi Üniversitesi öğrencisi Gülsüm Kavuncu’nun, „Ortada açık ve net bir şekilde bir zulüm varken, açık ve net bir şekilde bir zalim varken, açık ve net bir şekilde mağdur olan bir halk varken, tarafsız olmak bir suçtur,“ deyişini…

Memik Horuz’un, „İsrail devletinin eleştirildiği her yerde bunu ‚Yahudi düşmanlığı‘ ile eşitleyip boşa düşürme taktiği artık beni fazlasıyla rahatsız ediyor. Bu taktik en azından arkadaşlarımız tarafından kullanılmamalı/ bu duruma düşülmemelidir… Bu taktik, şu anda anti-semitizm eleştirisini kalkan olarak kullanıp İsrail devletini ve yaptıklarını savunmak anlamına gelmektedir. Ve İsrail’in yaptıkları gözümüzün önündeyken onu bir biçimde savunmaya yeltenmenin insan haklarını savunmak bağlamında anlaşılır bir yanı yoktur,“ uyarısını…

Roni Margulies’in, „Bildiri anti-Semitizme değil, Hamas’ın faşizan bir güç olduğuna dikkat çekmek üzere yazılmış! Filistin halkı Hamas’ı seçmiş. ‚Faşizan‘ olduğu için değil, direndiği, İsrail’e teslim olmadığı, Filistinlilerin haklarını savunmaya çalıştığı için. ‚Faşizan‘ diye demokratik seçim sonuçlarını beğenmeyince kabul etmeyene denir, özgürlük mücadelesi verenlere değil,“ saptamasını göz ardı etmeden…Siyonist saldırganlık karşısında asla ikircimli olunmamalıdır…

Kuşku yok ki, bu, „Yahudiler ve Ermeniler giremez, köpekler girebilir“ türü köktenci söylemlere başvurmak „dünyayı fethe çıkan Siyon Protokolleri“ söylencelerini yeniden diriltmek, duvarlara gamalı haç işaretleri çizmek… gibi edimlere başvurmak anlamına gelmez. Kişi olarak Yahudi, din olarak Yahudilik ve bir yıkım mekanizması olarak Siyonist İsrail Devleti, birbirinden farklı kendiliklerdir… Ama anti-Siyonist olmayı, anti-Semitizmle özdeşleştiren propagandaya da prim vermemek gerek…

Siyonist saldırganlığa karşı olmak haksız savaşa karşı ikircimsizce savaşmayı „olmazsa olmaz“ kılar…

Bu da Filistin halkının yaşam mücadelesinin safında olmaktan geçer.

Filistin halkı toprağını ve yaşamını savunurken; Siyonist ırkçılığa geçmişte Yahudilerin Nazizme karşı yaptığını yapmaktadır…

Kaldı ki söz konusu mücadeleyi de sadece Hamas ve Cihad gibi dini referanslı örgütlerle yürütmemekte; Marksist Filistin Halk Kurtuluş Cephesi (FHKC), Demokratik Cephe (FHKDC) ve irili ufaklı laik direniş örgütleri de direnişte yer almaktadır.

 

İSRAİL „SOLU“ MU?

 

„Ya İsrail ’solu‘ mu?“

‚Jedi’ot Archaronot‘ gazetesi yazarlarından Meir Shalev’in, „Sol bile, bu savaştan yana,“ dediği koşullarda ‚Kudüs Alternatif Bilgi Merkezi‘ çalışanı, İsrailli komünist ve insan hakları aktivisti Michael Warschawski de şunları ekliyor:

„Mahkemelerde yargılanacak iki tür suçlu var. Birinci suçlular, direkt savaş kararı vermekten sorumlu olanlardır. Başbakan Olmert, Savunma Bakanı Barak, Livni ve Ashkenazi birinci kategoride yer alıyor. İkinci kategoride yer alanlar ise sivil ölümlerine direkt olarak bulaşmayan fakat entelektüel bilgi ve birikimleri ile savaş suçlarını haklı çıkarmaya çalışandır. Bunlar hükümetin ve hükümetin propaganda gücünü oluşturuyorlar.

İsrailli ’solcu‘ yazarlar Amos Oz ve A. B. Yehoshua ikinci kategoride yer alan bu tarz entelektüellerin tipik örnekleridir. Bunların ilk fonksiyonları İsrail saldırılarını haklı çıkarmaktır…“

Durum -ne yazıktır ki!- bu…

 

„SONUÇ YERİNE“

 

Mustafa El Barguti, „Filistinliler bölünmelere ve sert tutumlarla karşılaşmalarına rağmen, umutlarından vazgeçmiş değil. 1967’den bu yana tarihin en uzun işgal suçuna imza atan İsrail’se, adalet kriterlerinden giderek uzaklaşıyor,“[28] derken; „Yüzlerce Filistinlinin öldürüldüğü haftada, Tel Aviv Borsası’ndaki hisseler uçuşa geçti…

Gazze’nin işgali, İsrailli şirketlere küresel krizi unutturdu. New York, Londra ve Tokyo borsalarının bile yerinde saydığı haftada Tel Aviv Borsası dolar bazında yüzde 15 değer kazandı…

Askeri operasyon öncesi en düşük seviyesini gören borsanın piyasa değeri de savunma ve finans şirketlerinin başı çekmesiyle bir haftada 87 milyar dolardan 100 milyar dolara fırladı…[29]

Borsalara kazandıran Siyonist saldırganlık hakkında Tarık Ali, „Kaybeden İsrail olacak,“ diyor; doğrudur…

Ne Filistin ne de Gazze, Siyonist işgalciliğe teslim olmayacaktır…

Kaldı ki „Batı tarafından izole edilen, lağım ve döküntülerde, hatta 6 aydır aç ve karanlıkta yaşayan bu halk, bütün dünyadaki en kalabalık birkaç kilometrekareye tıkıştırılmış durumda. Gazze her zaman isyancı bir bölgeydi. Şaron’un 1971’de başlattığı kanlı ‚huzura kavuşturma‘ harekâtının sona ermesi 2 yıl sürmüştü ve Gazze bugün de ehlileştirilebilecek gibi durmuyor,“[30] vurgusuyla Robert Fisk de, bu gerçeğin altını özenle çiziyor…

 Evet, Filistin direnişi bağımsız birleşik Filistin talebinden vazgeçmeyecek; gayrı-meşru korsan Siyonizmin „iki devlet“ dayatmasına boyun eğmeyecek; yani ehlileştirilemeyecektir…

Tam da bu koordinatlar da İsmail Haniye, „Filistinliler, AB’nin Gazze’deki korkunç kuşatmayı saldırganlık olarak görmemesinden dolayı dehşet içinde. Aksine yönelik inkâr edilemez delillere rağmen, Hamas’ın ateşkesi yenilemeyerek felaket getirdiğini iddia ediyorlar. İsrail katliamlarından sonra, Filistin ve dünya aynı olmayacak…

BM, 2005 ve 2008 arasında İsrail ordusunun Gazze’de 222’si çocuk yaklaşık 1250 Filistinli’yi öldürdüğünü doğruladı…

İsrail’in amacı Filistin iradesini ortaya koyan tüm sesleri susturmaktır; ondan sonra bizi topraklarımızdan, müstakbel devletimizin meşru başkenti olarak Kudüs üzerindeki hak iddiamızdan ve Filistinli mültecileri evlerine dönüş haklarından mahrum bırakacak bir nihai anlaşmayı kendi koşullarıyla dayatacaktır,“[31] derken; Abdulbari Atwan da ekliyor: „Gazze iki defa işgal altına girdi, bu da üçüncüsü. Her defasında direnişe ve ulusal ilkelerine tutunarak güçlü çıktı. Bu yıkımın enkazından çıkacak yeni Filistin nesilleri farklı olacak, bu neslin kabul ettiğini kabul etmeyecek, babalarını aldatan ve düşmanla işbirliği yapanlardan intikam almaya çalışacak…“[32]

Toparlarsak: Vittorio Arrigoni, „Hepimiz Filistinliyiz. Tıpkı daha önce Yahudi olduğumuz gibi!“ diyor; gerçekten de öyle…

Çünkü, her şey tam da Umur Talu’nun dediği gibi:

„Öldürülen her çocuğun ardından, dünyanın tüm mazlumları, lanetlileri ve isyancıları ile birlikte deseniz ki,’Hepimiz Filistinliyiz’…

Dünyanın güçlüleri çıkıp deyiveriyor ki… ‚Evet, hepiniz öylesiniz‘!

O zaman geriye şu kalmıyor mu:

‚Dünyanın bütün Filistinlileri, birleşiniz!’…“

 

22 Ocak 2009 18:50:58, Ankara.

 

N O T L A R

[1] 23 Ocak 2009 günü Ankara Mimarlar Odası’nda yapılan „Filistin“ başlıklı söyleşideki konuşma metni… 1 Şubat 2009 tarihinde Ankara Başka Kültür Evi’nde düzenlenen „Filistin“ başlıklı söyleşide yapılan konuşma… Odak, No:2009/3 (SN:24), Ocak-Şubat 2009…

[2] Mahmud Derviş, „Filistinli Sevgili“.

[3] Yüzdelerin doğru olduğunu varsaysak bile, II. İntifada’dan Gazze saldırısına kadar öldürülen 7000’in yüzde 50’si 3500 sivil insan yapar. Bu oranları Gazze’de öldürülmekte olan insanlarla ilgili ele aldığımızda (ki Gazze’de öldürülen sivillerin oranı, yüzde 90’dan fazladır) 385 kişi eder. Rakamlar çok farklı şeyler söylüyor, bunu gizlemek ayrıca insanlığın katledildiği bir ortamda saygın bir ele alış sayılamaz.

[4] Robert Fisk, „Gazze’de Tarihi Unuttuk“, The Independent, 19 Ocak 2009.

[5] Robert Fisk, „En acı İroni de Aşkelon’u Bombalamalarıdır“, The Independent, 30 Aralık 2008.

[6] Robert Fisk, „Nos Preguntamos por Qué Odian Tañto a Occidente/ Neden Batı’dan Bu Kadar Nefret Ettiklerini Soruyoruz?“, La Jornada, 8 Ocak 2009.

[7] „Uluslararası Kızılhaç Komitesi (ICRC), ‚İsrail ordusu uluslararası insani yasalara göre yaralıların bakımı ve tahliyesi yükümlülüğünü yerine getirmiyor‘ açıklaması yapıp şu manzarayı aktardı: ‚Gazze kentinin Zeytun mahallesine güvenli geçiş taleplerimiz ancak dört gün sonra karşılandı. Vardığımızda bombalanmış bir evin enkazında şiltelere yayılmış 12 cesetle karşılaştık. Açlıktan ölmek üzere ve ayağa kalkamayacak kadar zayıf dört küçük çocuk annelerinin cesedine sarılmıştı. Yine bitkin bir adam bulduk. Bir başka evde de çoğu yaralı 15 kişi, bir diğerinde üç ceset bulduk. İsrail askerleri, kurtarma ekibine bölgeyi terk emri verdi. Ekip bunu reddetti. Ekiplerin çalışmasının engellenmesi kabul edilemez.‘

ICRC’nin İsrail-Filistin heyeti başkanı Pierre Wettach, ‚Bunlar şoke edici. İsrail ordusu durumun farkında olmalı, ama yaralılara yardım etmediği gibi bizim ya da Filistin Kızılayı’nın yardımımıza imkân vermedi‘ dedi.“ („İsrail İnsani Yasaları İhlâlle Suçlandı“, Radikal, 9 Ocak 2009, s.9.)

[8] Jimmy Carter, „Gazze’deki Trajediyi Kınama Vakti Geldi de Geçiyor“, The Guardian, 8 Mayıs 2008.

[9] „Cellat Kurbanla Eşdeğer Tutuluyor, Araplar İzliyor“, Haliç, 28 Aralık 2008.

[10] Haluk Gerger, „Asıl Hedef Filistin Halkının İradesi“, Ayrıntı, Yıl:1, No:3, 11-16 Ocak 2009, s.11.

[11] Mumia Abu-Jamal, „Ilımlılar İçin Bombalamak“, Evrensel, 11 Ocak 2009, s.8.

[12] Hüseyin El Revaşada, „Hamas Eskisinden Güçlü“, Düstur, 18 Ocak 2009.

[13] Abdülbari Atwan, „Gazze Ablukası Tüm Dünyanın Utancı“, Kuds ül Arabi, 22 Kasım 2008.

[14] Seyid Zehra, „Filistin Tek Yönetime Muhtaç“, Ahbar el Haliç, 6 Ağustos 2008.

[15] Akiva Eldar, „Yeni ABD Başkanı İsrail’le Barışa Odaklı Bir İlişki Kurmalı“, Ha’aretz, 19 Ocak 2009.

[16] Pauline Dubkin, „Obama ve Yahudiler“, Chicago Jewish News, 24 Ekim, 2008.

[17] James Petras, „Amerika’nın İlk Yahudi Başkanı“, Genç Birikim, Yıl:11, No:116, Ocak 2009, s.24-28.

[18] BM Güvenlik Konseyi’nin krize tepkisini de yetersiz bulan Morales, konsey için „Güvensizlik konseyi“ ifadesini kullandı. Morales, Gazze saldırılarını durdurmaması nedeniyle İsrail Cumhurbaşkanı Şimon Peres’in elindeki Nobel Barış Ödülü’nün alınması gerektiğini belirtti, İsrail hükümet yetkililerinin soykırımla suçlanması için Uluslararası Ceza Mahkemesi’ne başvuracağını söyledi. („Venezüella ve Bolivya İsrail’le İlişkileri Kesiyor“, Cumhuriyet, 16 Ocak 2009, s.8.)

[19] Ahmed Amrabi, „BM Genel Sekreteri İstifa Etmeliydi“, Beyan, 19 Ocak 2009.

[20] „İnsanlığa Karşı Birleşmiş Milletler“, Evrensel, 2 Ocak 2009, s.10.

[21] The Guardian, 2 Ocak 2009.

[22] John Pilger, „Sesizlik Yalanı Gazze’yi Yutuyor“, Newstatesman, 8 Ocak 2009.

[23] „Arap Olduğu İçin Yuvaya Alınmadı“, Cumhuriyet, 27 Aralık 2008, s.10.

[24] „İsrail, Irkçı Güney Afrika Gibi“, Cumhuriyet, 9 Aralık 2008, s.9.

[25] „Apartheid’dan da Beteri“, Radikal, 12 Temmuz 2008, s.12.

[26] Friedrich Nietzsche, Deccal-Hıristiyanlığa Lanet, Çev: Ayça Kaya, Say Yay., 2008, s.28.

[27] Fida Kişta, „Bombalar Altındaki Gazze“, Fida’nın internet günlüğü: http://www.sunshine208.blogspot.com, Gazze/Filistin, 7 Ocak 2009.

[28] Mustafa El Barguti, „Filistinliler Umut Beslemekten Asla Vazgeçmeyecek“, Hayat, 13 Mayıs 2008.

[29] Necdet Çalışkan, „Terörle Beslenen Borsa“, Cumhuriyet, 6 Ocak 2009, s.11.

[30] Robert Fisk, „Aşkelon’u Vurmanın Trajik İronisi“, Independent, 30 Aralık 2008.

[31] İsmail Haniye, „Batı, Filistinlileri Dehşete Düşürüyor“, The Independent, 15 Ocak 2009.

[32] Abdulbari Atwan, „Filistin’de Bir Sonraki Nesil Eskisinden Çok Farklı Olacak“, Kuds ül Arabi, 16 Ocak 2009.

 | 07 – 02 – 2009 |